91
ByKuS Muhabbet / Flört aşkı öldürdü yaşasın görücü usulü ...
« : Nisan 17, 2009, 12:04:13 ÖS »
Birleşmeden ayrılma’ magazin dünyasının baskın karakteri hâline geldi. Ölümüne sevenler, aşklarını üç günde öldürüyor. Yıllar süren ‘flört dönemi’ de artık yetmiyor. Yoksa, ihanete uğrayan annelerimizin kadim yöntemi intikam mı alıyor?
Magazin dünyasının en önemli karakteri nedir?’ sorusuna, hiç düşünmeden, üstelik doğru olan şu cevabı verebiliriz: “Bugün biriyle beraber olan ünlünün, yarın diğeriyle olması.” Bu karakter, o kadar baskın hâle geldi ki, gazetelerin magazin sayfalarında her gün ‘ayrılma-birleşme’ hikâyeleri okuyabiliyoruz. Hafta boyunca yaşanan bu hikâyelerin ayrıntılarını ise hem haftalık magazin dergilerinde, hem de televizyonların pazar programlarında görmek mümkün. Konunun medyaya yansımasında aslında şaşılacak bir durum yok. Çünkü, yaygın kanaat şu ki, medya ve magazin dünyası birbirinden besleniyor. Hatta birçok ünlünün gündeme gelmek için magazin medyası ile danışıklı skandallara imza attığına inanılıyor artık. Zaten öyle olmasa, bu haberler yansıtılırken işin tabiatında bulunan hüzün de biraz olsun hissedilir. Ama öyle olmuyor, olay tamamen ‘çalsın sazlar, oynasın kızlar’ havasında veriliyor.
İşte burada, “Madem öyle, magazin dünyasını ve medyayı kendi hâline bırakalım.” diyebilirsiniz. Ama iş o kadarla sınırlı kalmıyor, bu kesimin ve haberlerin etkilediği kitleyi düşündüğünüzde mesele toplumsal boyut kazanıyor. İstatistiklere bakıldığında kısa sürede birleşip ayrılan çiftlerin sayısının her gün arttığını görebiliyoruz. Hadi magazin dünyasını anladık, kendi hâlinde yaşayıp giden gençlerin ‘maymun iştahlılığına’ ne demeli? Bunu ‘magazin dünyasındaki televole ilişkilerin etkisi’ne bağlamak ne kadar açıklayıcı olabilir? Ya da ‘birleşmeden ayrılmak’ bu yüzyılın bir hastalığı mı?
Bu soruların cevabını, “Magazine konu olan kişiler, nispeten daha narsist (kendi benliğine hayran)...” görüşünün sahibi Prof. Dr. Nuri Bilgin’e sorduk. Bilgin, hem ‘şöhretlerin’ birlikteliklerinin (veya evliliklerinin) kısa sürmesinin altında yatan sebepleri anlattı hem de önemli tavsiyelerde bulundu.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Bilgin, ‘magazine konu olan kişiler’ tabirini kullanarak bunları, ‘öne çıkmayı, sevilmeyi seven, egosu şişkin, benlik inancı çok yüksek kişiler’ olarak tanımlıyor. Elbette tüm sanatçıları aynı kategoriye dâhil edip hepsini yargılamıyor: “İçlerinde istikrarlı yaşayanlar; ilişkileri, evlilikleri normal olanlar da vardır.” Bilgin, kişiler arasındaki çekim gücünü anlatırken kişileri bir araya getiren ya da ayıran sebebin bilinmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Burada sosyal psikologların tartıştığı iki tezi hatırlatıyor. Yani, birlikte olan kişiler birbirlerine benzer kişiler midir, yoksa birbirini tamamlayan mıdır? Sosyal psikologlar, mutlu ve düzeyli bir evlilikte ‘benzerlik’ veya ‘tamamlayıcılık’ üzerinde duruyor. Kimi benzerliği, kimi tamamlayıcılığı önemli buluyor. Prof. Bilgin’e göre, evliliğin başarılı sürdürülebilmesi için benzerliklerin yanında tamamlayıcı yanların da olması gerekiyor… “Genelde, bazı konularda benzerlik, hem ilişkinin başlaması hem de devamı açısından etkili faktör.” derken, ‘benzerlik’ten kastını şöyle izah ediyor: “Kültürler, inançlar, değerler, toplumsal kurallar ve ilgilerde benzerlik olması gerekiyor. Halk bunu ‘Davul dengi dengine çalar’ sözüyle ifade ediyor. Bu ifade, kişilerin birbirine uygun olanı bulduklarını vurguluyor. Buna karşılık tamamlayıcılığı savunanlar, bazı kişilik özelliklerinin benzer değil, tamamlayıcı olmasının daha uygun olacağında ısrar ediyor. Halkın, buna da uygun bir sözü var: ‘Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.’ Tencere ve kapak gibi düşünürsek, burada tamamlayıcılık da var.”
