İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OLCAY

Sayfa: 1 ... 461 462 [463] 464 465 ... 495
6931
Kimya / Metallerin ve Ametallerin Özellikleri
« : Eylül 13, 2007, 06:10:59 ÖS »
METALLERİN ve AMETALLERİN ÖZELLİKLERİ A)Maddenin Sınıflandırılması: MADDE SAF MADDELER SAF OLMAYAN MADDELER(KARIŞIMLAR) ELEMENTLER BİLEŞİKLER HOMOJEN KARIŞIMLAR HETEROJEN KARIŞIMLAR 1)METALLER (ÇÖZELTİ) 1)EMİLSÜYON 2)AMETALLER 1)ELEKTROLİT ÇÖZ. 2)SÜSPANSÜYON 3)SOYGAZLAR 2)ELEKTROLİT OLMAYAN ÇÖ Z 3)AEROSOL 1)ASİTLER 1)İYONİK BAĞLI BİLEŞİK 2)BAZLAR 2)KOVALENT BAĞLI BİLEŞİK 3)TUZLAR 4)ORGANİK BİLEŞİKLER KARIŞIMLAR:İki veya daha fazla maddenin kendi özelliklerini kaybetmeyerek,rasgele miktarlarda bir araya gelip oluşturdukları,fiziksel yöntemlerle bileşenlerine ayrılabilen maddelere Karışım denir.Karışımlar ikiye ayrılır: 1)ÇÖZELTİLER:İki veya daha fazla maddenin birbirleri içinde iyonlar veya moleküller halinde dağılmasıyla oluşan,her yerinde aynı özelliği gösteren tek görünüşlü karışımlara denir. Çözelti- ler ikiye ayrılır: a)Elektrolit Çöz:Yapısında (+) ve (-) iyon bulunduran çözeltilerdir.Elektrik akımını iletirler.Asit baz,tuzların sulu çözeltileri,sodalı su elektrolittir. b)Elektrolit Olmayan Çöz:Yapısında (+) ve (-) iyon bulunmayan çözeltilerdir.Elektrik akımını iletmezler.Şekerli su,alkollü su elektrolit değildir. 2)HETEROJEN KARIŞIMLAR:Her yerinde aynı özelliği göstermeyen çok görünüşlü karışım- lara denir.Heterojen karışımlar üçe ayrılır: a)Emilsüyon:Sıvı-sıvı heterojen karışımlardır. ÖR:Zeytinyağı-su,benzin-su karışımları... b)Süspansüyon:Katı-sıvı heterojen karışımlardır. ÖR:Naftalin-su,kum-su,talaş-su.... c)Aerosol:Gaz-sıvı heterojen karışımlardır. ÖR:Sprey,deodorant,parfüm,sis... SAF MADDE:Her yerinde aynı özelliği gösteren,aynı cins atom veya moleküllerden oluşan, belirli erime,kaynama,donma noktaları ve yoğunlukları olan,belli ayırt edici özelliklere madde- lere Saf Madde denir.Saf maddeler ikiye ayrılır: 1)BİLEŞİK:İki veya daha fazla elementin kendi özelliklerini kaybederek belirli oranlarda kimyasal yollarla birleşen,formüllerle gösterilen ve yine kimyasal yöntemlerle bileşenlerine ay- rılabilen yeni özellikteki saf maddeye Bileşik denir.Bileşikler ikiye ayrılır: a)İyonik Bağlı Bileşik:Metal-ametal atomları arasında oluşan bileşiktir. b)Kovalent Bağlı Bileşik:Ametal-ametal atomları arasında oluşan bileşiktir. Asitler:H2SO4 (Sülfürik asit) Bazlar:NaOH (Sodyum Hidroksit) Tuzlar:NaCl (Sodyum Klorür) Organik Bileşikler:C2H5OH (Alkol) 2)ELEMENT:Aynı cins atomlardan oluşan ,fiziksel veya kimyasal yollarla kendinden daha basit maddelere ayrıştırılamayan,sembollerle gösterilen saf maddelere Element denir. Elementler üçe ayrılır: Yüksek ısıl ve elektriksel iletkenlik, “metal parlaklığı” denen özel bir parlaklık,biçim değiştirmeye karşı bir yatkınlık ve katyon oluşturmaya karşı belirgin bir eğilim göstermesiyle ayırt edilen,çoğunlukla normal sıcaklık ve basınç altında katı halde bulunan,bazik oksitler verme eğilimi gösteren ,kendine özgü fiziksel ve kimyasal özellikleri olan basit elementlerden her biri metaldir.Bunlara maden de denir.Bütün elementlerden yaklaşık 70 kadarı metaldir. Bazı metallerin adları ,sembolleri ve değerlikleri şunlardır: METALİN ADI SEMBOLÜ DEĞERLİĞİ Lityum Li +1 Berilyum Be +2 Sodyum Na +1 Magnezyum Mg +2 Potasyum K +1 Kalsiyum Ca +2


6932
Fizik / Fizik Renk Konusu
« : Eylül 13, 2007, 06:10:00 ÖS »
İnsanoğlu, kendini bildiği günden bugüne, renk hadisesine ne yazık ki bir kullanım aracı veya obje olarak bakmış, ne güzel kırmızı döpiyes veya sarı kazak deyip geçmiştir. İlerici görüş, hissediş sahipleri (empresyonistler) rengin farklılığını hissederek çalışmalar yapmışlardır. Hepsinin yola çıkış tarzı önce ışık sistemidir. Renk ve ışık, Spektrumun radyan bir enerjisi veya en düşük elektromanyetik alanı olarak kabul edilir. Beyaz ışık bütün dalga uzaklıklarının karışmasından meydana gelen Spektrumun görünüşü ile orantılıdır.




Renk göz ile yakalanan bir ışık tesiridir. Işığın eşya üzerine çarpmasıyla, yansıyan ışınlardan gözümüzde meydana gelen duyumların her birine "renk" denir. Renk anlamı; ışık, göz ve beyinle idrak edilir. Bu sebeple renk anlamı üç sistemde ele alınmalıdır.



a- Psikolojik sistemde renk: Beynimizde uyanan bir durumdur. Mavi duyum gibi.

b- Fizyolojik sistemde renk: Çeşitli ışık cinslerinin göz retinası üzerinde, sinirler vasıtasıyla meydana getirilen, fizyolojik olaydır. Işığın görünüş hadisesi fizyolojiktir. Renk ise bizdedir. Renk bir duygudur. Yaşayan varlıkların sinir sistemlerinde mevcuttur.
c- Fiziksel sistemde renk: (Işıkla spektrum ile) Ölçülerle ve rakamlarla geniş olarak belirtilen bir olaydır. Işığın hangi dalga uzunluğunu hangi oranda bulundurduğu esastır. Fizik bakımından renk türü titreşimde ışık dalgalarından ibarettir. Bu ışık - renk dalgaları değişik uzunluktadırlar. Kırmızının en kısa, morun en uzun olduğu gibi.



Rengin Tarihçesi:


İnsanı insan kılan her değer dümdüz bir cam levha gibidir. Öyle ki her birinin içinden insanı insan kılan o ışık geçer. Rengarenk levhalar parlak güneşin altında parıldar ve binbir çeşitte renk verirler. Yine de insanı insan kılan ışık tektir.






Renklerin psikolojik ve fizyolojik etkileri dalında renkler ve kişilik gelişimi dallarında araştırmalar yapan Living Colour (canlı renkler) organizasyonunu kuran (1984) Howard Sun, çalışmalarını Theophilus Helidor Gimbel'le yoğunlaştırdı. 1983 yılında renk terapisti unvanını aldı. İnsanların ruhsal ve insani psikolojileri konusunda tam bir deneyim kazandı. İnsanların kişisel, fiziksel ve ruhsal dünyaları konusunda uzun ve yorucu araştırmalar yaptı. Grup terapileri ile sistemin doğruluğunu insanlara aktardı. Renk analiz uzmanlığını eşi Dorothy Sun ile fevkalade geliştiren Howard Sun 1984 yılında eşi ile birlikte İngiltere'nin ilk resmi terapi merkezini açtı. Bu çalışma İngiltere'de büyük ilgi gördü. İnsanlar renkler ile kişilik ve iç dünyalarının keşfine başladılar.



Renk Bilimi Nasıl Doğdu?


İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642 - 1727) 1670'de güneş ışığını elmas bir prizmadan geçirerek, renkleri ayırmayı başarmıştır. Bir odayı kararttıktan sonra güneş ışığının ince bir delikten odaya girmesini sağlamış, bu ışığın önüne bir prizma koyarak parçalanış halini, tıpkı gökkuşağında olduğu gibi yedi rengi yukarıdan aşağıya doğru bir perdeye aksettirmeyi sağlamıştır. Güneş ışığını meydana getiren yedi rengin (renk tayfının) görkemi, gizemi bugün üzerinde birçok incelemeler yapılan son derece olumlu sonuçlar alınan çalışmaları ve araştırmaları beraberinde getirmiş, Renk Bilimi'ni bir bilim dalı olarak ortaya koymuştur.

Newton'dan sonra, Chevreul, Helmhotz, Young gibi fizikçiler ve de kimyagerler bu proje üzerine yoğunlaşarak çalışmalarını hızlandırmışlardır. Newton beyaz perde üzerindeki renklerin bir sıra teşkil etmesine Spektrum Solaers (Güneş Tayfı) adını verdi. Spektrumun zaman zaman değişen, güneşin hararet derecesine göre renklenen renk tayfında aşağıdaki renkleri görürüz ve bütün renkler beyaz ışıktan doğar:
Kırmızı, Turuncu, Sarı, Yeşil, Mavi, Lacivert, Çivit Mavi, Menekşe Moru

Sarı, kırmızı ve mavi renklere; Esas Renkler veya Meydana Getirilemeyen Renkler adı verilir.
Yeşil, turuncu ve mor renkler ise esas renklerin ikişerli karışımından meydana gelirler.

Örneğin:
Sarı + kırmızı = turuncu
Sarı + mavi = yeşil
Mavi + kırmızı = mor

Böylelikle ortaya konan bu renk şeridine Spektre - Solaire denir. Göz alışımı ile idrak edilen, bütün yaşamı ve varlık dünyasına renk veren renk, renkler ve bu oluşumdan duyarlılığa; renk tesiri (sansation) denir.

Rengi görmeden duyarlılıkla da hissetmek mümkündür. Bir örnek olarak bahsedeceğim uygulamayı deneyebilirsiniz. Kendinize bir kırmızı ve bir de mavi kart hazırlayın. Gözlerinizi kapatarak hangi kartın hangi renk olduğunu bilmeden dizlerinizin üzerine yerleştirin. Yine gözleriniz kapalı ellerinizi kartların üzerine yaklaştırın konsantre olarak bir süre o şekilde durun. Belirli bir süre sonra kırmızı karttan sıcak bir esinti mavi karttan ise daha serin bir esinti hissedeceksiniz. Kırmızı sıcak renk grubunda, mavi ise soğuk renk grubundadır ve bu enerjilerine aynen yansır.

Yine benzer bir deneyle herhangi bir rengin komplamanterini yani tamamlayıcısını bulmak bilimsel açıdan mümkündür. Daire şeklindeki bir kartonun yarısını yeşile boyayın. Diğer yarısı ise beyaz kalsın. Bu daireyi hızla kendi etrafında döndürürsek bir süre sonra beyaz kısmını pembe olarak görmeye başlayacaksınız. Çünkü yeşilin komplamanteri pembedir. Hatta beyaz kısmı pembe olarak boyayıp aynı deneyi yapsak bir süre sonra kartonun beyaz renk alacağını görecektik. Tüm bunlardan varılan sonuç şudur ki renk bir enerjidir ve renk bilimi pozitif bir bilimdir.



