İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Loqum_mum

Sayfa: 1 ... 60 61 [62] 63 64 ... 88
916
Şiir / BENİ VURDUN SEVGİLİ
« : Mayıs 15, 2008, 05:47:58 ÖS »


Beni vurdun sevgili
Ta yüreğimden yaraladın
Beni vurdun sevgili
Sensizlikle cezalandırdın

Yalancı ayazları attın sevgimizi
Sonunu bilmediğin uçurumlara sürdün ikimizi
Sonbaharda içimi titreten rüzgâr gibiydin estin
Defterimde ki son şiirdin bittin

“ÇAĞATAY ÖZADA”

917
Şiir / Seversiniz bazen...
« : Mayıs 15, 2008, 05:46:51 ÖS »
Seversiniz bazen...
Bir kuşu beslemek misali,
karşınızdaki insanı sevginizle beslersiniz.

Farklıdır sevmesi insanların...
Kimi kafese tıkar kuşunu öyle besler,
alır özgürlüğünü elinden, seviyorum sanır.
Öyle sandıkça sıkar karşısındakini, bunaltır.
Ufacık bir fırsat bulsa kaçmak,
kurtulmak ister artık kuş.

Aslında korkularından yapar insan bunu,
karşısındaki insana anlatamaz, anlatmasını bilmez.
Bir başka insana gitmesini istemez.

Her koca devin koca korkuları vardır, kimse bilmez.
Kimi de serbest bırakır kuşunu.
Salıverir gökyüzüne,
döner gelir elbet der, döner gelir seviyorsa.

Alır riski çekinse de birşeylerden.
Bilir ki; koysa kafese bir gün kesin kaçıp gidecek,
bir gün kesin terkedecek.
Serbest bırakır!
Döner gelir o da karnı acıktıkça,
yüreği sevgiye acıktıkça.

Ne kadar çekinse de bilir geri döneceğini adam.
Bilir başka yerlere, başka kişilere gitse de
bir gün, bir şekilde geri döneceğini...

Kuş ta bilir daha iyisinin olmadığını
ama bazen nankörlüğü tutar.
Unutur onun için yapılanları,
uğramaz olur bir zaman...

Başka kapılarda, başka pencerelerde aynını arar.
Ama bilmez başkalarda hiç aynılık bulunmaz.
Pişman olur, geri döner bir zaman sonra.

Öyle yenik, öyle mağlup döner ki hem de...
Artık kafese girmeye bile razı olmuştur.

Şanslıdır...
Eğer geri döndüğünde açık bir pencere
veya aynı evde, aynı kişileri bulabilirse...
Eğer terkettikleri taşınmamış,
Aynı yerde kalabilmişse...

918
Hikaye ve Yazılar / kirbitçi kız
« : Mayıs 15, 2008, 05:46:00 ÖS »
Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı.
Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına
bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış,
acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin
zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar,
sevinçle haykırıyorlardı.

Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi.
Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir
kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına
almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu
taş basamakta buz gibiydi.
Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına
bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile
satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine
gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi.
Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine
söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen
kısık,incecik sesiyle "Kibrit var, kibrit"diye bağırıyordu. Sokaktan
geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak
sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış,
kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir
çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından
seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa
uzaklaşmıştı.
Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış,
oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya
dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları
uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye
titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı,
yumuşacık, turuncu bir alev.
Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını
ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın
karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir
odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın
bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı… Derken kibrit sönüverdi.
Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın
parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.

Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit
sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper
etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden
açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi
bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak
yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı
gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağız’ın gözleri sofranın
ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz
kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı.
Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu.
Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası
siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.
Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi
Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece
olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten
ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözlerini yıldızlardan
ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar
bağrışıyordu.
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek
uzaklaştı, söndü. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü’ diye mırıldandı.
Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri
ölürmüş… Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı.
Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak
ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı.
Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi
oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların
arasından bir melek gibi iniyordu… Geldi, geldi…Kollarını açtı,
torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş
kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş
kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler… Bu
kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.

