İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Loqum_mum

Sayfa: 1 ... 52 53 [54] 55 56 ... 88
796
Şiir / Bahara Dönerken Mevsim
« : Mayıs 16, 2008, 06:22:51 ÖÖ »



kentin ıslak adımları
ıssız yalnızlığı arşınlarken
hezeyanla yıldızları öldürüp
seri cinayetini işliyor gece

kan revan içinde bırakıp gökyüzünü
teslim oluyor günün ak pak ellerine

zaman
gerekçeli kararını verip
sevda kelepçesini takıyor bileğine

sürgün ediliyor
mistik atmosfer içinde
palmiyeler gölgesine

turunç gülüşlerde güneş
soluğunda sevişiyor doğa

öpüyor martılar
mavilerin iyotlu dudağını
kloş eteklerini savurup dalgalar
taze hayaller biriktiriyor kumsala

nehirler denize kavuşurken
yedi rengi kuşanıyor aşk
mevsim demir atıyor bahara...


797
Şiir / Bilsem ki Onu Düşünsem!
« : Mayıs 16, 2008, 06:22:22 ÖÖ »



Nasıl bir dert ki
Şimdi kime ne söylesem
Izdırabımı bir sel misali salıversem

Hicranı anlatan
Nağmeleriyle tükenip gitsem
Aşkın esintisinde yalnız nefeslensem

Akarsu misali
Çağlayan o hislerimin
Hal dilinin sinedeki meşktir sefilliği

Baharın şevkine
Susamış hasretin izleri
Aşkın güzelliği için ben sabrederim

Can, canan için
Arzı kemalat dirliğidir
Terennüm içinde ne güzel bir histir

Hizmet için
Serdedilen eşsiz nefestir
Güzeldir, haldir, idrak için çok elzemdir

Mızrabın nefesinde
Her sazendenin sinesinde
Nağmelerin efkârı hüzün meşk edilirken

Aşkın bendinde
Alınan tüm hicran nefeslerinde
Güzelliğin esenliğinde, ona hasretin izlerinde

Usanmadan
Bizarlık hali yaşamadan
Hakikat işaretlerini idrak ederek öyle gitmek

Onu vereni
Bilmeden, bir samimiyet
Göstermeden ihsan esenliğinde nefeslenmek

Avuntular içinde
Gülün hükmüyle yüzleşmek
Bahşedilen sevgiyi yâre hasretmeyi istemek

Bilmeden gitmek
Düşünmek için şarttır onu bilmek
Merakı seferber ederek aklı selim ile yürümek

798
Şiir / Gül Kendi İkliminde Güzeldir!
« : Mayıs 16, 2008, 06:21:48 ÖÖ »




Yıllar bir su misali akıp giderken
Yağan yağmurun hikmetini anmak
Çiçekleri koklamadan uzaklaşmak
Bahşedilen renklerde seni bulmak

Oysaki sen, ne kadar çok zariftin
Bir kelebeğin, güzelliğinde naiftin
Sessiz, kendi içselliğinde neferdin
Sabrın dergâhında demlenen erdin

Seni anlamak, hak ettiğin o değerin
İdrakiyle yaşamak ne büyük ülfettir
Oysaki bu bilinmiyor lakin hakikattir
O Ruh bahşedilen en yüce emanettir

Yalnız bilmek yetmiyor gayret istiyor
Görmek ne kadar anlamak için yetiyor
Farkı kavramak için, dikkat gerekiyor
Sinede samimiyet o vakit sudur ediyor

Şimdi geçen zaman, asla geri gelmiyor
O gül gözlerimin önünde neler çekiyor
Güne hasret adavet içinde büyük dert
Hali devranda kalmıyor çaresiz himmet


799
Şiir / Yine O Zaman
« : Mayıs 16, 2008, 06:21:20 ÖÖ »


Yine o zaman ,
hani gidişin vardı ya...
Dalgaların ağladığı vakit.
Beyazında kaybolmuş hayallerim.
Bir martının çığlığı düşerken suya.