Gözün Rengi Algılaması:


Göz ve Görme:
İnsanda en gelişmiş organ gözdür. Gözün bir bölümü olan retina bazı bilim çevrelerince beynin bir uzantısı olarak değerlendirilir. Aynı zamanda göz, optik bir organdır. Bir dizi karmaşık işlemden geçirilen görsel uyarım beyinde belirtilerek görme sağlanmış olur. Görme olayının aşamalarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
a- Işık ve nesneler
b- Görme olayı ve göz
c- Gözün fizyolojik yapısı
d- Beyinde tamamlanan görsel uyarım








a- Işık ve Nesneler: Görme olayının en önemli elemanı ışıktır. Görmek için az veya çok, ışığa ihtiyaç duyarız. Bazen ay ışığı bile yeterli olurken renkli görüntüyü elde edebilmemiz için daha fazla ışık gücüne ihtiyaç duyarız. Görme olayını sağlayan göz, ışık uyarımlarını belirli işlemlerden geçirerek algılamayı sağlar. Göz için ışığı değerlendiren temel sistem deyimini de kullanabiliriz.


b- Görme olayı ve göz: Görsel algılama ışık uyarımının karmaşık işlemler ile değerlendirilmesidir. Gözde ışığa duyarlı alıcı bir tabakanın varlığı esastır. Göz bebeği ise küçülüp büyüyerek ışık alımını ayarlar. Işık uyumlarını toplayan sinir lifleri tüm uyarımları düzenleyerek, görme siniri denilen ileticiyle beyne gönderir. Beyinde ise bütün veriler normal bir işleyişle değerlendirilir. Sonucunda oluşan ise görsel algılamadır.

c- Gözün fizyolojik yapısı: İnsan için en gelişmiş organlardan biri göz demiştik. Küreye benzeyen yapısını da dikkate aldığımızda kafatasının içerisinde çok özel bir yerleşim mimarisi meydana gelmiştir. Göz kasları ile de sıkı bağlantı içindedir. Göz kapakları ise birçok fonksiyonunun yanı sıra koruyucu özelliktedir.

Son derece karmaşık şekilde çalışan göz, iç içe üç tabakadan meydana gelir. Göz akı (cornea), Renkli tabaka (koroit) ve Ağsı tabaka (retina)

En dışta bulunan göz akı, sert ve tümüyle saydam olup gözün ön kısmındadır. Bu tabakadan dolayı göz küresinin önünde kabarıklık meydana gelir. Gözün dışa bağlantısı bu bölümde meydana gelir. Işığın bir mercek gibi kırıldığı kısım burasıdır. Renkli tabakada ise kan damarları bulunur. İris bu bölümde bulunmaktadır. İrisin görevi göz bebeğinin büyüyüp küçülmesini sağlamaktır. Yani yeterliliğe göre ışık miktarını ayarlamaktır. Ağsı tabakada ise göz merceğinden çıkan iplikçikler, retinayı bir ağ gibi sarar. Bu yüzden ağsı tabaka gözün iç bölümünde kiracıdır. Şeklinden ötürü konik ve çubuk hücreler denilen ışığa duyarlı alıcı sinirler ile donatılmıştır. Konik hücreler, renklere karşı duyarlı iken renkleri algılayıp görmeye yönelik görev yaparlar. Belirgin bir ışık sistemi bu sinirlerin görev yapması için önem taşır. Işık olmadığı zaman bu sinirlerin görev yapma olanağı yoktur.

Kırmızı, yeşil ve maviyi ortaya koyan üç tip konik hücre vardır. Işığın yetersiz olduğu durumlarda ise çubuk hücreler devreye girer. Bu hücreler gece görme olanağımızı sağlar. Ne var ki bu çubuk hücreler ile gece ay ışığında görmemiz mümkünken renkleri göremeyiz. Işık arttığında konik hücreler devreye girer ve renkleri algılamaya başlarız. Bazı hayvanlarda konik hücrelerin olmaması ve renkleri algılayamamaları buna örnektir.

d- Beyinde tamamlanan görsel uyarım: Beyine giden görüntü değerlendirilir. Hafızadaki görüntüler ile karşılaştırılır. Yorumlanır. Ayrıca beyine kadar gelen ters görüntü düzeltilerek algılanır. Sonuçta görme sağlanmış olur.



RENK
Işık kaynağından gelen ışını bir prizmadan geçirerek yapılan deneyde ışığın renklere ayrıldığı Newton tarafından yıllar önce bulundu.
Newton'un renk deneyinde ışık prizmadan geçince altı renge ayrılıyordu.(Renk Deneyi)
Işık kaynağından yayılan ışığın nanometre ve kelvin cinsinden değeridir. Işık her cisimden değişik nanometrik değerlerde yansır. Bu yansımanın nanometre cinsinden değerine bir isim verdiğimizde ana renkler ve ara renkleri oluşur. Beyaz ve siyah renk değildir. Beyaz üç ana rengin belirli oranlarda karışımından ( % 59 Yeşil, % 33 Mavi, % 19 Kırmızı ) ortaya çıkan nanometrik değere verilen isimdir. Siyah ise renk olmayış durumudur.
Işık Rengi; Fizikte renk olayı ilk defa Newton tarafından incelenmiştir. Daha sonra İngiliz William Herschel prizma dan geçen ışığın çıkardığı renklerin sıcaklıklarını ölçtü. Spektrumun bir ucundaki mor ışık en düşük, öbür ucundaki kırmızı ışık ise en büyük sıcaklıktaydı. Daha sonra yapılan deneylerle mor ışığın daha düşük değerindeki mor ötesi ışığın daha sıcaklıkta olduğu da keşfedildi.
Bir beyaz ışık prizmadan geçirilince, prizmadan çıkan ışık farklı boylarında bir renk yelpazesi oluşturur. Gözün görebildiği bu renkler kırmızı, portakal, sarı, yeşil, mavi ve mordur. Gerçekte hassas bir göz veya cihazlar bundan fazlasını da görebilir. Dalga yüksekliği rengin yoğunluğunu belirler. bir rengin yoğunluğu ise parlaklıktır.
Elektron bir yörüngeden diğerine geçince, özel bir miktarda ya bir enerji doğurur yada bir enerji çıkarır. Her atomun bu işi yaparken aldığı veya çıkardığı enerji miktarı farklı olur. Bir fotonun enerjisi ışığın dalga uzunluğuna ve bu da bir renge bağlı olduğundan her atom sadece belli renkleri soğurur veya çıkarır. Belli bir rengi çıkaran bir atom, yine aynı rengi soğurur. Her atomun soğurduğu ve çıkardığı renkler farklıdır.
Spekttroskopi bilimi ile renklerin incelenmesinden atomların cinsleri belirlenebilir. Dalga uzunluklarına bağlı olan ışık renklerinden kırmızı en uzun dalga boyuna mavi ve mor en kısa dalga boyuna karşılık gelir. Bu sıralama aynı zamanda enerji sıralamasını gösterir. Mavi ışık en enerjik, kırmızı ışık en az enerjik olan ışıktır. Bütün renklerin belirli oranda karışımı beyaz rengi verir. Her ne kadar doğadaki her cisim bize renkli olarak görülse de o cismin yüzeyi bazı dalga boylarını emme ve bazılarını yayma özelliğine sahiptir. Gözümüze kırmızı görünen cisim, görünen spektrumdaki kırmızın dışındaki bütün dalga boylarını soğurmaktadır. Kırmızı bandın dalgası soğurulmadığı için cisim bize kırmızı olarak görülür. Herhangi bir cismi yansıtmayan cisim ise siyah olarak görülür. Bu fiziksel etkilere göre beyaz ve siyah renk değildir. Işığın bulunmadığı yerde renklerin bir anlamı olamaz. İnsan gözünün, görünen ışık bölgesindeki, yedi farklı rengi görmesine karşılık, bazı hayvanlar mesela bir baykuş kırmızı ışığın ötesindeki kızıl ötesi ışığı, bir ara mor ötesi ışığı da görebilir. Kedi ve köpekler ise siyah ve beyazın dışında başka bir renk göremezler.
Işık atom ve moleküllere çarpınca mavi ışık kırmızıdan daha çabuk dağılır. Güneşin beyaz ışığı dünya atmosferine girince mavi ışık, ışın demetine ayrılır ve atmosfer mavi olarak görülür. Yeni doğan bir bebeğin gözlerinin mavi görünmesinin nedeni de budur. ilk birkaç ay içinde bebeğin vücudunun henüz göz rengini verecek pigmentleri oluşturmasından önce, yani gözün irisi renksiz iken irisi oluşturan malzeme mavi ışığı yansıtır.
Işık rengi, ( Beyaz ışık ) yani ışığı oluşturan bütün renklerin renk sıcaklığı üç ana grupta bulunmaktadır.
Sıcak beyaz 3300ºK ve altı
Doğal beyaz 3300-5000ºK
Gün ışığı beyazı 5000ºK ve üstü
Aynı ışık rengine rağmen, lambalar, ışıklarının tayfsal bileşimleri nedeniyle çok farklı renksel geri verim özelliklerine sahiptirler.
Beyaz – Siyah; Cisim üzerine gelen ışığın bileşenleri arasında bir farklılık yaratmadan hepsini birden aynı oranda geçirme, yutma veya yansıtma özelliği gösteriyorsa ışığın karakteri değişmez. Bu cisimlerin ışığa tepkileri nötr olarak kabul edilir.
Bu cisimler ışığın bileşenleri arasındaki dengeyi bozmadan aynı oranda yansıtarak, şiddetini değiştirerek veya tamamını yutarak ışığın toplam şiddetine etki ederler.


Tepkileri nötr olan cisimler eşit enerjili ışıkla aydınlatıldıklarında, kendi yansıtma veya geçirme oranlarına bağlı olarak ışığın şiddeti değişir ve aşağıdaki belirtildiği gibi görünürler veya ışığı geçirir, yansıtırlar.

Çok parlak veya açık ...( beyaz )
Orta parlaklıkta .... ( gri )
Çok karanlık ve koyu ...( koyu gri )
Tam karanlık ..............( siyah )
Üzerine düşen ışığın tam dalga boylarını yansıtan cisim beyaz, tüm dalga boylarını yutan ve yansıtmayan cisim siyahtır. Yani Beyaz ve siyah renk değildir.


6933
Fizik / Elektrik Ve Elektrik Yükü
« : Eylül 13, 2007, 06:09:15 ÖS »
TANIMI

Elektrik, durağan ya da devingen yüklü parçacıkların yol açtığı fiziksel olgudur. Elektrik yükü, maddenin ana niteliklerinden biridir ve temel parçacıklardan kaynaklanır. Elektrik olgusunda rol oynayan temel parçacık yükü, negatif işaretli olan elektrondur. Elektriksel olgular çok sayıda elektronun bir yerde birikmesiyle ya da bir yerden başka yere hareket etmesiyle ortaya çıkar. Elektrik olgusunda rol oynayan diğer parçacık yükü, pozitif işaretli olan protondur.
Elektrik yüklü cisimler mıknatıs gibidir: negatif ve pozitif yüklü cisimler birbirini çeker, ama aynı elektrikle yüklü olan iki cins birbirini iter.
Elektrik insanoğluna, son derece kullanışlı bir enerji çeşidi sağlamıştır. Isınma, aydınlanma, haberleşme gibi amaçlarla, ayrıca makinelerde ve elektronik alanında büyük ölçüde elektrikten yararlanılmaktadır.


TARİHİ

Eski Yunanlılar, kehribarın bir kürk parçasına sürtülmesi sonucunda kuştüyü gibi hafif cisimleri çekme özelliği kazandığını gözlemlemişlerdi. Elektriği ilk olarak ciddi anlamda inceleyen bilim adamı William Gilbert, 16. yüzyılın sonlarında, statik elektrikle magnetizma arasındaki ilişki üzerinde araştırmalar yaptı. Elektrik yüklerinin eksi ve artı olarak belirlenip adlandırılmasına da gerçekleştirdi. 1767’de Joseph Priestley, elektrik yüklerinin birbirlerini, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak çektiklerini buldu.
19. yüzyılın başında Alessandro Volta, elektrik pilini icat etti. Davy, 1808’de elektrik akımı taşıyan iki kömür elektrotu birbirinden ayırarak bir ark oluşturmayı başardı. Ve böylece elektriğin ışık ya da ısı enerjisine dönüşebileceğini gösterdi. 1820’de Hans Christian Orsted, içinden elektrik akımı geçen bir iletkenin yakınındaki bir mıknatıs iğnesinin saptığını gözlemleyerek, elektrik akımının iletken çevresinde bir magnetik alan oluşturduğu sonucuna vardı.
Elektriğin laboratuar duvarlarını aşıp sanayideki ve günlük yaşamdaki yerini alması süreci 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı. 1873’te Zénobe-Théopline Gramme, elektrik enerjisinin havai hatlar aracılığıyla etkin bir biçimde iletilebileceğini gösterdi. A. Edison’ın 1881’de ilk elektrik üretim merkeziyle dağıtım şebekesini New York’ta kurması ,elektrik enerjisinin evlerde ve sanayide yaygın olarak kullanılmasının başlangıcı oldu .
Elektronun bulunması, diyotun ve triyot lambanın icadı, elektroniğin ayrı bir bilim dalı olarak gelişmesinin başlangıcı oldu.