Diyelim ki çiftlerden biri konuşmayı çok seviyor, öteki de severse olmuyor. Birinin dinlemeyi sevmesi lazım. Biri hâkim karakterliyse, diğerinin nispeten daha uysal, ikinci planda kalmaya veya tâbi olmaya yatkın rolde olması gerek. Bu kişilik özellikleri, eğer birbirini tamamlar nitelikte ise daha başarılı oluyor. Bunun dışındaki alanlarda benzerlik ön plana çıkıyor. Zevklerde, hobilerde, boş zaman faaliyetlerinde benzerlik olmalı. Kadın tiyatroya gitmek isterken, erkek sinemaya gitmek isterse; birisi açık hava faaliyetlerini, pikniği, kıra gitmeyi, öteki mağazaları gezmeyi severse uyuşamıyorlar. Böyle durumlarda zevklerin benzer olması gerektiğine dikkat çekiyor Bilgin: “Birisinin kafasındaki erkek imajı ile diğerinin kafasındaki kadın imajının örtüşmesi lazım.”
‘Magazine konu olan ünlüler’in yaşantılarına değinen Bilgin, bu kişileri nispeten ‘narsistlik’le niteliyor. Bu insanlar ön planda olma, kendilerini merkeze koyma ihtiyacı duyuyor; birbirinden çok kendilerini seviyor, sadece kendilerinden bahsedilmesini, kendilerinin sevilmesini istiyorlar. Bu durum problemli mi? İkisi de ön planda olmak isteyen iki insan bir arada nasıl yaşayabilir? Hâkim olmak isteyen iki insan nasıl uyum sağlayabilir? Bilgin’in cevabı şöyle: “Narsist yapıdaki iki kişi de kendisinin beğenilmesini istiyor. Diyalektik bir ilişki meydana geliyor. Birinin beğenen, öbürünün beğenilen olması gerekiyor. İkisi bir arada oluğu zaman biri konuşurken diğerinin geri çekilmesi lazım. Kişilik özelliklerinde tamamlayıcılık olmalı. Çoğu zaman bu da yok. Benzer bazı konularda tamamlayıcı olacaklar. Sevgi, saygı yalnızca değerlerin bir parçası.”
Magazin dünyasından, sosyal psikologların savunduğu ‘benzerlik, tamamlayıcılık tezi’ne geri dönen Bilgin, görücü usulüyle evliliği örnek olarak anlatıyor: “Görücü usulü evliliğin, kentsel ortamda yaşayan ve okumuş gençlik açısından baktığımızda başarılı olması şaşırtıcıdır. Benzerlik ve tamamlayıcılık açısından değerlendirdiğimizde anlaşılırdır.” Bilgin, görücü usulü evliliklerde annenin oğluna kız aramaya kendi çevresinden başladığına dikkat çekiyor. Adayı kendisine benzer insanlar arasından seçiyor. Kültürel özellikler ön plana çıkıyor. Bunların sosyo-ekonomik gelir düzeyleri, anne-baba, kadın-erkek modelleri, günlük hayat tarzları benziyor. O sebeple görücü usulü evliliklerde isabet kaydedildiğinin altını çiziyor.