Deniz aynı deniz,
Sen varsın uzaklarında kaybolan.
Ellengeç ürkekliği tümseğinde kumsalın.
Üşüyen yüreğim...sular soğuk ,sahil serin.
Gün belki de, suyun kızıllığında solan...

Ne deniz yanar,ne denize yanarım.
Suların ağlayışında yiter giderim.
Beklenen gelmese de,ufkun kızıllığında,
Belki güneş doğmayacaktır bir daha,
Belki de sahilin serinliğine düşer giderim...

Dost yüreği yaralanmış ,atılan taş gibi uzaklarda.
Dönmedi gidenler,nice döneler döndü de.
Sevda masalları şiirlerde ağlayan.
Kelimeler öksüz,kelimeler yetim, kelimeler...
Sen giderken bak hüznü kaldı,ateşler söndü de...

Artık sahiller ağlatmıyor beni,yaşım kırk beşe küseli.
Hani derler ya ``Artık demir almak günüyse bu limandan.``
N e ida`lar,ne toroslar karşı koyamaz yılgınlığıma.
Serinmiş pehh!Yangınlara suyun hükmü ne ki.
Dön dönebilirsen eskittiğin zamandan...





800
Atatürk Köşesi / Ankara`ya Gidiyoruz
« : Mayıs 16, 2008, 06:20:53 ÖÖ »


ATA ile buluşmaya,
Dostlar ile görüşmeye,
Muhabbete erişmeye,
Ankara`ya gidiyoruz.

Atamıza saygı ile,
Dostumuza sevgi ile,
Geçiyoruz ilden ile,
Ankara`a gidiyoruz.

Muhabbete doymak için,
Dost yüzünü görmek için,
Haydi dostlar sizde geçin,
Ankara`ya gidiyoruz.

Şiirimiz şarkımızla,
Sözümüzle sazımızla,
En insan yanımızla,
Ankara`ya gidiyoruz.

Kucak kucak sevgimizle,
Coşkun sevgi selimizle,
Haydi dostlar gelin bizle,
Ankara`ya gidiyoruz.

Gelenimiz bol olsun,
Sebep olan varolsun,
Gelemeyen sağolsun,
Ankara`ya gidiyoruz.

Kayseri`den,İstanbul`dan,
Hem İzmir`den hem Samsun`dan,
Eskişehir,Konya,Bursa`dan,
Ankara`ya gidiyoruz.

Türkiye`nin her yerinden,
Tokat`tan,Osmaniye`den,
Ta Kahramanmaraş ilinden,
Ankara`ya gidiyoruz.

Lazımızla,kürdümüzle,
Dadaşımız,Türkümüzle,
Dilimizde türkümüzle,
Ankara`ya gidiyoruz.

Alevisi,sünnisiyle,
Mevlana`yla,Yunus ile,
Hacı Bektaş Veli ile,
Ankara`ya gidiyoruz.

801
Şiir / Bensizlik Vuracak Seni
« : Mayıs 16, 2008, 06:20:12 ÖÖ »


Rüzgar esince savrulmuş yaprak,
Koparsa ipliği pamuktan hayat,
Beklersen, bir dahası zor belki de rastlantılar
Yarısında ömür, beklenen piyangolar
Yaşanmamış dün günleri telaşı heyecanlar
Hatırlayacaksın.

Bazen, bir yayla da soğuk subaşı.
Yüreğini sarar hazan telaşı.
Benliğinde özlenen buldum sevdası
Ulaşılmaz var ki hayali düşü
Eller boş, hayaller kış
Bayırlarında hayatın serpilmiş gülüş.
Üzüleceksin.

İstemem ya terk edince pembe düşlerin,
Dost yüzlerin gitmiş,
Ses vermez kalabalıklar,
Yerlerde sürünür düşen maskeler,
Karanlığı yırtmak gelirde yapamaz ya insan,
İşte…
İşte o zaman…
Anlayacaksın.

Eserken tatlı rüzgar, sedası huzur ya yar nefesinin,
Yırtılırken deniz sandalla sudaki iz ve sesin,
Kırılır ince dal, düşerse suya yaprak,
Elde kürekler, denizde fırtına ve şaşkın balık,
Sarılmak ortasında hayatın,
İncineceksin.