TEMEL BİLGİLER

ELEKTRİK AKIMI
Yüklü temel parçacıklar (- yüklü elektronlar ve + yüklü protonlar), iyonlar (bir ya da daha çok elektron yitirmiş ya da kazanmış atomlar) ve delikler (artı yüklü parçacık olarak düşünülebilen elektron eksikliği) gibi elektrik yükü taşıyıcılarının devinimlerinin ortak adı.
Elektrik yükünün elektronlarca taşındığı bir tel içinde ki akım , birim zamanda telin herhangi bir noktasından geçen yük miktarının ölçüsüdür.

ELEKTRİK DEVRESİElektrik akımının iletilmesini sağlayan, iletken ya da iletkenler zinciri ve öğeler dizisidir. Bir elektrik devresinde, akımı oluşturan yüklü parçacıklara enerji veren pil ya da üreteç türü bir aygıt ile lambalar; elektrik motoru ya da elektronik bilgisayar gibi akım kullanan aygıtlar ve bağlantı telleri ya da iletim hatları bulunur.
Öğeler birbiri ardına (seri) ya da yan yana (paralel) bağılıdır.
Ülkemizde yerleşim alanları üstünden geçen ve zaman zaman evlerin çok yakınlarına kadar gelen yüksek gerilim hatları başka bir tehlike kaynağıdır. Bu gibi yerlerde televizyon antenlerin düzeltilmesi için dama çıkılması başlı başına ayrı bir tehlikedir. Çocukların uçurtmalarını almak için bir sopayla tellere dokunmaya kalkışmaları ölümle sonuçlanan kazalara yol açmaktadır. Bu hatlara 20 m. den daha yakına gelmek son derece tehlikelidir.



ELEKTRİK BİRİMLERİBir elektrik hattında, iletkenlerden bir tanesi ötekine oranla daha çok elektrik yüklüdür: aradaki fark, volt olarak ölçülen gerilimi meydana getirir.
Akımın amper olarak ölçülen şiddeti, hattın belirli bir noktasından geçen elektron sayısıdır.
Güç, duruma göre üretilen veya tüketilen bir çeşit enerji miktarıdır. Watt olarak ifade edilen bu güç, şiddetle gerilimin çarpımından elde edilir.

ELEKTRİK İLETKENLERİ
İletkenlik özellikleri nedeniyle elektrik akımını bir yerden başka bir yere taşımaya elverişli olan maddelerdir. Bunlar hemen her zaman, kablolar ya da teller şeklinde kullanılır. En iyi elektrik iletkeni gümüştür; ancak parasal nedenlerden ötürü neredeyse her zaman bakırdan yararlanılır.

ELEKTRİK ÜRETECİBuhar türbini, hidrolik türbin ya da içten yanmalı bir motor tarafından üretilen mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çeviren makinelerin ortak adıdır.

ELEKTRİK YÜKÜElektrik akımlarında akan ya da metal olmayan iki farklı cismin birbirine sürtülmesi durumunda cisimlerin yüzeyinde biriken elektrik miktarıdır.

ELEKTRİK MOTORU
Elektrik enerjisini mekanik enerjiye dönüştüren makinedir.Bu dönüşümün tersini gerçekleştiren, bir başka deyişle mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren makineler ise elektrik üreteci olarak anılır.


DAĞITIMI

Elektrik enerjisinin büyük üstünlüğü, bir kablo şebekesiyle yüksek geriliminde taşınabilme ve dağıtılma kolaylığıdır, çünkü gerilim ne kadar yüksek olursa elektrik en az kayıp o kadar uzağa taşınabilir. Bugünkü yüksek gerilim hatları 765000 volta ulaşır. Akım, abonelere dağıtılmadan önce, onu alçak gerilimli (110 ve 220 volt) akıma dönüştürecek transformatörlerden geçirilir.
Saate, güne veya mevsime göre, enerjisi fazla olan şebeke, enerjisi az olanı besleyebilsin diye, çeşitli bölgelerin elektrik şebekeleri birbirine bağlanır.
Günümüzde, doğal enerji kaynakları kıt olan ülkelerde nükleer elektrik santralleri yapma eğilimi vardır. Ama bunlar da ciddi tehlikeler doğurmaktadır. Bu yüzden şimdi güneş enerjisinden yararlanmak için projeler yapılmaktadır.

Dünyanın büyük hidroelektrik santrallerinden bazıları
Adı ve ülkesi Elektrik gücü (kw)
Brezilya 10 710 000
Grand Coulee(A.B.D.) 9 780 000
Guri (Venezulea) 6 500 000
Sayansk (S.S.C.B.) 6 400 000
Krasnoyarsk (S.S.C.B.) 6 096 000
Paula Alfonso (Brezilya) 5 942 000
Churchill Falls (Kanada) 5 225 000
Bratsk (S.S.C.B.) 4 600 000
Suhovo (S.S.C.B.) 4 500 000
Assuan (Mısır) 2 100 000
Keban (Türkiye) 1 360 000

İNSAN KAYNAKLARI

ELEKTRİ ve ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ


İlgi alanı elektriğin ve elektroniğin pratik uygulamaları olan mühendislik dalıdır.
Elektriksel olgulara 17. yy.dan bu yana ilgi gösterilmiş olmasına karşın, elektriğin bir bilim dalı olarak gelişmesine yönelik çabalar ancak 19. yy.da başladı. Elektriğin temel yasalarının matematiksel olarak belirlenmesi ve aygıtların geliştirilmesi bu yy.da gerçekleşti.
20. yy.da elektrik mühendisliği alanında büyük ilerlemeler kaydedildi. Bu mühendislik dalı başlıca iki bölüme ayrılır:Kuvvetli akım mühendisliği ve zayıf akım mühendisliği. Kuvvetli akım mühendisliğinin temel konusu, hidroelektrik, nükleer ya da jeotermal enerjiden, ya da santrallerde odun, kömür, petrol gibi yakıtlardan sağlanan ısı enerjisinden yararlanılarak elektrik enerjisi üretilmesi ve bu enerjinin havai ve kablolar aracılığıyla tüketim noktalarına iletilmesidir.
20. yy.da zayıf akım (elektronik) mühendisliği büyük bir gelişme gösterdi.Zayıf akım mühendisliğinin ilk uygulama alanını telefon oluşturdu. Elektron lambasının bulunması, elektronik mühendisliğinde temel önemde bir gelişme oldu.
Elektrik Mühendisliğine yönelik dersler ilk olarak 1882’de ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) fizik bölümünde verilmeye başladı; kısa süre sonra benzer dersler Cornell Üniversitesi’nin ders programına girdi. İlk elektrik mühendisliği bölümü 1886’da Missouri Üniversitesi’nde kuruldu.
Türkiye’de elektrik mühendisliği eğitimi İstanbul Darülfünunu Fen Fakültesi’ne bağlı olarak 1962’de açılan Elektromekanik Enstitüsü’nde başladı.



TEHLİKE , KAZALARI ve KORUNMA

ELEKTRİK ÇARPMASI


Vücuda giren elektrik akımının fiziksel ve algılanabilir etkisidir. Vücut sıvıları aracığıyla bir baştan öbür başa gövdeden geçen elektrik akımı, değme yerlerinde ve izlediği yol boyunca yanıklara neden olur. Bu olayın sınırları kuru havada kalın bir halı üstünde dolaşan kişinin algıladığı batıcı, ama zararsız statik elektrik yükünden, bir enerji iletim hattından kaynaklanan öldürücü elektrik boşalmasına kadar değişir.
Ölümle sonuçlanan elektrik çarpmalarının büyük bir bölümü, evlerde kullanılan 50 Hz ya da 60 Hz frekansındaki alternatif akımdan kaynaklanır.
Elektrik akımının insan vücudu üzerindeki etkisi, voltla ölçülen gerilim değerinden çok, amperle ölçülen akım şiddetine bağlıdır.
Elektrik akımı doğrudan 3 yolla ölümle sonuçlanabilir:Beyindeki solunum merkezinin durması,kalbin durması ve karıncık kasının istem dışı kasılmasıdır.Genel kanıya göre, en yaygın ölüm karıncık kasının kasılmasıyla gelen ölümlerdir.
Elektrik çarpmış kişilere uygulanabilecek en iyi ilk yardım tedavisi, yapay solunum ve kalp masajıyla dolaşım-solunum sistemini yeniden harekete geçirmektir.
Elektrik çarpmasından sonra hayatta kalanların çoğu, eğer vücutlarında çok ağır yanıklar yoksa, bütünüyle iyileşir; vücuttaki geçici ya da kalıcı yan etkilerin en sık görüleni katarakt, anjina pektoris ve çeşitli sinir sistemi bozukluklarıdır. Elektrik çarpmasına bağlanan başka yakınmaların bu olayla ilişkisi klinik bakımdan doğrulanmamıştır.
Elektrik çarpmalarında alınması gereken önlemler
• Saç kurutucusunu ve elektrikli ısıtıcıyı banyo küvetinin ve lavabonun yakınlarına koymayın.
• Islak ortamda elektrikli cihaz çalıştırmayın. Banyoda saç kurutucusu kullanmayın
• Prizlere emniyet kapağı takın
• Evde topraklı priz kullanın
• Yuvasından çıkmış, telleri açıkta kalmış prizleri tamir ettirin
• Sigortaları tel sararak yenilemeyin, orijinal malzeme kullanın
• Elektrikli cihazları fişe takmadan önce kapalı olduklarına emin olun
• Elektrikli ev aletlerini kullanım talimatlarına uygun kullanın
• Sigortayı kapatmadan elektrikle ilgili hiçbir iş yapmayın
• Evi uzunca bir süre terk edecekseniz sigortaları kapatın
• Ekmek kızartma aletini kahvaltı masasına almayın. İçinde sıkışan dilimi çatal, bıçak gibi nesnelerle kurcalamayın
• Sıcak ütüyü kablosunun üstüne koymayın
• Elektrikle uğraşırken kalın lastik tabanlı ayakkabı giyin
Elektrik çarpmalarında yapılması gerekenler
• Elektriği kesmek için sigortaları kullanın
• Lastik tabanlı ayakkabı giyin, kuru bir lastik eldiven takın
• Elektrik akımını iletmeyecek kuru bir cismin üzerine çıkın
• Elektrik çarpan kişinin yakınındaki kablo gibi iletkenleri, yalıtkan bir çubukla uzaklaştırın
• Hastayı giysilerinden çekerek bölgeden uzaklaştırın
• Son muayeneyi yapın.
• Hasta hala nefes alıp vermiyorsa ve nabzı yoksa solunum yardımı ve kalp mesajına girişiniz.
Elektrik çarpmalarında yapılmaması gerekenler
• Elektrik çarpan kişiye kalın lastik tabanlı ayakkabınız yoksa dokunmayın
• Sigortaları kapatmadan yaralıya temas etmeyin
• Çıplak elle çarpılmış kişiye dokunmayın
• Çocukları olay yerinden uzak tutun
• Dokunmak için iletken cisimler kullanmayın

6934
Fizik / Basit Makinalar
« : Eylül 13, 2007, 06:07:09 ÖS »
Bir işi daha kolay yapabilmek için kullanılan düzeneklere basit makineler denir. Bu basit makineler kuvvetin doğrultusunu, yönünü ve değerini değiştirerek günlük hayatta iş yapmamızı kolaylaştırır.
Basit Makinelerin Genel Özellikleri :
1. Basit makine ile, kuvveten, hızdan ve yoldan kazanç sağlanabilir. Fakat aynı anda hepsinden kazanç sağlanamaz. Birinden kazanç varsa, diğerlerinden aynı oranda kayıp vardır.
2. Kuvvet kazancı, yükün kuvvete oranı olarak ifade edilir. Yük kuvvet ile dengede ise,

3. Hiçbir basit makinede işten kazanç yoktur. Hatta sürtünme gibi nedenlerden dolayı kayıp vardır. Sürtünmenin olmadığı ideal basit makinelerde işten kayıp yoktur. Bu durumda makine tam kapasite ile çalışır. Yani verim % 100 olur.
Bir basit makinenin verimi,

4. Basit makinelerde moment ve iş prensipleri geçerlidir.
a. Moment Prensibi
Sistem denge iken,
Kuvvet . Kuvvet kolu = Yük . Yük kolu
b. İş Prensibi
Bir cisme uygulanan kuvvet ile, kuvvete paralel yolun çarpımı F kuvvetinin yaptığı işe eşittir.
W = F . x dir. İş prensibi ise,
Kuvvet . Kuvvet yolu = Yük . Yük yolu dur.