Yazan:Hans C. Andersen,
Andersen Masalları

919
Hikaye ve Yazılar / acının ilacı
« : Mayıs 15, 2008, 05:45:18 ÖS »
Oğlunu kaybeden çin’li bir kadınla ilgili bir öykü vardır.Üzüntü içindeki kadın bir din adamına gider ve, “hangi duaları etsem, hangi büyüleri, sihirleri yapsam oğlumu bana geri getirir?” diye sorar.Ona birkaç teselli sözü söyleyip, geri yollamak yerine; din adamı, “bana asla acıyı tatmamış bir evden, bir hardal tohumu getir. Onu, senin yaşamından acıyı yok etmek için kullanacağız” der. Kadın hemen bu büyülü tohumu aramaya başlar. Çok güzel, kocaman bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar. “Asla acıyı yaşamamış bir ev arıyorum. Burası öyle bir yer mi? Bu benim için çok önemli” diye sorar. Onu içeriye alırlar ve “sen yanlış yerdesin” diye söze başlarlar. Daha sonra son günlerde başlarından geçen tüm trajik olayları anlatmaya koyulurlar.Kadın kendi kendine düşünür. “Bunlar benden daha acılı, bunlara birinin yardımcı olması gerekir.” Ve orada kalıp onlara yardımcı olmaya karar verir.Daha sonra başka evler aramayı sürdürür, acısı olmayan. Ama nereye gitse herbirinden acı dolu binbir hikaye duyar. Ancak insanların acılarını azaltabilme işine öylesine kendini kaptırır ki neredeyse oğlunun acısını ve onu unutturacak olan hardal tohumunu aramayı unutur. Böylece yavaş yavaş acı onun yaşamından çıkar gider.

Brian Cavanaugh

920
Hikaye ve Yazılar / hayatın anlamı
« : Mayıs 15, 2008, 05:44:36 ÖS »
Öyle gerekiyor, diye değil, içinden geldiği gibi yaşa!..
Sevdiğim:
Bazen insanlar düşünürler. Hayatın anlamı nedir diye.. Bunu zaman zaman ben de düşünüyorum. Hayatın anlamı nedir diye.. En azından seni tanıyıncaya kadar düşünüyordum..
Gerçeklerin acı olduğunu ve bu yüzden biberin gerçek olduğunu anlatan bir espriyi hatırladım. Halbuki biliyor musun, bütün biberler tatlıdır. Zira hayat sanıldığı kadar acımasız ve acı değil.
Sadece hayattaki tadı alabilmeli, kendi istediğin gibi yaşayabilmelisin.
Çevrenin ne diyeceğini umursamadan.. Zira sen yaşayamadıklarınla ölüp gittiğinde çevrenin sana bir yardımı olmayacak. Kendini özgür bırak, ne hissediyorsan onu yap. Çoğu insan, mesela benim gibi ne yapman gerekiyorsa onu yapma, bırak duygularını perdelemeyi, bırak nehirler gibi coşsun onlar.
Bir sevdiğinin elini tutarken yaşadıklarının yanlış olduğunu düşünüp hayıflanma, bırak o sevgi tüm benliğini sarsın. Eğer onun gerçekten aradığın olduğuna inanıyorsan, ona sımsıkı sarıl, onu yaşa, onu bırakma.
Günün birinde belki anlarsın ne kadar sevdiğini, ne kadar sevebileceğini, ne kadar sevildiğini, ne kadar sevilebileceğini ama iş işten geçmiş, sevgilin, seni seven gitmiş, yitmiş olabilir.
İşte o zaman üzülme vaktidir. Yerli yersiz ağlama vaktidir. İşte o zaman çevrene dönüp, şimdi ne yapacağım diye sorma vaktidir.
Alacağın cevabı sana söyleyeyim güzelim. Bilmiyorum diyecekler, senin dediğin gibi. Ben biliyorum oysa, sen de biliyordun. Hep bildin zaten, ama öyle olmadın. Ama artık sen de biliyorsun, biliyorsun ki, en azından bir kez gerçekten sevildin.Ve yine biliyorsun ki bu sevgi bitmeyecek. En azından ben bitene kadar.
Yaşa... Doğru bildiğin insanı bul ve onunla yaşa, ama bu dostunu sakın unutma... Bil ki unutulmayı hiç sevmem. Ve bil ki kurallarım vardır, herkes buna uymak zorundadır.
Dostlarım benden önce ölemezler. Dostlarım benden çok üzülemezler. Dostlarım benden çok sevemezler. Ve dostlarımı benden çok kimse sevemez.
Artık Wiestmich'in dostusun.
Yaşa bu hayatı sevdiğim, limon gibi sömürerek, tüm ekşiliğine rağmen tadını alarak yaşa!.