Kulağına fısıldar şiirler sana aşkı
Ve şarkılar ağladığında,
Ellerin arasına aldığında başını.
Yine,
Aklına geleceğim
Burkulacaksın.

Zaman, geçirecek sanacaksın pişmanlığını,
Aldanacaksın...
Bekleyeceksin,
Ağlayacaksın.
Olamayacak derman pişmanlığına hiçbir merhem,
Arkanda giderken bıraktığın gözyaşları,
Yüzü kavruk,
Gönlü kırık ve hasreti bitmiş bir adam,

Beni vurduysa sensizlik acımadan,
Seni de, bensizlik vuracak!


802
Şiir / Ynt: Deniz Gözlüm
« : Mayıs 16, 2008, 06:19:15 ÖÖ »
NE DEMK ABLACIM HER ZAMAN

803
Resim / YALNIZLIK
« : Mayıs 16, 2008, 06:18:29 ÖÖ »







804


Onda bir gariplik olduğunu ilk annesi anladı. Bebeği emzirmeye çalıştığında kafasının arkaya düştüğünü fark etmişti. Eliyle kafasını tutuyor, kaldırıyor, elini çektiği anda yine düşüyordu. O büyümeye devam ettikçe rahatsızlıkları da birer birer ortaya çıkmaya başlamıştı. Elleri sımsıkı kapanıyor ve arkaya doğru bükülüyordu. Ağzını açamadığı içinde yemek yedirmek tam bir eziyete dönüşüyordu. Çok endişelenen annesi onu hastane hastane dolaştırmaya başladı. Doktorların söylediklerine inanmak istemiyordu. Hep “nazikçe çocuğunuz beyin özürlü” diyorlardı. Annenin duymak istediği sözler değildi bunlar. O çocuğunu vücudundaki özre rağmen zekâsının normal olduğuna inanıyor ancak bunu kanıtlayacak bir delil bulamıyordu. Onu muayene eden doktorlar ender rastlanan ve ümitsiz bir vaka olarak değerlendirdiler. Bu söylediklerinde de o kadar emindiler ki annenin inancı kendilerine küstahlık gibi geliyordu, ama anne onlara inanmıyor mutlaka bir umut olmalı diye düşünüyordu.

Bebek her ne kadar özürlü olsa da ailenin bir parçasıydı. Onu yedirip içirip bir eşya gibi arka odaya atamazdı. Bundan sonra kontrolü ele aldı. Diğer kardeşlerine nasıl davranıyorsa ona da aynı şekilde davranacaktı. Geleceğiyle ilgili önemli bir karardı bu. Annenin her zaman ona destek olacağı, kendisini zayıf hissettiğinde güç vereceği anlamına geliyordu.

Aradan seneler geçti. Kardeşleri köşede oyun oynarken o anlamsız gözlerle ne yaptıklarını izliyordu. Önlerinde yırtık pırtık kitaplarla oyun oynuyorlar ve tebeşirle tahtaya yazı yazıyorlardı. Kardeşlerinin yaptığı şeyi yapmak için kendisinde çok büyük istek duydu. Anîden ne yaptığını düşünmeden veya bilmeden sol ayağıyla kardeşinin elinden tebeşiri aldı. Ve vahşîce tahtayı karalamaya başladı. Bir anda evdekilerin dikkati onun üzerine yoğunlaşmıştı. Anne içeri girince ev halkının neden böyle şaşkın şaşkın baktıklarını anlamakta gecikmedi. Oğlunun yanına geldi. Artık yeni bir umut doğmuştu içine. Eline tebeşiri aldı ve “sana bununla neler yapılacağını göstereceğim Chris!” dedi. Tahtaya bir “A” harfi yazdı. “Chris aynısını sende yaz!” dedi. Birkaç defa denedi, ama olmadı. Çevresinde kendisini izleyen gergin, donmuş ve mucize bekleyen gözler vardı. Anne vazgeçmek istemedi. Elini çocuğun omuzuna koyup tekrar denemesini istedi. Sol ayağının parmak arasına sıkıştırdığı tebeşirle yine denedi, işte bu defa olmuştu. Biraz şekilsizdi, ama bu “A” harfiydi. Kafasını çevirdi. Annenin yanaklarından süzülen gözyaşları… Başarmıştı. Meramını ifade edebilecek fırsat doğmuştu kendisine. Artık yazarak iletişim kurabilecekti. İlk önce tek tek harfleri öğrendi. Ardından kelimeleri. Annesi yazmayı ilk öğrendiği kelimeyi okuyunca başını okşayarak gülümsedi. Çünkü öğrendiği ilk kelime şuydu: A-N-N-E.