KALDIRAÇLAR
a. Destek ortada ise,
Sağlam bir destek etrafında dönebilen çubuklara kaldıraç denir.
Bir kaldıraçta kuvvetin desteğe olan uzaklığına (y) kuvvet kolu, yükün desteğe uzaklığına (x) yük kolu denir.
Şekildeki desteğin ortada olduğu ağırlığı önemsiz kaldıraç dengede iken, yük ile kuvvet arasındaki ilişki moment prensibinden bulunur.

F . y = P . x dir.


Burada P ile F kuvvetleri paralel olduğu için çubuğa dik bileşenlerini almaya gerek yoktur. Kuvvet kolu, yük kolundan büyük (y > x) ise, kuvvetten kazanç sağlanır ve cisimler ağırlığından daha küçük kuvvetlerle dengede tutulabilirler.
Bu tip basit makinelere örnek olarak pense, makas, tahterevalli, kerpeten, manivela ve eşit kollu terazi sayılabilir.

b. Destek uçta ise,
Şekildeki ağırlığı önemsiz olan kaldıraçta, F ile P arasındaki ilişki moment prensibinden bulunur.
F . y = P . x dir.
Bu tip kaldıraçlarda, y > x olduğundan kuvvetten kazanç sağlanır. El arabası, gazoz açacağı, fındık kırma makinesi, kağıt delgi zımbası bu tip kaldıraca örnek olarak verilebilir.


c. Yük ve destek uçta ise,
Şekildeki ağırlığı ö-nemsiz olan kaldıraçta, F ile P arasındaki ilişki yine moment prensibinden bulunur.
F . y = P . x dir. x > y olduğundan kuvvetten kayıp, yoldan ise kazanç vardır. Cımbız ve maşa bu tip kaldıraçlara örnek olarak verilebilir.








MAKARALAR
Makaralar sabit bir eksen etrafında serbestçe dönebilen, çevresinde ipin geçebilmesi için oluğu olan basit bir makinedir.

a. Sabit makaralar
Çevresinden geçen ip çekildiğinde yalnızca dönme hareketi yapabilen makaralara sabit makara denir.
Moment prensibine göre
F . r = P . r => F = P dir.
Makara ile ip arasında sürtünme önemsiz iken aynı ipin bütün noktalarındaki gerilme kuvveti aynı olduğundan F = P dir. Kuvvetten kazanç yoktur.


b. Hareketli Makara
Çevresinden geçen ip çekildiğinde hem dönebilen hem de yükselip alçalabilen makaralara hareketli makara denir.
Aynı ipin bütün noktalarındaki gerilme kuvveti aynı olduğundan, dengenin şartına göre,



Hareketli makarada makara ağırlığı ihmal edilmez ise, makaranın ağırlığı P yüküne dahil edilir. Ağırlığı ihmal edilen hareketli makarada kuvvetten kazanç vardır. Ağırlığı ihmal edilmiyor ise ağırlığa göre kuvvetten kazanç olabilir de olmayabilir de. Hareketli makarada F kuvveti ile ipin ucu h kadar çekilirse, karşılıklı paralel iplerin herbirinden h/2 kadar kısalma olur ve cisim h/2 kadar yükselir.

Şekilde, makara ağırlıkları önemsizise, F ile P arasındaki ilişki denge şartından bulunabilir. Sürtünmeler önemsiz iken aynı ipin bütün noktalarındaki gerilme kuvvetleri eşit olur. Yukarı yönlü kuvvetlerin toplamı aşağı yönlü kuvvetlerin toplamına eşit olduğundan,



PALANGALAR
Hareketli ve sabit makara gruplarından oluşan sistemlere palanga denir.
Makara ağırlıkları ve sürtünmelerin önemsiz olduğu palanga sistemlerinde, kuvvet ile yük arasındaki ilişki, makaralarda olduğu gibi denge şartlarından bulunur.
Makara ağrılıkları ihmal edilmiyor ise, hareketli makaraların ağırlıkları yüke ilave edilerek aynı işlem yapılır. Sabit makaraların ağırlıkları ise, tavana bağlı olan iplerle ya da bağlantı maddeleriyle dengelenir.




EĞİK DÜZLEM
Ağır yükleri belli yüksekliğe kaldırmak zor olduğu zaman eğik düzlem yardımıyla yükten daha az bir kuvvet ile cisimler istenilen yüksekliğe çıkarılabilir.
Sürtünmeler önemsiz ise, eğik düzlemde iş prensibi geçerlidir.

Kuvvet . Kuvvet yolu = Yük . Yük yolu
F . S = P . h
Kuvvet yolu, kuvvete paralel olan S yolu, yük yolu ise, yüke paralel olan h yoludur. Kuvvetten kazanç sağlanır. Fakat aynı oranda yoldan kayıp olur.
ÇIKRIK
Dönme eksenleri aynı yarıçapları farklı iki silindirin oluşturduğu sisteme çıkrık denir.
Şekilde görüldüğü gibi yük, yarıçapı küçük olan silindirin çevresine dolanan ipin ucuna asılır. Kuvvet ise, silindire bağlı kolun ucuna uygulanır.

Moment prensibine göre,
F . R = P . r dir.
R > r olduğundan kuvvetten kazanç vardır. Daha küçük F kuvveti ile dengede tutmak veya yükü sabit hızla çıkarmak için oranını küçültmek gerekir.
Et kıyma makinesi, el matkabı, araba direksiyonu, tornavida, kapı anahtarı gibi araçlar çıkrığa örnektir.

VİDA
Vida, iki yüzeyi birbirine birleş-tirirken, en çok kullanılan, basit makinelerden birisidir. Vidada iki diş arasındaki uzaklığa vida adımı denir. Vidayı tahtaya vidalamak için tornavida ile kuvvet uygulayarak döndürmek gerekir.
Vida başı bir tam dönüş yaptığında vida, vida adımı (a) kadar yol alır. N kez döndüğünde ise N . a kadar yol alır.

Vidayı döndürmek için uygulanan F kuvvetinin yaptığı iş, vida tahtaya girerken R direngen kuvvetinin yaptığı işe eşittir.
İş prensibinden
Kuvvet . Kuvvet yolu = Yük . Yük yolu
F . 2pr = R . a dır.
Vidanın baş kısmı daire olduğu için bir turda kuvvet yolu dairenin 2pr çevre uzunluğu kadar olur.



DİŞLİLER
Dişli çarklar, üzerinde eşit aralıklarla dişler bulunan ve bir eksen etrafında dönebilen silindir şeklindeki basit makinedir. Dişler çarkların birbirine geçmesini sağlar. Dişlilerden birine uygulanan kuvvet dişler yardımı ile diğerine iletilir. Dişlilerin çalışma prensibi çıkrığınkine benzer.
Eş merkezli dişliler birbirine perçinli olduğu için hep aynı yönde dönerler ve devir sayıları da eşittir.

Şekildeki gibi birbirine temas halinde olan dişliler için, herbir dişli bir öncekine göre,
a. Zıt yönlerde dönerler. Dolayısıyla K ve M aynı yönde döner.
b. Devir sayıları yarıçapları ile ters orantılıdır.
c. K ve M nin aralarındaki devir sayıları oranı L nin yarıçapına bağlı değildir.


KASNAKLAR
Kasnaklar dişleri olmadığı için kayış ya da iple birbirlerine bağlanırlar.

Devir sayıları yine yarıçapları ile ters orantılıdır. Dönme yönleri ise, şekilde görüldüğü gibi kayışların bağlanma şekline göre değişir.


Birbirlerini döndüren dişli ve kasnaklarda dönme sayısı ile yarıçapların çarpımı eşittir.


6935
Fizik / Işık Hızı
« : Eylül 13, 2007, 06:03:32 ÖS »
Laboratuvar koşullarında ışığın hızı saniyede 17 metreye düşürüldü. Arabalar artık ışıktan hızlı gidebilecek. Daha doğrusu, burada söz konusu olan son derece özel bir araba. Nature Dergisi'nin 18 Şubat 1999 tarihli sayısında, yalnızca arabaların değil, bisikletlerin de nasıl ışıktan daha hızlı gidebileceği anlatılıyor.

Genç Einstein, bir tramvayda ofisine doğru gittiği sırada Görelilik Kuramı'nı düşlerken, ışık hızıyla yolculuk etmenin nasıl bir şey olacağını merak etmekteydi. Ancak, o günlerde, herhangi bir tramvay, bisikletci ya da arabanın, ışığın boşluktaki hızına, yani saniyede 300 milyon metrelik hıza ulaşması olanaksızdı. Dolayısıyla Einstein, bu hızı, herhangi bir nesnenin aşamayacağı, üst hız sınırı olarak belirledi.

Burada anahtar sözcük vakum,yani maddesiz ortamdır. Madde, ışığı soğurarak, saçılımına yol açar ve onu yavaşlatır. Işık huzmelerinin su, cam lensler ya da prizmadan sapması, yani kırılma, ışığın bu saydam ortamlarca yavaşlatılmasının doğurduğu bir yan etkidir.


Bununla birlikte, olağan bir kırılma, ışığın boşlukta yolalırken ulaştığı hızın yarısından fazla olmaz. Kırılıma neden olan ortamın doğası gereği bir kırılma sınırı söz konusudur. Kırılma ışığı yavaşlattığından, ortamın, ışık içinden geçerken onu soğurma olanağı doğar. Dolayısıyla da, içinden geçen ışığı çok yavaşlatan maddeler donuk, yani opak hale gelerek, ışığı tümüyle engellerler.

Fizikçiler, soğurma olmaksızın yüksek oranda kırılma sağlayarak, donuklaşması gereken maddelerin saydam olarak korunduğu ortamlar yaratmak yoluyla, artık bu engeli aşmış bulunuyorlar. Bu amaçla da lazerlerin yardımına başvurulmuş.

Kırılım ortamı ise, lazerler yardımıyla hazırlanan, aşırı-soğuk atom bulutlarından oluşuyor.Bu sistem içinden geçen ışık, atomlarla değil de, atom-artı-lazer sistemiyle etkileşime girmekte ve ilginç etkilere yol açmakta. Bu etkilerden biri, 'elektromanyetik yolla sağlanan saydamlık' adı verilen bir olay nedeniyle, soğurmanın yokedilmesi.

Lazerle hazırlanmış kurşun atomları kullanan Stanford Üniversitesi bilim adamları, bir ışık pulsunu, ışığın boşluktaki hızının 165'te birine, yani saniyede 180.000 metreye yavaşlatmışlar. Bu bile, en iyi bisikletçinin ulaşamayacağı bir hız.

Cambridge, Rowland Bilim Enstitüsü'nden Lene Vestergaard Hauve arkadaşları ise, Nature'da yer alan araştırmalarında, lazerle hazırlanmış atom bulutlarının ışığı, boşluktaki hızının nasıl 20 milyonda birine, yani saniyede 17 metreye yavaşlattığını açıklıyorlar.

Dünya rekortmeni bisiklet yarışçısı Bruce Bursford, özel bir vites sistemi taşıyan özel bir bisikletle, saniyede 92 metrelik inanılmaz bir hıza ulaşmış kişi olarak, artık ışık hızında bisiklete binebilecek.


Hau ve arkadaşları, bu sonuca, mutlak sıfırın (eksi 273°C) hemen üstünde bir sıcaklığa soğutulmuş sodyum atomlarından oluşma bir gazla ulaşmışlar. Soğutma işlemi bile, ısıl, yani termik etkileri azaltıyor ve ışığın yavaşlamasında rol oynuyor. Ancak, aşırı düşük sıcaklıklar, ayrıca ek bir etki doğurmakta.

Belli bir sıcaklık altında, mutlak sıfırın, derecenin 435 milyarda biri kadar üzerinde, atomlar, her biri eşit kuantum durumunu benimsemeye eğilim gösterdikleri, maddeni Bose- Einstein Kondensat (BEC) adı verilen özel bir haline geçiş yapıyorlar. Bir bakıma, BEC'teki tüm atomlar, sanki 'aynı' atommuş gibi davranıyorlar.