Buna karşılık aşka dayalı evlilikler, beklendiği ölçüde başarılı olmayabiliyor. Bilgin’e göre, magazin dünyasında ve üniversitelerde, insanlar çoğu zaman farklı sosyokültürel çevrelerden gelmekle birlikte, birbirini sınırlı bir ortamda tanıyor. Öğrenciler, sadece okul ortamında, kafeteryada, sinemalarda, kampüs alanında birbirini tanıyor. Hayatın gerisindeki hâllerini bilmiyorlar. Benziyorlar mı, benzemiyorlar mı? Değerleri uyuşuyor mu, uyuşmuyor mu? Bunlar havada kalıyor. “Aşk evliliklerinin başarısız olmasının sebeplerinden biri bu olabilir.” açıklamasını yaparken, görücü usulünde bunu ailelerin ayarladığına dikkat çekiyor: “Âşık olarak evlenenler başlangıçta birbirini sunuyor. Sunarken de denetimli sunuyorlar. Aslında her kişi vitrinini sunuyor. Genelde ilişkiler böyle başlıyor. Kadın mutfağa gitmekten hoşlanır mı, yemek yapar mı, yemek yaparken erkeğin ne yapmasını ister? Tüm bunlar dikkate alınmıyor.” Fakat Prof. Bilgin, herhangi bir evlenme tarzını tavsiye etmiyor: “Kişilerin eşlerini nasıl seçecekleri, kendi tercihlerine kalmıştır.”
Yeni sosyal yapılanmada kadının erkekte ‘güven verici’ özellik aradığını ifade ediyor Bilgin. Eskiden uyuşmazlık olduğunda kadınların kaderine razı olduğunu hatırlatıyor. Bağımsızlığı, ekonomik güvencesi artan kadınlar, doyumsuzsa ve bu sürecek gibi gözüküyorsa, daha kolay riske girebiliyor. ‘Ayrılalım’ diyebiliyor. Eskiden böyle yapamıyordu. Uzun süreli ilişki arayanlara da şu tavsiyelerde bulunuyor: “Birbirlerini fiziksel olarak algılamakla olmaz. Bunun arkasında hangi konularda benzer ve farklı olduklarına bakmalılar. Kişilik özellikleri konusunda birbirlerini tamamlayıcı, yaşam tarzları bakımından da benzer olmalılar. Hayat tarzları her şeyi kapsar, tutumları, değerleri, davranışları, normları, kuralları, insanlar arası ilişkileri... Böyle olmazsa uzun süreli ilişkiler zor.”
http://aksiyon.com.tr/images/aksiyon.gif
Magazin dünyasının en önemli karakteri nedir?’ sorusuna, hiç düşünmeden, üstelik doğru olan şu cevabı verebiliriz: “Bugün biriyle beraber olan ünlünün, yarın diğeriyle olması.” Bu karakter, o kadar baskın hâle geldi ki, gazetelerin magazin sayfalarında her gün ‘ayrılma-birleşme’ hikâyeleri okuyabiliyoruz. Hafta boyunca yaşanan bu hikâyelerin ayrıntılarını ise hem haftalık magazin dergilerinde, hem de televizyonların pazar programlarında görmek mümkün. Konunun medyaya yansımasında aslında şaşılacak bir durum yok. Çünkü, yaygın kanaat şu ki, medya ve magazin dünyası birbirinden besleniyor. Hatta birçok ünlünün gündeme gelmek için magazin medyası ile danışıklı skandallara imza attığına inanılıyor artık. Zaten öyle olmasa, bu haberler yansıtılırken işin tabiatında bulunan hüzün de biraz olsun hissedilir. Ama öyle olmuyor, olay tamamen ‘çalsın sazlar, oynasın kızlar’ havasında veriliyor.
İşte burada, “Madem öyle, magazin dünyasını ve medyayı kendi hâline bırakalım.” diyebilirsiniz. Ama iş o kadarla sınırlı kalmıyor, bu kesimin ve haberlerin etkilediği kitleyi düşündüğünüzde mesele toplumsal boyut kazanıyor. İstatistiklere bakıldığında kısa sürede birleşip ayrılan çiftlerin sayısının her gün arttığını görebiliyoruz. Hadi magazin dünyasını anladık, kendi hâlinde yaşayıp giden gençlerin ‘maymun iştahlılığına’ ne demeli? Bunu ‘magazin dünyasındaki televole ilişkilerin etkisi’ne bağlamak ne kadar açıklayıcı olabilir? Ya da ‘birleşmeden ayrılmak’ bu yüzyılın bir hastalığı mı?