Annesinin inancı onun kendi kendisine de inanmasını sağladı. Okuma-yazmayı resim yapmayı ve nihayet sol ayağıyla daktilo yazmayı öğrendi. Sonuçta kendisinin gayreti, annesinin de sonsuz güveni ve bitmeyen mücadelesi İrlanda edebiyatının büyük yazarları arasında anılmasını sağladı. İşte bu isim Christy Brown (1932–1981).

“Günlerin İçinden” isimli otobiyografik romanı, “Parlak Meslek, Yaz Üzerinde Gölge, Vahşî Zambaklar” isimli romanları ve “Toplu Şiirler” isimli şiir kitaplarıyla sevilen bir yazar oldu. “Sol Ayağım” adındaki otobiyografik romanı tüm dünyada ilgiyle okundu. Türkiye’de “MEB Tavsiyeli 100 Temel Eser” arasında da yer alan bu kitap 1989 yılında sinemaya uyarlandı. Brown’u canlandıran Daniel Day-Lewis en iyi oyuncu, annesini canlandıran Brenda Fricker ise en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar aldılar.

Hayatınızın artık çekilmez olduğunu, insan kalabalıkları arasında yalnız kaldığınızı hissediyorsanız Christy Brown’un hayatını hatırlayınız. Belki o zaman çaresizlik diye bir şey olmadığını, yapmanız gereken şeyin sadece ümid ederek yaşamak olduğunu kavrayabilirdiniz.

805
Hikaye ve Yazılar / Aldatma
« : Mayıs 16, 2008, 06:15:41 ÖÖ »


Evinin bulunduğu sokağa hızlıca araba ile girdi. Arabasını usulca sokağın köşesine çekti. Arabadan indi ve apartman kapısından koşarcasına içeri girdi.
Bir anda durdu ve hemen arabaya döndü. Arabanın bagajıdan oğluna aldığı beyzbol sopasını kaptı. Bagajı kapadıktan sonra apartman merdivenlerinden hızlıca yukarıya çıkmaya başladı.
Dairesine yaklaştıkça sessiz olmaya çalıştı.
Nihayet 6. kata gelmişti. Dairesinin kapısı kapalıydı. Yavaşça anahtarları cebinden çıkardı ve anahtarı sessizce soktu kilide. Yavaşça çevirdi. O tanıdık kapı açılma sesi kulağına geldi.
Kapının kolunu tuttu ve demirin soğukluğunu hissetti yüreğinde.
Kapıyı açtı ve ilk adımını attı. Ayakkabılarını çıkarmayı unutmuştu. Vücudunu derin bir heyecan sarmıştı.
İçeriye doğru yol almaya başladı. Koridorun hemen sağında bulunan yatak odasına gitti.Derin derin dinledi içeriyi. İçeriden birkaç konuşma ve gıcırdayan yatak sesi geliyordu.
Hemen eğildi ve kapının deliğinden içeriye baktı.
Yatakta sevgili eşi ve yabancı bir erkek vardı.
Demek ki duydukları doğruydu.
Kapıyı hızlıca açtı ve hemen içeri daldı. Sağ elinde beyzbol sopası ile... Tam karşılarında durdu. Yataktakiler şoke olmuşlardı.
Kadının yüzü bembayaz olmuştu.
Beyzbol sopasını ile onu işaret ederek sordu.
- Neden Neriman? Neden aldattın beni. Hemde benim evimde benim yatağımda.
- ...
Derin bir sessizlik. Yavaşça ilerledi.
Kan beynine sıçramıştı. Artık ne yapacağını iyi biliyordu.
Beyzbol sopasını kaldırdı.
Öldürecekti...
- Dur.
Derin bir ses duydu. Arkasına döndü. Karısının sevgilisi karşısındaydı.
Beyzbol sopasını ona doğru yöneltti.
- Sana dur dedim.
- Durmazsam ne yapacaksın.
- Senin yapmak istediğini ben yapacağım.
Bir anda inanamadı.
Başı dönmeye başladı. Bu ne cüretti. Hem sevgili eşiyle yatacak hemde kendisini ölümle tehdit edecekti.
Beyzbol sopası ile atıldı ve duyduğu tek şey bir tık sesiydi.
Bu sesi filmlerden biliyordu. Susturuculu silah.
Bembeyaz gömleği kızıla boyanmaya başlamıştı. Vücudunu sıcak bir sıvı sarmaya başladı.
Sonra ani bir soğukluk sardı içini. Titredi. Arkasına döndü. Karısını görmek için.
Orada hala yataktaydı ve çıplaktı.
İğrendi....
Gözleri kararmaya başlamıştı.
Yer onu kendisine doğru yavaş yavaş çekiyordu.
Seni hep sevdim oldu sözleri...
Gözleri kapandı.
Etrafı kocaman bir karanlık kapladı