BEC'ler, sıradan atomik gazların en soğuklarından bile daha yoğundur. Düşük sıcaklık ve atomların kuantum koheransı davranışları, ışık pulslarının BEC içinde, saniyede 17 metrelik düşük bir hıza yavaşlamalarına neden oluyor.

Bir ışık pulsunun hızı, bir Bose- Einstein alkoli atom kondansatı içinde optik olarak endüklenmiş kuantum girişimi aracılığıyla, neredeyse iyi bir bisikletçinin bisiklet sürme hızına indirgenmiş bulunuyor.

Işık pulsu, serbest boşluktaki hızına oranla, yaklaşık 20 milyona eşdeğer bir çarpan kadar yavaşlatıldı. Ortam, ayrıca, bugüne kadar gözlenen en büyük optik doğrusallıksızlığı (yoğunluğa bağımlı kırılım indisi biçiminde) sunmakta.

Bu teknik sayesinde, tek bir foton düzeyindeki düzlemsel olmayan optikler kadar, evreye duyarlı, sınırlı madde dalgası uyarılmaları da olanaklı hale gelebilecek. Kapakta, bu yarışın başrol oyuncuları olan, deneydeki vakum pencerelerinin çerçeveleri görülüyor.


6936
Fizik / Newton 'un hareket kanunları
« : Eylül 13, 2007, 06:03:03 ÖS »
Newton'un Hareket Kanunları, Devinime neden olan etkiler insanları uzun süre ilgilendirmiş ve bu konuda Galileo ve Newton zamana dek pek başarılı sonuçlar elde edilmemişti. Galileo’dan önce filozoflar, bir cismi devindirebilmek için kesinlikle bir etkinin, yani bir kuvvetin gerektiğini ileri sürmemişler ve <> halde bir cismin durması gerektiğine inanmamışlardı.

Gerçekten bir düzlem üzerinde bir cisim kaydırılmak istenirse, cismin kısa bir süre gittikten sonra yavaşlayıp durduğu gözlenir. Bu gözlem dış bir kuvvet olamadığı sürece kaymanın olmadığı düşüncesini destekler. Galileo yaptığı deneylerde bu inancın gerçek olmadığını gösterdi. Eğer cisim ve onun üzerinde durduğu düzlen pürüzsüz hale getirilirse ve cisim yağlanırsa, cismin hızının daha yavaş azaldığı ve cismin daha ileride durduğu gözlenir. Buna göre, cismin kayması yavaşlatıcı, yani bütün sürtünmeler, ortadan kaldırılırsa, cismin değişmez bir hızla yoluna bir doğru boyunca sonsuza değin devam sonucu çıkar. Galileo’nun vardığı sonuç bu idi. Ona göre, bu cismin hızını değiştirmek için bir dış kuvvet gerekir; ama belli bir hızda giden cismin hızını koruyabilmesi için bir kuvvete gerek yoktur. Mesela bir sandığı bir düzlemde ittiğimiz durum için, ellimizin verdiği itme sandığa bir hız kazandırır, fakat düzlem sandığa bir kuvvet uygulayarak onu yavaşlatır ve durdurur. Her iki kuvvette hızda bir değişim, yani bir ivme oluşturur. İşte Galileo’nun bulduğu bu gerçeği, Galileo’nun öldüğü gün doğan Isaac Newton bir evrensel yasa olarak 1686 da yazdığı Princiria Matematika Philosoph Naturalis adlı kitabında ortaya koydu.
NEWTON’UN BİRİNCİ HAREKET KANUNU (EYLEMSİZLİK PRENSİBİ)
Herhangi bir cisim üzerine bir kuvvet etki ediyorsa, yada etki eden kuvvetlerin bileşkesi sıfırsa, cisim durumunu değiştirmez; yani duruyorsa durur, deviniyorsa yani hareket ediyorsa, devinimini bir doğru boyun devam ettirir.

a) Duran bir cisme bir kuvvet etki etmedikçe cisim yine hareketsiz kalır. Bir cisme etki eden kuvvetlerin bileşkesi sıfır (R=0) ise, cisim o anki durumunu korur.
Bir cisim için net kuvvet 0 ise a = 0 olur.

b) Hareketli bir cisme bir kuvvet etki etmezse, cismin hızı ve yönü değişmez. Cisim hareket ediyorsa düzgün doğrusal yani sabit hızlı olarak hareketine devam eder.

Dışarıdan uygulanan bir kuvvetin etkisinde olmayan bir cismin durgun halde kalır yani hareketsiz olur yada sabit bir hızla hareket eder. Hızın sabit olması doğal olarak ivmenin sıfır olmasını gerektirir.

Newton’un bu birinci yasası gözlem çerçevelerini de tanımlar. Çünkü genel olarak bir cismin ivmesi, yani hızındaki değişim belli bir gözlem çerçevesine göre ölçülür. Birinci yasaya göre cismin çevresinde başka bir cisim yoksa, yani bir cisme belli bir kuvvet etki etmiyorsa, öyle gözlem çevreleri bulabiliriz ki, cismin bu çerçevelerde ivmesi olmasın. Cisimlerin üzerine etki eden kuvvetlerin olmaması durumunda cimlerin durumlarını koruması maddenin bir özelliği olarak alınır ve buna eylemsizlik denir. Newton’un birinci yasasına da çoğu kez eylemsizlik yasası denir ve bunun geçerli olduğu gözlem çerçevelerine eylemsizlik gözlem çerçeveleri denir. Bu çerçeveler durağan yıldızlara göre duran yada düzgün değişmez bir hızla giden gözlem çerçeveleridir.

Newton’un birinci yasasında görüldüğü gibi, bir cismin durması veya değişmez bir hızla gitmesi arasında fark yoktur. Buna göre, bir eylemsiz çerçevede durduğu gözlenen bir cisim, başka bir çerçeveden bakılınca değişmez bir hızla gider görünür. Her iki çerçeveye göre de cismin bir hızı yoktur. Her iki çerçeveye göre de hız değişmez. Buna göre her iki çerçevedeki gözleyici de cismin üzerine bir kuvvet etkidiği yada, etki eden kuvvetlerin bileşkesinin sıfır olduğu bulunur.
NEWTON’UN İKİNCİ HAREKET KANUNU
Birinci yasadan biliyoruz ki, kuvvet olmadığında cismin hızında bir değişim, yani ivme söz konusu değildir. O halde kuvvet olduğunda, bir ivme yani bir hız değişimi olmalıdır. Kuvvet ile ivme arasındaki bağlantıyı bulabilmek için, önce aynı bir cisme değişik şiddet ve doğrultuda kuvvet uygulanıp F ve a ölçülürse, sonrada farklı cisimlerle aynı ölçmeler yapılırsa şu sonuçlar elde edilir:

1) Bütün durumlarda ivmenin doğrultusu kuvvetin doğrultusu yönünle aynıdır.Bu sonuç, cisim başlangıçta durgunda olsa, herhangi bir hızla belli doğrultuda gitse de doğrudur.
2) Belli bir cisim için kuvvetin şiddetinin, ivmenin oranı değişmez kalmaktadır.

F/a=sabit

F = m . a eşitliğinde görüldüğü gibi kütle, uygulanan kuvvete karşı cismin kazanacağı ivmeye karşı koyan bir nicelik olarak ortaya çıkmaktadır. Yani, aynı bir kuvvetle kütlesi küçük olan bir cisim daha büyük bir ivme, kütlesi büyük olan bir cisim ise daha küçük bir ivme kazanır. Sözgelimi duran yada hiç değişmeyen bir hızla giden otomobilin (~ 1500 kg) hızında, saniyede 5 m/s lik bir hız değişimi sağlayabilmek için 7500 N luk bir kuvvet gerekirken, aynı hız değişimini bir kamyonda (~2000 kg) sağlayabilmek için 2500 N luk bir kuvvet gerekir. Bu yönüyle kütle, devinime karşı koyan bir niceliktir; başka bir deyimle, ötelenme devinimindeki değişime karşı koyar.Bu açıdan kütleye, öteleme eylemsizliği de denir.

Newton’un ikinci yasası olarak bilinen F = m . a eşitliği vektörel bir eşitliktir. Bir cisme aynı anda çeşitli doğrultularda, çeşitli büyüklüklerde bir çok kuvvet etki ettiğinden, cisim bunların bileşkesi yönünde bir ivme kazanır.

Devinim tek boyutta ise bu durumda kuvvetler de tek doğrultuda olacağından, kuvvetlerin büyüklüklerinin cebirsel toplamının kütleye oranı, ivmenin değerini verir. Devini iki boyutta ise bu durumda kuvvetler x,y bileşenleri bulunur., bunların cebirsel toplamının kütleye bölümü o yöndeki ivme bileşenini büyüklüğünü verir.


İvme uygulanan kuvvetle doğru orantılıdır ve kuvvet yönündedir.

Cismin momentumunda zamana göre değişiminin oranı, cisme etkiyen kuvvetle doğru orantılıdır.
NEWTON’UN ÜÇÜNCÜ HAREKET KANUNU (ETKİ-TEPKİ PRENSİBİ)
Günlük yaşantımızda bir cisme bir kuvvet uygulanması söz konusu olduğunda, onun herhangi bir yolla itilmesi yada çekilmesi aklımıza gelir.
Sözgelimi asılı bir mıknatıs çubuğunu yaklaştırdığımızda aynı adlı kutuplar karşı karşıya geldiğinde, asılı mıknatısın bizde uzaklaşacak yönde gittiğini; ters adlı kutupların karşı karşıya gelmesi durumunda asılı olan mıknatısın bize doğru geldiğini görürüz.
Her iki durum için elimizdeki mıknatısın, asılı olan mıknatısa bir kuvvet uyguladığını ve bunun sonucu olarak asılı mıknatısın devinime başladığı söyleriz. Bunun yanında, elimizde tuttuğumuz mıknatısın da, diğer mıknatısa yaklaştırılırken çekilip ittiğini hissederiz.

Doğadaki bütün gerçek kuvvetler çevreyle etkileşme sonucu çıkarlar. Bir cisim diğer bir cisme bir kuvvet etki ettirdiğinde, diğer cisim de bu cisme bir kuvvet etkiler. Buna ek olarak bu kuvvetlerin değerleri eş kuvvetleri zıttır. Bu durumda, yalıtılmış tek bir kuvvetten söz edilemez. İki cisim arasındaki etkileşime de bu kuvvetlerden birine «etki» diğerine «tepki» kuvveti denir. Başka bir deyimle,kuvvetlerden birisi «etki» olarak alınırsa, diğeri birinciye karşı «tepki» olarak alınır.


Herhangi bir etkiye karşı her zaman bir tepki vardır; yada iki cismin karşılıklı etkisi daima eşit fakat zıt özelliklidir.

İki cisim arasında oluşan etkileşmede F kuvveti, ikincinin birinciye etkidiği F kuvvetine eşit fakat zıt yönlüdür.


6937
Fizik / Galileo Galilei
« : Eylül 13, 2007, 06:01:51 ÖS »
Adı 17. yüzyıl bilimsel devrimi ile birlikte anılan en önemli bilim adamlarından birisi olan Galileo (1564-1642), fizik, matematik ve astronomi gibi konularda çığır açan çalışmalar yapmış ve ilgisi daha çok hareket üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu alandaki çalışmalarının sonucunda klasik mekaniğin temellerini kurmuş, Güneş merkezli astronomi sisteminin fiziğini geliştirmiştir.

Aristoteles'e göre her hareket, onu hareket ettiren bir kuvvet sonucu meydana gelirdi; cisim, bu kuvvet kendisini hareket ettirdiği sürece hareket ederdi.

Galilei, günlük gözlemlere uyan bu Aristotelesçi yaklaşımı eylemsizlik prensibi ile yıkmıştır. Eylemsizlik prensibine göre, kendi haline bırakılan cisim, herhangi bir kuvvet etkisinde kalmadığı sürece, durumunu korur, yani hareket halinde ise hareketine, sükûnet halinde ise sükûnetine devam eder.

Galilei'nin üstü kapalı olarak ifade ettiği, Newton'un ise formüle ettiği bu prensip ile yeni bir hareket kavramı ileri sürülmüş oldu. Buna göre hareket, cisimde bir değişiklik yapmaz; hareket bir durumdur, bir noktadan başka bir noktaya geometrik bir geçiştir; durma da harekete karşıt başka bir durumdur. Durma için kuvvet uygulanması gerekmiyorsa, hareket için de kuvvet uygulanması gerekmez; hareketin hızının değişmesi için ise kuvvet gerekir. Eylemsizlik, içinde bulunduğumuz Dünya'da gözlemlenemez; ancak ideal koşullar altında böyle bir durum meydana getirilebilir.