Bu soruların cevabını, “Magazine konu olan kişiler, nispeten daha narsist (kendi benliğine hayran)...” görüşünün sahibi Prof. Dr. Nuri Bilgin’e sorduk. Bilgin, hem ‘şöhretlerin’ birlikteliklerinin (veya evliliklerinin) kısa sürmesinin altında yatan sebepleri anlattı hem de önemli tavsiyelerde bulundu.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Bilgin, ‘magazine konu olan kişiler’ tabirini kullanarak bunları, ‘öne çıkmayı, sevilmeyi seven, egosu şişkin, benlik inancı çok yüksek kişiler’ olarak tanımlıyor. Elbette tüm sanatçıları aynı kategoriye dâhil edip hepsini yargılamıyor: “İçlerinde istikrarlı yaşayanlar; ilişkileri, evlilikleri normal olanlar da vardır.” Bilgin, kişiler arasındaki çekim gücünü anlatırken kişileri bir araya getiren ya da ayıran sebebin bilinmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Burada sosyal psikologların tartıştığı iki tezi hatırlatıyor. Yani, birlikte olan kişiler birbirlerine benzer kişiler midir, yoksa birbirini tamamlayan mıdır? Sosyal psikologlar, mutlu ve düzeyli bir evlilikte ‘benzerlik’ veya ‘tamamlayıcılık’ üzerinde duruyor. Kimi benzerliği, kimi tamamlayıcılığı önemli buluyor. Prof. Bilgin’e göre, evliliğin başarılı sürdürülebilmesi için benzerliklerin yanında tamamlayıcı yanların da olması gerekiyor… “Genelde, bazı konularda benzerlik, hem ilişkinin başlaması hem de devamı açısından etkili faktör.” derken, ‘benzerlik’ten kastını şöyle izah ediyor: “Kültürler, inançlar, değerler, toplumsal kurallar ve ilgilerde benzerlik olması gerekiyor. Halk bunu ‘Davul dengi dengine çalar’ sözüyle ifade ediyor. Bu ifade, kişilerin birbirine uygun olanı bulduklarını vurguluyor. Buna karşılık tamamlayıcılığı savunanlar, bazı kişilik özelliklerinin benzer değil, tamamlayıcı olmasının daha uygun olacağında ısrar ediyor. Halkın, buna da uygun bir sözü var: ‘Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.’ Tencere ve kapak gibi düşünürsek, burada tamamlayıcılık da var.”
Diyelim ki çiftlerden biri konuşmayı çok seviyor, öteki de severse olmuyor. Birinin dinlemeyi sevmesi lazım. Biri hâkim karakterliyse, diğerinin nispeten daha uysal, ikinci planda kalmaya veya tâbi olmaya yatkın rolde olması gerek. Bu kişilik özellikleri, eğer birbirini tamamlar nitelikte ise daha başarılı oluyor. Bunun dışındaki alanlarda benzerlik ön plana çıkıyor. Zevklerde, hobilerde, boş zaman faaliyetlerinde benzerlik olmalı. Kadın tiyatroya gitmek isterken, erkek sinemaya gitmek isterse; birisi açık hava faaliyetlerini, pikniği, kıra gitmeyi, öteki mağazaları gezmeyi severse uyuşamıyorlar. Böyle durumlarda zevklerin benzer olması gerektiğine dikkat çekiyor Bilgin: “Birisinin kafasındaki erkek imajı ile diğerinin kafasındaki kadın imajının örtüşmesi lazım.”