Yorgo Wiestmich

921
Hikaye ve Yazılar / DOSTLUK
« : Mayıs 15, 2008, 05:44:01 ÖS »
 

... Dostluk konusunda düşündüğüm zaman, hep şu noktayı gözönünde tutmalı diye düşünürüm: Acaba dostluğu arattıran sebep güçsüzlük veya ihtiyaç mıdır? Acaba karşılıklı yardımlaşmaya girişirken insanların amacı tek başlarına pek başaramayacakları şeyi bir başkasının yardımıyla elde etmek, sırası gelince karşılığını yapmak mıdır? Yoksa bu yardımlaşma dostluğun özelliğidir de, dostluğun daha derin, daha asil, sırf doğanın (tabiatın) yarattığı başka bir neden mi vardır? Dostluğa adını veren sevgi, insanların yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmasında başlıca nedendir. Çünkü çıkarlar çok kez kendine dost süsü veren ve durum gerektirdiği için saygı, ilgi gösteren insanlardan bile elde edilebilir, oysaki dostlukta hiçbir şey yalan ve yapmacık değildir, her şey gerçektir ve içten gelir. Bu yüzden, sanırım, dostluğu gereksinme (ihtiyaç) değil, doğa yaratır. Dostluğun doğuşunda, ondan ne çıkarlar elde edileceği düşüncesinden çok, ruhların sevgi ve bağlanması var...

Birçokları kendilerinin yapamayacakları şeyleri dostlarında aramaktan -haydi sıkılmıyorlar demeyeyim de- hataya düşüyorlar diyeyim. Dostlarına vermedikleri şeyleri onlardan istiyorlar. Halbuki önce iyi insan olmak, sonra kendine benzeyeni aramak doğru olur. Deminden beri söylediğim sürekli bir dostluk ancak şu kimseler arasında sağlamca kurulur: Yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmış insanlar önce başkalarının esiri olduğu ihtirasları yenecekler, sonra doğruluk ve adaleti sevecekler, birbirleri için her şeyi yapacaklar, ama birbirlerinden şerefli ve doğru olmayan hiçbir şeyi istemeyecekler, aralarında yalnız sevgi ve beğenme değil, saygı da bulunacak. Çünkü dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış olur. Bunu sananlar, tehlikeli şekilde yanılırlar. Doğa, dostluğu erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil, onun amacı şudur: erdem tek başına en yüksek katına erişemediğine göre, ortaya başkasıyla birleşip ortak olarak erişsin. Bu türlü bir birlik bazı insanlar arasında, var olmuş veya olacak ise, bu, onları katıksız iyiliğe götürecek en iyi ve en mutlu birlik sayılmalı. İşte, bence, insanların peşinde koşmaya değer sandıkları her şeyi, şerefi, ünü, ruhun sükunet ve sevincini içine alan birlik, bu birliktir. Bütün bunlar var olunca, hayat mutluluk doludur.

Cicero

922
Hikaye ve Yazılar / OKUMA ÜSTÜNE
« : Mayıs 15, 2008, 05:43:31 ÖS »


Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin, konuşurken, yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken, o işi başarırken faydası dokunur. Tecrübeyle yetişmiş kimseler, tek tek bazı işler yapar, onlar hakkında birer hüküm verebilirse de, meseleyi her bakımdan göz önünde tutan öğütler vermek, planlar yapmak, nizamlar kurmak, bilhassa bilgi sahibi kimselerin elinden gelir. Okumaya fazla vakit harcamak, uyuşukluktur. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak gösteriş, bir hüküm verirken sade kitaptaki kaidelere uymak da ukalalıktır.

Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan bitkilere benzer; okumakla budanmaları lazımdır. Okumak, tecrübeyle sınırlanmaz da başına buyruk bırakılırsa dağınık yönlere yayılmış bir bilgi verir. Tecrübe ile yetişen kimseler, okumayı hor görürler. Basit kimseler ona hayrandırlar. Bilginler ondan faydalanırlar, çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Bu, insanın, göre göre, tahsile ihtiyaç duymadan onun ötesine varan bir kuvvetle elde ettiği, bir bilgeliktir. Kitapları, ne cerhetmek, ne yanlış bulmak için ne de zaten ispat edilmiş diye, olduğu gibi kabullenip, konuşmalarında sana konu olsun diye oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır; bazılarını olduğu gibi yutar. Bazılarını geveler ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik edilmeden, bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasiyle yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu ancak kitabın değeri ve konunun önemi az olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş, kitaplar, imbikten süzülmüş adi su gibi yavan olur.

Okumak, insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir. Bu sebeple, az yazanın, hafızasının kuvvetli, az konuşanın hazırcevap, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi göstermesi için, kurnaz olması lazımdır. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar; felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağırbaşlı yapar.