Zaten Galilei'nin deneyleri de düşünce deneyleri idi. Galilei için gerçek dünya, matematik bağıntıların dünyası, Platon'un deyimi ile idealar dünyası idi. İçinde yaşadığımız dünyayı anlamak için, idealar dünyasından bakmak gerekliydi. Mükemmel yuvarlaklıktaki toplar, sürtünmesiz düzlemler üzerindeki hareketlerini, yalnızca idealar dünyasında sonsuza dek sürdürürlerdi. Doğa, geometrik harflerle (eğrilerle, dairelerle, üçgenlerle) yazılmış bir kitap gibiydi; doğayı anlamak için bu dili bilmek gerekiyordu.

Hareket, cisimde bir değişiklik meydana getirmediğine göre, cisim aynı anda birden fazla harekete sahip olabilir. Bu hareketler birbirini engellemez ve birleşerek tek bir yörünge izler. Buradan, fırlatılan bir merminin, düzgün doğrusal hareket ile serbest düşme hareketinin bileşkesi olan parabol biçiminde bir yörünge izlediğini göstermiştir.

Galileo'nun hareket konusunda çözüm getirdiği bir diğer konu da serbest düşme hareketi ile ilgilidir. Düşen bütün cisimlerin aynı ivmeye sahip olduğunu göstererek, serbest düşmenin sabit ivmeli bir hareket olduğunu saptamış ve serbest düşmede alınan yolun zamanın karesiyle orantılı olduğunu (S=1/2 gt2) göstermiştir.

Sonuç olarak, Galilei'nin mekanik konusunu matematikselleştirmeyi başardığı söylenebilir. Düzgün ve sabit ivmeli hareketleri tanımlamış ve matematiksel formüllerini vermiştir. Modern hareket kavramını Galilei'ye borçluyuz.

Galilei, teleskopu astronomik amaçla kullanan ilk bilim adamıdır. 1609 yılında yaptığı bir teleskopla önemli gözlemler yapmış ve bu gözlemleri Yıldız Habercisi (Siderius Nuntius) adlı kitabında vermiştir. Onun astronomide yaptığı gözlemler, Güneş merkezli sistemi desteklediği, Aristoteles Fiziği'nin geçerli olmadığını kanıtladığı için oldukça önemlidir.

En önemli gözlemleri Ay ve Güneş gözlemleridir. Ay'da kraterlerin, dağların ve vadilerin olduğunu görmüş ve bunun Ay ile Yer'in aynı maddelerden yapıldığının kanıtı olduğunu söylemiştir. Güneş'i gözlemlemiş ve Güneş üzerinde bulunan gölgelerin Güneş'in üzerinde yer alan lekeler olduğunu kanıtlamıştır.

O zamanlarda, Güneş üzerinde görünen lekelere ilişkin iki açıklama bulunmaktaydı. Bunlardan birincisine göre, bu leke, Merkür'ün Güneş'in önünden geçerken oluşan gölgesiydi. Ancak Galilei, bunun olanaksız olduğunu söyler. Çünkü Merkür'ün Güneş'in önünden geçişi yaklaşık 7 saat sürmektedir, ancak bu lekeler, 7 saatten çok daha fazla Güneş'in üzerinde yer almaktaydılar.

İkinci açıklamaya göre, bu lekeler, Güneş ve Yer arasında bulunan küçük gökcisimlerine aittir. Oysa, bu lekelerin Güneş üzerinde hep aynı yerde bulunduklarını tespit etmiştir. Eğer bu lekeler, küçük cisimlerin gölgeleri olsalardı, gözlem yerine bağlı olarak, Güneş üzerinde farklı konumlarda olmalıydılar.

Galilei, Orion kümesini gözlemlemiş ve daha önce bulut olduğu varsayılan bu kümenin gerçekte yıldızlardan oluştuğunu bulmuştur. Yine Samanyolu'nun yıldızlardan oluştuğunu tespit etmiştir. Jüpiter'i gözlemlemiş ve Jüpiter'in çevresinde dolanan dört yıldız belirlemiştir. Bunların Jüpiter'in etrafında dönen uydular olduklarını bulmuş ve Jüpiter'le birlikte uydularını, "adeta minyatür bir Güneş Sistemi" olarak tasvir etmiştir.

Satürn'ün halkasını gözlemlemiş ancak teleskopu güçlü olmadığı için gezegenin halkasını iki yapışık parça olarak görmüş ve bunları uydu zannetmiştir. Gezegenin periyodik özelliğinden dolayı halka, bir müddet sonra kaybolmuş ve bu parçaları göremeyen Galilei bu olaya çok şaşırmıştır. Onun bu şaşkınlığı sonrasında yazdığı cümleler ilginçtir: "Galiba Satürn onları yedi."

Galilei ayrıca Venüs'ü gözlemlemiş ve Venüs'ün safhaları olduğunu tespit etmiştir. Bu gözlem, Copernicus'un ne kadar haklı olduğunun bir göstergesiydi. Batlamyus Sistemi'nde Venüs, sürekli belli bir uzaklıkta olmalıydı ve sadece hilâl şeklinde görülmeliydi. Oysa gözlemler, Venüs'ün bazen çok yakın bazen de çok uzakta olduğunu göstermekteydi. Ayrıca Venüs, sadece hilâl olarak değil, değişik hallerde de görünmekteydi. Bu ise ancak Copernicus Sistemi ile açıklanabilirdi. Bu da Güneş Merkezli Sistem'i doğruluyordu.


6938
Fizik / Archimedes (Arşimet) Prensibi
« : Eylül 13, 2007, 06:01:04 ÖS »
Sıvı içine daldırılan bir cisim, yerini değiştirdiği sıvının ağırlığına eşit bir kuvvetle aşağıdan yukarıya doğru itilir.

F= V’.d

V’ : Yer değiştiren sıvının hacmi = Cismin batan kısmının hacmi

d : Yer değiştiren sıvının özgül ağırlığı

F : Yer değiştiren sıvının ağırlığı yani sıvının kaldırma kuvveti.

Archimedes prensibinin deneysel olarak gerçekleştirilmesi

İç içe girebilen biri dolu diğeri boş olan metal silindirden dolu olan altta olmak üzere aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi bir terazinin kefesinin altına asılır. Diğer kefeye konan dara ile terazinin dengesi sağlanır. Dolu silindir sıvıya batırılırsa denge bozulur. Dengeyi bozan sıvının kaldırma kuvvetidir. Hacmi, dolu silindire eşit olan boş silindir sivi ile doldurulursa, terazi tekrar dengeye gelir. Burada kaldırma kuvveti, silindire konan sıvı (cismin batan kısmının hacmi kadar sıvı) tarafından dengelenmiş oluyor. Şu halde sıvının kaldırma kuvveti , yer değiştiren sıvının hacmine eşittir.



Archimedes prensibinin teorik olarak gerçeklenmesi

Silindir şeklindeki bir blokun , sıvı içinde düşey olarak tutulduğunu düşünelim. Silindirin taban alanı S, yüksekliği h ve sıvının özgül ağırlığı d olsun. Silindirin üst tabanının sıvı yüzeyine mesafesini h1 , alt tabanın sıvı yüzeyine mesafesini h2 , ile gösterelim. Silindirin üst tabanındaki basınç p1=h1.d ve dolayısıyla tabana etki eden basınç kuvveti,

F1=p1.s=h1.d.S



Silindirin alt tabanındaki basınç p2.h2.d ve tabana etki eden basınç kuvveti, F2=p2.S=h2.d.S dir.Bu iki kuvvet aynı doğrultuda, zıt yönde ve F2>F1 dir. Yan yüzlere etki eden basınç kuvvetleri; karşılıklı olarak ikişer ikişer düşünülürse, eşit şiddette, aynı doğrultuda olduklarından bileşkeleri sıfırdır. Şu halde silindire etki eden basınç kuvvetlerinin bileşkesinin şiddeti F1 ile F2 kuvvetlerinin farkına eşit ve yönü yukarıya doğrudur. F=F2-F1=h2.d.S-h1.d.S=d.S.(h2-h1) dir.Halbuki h2-h1 silindirin h yüksekliğine eşittir h2-h1=h yazılırsa ,F=d.S.h ve S.h ise silindirinV hacmine eşit olduğundan,F=d.V=yer değiştiren sıvının ağırlığıBu sonuç, Archimedes prensibinin doğruluğunu gerçekler.

ÖRNEK PROBLEMLER

1. Kenarı 10 cm ve yoğunluğu 7,8 g/cm3 olan küp biçiminde bir cisim, yarısı yoğunluğu 0,8 g/cm3 olan sıvı içinde iken tartılırsa kaç gram gelir?

Çözüm: Cismin havadaki ağırlığı,

G=V.d =1000.7,8=7800 g. dır.

Cisim suya batırıldığı için, itme kuvveti kadar ağırlığından kaybeder. Sıvı içindeki ağırlık G’ ve sıvının kaldırma kuvveti F ise;

G’=G-F dir.

F=V’.d=0,8.1000/2=400g.

G’=7800-400=7400 g.

2. ¾’ü su içinde iken tartılan bir cisim, havadaki ağırlığına nazaran 600 g hafiflediğine göre, cismin hacmi kaç cm3 tür?

Çözüm: Cisim, itme kuvveti kadar ağırlığından kaybettiğine göre itme kuvveti 600 g dır.

V’=3/4.V olur. F=V’.d 600=3/4V.1 ; V=800 cm3 bulunur.

3. Havada 500g, suda 400 g gelen cismin yoğunluğunu bulunuz.

Çözüm:Bir cismin havadaki ağırlığı G1, sudaki ağırlığı G2 olsun, suyun itme kuvveti ,

F=G1-G2

Cismin hepsi suya daldırıldığı için V’=V=cismin hacmi

F=V’.d

G1-G2=V.1 V=G1-G2

Buradan şu netice çıkıyor:

Bir cismin, havadaki ağırlığı - sudaki ağırlığı = cismin hacmi, cismin yoğunluğu = d ise ;

d=G/V =G1/(G1-G2)= 500/(500-400)= 5 g/cm3 bulunur.

4. Bir cisim havada 200 g, suda 150 g ve başka bir sıvıda 160 g geliyor. İkinci sıvının yoğunluğunu bulunuz. Cevap:0,8g/cm3

5. Yoğunluğu 2 olan bir cisim suda 40 g geliyor. Cismin hacmi kaç cm3 tür?

Cevap:40 cm3


6939
Fizik / Quantum
« : Eylül 13, 2007, 06:00:02 ÖS »
Lord Kelvin, XIX.yy.'in sonuna doğru fiziğin hemen hemen tamamlandığı görüşündedir. O'na göre yalnızca ısı ve ışık kuramı üzerine bazı bilinmeyenler vardı. Fakat H. Hertz'in 1887'de keşfettiği "fotoelektrik etki ve ısı kuramı" ile, gerçekleştirilen deneyler arasında garip uyumsuzluklar baş gösteriyordu. İşin ilginç yanı, bilim adamlarının; pek önemsemediği bir konunun, tüm detaylarının önceden açıklandığı bir kuramın başlarına çorap örmeye başlamasıydı.

Alman Ağırlıklar ve Ölçüler Enstitüsü, yeni elektrik lambaları için bir ölçek ararken, fizikçi W. Wien'den bir "kara cisim'in sıcaklığıyla, onun yaydığı ışınlar arasındaki bağıntıyı belirlemesini istedi. Bilindiği üzere ısıtılan cisimler ısırdı. Sözgelimi bir bakır parçası morötesi ışınları yaymadan önce İlkin kızaracak, sonra akkor hale gelecektir. Bu aşamada cismin yaydığı maksirnurn ışınlar mora kayacaktır.

1900'da Berlin Üniversitesi profesörlerinden M. Planck bu problemi kuram yoluyla çözmeye çalışırken olanlar oldu. Planck'a göre kara cisim füzerine gelen bütün ışık, elektromagnetik dalgaları yutarak büyük enerjilere sahip olabilen cisim) ışıması-soğurması denen bu problem, gözlem ve deneylerle ancak şu şartta uyuşuyordu: Kara cisme ulaşan ya da ondan yayılan ışınların sürekli değil; aralıklı, kesik kesik enerji paketleri şeklinde olması gerekir.