806
Hikaye ve Yazılar / Hasıraltı Çocuklar
« : Mayıs 16, 2008, 06:15:09 ÖÖ »

Dur zaman! Yolun yol değil
Geride bıraktığın olur iş değil



Dördü de hem telaşlı hem de ellerinden geldiği kadar dikkatliydiler. Hâlâ baygındı Kevser. Bir üst kata çıktıklarında revire ulaşmış olacaklardı, ama büyük bir engel vardı önlerinde: İdarî bölüm! Şimdilik kimseler yoktu görünürde. Mesainin bittiğine güvenip orda olmadıklarını ummaktan başka da çareleri… Soluklarını da kontrol etmeye çalışarak yürümeye devam ettiler. İdarî bölümün önünden geçmişlerdi ki kapı açıldı ve dışarı biri çıktı. Arkasına bakmaya cesareti olan yoktu içlerinde. Dua ediyorlardı birbirlerinden habersiz, müdür yardımcılarından biri olmasın diye. Birkaç saniye geçmiş, durmaları için uyarıda bulunan olmamıştı hâlâ. Dualar daha bir hızlanmıştı artık, en az adımlar kadar… Bir anda gelen sesle irkildiler.

“Nereye gidiyorsunuz?”

Durmak zorundaydılar. Korkuları gerçekleşmişti işte, Müdür Yardımcısı Zekeriya Bey’di bu! Yanlarına gitti vakit kaybetmeden. Kevser’i o halde görünce bir an için neye uğradığını şaşırsa da hemen toparlandı.

“Ne oldu Kevser’e? Yine birileriyle kavga mı ettiniz yoksa?”
“Hayır öğretmenim, merdivenlerden düştü.”
“Neyse, oyalanmayın; çıkarın hadi!”

O da peşlerinden gitti revire kadar. Kevser’i bir odaya yatırdılar ve muayene için hazırlamaya başladılar. Formasının üzerindeki hırkayı çıkarmalarıyla çığlığı basmaları bir oldu. Kevser’in karın bölgesi kanlar içindeydi. Çığlıkları duyan Zekeriya Bey, o panikle içeri daldı ve manzarayı görür görmez telefona sarıldı.

........................
Akşam yemeği öncesi bahçede gezen öğrenciler, siren sesleri okula yaklaştıkça kapıya doğru yürümeye başladılar. Biraz sonra ambulansın içeri girmesiyle herkes etrafına toplaştı. İlk kez okula bir ambulans gelmişti. En ağır hastalıklarda bile okulun aracıyla gidilirdi hastaneye.