"İnsanın okuduğu şey benliğine işler." Hatta insan zekasına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir. Tıpkı vücudun tutulduğu hastalıkların münasip idmanlarla iyi edilebildiği gibi. Mesela top oyunu, vücutta hasıl olan taşlarla böbrek hastalarına; ok atmak, akciğerle göğüse, ağır yürüyüşler mideye, ata binmek baş ağrılarına iyi gelir, v.s. Bu sebeple bir kimsenin zihni dağınıksa matematikle meşgul olsun; çünkü bir davayı ispat ederken biraz dalıverse davaya ta baştan başlaması lazım gelir. Eğer zekası farkları görüp ayırmaktan acizse iskolastikleri tetkik etsin. Çünkü onlar; "kılı kırk yararlar."

Bir konuyla bir diğeri arasında münasebet kurmakta ve bir meseleyi ispat edip aydınlatmaya yarayacak delilleri hatırlatmakta güçlük çekiyorsa hukuk davalarını tetkik etsin. Böylece her zeka hastalığına ilaç olacak birer reçete bulunabilir.

Bacon

923
Hikaye ve Yazılar / TARTIŞMALAR
« : Mayıs 15, 2008, 05:40:04 ÖS »


Azgın tartışmacılar da keşke, diğer söz suçluları gibi ceza görselerdi. Hep öfkenin alıp götürdüğü bu fikir çarpışmalarında, insanın etmediği kötülük kalmaz. İlkin fikirlere çatarız, sonra da insanlara...

Tartışmada esas, karşımızdakinin düşüncesini çürütmek olduğu, herkes çürütüp çürütüldüğü için, tartışmanın sonunda olan şey, gerçekten büsbütün uzaklaşmaktadır. Onun için Platon, Devlet'inde akılca ve ruhça zayıf olanlara tartışmayı yasak etmiştir. Doğru dürüst adım atıp yürümesini bilmeyen bir insanla gerçeği aramaya çıkmanın anlamı var mı? Aradığımız şeyi bırakıp onu nasıl bir yoldan arayacağımızı düşünürsek ondan hiç de uzaklaşmış olmayız.

Tartışma ile neye varılabilir? Biri doğuya gider, biri batıya; yolda rastladıkları ayrıntılara saplanır ve konudan ayrılırlar. Bir saat cenkleştikten sonra, neyi aradıklarını bilemez olurlar: Kimi konunun üstüne çıkmış, kimi altına inmiş, kimi de kenarında kalmıştır. Kimi bir kelimeye, bir benzerliğe takılır; kimi söylenene kulak bile vermeden bir şeyi tutturur ve yalnız kendi söylediklerini dinler. Başka biri de kendine güvenmediği için her şeyden kaçınır, hiçbir fikri kabul etmez; ta başından her şeyi karıştırır, yahut da söz kızışınca, büsbütün susar ve bir daha ağzını açmaz; bilgisizliğini küskünlüğünün altında saklar; mağrur bir küçümseme ya da budalaca bir alçak gönüllülükle tartışmadan kaçar. Bazısı yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı da yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı da yalnız sesinin ve ciğerinin gücüne dayanır. Bakarsınız birisi tutar kendine karşı dönüverir; başka biri kalkar ön sözler, yersiz hikayelerle kafa şişirir. Kimi vardır, sıkıştığını görünce karşısındakini susturup kaçırmak için düpedüz sövüp saymaya başlar ve Alman kavgası çıkarmaya çalışır. Başka bir türlüsü de vardır, konuya hiç bakmadan sizi bir sürü mantık çemberiyle, diyalektik oyunlarıyla kuşatıp boğmaya savaşır.

Bütün toptancı hükümler çürük ve tehlikelidir.

924
Hikaye ve Yazılar / ONARILAMAZ YANLIŞ
« : Mayıs 15, 2008, 05:38:49 ÖS »

     İki genç kadın,gölgeleri bulvara düşen küçük bir parkın yanında karşılaştılar.Karşı karşıya gelince önce hafif bir tereddüt geçirdiler,sonra birbirlerini tanıdıklarına emin olarak kollarını
açtılar:
      _Raymond!
      _Mutilt!
 