‘Magazine konu olan ünlüler’in yaşantılarına değinen Bilgin, bu kişileri nispeten ‘narsistlik’le niteliyor. Bu insanlar ön planda olma, kendilerini merkeze koyma ihtiyacı duyuyor; birbirinden çok kendilerini seviyor, sadece kendilerinden bahsedilmesini, kendilerinin sevilmesini istiyorlar. Bu durum problemli mi? İkisi de ön planda olmak isteyen iki insan bir arada nasıl yaşayabilir? Hâkim olmak isteyen iki insan nasıl uyum sağlayabilir? Bilgin’in cevabı şöyle: “Narsist yapıdaki iki kişi de kendisinin beğenilmesini istiyor. Diyalektik bir ilişki meydana geliyor. Birinin beğenen, öbürünün beğenilen olması gerekiyor. İkisi bir arada oluğu zaman biri konuşurken diğerinin geri çekilmesi lazım. Kişilik özelliklerinde tamamlayıcılık olmalı. Çoğu zaman bu da yok. Benzer bazı konularda tamamlayıcı olacaklar. Sevgi, saygı yalnızca değerlerin bir parçası.”
Magazin dünyasından, sosyal psikologların savunduğu ‘benzerlik, tamamlayıcılık tezi’ne geri dönen Bilgin, görücü usulüyle evliliği örnek olarak anlatıyor: “Görücü usulü evliliğin, kentsel ortamda yaşayan ve okumuş gençlik açısından baktığımızda başarılı olması şaşırtıcıdır. Benzerlik ve tamamlayıcılık açısından değerlendirdiğimizde anlaşılırdır.” Bilgin, görücü usulü evliliklerde annenin oğluna kız aramaya kendi çevresinden başladığına dikkat çekiyor. Adayı kendisine benzer insanlar arasından seçiyor. Kültürel özellikler ön plana çıkıyor. Bunların sosyo-ekonomik gelir düzeyleri, anne-baba, kadın-erkek modelleri, günlük hayat tarzları benziyor. O sebeple görücü usulü evliliklerde isabet kaydedildiğinin altını çiziyor.
Buna karşılık aşka dayalı evlilikler, beklendiği ölçüde başarılı olmayabiliyor. Bilgin’e göre, magazin dünyasında ve üniversitelerde, insanlar çoğu zaman farklı sosyokültürel çevrelerden gelmekle birlikte, birbirini sınırlı bir ortamda tanıyor. Öğrenciler, sadece okul ortamında, kafeteryada, sinemalarda, kampüs alanında birbirini tanıyor. Hayatın gerisindeki hâllerini bilmiyorlar. Benziyorlar mı, benzemiyorlar mı? Değerleri uyuşuyor mu, uyuşmuyor mu? Bunlar havada kalıyor. “Aşk evliliklerinin başarısız olmasının sebeplerinden biri bu olabilir.” açıklamasını yaparken, görücü usulünde bunu ailelerin ayarladığına dikkat çekiyor: “Âşık olarak evlenenler başlangıçta birbirini sunuyor. Sunarken de denetimli sunuyorlar. Aslında her kişi vitrinini sunuyor. Genelde ilişkiler böyle başlıyor. Kadın mutfağa gitmekten hoşlanır mı, yemek yapar mı, yemek yaparken erkeğin ne yapmasını ister? Tüm bunlar dikkate alınmıyor.” Fakat Prof. Bilgin, herhangi bir evlenme tarzını tavsiye etmiyor: “Kişilerin eşlerini nasıl seçecekleri, kendi tercihlerine kalmıştır.”
Yeni sosyal yapılanmada kadının erkekte ‘güven verici’ özellik aradığını ifade ediyor Bilgin. Eskiden uyuşmazlık olduğunda kadınların kaderine razı olduğunu hatırlatıyor. Bağımsızlığı, ekonomik güvencesi artan kadınlar, doyumsuzsa ve bu sürecek gibi gözüküyorsa, daha kolay riske girebiliyor. ‘Ayrılalım’ diyebiliyor. Eskiden böyle yapamıyordu. Uzun süreli ilişki arayanlara da şu tavsiyelerde bulunuyor: “Birbirlerini fiziksel olarak algılamakla olmaz. Bunun arkasında hangi konularda benzer ve farklı olduklarına bakmalılar. Kişilik özellikleri konusunda birbirlerini tamamlayıcı, yaşam tarzları bakımından da benzer olmalılar. Hayat tarzları her şeyi kapsar, tutumları, değerleri, davranışları, normları, kuralları, insanlar arası ilişkileri... Böyle olmazsa uzun süreli ilişkiler zor.”
http://aksiyon.com.tr/images/aksiyon.gif