Okulun içindeki lojmanlarda kalan Ayşe Hanım ve Müdür, haberi alır almaz ana binaya gitmişlerdi. İçeri kimse alınmıyor, bu da öğrencileri iyice meraklandırıyordu. Hatice ve arkadaşları en önde bekliyorlar, bir yandan da çıkacak kişinin Kevser olmaması için dua ediyorlardı. Özellikle Aysel, Zeynep ve Hatice yerlerinde duramıyor; sürekli volta atıyorlardı kalabalığın önünde.

Kapı açıldı ve ambulans görevlileriyle birlikte dışarı çıktı Kevser. Arkasından arkadaşları, Ayşe Hanım, Müdür Bey, Zekeriya Bey ve hemşire de çıktılar. Hatice’nin kaynar sular başından aşağı döküldü sanki. Beş dakika öncesine kadar hissettiği huzursuzluğun ne kadar yetersiz olduğunu düşündü. Pişmanlık her yanını sarmış ve içinde bulunduğu çıkmazda daha da dibe batıyordu her saniye. Ambulansın yürek daraltan sireni yeniden çalmaya başladığında, gözlerinde daha fazla kalamayan yaşlar hızla döküldü yanaklarından aşağı. Bir saat önce, üzülmemesini söylediği ve destek olmaya çalıştığı arkadaşı Aysel’le rolleri değişmişlerdi şimdi.

“Kendine yüklenme bu kadar. Böyle olmasını istemediğini hepimiz biliyoruz. Seni mecbur bırakmasaydı ona zarar vermeyi düşünmezdin bile.”

Hiçbir sözün ve desteğin anlamı ya da faydası yoktu Hatice’nin gözünde. En kötüsünü düşünmemeye çalışsa da, olasılıklar arasında olduğunu çok iyi biliyordu. Koşabildiği kadar koşmak, uzaklaşmak, kaçmak… Ne oradakilerden, ne de olanlardan; yalnızca düşüncelerinden…

“Kim üzmüş benim kardeşimi bakayım? Ne oldu ablacığım, neden ağlıyorsun?”

Ayten’in kendinden emin ve huzur veren sesini duymak bile iyi gelmedi Hatice’ye. Herhangi bir şeyin ona iyi gelmesine izin verirse suçu daha da artacak diye düşünüyor ve ona iyi gelebilecek ne varsa bir kenara itmek istiyordu. Kimsesi kalmasın, haklılığı olmasın, sevilmesin... Yeter ki bu vicdan hesabı görülsün!

“Sakın bana Kevser’e üzüldüğünü söyleme! İnan ki çok gülerim buna.”
“Ama…”
“Bak ufaklık, bazı insanlar vardır ki onlar adına üzülmek insanların işi değildir. Hiçbir insan, o kadar büyük merhameti yok diye kınanmaz. Ayrıca unutma; acıma, acınacak hale düşersin derler bizim buralarda.”
“Ayten Abla…”

Hatice’nin suçluluk dolu bakışlarını fark eden Ayten, ihtimal vermese de onun bu işle ilgisi olabileceğini düşündü bir an. Şaşkın ve soran gözlerle baktı Hatice’ye. Bir süre kalakaldı, Hatice başını öne eğince.

“Nasıl yani? Sen mi onu… Hadi canım sen de!”


807
Hikaye ve Yazılar / Ynt: aşk Bir Çeşit Deliliktir`
« : Mayıs 16, 2008, 06:14:26 ÖÖ »
Ö.DEĞİL ABLAJIM ;)

808
Hikaye ve Yazılar / Ynt: Toprak (1)
« : Mayıs 16, 2008, 06:14:07 ÖÖ »
Ö.DEĞİL ABLAJIM ;)

809
Hikaye ve Yazılar / Ynt: Yine Yalnızlık!
« : Mayıs 16, 2008, 06:13:48 ÖÖ »
 :ok :.8

810
Hikaye ve Yazılar / Ynt: İntihal Evi
« : Mayıs 16, 2008, 06:12:46 ÖÖ »
Ö.DEĞİL ABLAJIM ;)

Sayfa: 1 ... 52 53 [54] 55 56 ... 88