  Aynı mahallenin çocuklarıydılar.Beraber oynamışlar,aynı okula gitmişler,bir çatı altında yıllarca beraber kalmışlardı.Sonra bütün okul arkadaşları gibi,bu müşterek hayatın tatlı anılarıyla dolu olarak kaderin çizdiği ayrı ayrı yollara yürüyüp gitmişlerdi.
İkisi de otuz yaşlarında idi;fakat Raymond,göz kapaklarının uçlarından burun deliklerine hizasında yanaklarına doğru uzanan kırışıklıklarıyla,gerdanını gölgeleyen bariz çukurla ve saçlarındaki tek tük gümüş tellerle,kırk yaşından fazla gösteriyordu.Kılık kıyafeti de sıkıntı ve güçlüğün yıprattığı insanların çetin  mücadelelerini yansıtan bir solgunluk ve pişmanlık içindeydi.Elinde havı dökülmüş demode astragan bir çanta ve bunu tutan elinin baş parmağında ufak bir eldiven deliği göze çarpıyordu.
  Mutilt,pırıl pırıl kıyafetiyle onun tamamen zıddıydı.Boynunda ince altın bir kordon,elinde son model bir çanta ve saçları üstünde tülbentle örülmüş,küçük şık bir şapka vardı.Parmaklarını yüksek kıratta yüzükler süslüyordu.
  Mutilt,hiç çekinmeden tatlı bir içtenlikle:
     _Ne oldu sana ,dedi hastamısın?Felaket mi geçirdin?Oysa okulda iken ne parlak hayaller kurardın,ne mutlu gelecekler düşünürdün.
  Raymond içini çekti:
_Öyleydi,ewet öyle tatlı hayaller kurardım.Ama hayat,tatlı hayallerle değil,acı gerçeklerle dolu...Bir astsubayla evlendim.Güzel bir yuva kurduk bir de çocuğumuz oldu.Ama vefasız çıktı,beni yüz
üstü bıraktı.Ardından çocuğum öldü.Kısacası şansım kötü gitti,tek başıma bir şey başaramadım.Ama görüyorum ki sen mutlu olmuşsun;kıyafetin,bakışların bunu söylüyor.Senin adına sevindim.

....

   _Evet,ben hayaller kurmadım,kendimi hayatın normal akışına bıraktım.Karşıma bir adam çıktı,onunla evleniverdim.Kazancı iyi bana ve çocuklarıma bakıyor,hiçbir şikayetim yok.Canım,niye ayakta çene çalıyoru böyle,gidip bir yere otursak ya...
   _Karşıki eczaneye bir reçete vermiştim,ilaçlarımın hazırlanmasını bekliyordum,parka girip beklemeye niyetlenmiştim,karşıma sen çıktın.
   _İlaçların hazırlanadursun bir pastacıda oturup dertleşelim biraz,hadi gel.
   
    Eczanenin tam karşısında bir pastacıya girdiler,vitrinin yanında boş bir masaya oturdular.Derhal eski günlerin anılarına dalıp tatlı tatlı konuşmaya başladılar.Raymond;yoksulluğunu,hastalığını,
ilaçlarını unutmuştu.Zengin arkadaşının mutluluğunu paylaşıyor,onunla beraber gülüp söylüyordu.Bu sırada caddeden,tam vitrinin önünden kibar giyimli bir adam geçiyordu.Mutilt'i görünce durdu,şapkasını çıkararak genç kadını selamladı.
   Mutilt:
   _Kocamın bir arkadaşı bu,dedi,bana bir dakika müsaade edermisin?
   _Hay hay.
 Dışarıya çıktı,ayak üstü konuşmaya daldılar.Bir dakika,beş dakika,on dakika...Konuşmaları bitmek bilmiyordu bir türlü.İçeriye girince arkadaşından özür diledi:
  _Kocama ait bir sorundu,dedi.Kendisi avukattır.Seni yanlız bıraktığım için affet beni .
  Raymond,saatine baktı:
  _Ben de dedi,senden beş dakika izin istesem.İlaçlarım hazır olmuştur herhalde.Parasını vermiştim,bir solukta gider gelirim.
  _Elbette beklerim güzelim.
   Mutilt yalnız kalınca,yiyip içtikleri şeylerin parasını vermeyi düşündü,çantasını açtı,hayretle durdu.Evden çıkarken kocasından bin frank istediğini ,bu parayı çantasına koyduğunu hatırlıyordu.Çantanın içini alt üst etti.Mendil,pudriyer,ayna,ufak para cüzdanı,anahtarlık,hepsi yerli yerindeydi;ama bin franklık banknot yoktu.Istırap ve düşünceyle kalakalmıştı...Hatırına gelen kötü şeyi kovmak ister gibielini terleyen alnında gezdirdi.demin kocasının arkadaşıyla dışarıda konuşurken acaba Raymond?...Hayır ,hayır,Raymond böyle bişey yapmazdı!Onu okuldan tanıyordu,ailesini tanıyordu;karakterini biliyordu.Raymond bu kadar alçalamazdı,bir hırsız olamazdı,hayır,hayır!...Ama içine kurt düşmüştü bir kez...Raymond'ın çantası orada,kendi çantası da yanında duruyordu.Titreyen elini uzattı,çantayı alıp açtı,dudaklarından bir dehşet çığlığı fırladı.Bin franklık banknot oradaydı.
  O an için duyduğu acıyı,çarpıldığı derin hayal kırıklığını ömür boyu unutmayacaktı.
  Bu kadına karşı beslediği sevgi,sonsuz güven birdenbire yıkılmıştı;onun tarafından bu kadar haince,bu kadar küstahça dolandırılmış olmak pek ağrına gitti.Raymond'ın bu denli adiliğe düştüğünü başkasından duysa,kesinlikle inanmazdı.
  Parayı aldı,hesap pusulasını ödedi.Garsona :
  _Arkadaşım eczaneye gitti,dedi,çantası şu,dönünce kendisine verirsiniz.Beni soracak olursa,acele işim çıktığını ve gitmek zorunda kaldığımı söylersiniz.
  _Başüstüne hanımefendi.
Artık Raymond'ın yüzüne bakacakhali kalmamıştı,acele acele çıkıp gitti.
Eve geldiği zaman,kocasını kendisinden önce gelmiş buldu.Adam,gazetesini açmış,okuyordu.Karısına baktı:
 _Hayrola,dedi,yüzün solmuş,ellerin titriyor,canını sıkan bir olay mı oldu?
Kadın şapkasını çıkarırken:
 _Sorma,dedi,çok kötü bir olay,asabım çok bozuk,sonra anlatırım...
Adam gülümsedi:
 _Ben bilmem.Bugün sende bir anormallik var.Evden çıkarken de sinirliydin.Benden bin frank istedin,parayı masanın üstünde unutup gitmişsin...
Mutilt ürperdi,bir adım geriledi,rengi daha fazla soldu:
 _Neee?dedi,ne diyorsun?
 _Bir şey dediğim yok.İşte bin frank masada duruyor.
 _Ah,Allahım,ne yaptım ben?Ne yaptım?Ne yaptım?