Bu ifade açıkçası, klasik fizikte hep sürekli bir büyüklük olarak algılanan ve böylece işlemlere sokulan enerjinin aslında parçalı da olabileceğini söylüyordu. Bundan dolayı yeni bulguya "miktar parça" anlamında "kuantum1' denildi.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bunu kabul etmek için klasik bilim anlayışını bir tarafa bırakmak gerekliydi.' Bu nedenle, Planck bu varsayımı gönülsüz olarak ortaya koydu ve hesap hatasının söz konusu olabileceğini vurguladı.

Teorinin tarihsel gelişimi

Planck'ın bulgusundan 5 yıl sonra A.Einstein fotoelektrik etki olarak bilinen fizik olayını açıkladı ve Nobel ödülünü almaya da hak kazandı. Einstein'e göre ışıklı parçacıklar, frekanslarıyla orantılı olarak enerji taşır ve bu enerji metallerin elektronlarına aktarılabilirdi. Böylece vakum ortamda, ışık yoluyla metalden kolayca elektron sökülebilir, elektrik akımı iletilebilirdi. Işığın C.Huygens'den beri bilinen dalga yapısı bu olayı açıklayamazdı. Çünkü çok kısa bir sürede, ışığın frekansının büyüklüğüne bağlı olarak metalden elektron sökülmesi ancak ışığın tanecik şeklinde düşünülmesiyle mümkündü. Planck haklı çıkmıştı, kesikli büyüklükler (kuantlar) görüşü anlam kazanıyor, bilim adamları mikroskobik olayları düşünürken bu çözüm ihtimalini de göz önünde tutuyorlardı.

1906'da, E.Rutherford atomun yapısının araştırılması amacıyla yaptığı deneylerde, atomun Güneş Sistemi benzeri bir yapıda olduğunu ve merkezde (+) artı yüklü bir çekirdekle bu çekirdeği çevreleyen (-) eksi yüklü elektronlardan oluştuğunu ortaya koydu. Fakat bu şekilde açıklanmış bir atomda elektronların hareketi, klasik hareket denklemleriyle incelendiğinde ortaya çelişki çıkıyordu. Çünkü, bu durumda çekirdeğin çevresinde dolanan bir elektron, eninde sonunda çekirdeğe düşmeliydi. Bu doğruysa ne dünyanın ne de evrenin varolmaması gerekiyordu. Ortada, atom kalmıyordu. Bu sorunun üstesinden Danimarkalı genç bilim adamı N.Bohr geldi.Bohr elektronlar için atom çekirdeği etrafında belirli çembersel yörüngeler öngörüyordu. Bundan hareketle, açısal momentumun kuantalı, büyüklük olduğunu belirtiyor; Planck sabitinin (h), 2n'ye bölümünün tam katları şeklinde yörüngeler düşünüyordu. Kararlı yörüngedeki elektron bu yörüngeyi ancak enerji vererek ya da enerji alarak terkedebirdi. Bu geçişlerde enerjisi "hf" ile verilen fotonlar ısınıyor ya da soğuruluyordu. Bu ifade de fotoelektrik olaydaki gibi kuantalı enerjiyi Ön görüyordu, (h: panck sabiti; f: ışığın frekansı) Okullarımızda, geçerli atom teorisi olarak işlenen, Bohr'un bu bulgusu da kuantumluluk tezini destekliyordu.

Bohr'un atom teorisinin sonraları hidrojen ve hidrojen benzeri (son yörüngesinde bir elektron taşıyan) sistemler için geçerli olduğu gözlendi. Fizikçiler artık atomik düzeydeki yapılan açıklayabilmek için tek çıkar yol olarak kuantum teorisini kullanmaya devam ettiler. Dolayısıyla teorinin ana çatısı atomik yapıların gün ışığına çıkmasıyla oluşuyordu.

Atom teorisiyle alakalı bu gelişmeler sürerken 1922'de Amerikalı fizikçi H.Comptom, X ışınları üzerine yaptığı incelemelerde; "hf" enerjili olarak düşünülen fotonların serbest elektronlara çarptırılmasıyla bu ışınların "hf/c momentumlu olarak elektronlarla etkileştiğini gözlemledi. Bununla da kalmayarak, çarpışmadan sonra açığa çıkan ışının frekansının daha küçük olduğunu tesbit etti. Bu deney şunu kesin bir şekilde belirtiyordu ki mikroskobik sistemlerde kesikli paketçik yapıda çizgisel momentum öngörülebiliyordu. Bu da kuantumluluk hipotezine bir doğrulama getirmiş, teorinin tanımı genişlemiştir.

Almanya'da Göttingen Üniversitesi'nde araştırmacı olan W. Heissenberg, hocası M.Born ve arkadaşı P. Jordan ile birlikte çok elektronlu atomların açıklanması bağlamında "matris mekaniği" teorisini ortaya attı. Yine, 1923'de Paris Üniversitesi'ne verdiği doktora teziyle L. de Broglie, Heissenberg'in fikirlerini de destekleyerek yeni bir atom anlayışı gündeme getirdi: Elektronlar bir tanecik olarak değil fakat dalga olarak yorumlanmalıydı. Böylece, çekirdeğin çevresinde dolanan her tam dalga ancak belli bir yörüngeye rastgeliyor ve neden elektronların belirli yörüngelerde dolandığı bütünüyle açığa çıkıyordu. Bohr'un farkında olmadan, sezgisiyle teorisinde söz ettiği belirli yörüngeler çıkarımı böylece doğrulanmış oluyordu. Bu durumda enerjinin kuantumlu olmasına ek olarak çizgisel momentum gibi açısal momentumun da kuantumlu bir büyüklük olabileceği resmen ispatlanıyordu.

1926'da E.Schrödinger, de Broglie tarafından yorumlanan dalga teorisini tanımlayan dalga denklemini makaleler halinde açıkladı. Fizikte, bir kuramın anlaşılabilirliği, gözlenebilirliği ve uygulanabilirliği çok önemlidir. Bu nitelikleri taşıyan dalga denklemi ve dalga görüşü fizikçiler arasında çok çabuk kabul gördü. Fakat bir yandan da nasıl olup bu dalgaların tanecik gibi, Geiger sayacında tıklamalar oluşturduğu bir sorundu. Bohr, bu problemi elektronların dalga şeklinde nitelendirilmesinin ancak soyut olarak geçerli olabileceği fikrini ortaya atarak, çalışmalarda gerektiğinde dalga Özelliğinin gerektiğinde de tanecik özelliğinin kullanılması gerektiğinin altını çizerek çözümledi.



Kuantum teorisinin felsefesi

Ünlü kuramcı Bohr, "Kuantum teorisiyle şok olmayan kimse, onu anlamamıştır" der. Gerçekten de matematiksel olarak açık bir şekilde ifade edilmesine karşın bu teorinin felsefi alanda yorumlanması ve oluşturduğu problemlerin çözümlenmesi bir hayli zor görülüyor.

Kuantum teorisi bilime ve doğaya farklı bir bakış açısı getirmiştir. Şimdi, bu yenilikleri görebilmek için klasik ve kuantumlu anlayışın belli başlı özelliklerini ortaya koyalım. Öncelikle klasik fiziğin felsefi dayanaklarına bakarsak:

1) Klasik fizikte, bir cismin hızı, ivmesi, enerji ifadeleri gibi tüm nicelikler cismin konumunun zamana göre diferansiyelleri ile ifade edilir.

2} Yukarıda sözü edilen momentum. enerji gibi fiziksel büyüklüklerin bütün olarak ele alındığı görülür.

3) İrdelenen olaylar belli bir kesinlik, belirlilik taşır ve istenilen doğrulukta ve aynı anda bütün fiziksel büyüklükler ölçülebilir.

4) Evrenin geçmişinde oluşan olaylar incelenerek, geleceğe ilişkin bir yordama yapılabilir. Sözgelimi, Jüpiter Gezegeni şu zamanda, yörüngesinin şurasında ve bize bu kadar uzaklıkta olacaktır, denilebilir. Gözlem ve deneylerde küçük hatalar çıkabilme olasılığına karşın tahminlerimiz büyük ölçüde doğrulanır.

5) Klasik fizik ile incelenen her sistem ya da olay birbirinden bağımsız olarak düşünülür; bu sistemi oluşturan ve birbiri İle iletişim olanağı bulunmayan varlıklar bütünüyle ayrı olarak ele alınır.

6) Klasik olarak incelenen olay, gözlemci ve kullanılan deney aleti ile değişiklik göstermez.

Kuantum görüşünün kabul edilen temel olguları ise:

a) Olayların incelenmesinde kompleks yapıda ve bir olasılık denklemi olan Schrödinger dalga denklemi kullanılır. Bu denklemden vj/ dalga fonksiyonu bulunup işlemlerde konarak, konum, momentum ve diğer nicelikler elde edilir.

b) Fiziksel nicelikler kesikli parçalı yapıda ele alınır.

c) Kuantum teorisi fiziğe kuşku götürmez bir biçimde belirsizlik (indeterminizm) olgusunu sokmuştur.

d) Parçacıklar söz konusu olduğunda her büyüklük olasılıklarla belirlenir ve gelecekle ilgili tahminler olasılıklara dayanarak yapılabilir. Örneğin ışığın yapı taşı olan fotonların, uzayda bir yerde bulunması ancak olasılıklarla belirlenir.

e) Birbiriyle hiç iletişim olanağı bulunmayan iki varlık arasında "bağlılaşım-correlation" görülebilir. Örneğin aynı kaynaktan çıkan fotonların karşıt doğrultularda göstermiş olduğu davranışları, birbiri ile uyuşum halindedir.

f) Kuantumda; gözlemci, gözlenen ve gözlem aleti birbiriyle bir bütünlük oluşturur. Bunlar birbirlerinden ayrı düşünülemez.

Görüldüğü gibi klasik fizik ile kuantumcu düşünce birbirinden bir çok noktada farklılık gösterir. Bu farklılıklar ayrıntılı olarak göz önüne alındığında şu yorumlar yapılabilir:

Kuantum teorisinin önemli buluşlarından birisi belirsizlik bağıntısıdır. 1927'de Heissenberg tarafından ortaya konulan bu bağıntıya göre mikro boyutta tanımlı bir parçacığın, eş zamanlı olarak konum ve momentumunun tesbit edilmesi en az Planck sabit (h) kadar bir hata içerir. Aynı olgu eşzamanlı olarak, parçacığın enerjisi ile bu enerjiyi taşıdığı zaman için de söz konusudur. Örneğin bir elektronun bulunduğu uzayda konumunun tesbiti İçin, elektronun üstüne büyük frekansta ışık göndermeliyiz. Aksi halde elektronu gözlemleyenleyiz. Bu durumda yüksek frekanslı ışık elektronun konumunu belirler. Ancak elektrona bir hız verir. Dolayısıyla konumun belirlenmesiyle beraber parçacığın hızını ve momentumunu yitirmiş oluruz . Tersi olarak; elektronun momentumunu belirlemek İçin küçük frekanslı ışık kullanırız, bu durumda da konum belirlenemez.



İkinci önemli bulgu da "dalga/parçacık dualite'dir. Huygens'ten beri ışığın kırınım ve girişim yaptığı biliniyordu.Örneğin ışık Young deneyi düzeneğinden geçirilirse karşıdaki ekranda aydınlık-karanlık noktalar oluşur. Yani girişim yapar. Yine yarım bardak suya sokulan bir kalemin kırık olarak algılandığı görülür. Bu gibi olayların hepsi ancak dalga modeliyle açıklanabilir. Einstein'ın fotoelektrik olayını açıklamasından sonra ışığın parçacıktı yapıda olması gerektiği bulundu. Yine ışığın cisimler üzerine uyguladığı anlık basınçlar ve Geiger sayacında göstermiş olduğu etkiler bunu destekler. Sonunda Bohr, "Işığın dalgacık mı tanecik mi olduğunu belirlenmesi ancak gözlemcinin sorduğu soruya göre cevaplanabilir" diyerek gözlemcinin de vazgeçilmez biçimde teoride yerini alması gerektiğini belirtir.

Amerikalı J.Davisson ve L.Germer adlı bilim adamları elektronların da hızlı olarak bir kristal katıya çarptırıldıklarında dalga özelliği gösterebileceğini buldular. Böylece düalite yalnızca ışık (elektromagnetik dalga) İçin geçerli değil aynı zamanda maddesel parçacıklar için de geçerliydi. Bu da Broglie'ın öne sürdüğü elektronlar için dalga yapısının deneysel bir ispatıydı, aynı zamanda Kuantum teorisindeki düaliteyi, 1915'te, X ışınlarıyla yaptığı çalışmalarından dolayı Nobel ödülü alan VV.Bragg şöyle belirtiyordu. "Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri parçacık kuramını; Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri dalga kuramını öğretiyorum."