                                                                                                                          Guy de Maupassant

925
Hikaye ve Yazılar / insana saygı
« : Mayıs 15, 2008, 05:38:11 ÖS »
Profesör Üstün Dökmen, Hayvan dergisinde yayimlanan röportajinda, "Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere düsen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?



926
Hikaye ve Yazılar / zor soru
« : Mayıs 15, 2008, 05:37:28 ÖS »
Biz seninle ne acılar yaşadık demeyeceğim sana.Biz seninle acıyı aşımıza lezzet diye kattık.
Korkularımızı macera diye yaşarken, umutlarımızı kıskandırmak için karamsarlaştık. Biz seninle gurbeti, aramızdaki sıcaklığı ölçmesi için derece maksatlı kullandık.
Sohbetlerde perçinlenirken birbirimize, semalar dolusu sözcükler taşıdık gözlerimizde. Bana hiçbir zaman "SENİ ASLA TERKETMEYECEĞİM" demedin ama : ansızın bırakıp gideceğinide söylememiştin...
Aslında sana gitme demek;
Hoyratça esen rüzgarı durdurmak kadar zor.
Kal demek;
Rayların ortasında kalmış admın, hızla gelen trene DUR! demesi kadar manasız.
Dön demekse;
Kucağında son nefesini vermiş bebeğine, UYAN! diyen annenin haykırışı kadar çaresiz...

Mesafeler sadace paylaşmaya engeldir diyorsun seher yeliyle gelen sesinde. Peki gözlerinin gözlerime bakarken ki titreyişini, merdivenlerden ikişer ikişer atlayıp son basamakta zıplamanı, "ALLAH'IM NE BÜYÜKSÜN!" derken Mevlaya el açışını da görmeme engel değil mi?
Sana cevaplandıramadığım en zor soruyu soruyorum:
BU CAN SENSİZ YAŞAYABİLİR Mİ?..         

927
Hikaye ve Yazılar / Hayat bir liman gibidir
« : Mayıs 15, 2008, 05:36:55 ÖS »
Hayat bir liman gibidir. Pek çok gemi gelir gider o limana büyük küçük gemiler vardır limana yanaşan. Bazıları çok kısa bir süre kalırlar ve sonra okyanusa tekrar geri dönerler.
Bazı gemilerse, çok uzun yıllar boyunca kalırlar limanda. Ama bütün gemiler, bir süre sonra limanı terk etmek zorundadırlar. Çünkü limanın öbür tarafında, yani okyanusun da ötesinde de, çok daha büyük ve güzel bir liman vardır.
Ve bütün gemiler, o limana mutlaka uğramak zorundadırlar. Aslında gidilecek tek liman o’dur. Ve biz, ilk geldiğimiz limana, yalnızca biraz dinlenmek için uğrarız.
Sadece mutlu olmalısın bu limanda vakit geçirirken. Çünkü bu limanda başına gelecek hiçbir şey kalıcı olmayacak.
Asla sonsuza dek kalacağını düşünüp hata yapma. Zaten çok kısa bir süre kalacaksın, o zamanı da mükemmel geçirmelisin.
Sen bu limandaki milyarlarca gemiden sadece bir tanesisin. Diğer gemilerin senin yerini alacaklarından korkma sakın. Bu limanda herkese yetecek kadar yer var.
Sadece, paylaşmak için, yüreğini sonuna kadar açman şartıyla…
Ve sakın, kimse için kötü bir davranışta bulunma. Çünkü bu limanın sonunda gideceğin yerde, onunla tekrar karşılaşacaksın. Ve onun seni kötü hatırlamasını istemezsin sanırım.
Asla çok basit şeyler yüzünden, limanda geçireceğin zamanını zehir etme hem kendine, hem de diğerlerine.
Unutma, bu limandaki her şey sevgi üzerine kurulu. Bu, öylesine büyük bir liman ki, herkes için yetecek kadar mutluluk ve huzur var. O yüzden, mutluluğu çok uzaklarda arama.
Bazen hiç beklemediğin anda, büyük bir gemi seni alıp, son limana götürebilir. Geride bir şey bırakma ne olur.
Yapamadığın için pişmanlık duyacağın şeyler kalmasın geride. Çünkü o gemi ansızın gelebilir. Şimdi de gelebilir.
Bu limanda “yarın” diye bir şey yoktur. Yarın diye bir gün asla olmamıştır ve olmayacaktır.
Sahip olduğun tek zaman, şimdidir. Düne ve yarına ait bir şey bulamazsın bu limanda. Dünkü fırtına çoktan bitti. Yarının fırtınasını ise henüz yaşamadın. Sen yalnızca şimdiye sahipsin ve bu zamanın en iyi şekilde kullanmalısın.
Burada biletler anlık kesilir. Biletin kesildiği an, çıkarsın yola.
Bu sonsuz limanda, asla yalnız olduğunu düşünme. Etrafında milyarlarca gemi var. Hepsi de, aynı limana gidecek.
Ve şunu da unutma, bu limandan ayrılırken, geminin içinde bulunan her şeyi denize boşaltacaksın.
Geminin içini mücevherlerle doldurmaya çalışma. Sonra onları okyanusa boşaltmak zor gelir sana. Onları nasıl olsa götüremeyeceksin. Ancak paylaştığın zaman mutlu olacaksın.
Bu liman, binlerce tuzakla doludur. Attığın her adım da bir tuzak olabilir. Ancak zayıf olursan ve güçsüz olduğunu düşünürsen bu tuzaklara düşebilirsin.
Sen güçlüsün ve karşına ne çıkarsa çıksın, onunla mücadele edebilirsin. Bu güç zaten sen de var. Ama o gücün nerede gizli olduğunu bilmiyorsun.
O gücü kaybettiğini düşündüğün zaman, yüreğine güçsüz olup olamadığını sor… Sana en doğru cevabı o verecektir. Yüreğinin derinliklerinde, bütün sorularına bir cevap bulabilirsin.
Kendini asla güçsüz ve aciz görme. Sen okyanusun bir parçasısın. Tıpkı diğer su damlacıklarının olduğu gibi. Unutma, bütün su damlacıkları aynı ağırlıkta. Onları gözünde büyütme ve kendini küçültme.
Sen çok değerlisin, sen bu özel limana gelen bütün gemilerle aynı değerdesin. Aynı yerden geldiniz ve aynı limana döneceksiniz.
Bu limanda bütün gemiler, sevgiyle yürürler. Bütün gemilerin yakıtı sevgidir. Öfke ve nefretler yol alan gemiler, çabuk paslanırlar ve karaya otururlar. Asla onlarda biri olmaya çalışma.
Sen çok özelsin. Tıpkı diğerleri gibi ve sana diğerlerinin bildikleri ama unuttukları bir şeyi söylemek istiyorum.
Eğer diğer gemilere sevgiyle yaklaşırsan, karşılığında sevgi görürsün. Ama kötülükle yaklaşırsan, o zaman sana düşman olurlar.
Hiç bir geminin, bu limana nefretle ve öfkeyle geldiğini sanma. Hepsi de sevgiyle geldiler bu limana.
Ama zamanla güvertelerini pis sular doldurmaya başladı. Onlar temizlemediler bu pislikleri. Ve kendi gemilerinin içinde boğuldular.
Geldiğin yeri asla unutma. Sen güvertenin başındasın ve okyanus yanı başında. Onu görmezden gelme. Onu görmemek için gözlerini bağlama sakın.
Ondan zaten kurtulamazsın, çünkü gemi onun üzerinde ilerliyor. Gözünün önündeki gerçeği inkâr etme.
Bu limana geldiğin zaman, üzerinde tek bir çamaşır bile yoktu. Geldiğin günü asla unutma ve herkesin de bu limana kıyafetleri olmadan geldiğini aklından çıkarma.
En güzel elbiseleri alabilirsin, en pahalı ayakkabıları giyebilirisin, insanların sana baktıklarında zaman, ne kadar zengin olduğunu düşünmeleri hoşuna gidebilir.
Ama en güzel ve ne pahalı elbiselerinin bile, bu limandan öteye gidemeyeceğini unutma.
Yanında elbiselerin olamayacak giderken… Tıpkı gelirken olduğu gibi…
İnsanlara kendini sevdir ki, limanda senin yokluğunu hemen fark etsinler. Ve seni hatırladıkları zaman gözleri umutla dolsun.
Sen hatırladıklarında, gözleri öfkeyle bakmasın kimsenin. O zaman, sen boşa yaşamış olursun. Çünkü senden geride ne kalacak sevgiden başka.
Bu limanda ne istersen onu alırsın. Neyi ararsan onu bulursun. Eğer sevgiyi arıyorsan, mutlaka ona ulaşırsın. Nefretse eğer istediğin, o zaten seni bulur…
Bu limanda mutsuz geçireceğin kadar çok zaman yok neden gülmek varken ağlamak zorunda olacaksın. Neden mutlu olmak varken mutsuz olacaksın.
Neden sevmek varken nefret etmeyi seçeceksin ve neden paylaşmak varken saklamak isteyeceksin.
Mutlu olmaya başka limanlarda bulacağını sanma. Eğer onu bulacağını sanıyorsan, hiç yola çıkma. Çünkü onu ancak içinde bulabilirsin. O senin yüreğinde ve tüm dünyaya yetecek kadar var zaten.
Dünün yüklerini sırtında taşıma boş yere. Her  gün yeni bir başlangıçtır, eğer istersen. Bugün yeni bir başlangıç yapmak isteyip, ısrarla geçmişi yargılarsan, ne geçmişe dönebilirsin, ne de geleceğe.
Karanlığın ortasında aydınlığı görmeye çalış. Hiç bir gece sonsuza dek sürmez. Hiç bir acı kalıcı değildir. Sadece senin unutmak istediğin kadar sürer.
Gecenin karanlığında yıldızları görmeye çalış. Eğer karanlık istersen her yerde bulabilirsin. Ama yıldızları görecek şekilde baksın gözlerin.
Karanlığı görmek kolaydır. Ellerinle gözlerini kapatırsın ve tüm dünya karanlık olur. Sen aydınlığı görmeye çalış. İndir ellerini gözlerinde, kapatma gözlerini.
Mutlu olmak sadece bir seçimdir. Bunu hiç aklından çıkarma. Eğer mutlu olmayı seçersen, mutlu olursun…
Hep sevgi adına mücadele ver. Ama kendini asla ezdirme. Hakkını sonuna dek ara. Çünkü hiç kimse senin hakkını elinde alamaz.
Sen çok özel ve çok değerli bir insansın. Değerini asla düşürme. Asla kendini değersiz görme. Sen okyanustan kopup geldin. Tıpkı diğer gemiler gibi. Ve sonunda bütün gemilerin gideceği yer aynı limandır…
Yüreğinin sesini dinle. En doğru cevapları, en doğru yol haritalarını orda bulabilirsin. Çünkü yüreğindeki ses, okyanustan yankılanıp geliyor.
Sen en az diğerleri kadar değerlisin… Ne eksik, ne fazla. Hiç kimseyi senden daha üstün sanma, kimseyi kendinden daha aciz görme.
Seni seviyorum. Aynı limanda olsak da, olmasak da.

Eğer bizi, bulunduğun limanda göremeyecek olursan, görebildiğin en uzak yıldıza bak ve bize el salla…


928
Testler - Anketler / yıllardır cevabı aranan soru
« : Mayıs 15, 2008, 05:31:52 ÖS »
 :.8

929
Testler - Anketler / aşk herşeyi affeder mi?
« : Mayıs 15, 2008, 05:30:31 ÖS »
 :.8

930
Testler - Anketler / evlilik aşkı öldürür mü?
« : Mayıs 15, 2008, 05:28:07 ÖS »
 :.8

Sayfa: 1 ... 60 61 [62] 63 64 ... 88