Diğer önemli yenilik ise olasılık kavramıdır. Bir parçacığın bir uzay bölgesinde bulunması ancak olasılıklarla bellidir. Parçacığın konumu için kesin koordinatlar verilemez. Born bu düşünceden hareketle Schrödinger'in ortaya attığı dalga fonksiyonunu yorumlamış ve y ile gösterilen bu kompleks fonksiyon için, uzayda bir noktada beili bir anda hesaplanan dalganın genliğinin karesinin, parçacığın o noktada o anda bulunması olasılığını verdiğini belirtmiştir.

Belirsizlik ilkesi , dualite, olasılık tanımı ve gözlemci-gözlenen bütünlüğü kuantum mekaniğine, Kopenhag yorumu olarak girmiştir ve tartışmalara rağmen halihazırda kuantum teorisinin en etkin yorumu olarak karşımıza çıkar. Kuantum felsefesinin ..sorunlarına bakıldığında önemli tartışmaların temelde, Young deneyinin yorumlanmasından kaynaklandığı görülür. Bilim adamları, fotonların iki ayrı delikten geçişinin mantıksal olarak nasıl algılanması gerektiği üzerinde durarak; fotonlarla gözlemci arasındaki ilişkiyi aramaktadırlar.

Bohr ve Kopenhag ekolü savunucuları fotonların, iki ayrı delikten geçmelerini iki ayrı dünyada hareketleri olarak düşünüyor. Onlara göre girişim bu birbirinden tamamen iki ayrı iki dünyadan her-birinin birlikte hazırlanarak birbirinin üstüne çakış-masıyla ve birbirlerini bütünleştirme siyle oluşur. Dolayısıyla sonuçta her iki dünyanın hakiki bir melezi oluşur. Başta Einstein olmak üzere pek çok fizikçiye bu melez-bütünleyici dünya yorumu pek sıcak gelmedi. 1935'te "Schrödinger kedisi" yorumu ortaya atıldı. Bu görüşe göre her an zehirlenmesi tehlikesi olan bir kedi kapalı bir kutudadır. Gözlemciye göre bu kedi her an ölü ya da diri bir halde bulunmalı, iki ayrı olasılık eşit olarak göz önünde tutulmalıdır. Bu aynı zamanda Young deneyinin iki ayrı delikle oluşturulan farklı dünyalarına benzer. Farklı nokta ise; kedinin ölü ya da diri olduğunu kesin belirleyene kadar kedinin iki durumunun da yan yana bulunduğunun öne sürülmesidir. Yani kedi, yarı canlı-yarı ölüdür, aynı zamanda.

Başka bir yorum da Everett'ten 1957'de gelir. Ona göre, birçok gözlenemez paralel evren mevcuttu. Bunlara Everett, "alternatif kuantum dünyaları" diyordu. Bütün olaylar bu dünyaların birinde, olasılıkların hepsi gerçekleşecek biçimde olmaktadır. Sonuçta bütün olasılıklar evrende varoluyordu. Zaman ilerledikçe daha pek çok yorum ortaya atıldı. Bunların içinde Wigner Gellmann, Bohm, Penrose gibi fizikçilerin yorumlarını saymak mümkün.

Kuantum ve bilim

Kuantum teorisinin ortaya koyduğu yeniliklere göre klasik fizikten farklı olarak doğanın bir bütünlük içinde ele alınması gerektiği belirtilir. Özellikİe gözlemcinin ve gözlenenin birbirini bütünleyici unsurlar olarak nitelendirilmesi fotonların, elektronların ve diğer parçacıkların birbirine bağımlı hareket etmeleri bu bütünlüğü ortaya koymaktadır.

Kuantum teorisinin doğuşundan günümüze gelene kadar ki sürecine bakıldığında bu teorinin, fiziğin uygulamalı bir dalı olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Sayısız deneyler yardımıyla kuantum teorisinin genel esasları ortaya konabilmiştir. Diğer yandan Young deneyi problemi gibi gözlemci, gözlenen, zaman kavramları üzerinde net bir felsefi çözüme gidilememiştir. Felsefi çatıdaki eksikliklere rağmen, kuantum teorisinin varlığıyla laser, elektron mikroskobu, transistor gibi çok kullanışlı ve insanlığın bilimsel teknolojik ilerlemesine ışık tutabilecek araçlar elde edilebilmiştir. Yine atom ve çekirdek yapısı, elektriğin nakli, katıların mekanik ve ısıma özellikleri gibi fenomenler çırpıda açıklanmıştır.

Öyle görülüyor ki bilim adamlarının tüm evreni tanımlayan bir teoriye varması başka bir deyişle fiziğin tamamlanması daha çok uzun zaman alacak gibi ama kuantum teorisinin bu yolda daha pek çok işi halledeceği açıkça ortada.


6940
Fizik / Fotoelektrik Olayı
« : Eylül 13, 2007, 05:58:52 ÖS »
Bu operasyon x-ışını yaratmanın tam tersi gibi de görülebilir. Fotoelektrik tüpün içi elektronların geçişinin kolay olması amacıyla vakumlanmıştır. Işık tüpe girip metale çarpınca plaka elektron yayar. Sonra bu elektronlar küçük bir potansiyel fark sayesinde toplayıcı çubuğa atlar ve akım oluşmuş olur. Yayılan elektronlara fotoelektronlar denir. Aslında bu olay tipik bir foton emme durumu gibi de görülebilir.



Bir fotosel devresinde gelen elektronlar metal plakanın elektronları tarafından emilir ve eğer gelen elektronların metal plakadaki elektronları koparacak kadar enerjisi varsa fotoelektrik olayı olur.

Bir Atomu Nasıl Uyarırız
Bu arada elektronların metallerden koparılması için ufak enerjiler yeterlidir (Bilhassa, dış yörüngelerinde sadece 1 elektron bulunduran 1A elementleri, alkali metallerden). Metaller iletkendir ve elektronların hareketine izin verirler. Metallerin elektriği nasıl ilettiğini açıklayan, serbest elektronlar teorisine göre elektronları metalden koparmak fazla enerji gerektirmez.


6941
Fizik / Dalton Atom Kuramı
« : Eylül 13, 2007, 05:57:32 ÖS »
Dalton Atom Kuramı, 19. yy’a gelindiğinde fizikçilerin ilgi alanı hala kuvvet, itim ve çekimdi. Yani fizikçilerin atoma pek gereksinimi yoktu. Ya kimyacılar? Kimyasal tepkimeleri anlamaya çalışan kimyacılar atom daha çok ilgi duyuyordu. Gerçekten 19. yy’da atom kuramının canlanmasını sağlayanlar kimyacılardı.

Şöyle soralım: Dalton, 19. yy başında,1803’te, “atomun varlığı”nı ileri sürerken kanıt olarak neleri göstermiştir? Bunu kavrayabilmek için kimyanın temel birleşme yasalarını anımsamalıyız. Çünkü John Dalton (1766-1844) “atomun varlığının kanıtları” olarak bu yasaları göstermiştir. Bunlar kütlenin korunumu,sabit oranlar ve katlı oranlar yasası adıyla bilinir.

19. yüzyıl, aslında atomla açıldı. John Dalton, 1803-8 arasında atomun varlığının kanıtlarını açıkladı ve bilimsel anlamdaki ilk atom kuramını geliştirdi. Dalton, kimyasal tepkimelerdeki kütlenin korunumu (Lavoisier ve Lomonosov), bileşiklerin oluşmasında sabit kütle oranının varlığı (Joseph Proust), katlı oran yasası(John Dalton) gibi denel sonuçları başarıyla yorumladı ve bu sonuçların (yasaların) ancak atomun varlığıyla kavranabileceğini gösterdi.

Joseph Proust ise 1799’da yaptığı bir yayında kimyanın diğer büyük bir yasasını açıkladı. Buna kimyacılar, sabit kütle oranları yasası der. Bu yasa şöyle der: Belirli bir bileşiği oluşturan elementler, daima belirli ve sabit olan bir kütle oranında birleşir. Örneğin su oluşurken diyelim 30 gram hidrojen ile 70 gram oksijen ya da başka bir oran değil;ama daima kütlece yüzde 11.19 hidrojen ve yüzde 88.81 oksijenden oluşur.

1803’te John Dalton, katlı oranlar yasası denen yasayı buldu. Bu yasa sabit oranlar yasasının atomik oran düşüncesine daha kesin bir destek veriyordu. Çünkü iki element arasında iki ve daha çok bileşik oluşuyorsa,elementlerden birinin kütlesi sabit tutulduğunda onunla birleşen ikinci elementin kütleleri arasında basit tam sayılı bir oran vardı. Buradaki kütle terimleri atomları anlatıyordu. “Basit, tam sayılar” atomların oranıydı. İşte Dalton’un vardığı sonuçlar:

1. Her element atom adı verilen çok küçük ve bölünemeyen taneciklerden oluşmuştur. Atomlar kimyasal tepkimelerde oluşamazlar ve bölünemezler. “Atomu parçalayacak adam yoktur” diye de ekleyivermişti. Kimyacıların da hata yaptıkları bir gerçektir!

2. Bir elementin bütün atomlarının kütlesi (ağırlığı) ve diğer özellikleri aynıdır. Fakat bir elementin atomları diğer bütün elementlerin atomlarından farklıdır.

3. Kimyasal bir bileşik iki ya da daha çok sayıda elementin basit sayısal bir oranda birleşmesiyle oluşur. Örneğin bir atom A ve bir atom B, AB ya da bir atom A ile iki atom B yani AB2.

18.yy kimyacılarının en büyük başarılarından biri, atmosferin homojen bir ortam olmadığını, oksijen ,azot (nitrojen), su buharı ve belki de başka şeylerin oluşumundan oluştuğunu keşfetmeleriydi. Ama atmosferin değişmez bir bileşim olduğu anlaşılınca,bütünlüğü ve kalıcılığına ilişkin sorular anlamsızlaşıyordu. Bununla birlikte.Dalton, atmosferin yoğunlukları farklı olan üç ya da daha fazla esnek akışkandan oluştuğunu öne sürünce,aynı sorular yeniden ele alınabilirdi. En yoğun gaz üstte ve en seyrek gaz altta olmak üzere niçin ayrı düzeyler oluşmuyordu? Bir Newtoncu olan Dalton, Principia’yı açtı ve orada Newton’ın ‘atmosfer,birbirini iten küçük parçacıklar ya da atomlardan oluşur’ dediğini gördü. Dalton buna ‘bir atom kendi türünden olan atomu itmez, başka tür atomları iter’ varsayımını ekledi. Zafer kazanmış tavrıyla sonuca varıyordu: “ Bu, gazların spesifik çekimleri ne olursa olsun bir gazın diğerinin içine işlemesi içindir.”

Dalton, atom kuramına asıl özgün katkısını henüz yapmamıştı. Bunlar yine belirli bir bilimsel sorundan ötürü ortaya çıkıyordu. Geleneksel atomcular ,atomun biçimi ve boyutları üzerinde yoğunlaşmaya eğilimliydiler. Ne var ki bunun,şu soruyu sorarken Dalton’a pek yardımı dokunmayacaktı: “Niçin su diğer gazlar gibi kütlesini kabul etmiyordu? “ Niçin su,örneğin azot oksiti, nitrojen ya da hidrojenden daha fazla miktarlarda içine alıyordu? Dalton’a göre bunun nedeni tepkimenin, ‘çeşitli gazların temel parçacıklarının sayısına ve ağırlığına bağlı olmasıydı’,en hafif olan en az soğurulabilendi. Bu, Dalton’I atım ağırlıklarıyla ilgilenmeye yöneltmeye yetmişti. Dalton, önceki birkaç varsayıma dayanarak,oksijen ve hidrojen elementlerinin görece ağırlık oranlarının 7:1 olduğu sonucuna vardı ve bu temele dayanarak kimyasal bileşimin temel yasaları üzerinde çalışmaya başladı.

Buna karşın atomculuk, kimyacılar arasında bile dikkate değer bir direnişle karşılaştı. Birçok bilgin,kimyager ve filozof,algılanamaz ve bölünemez parçacıkların varlığını kabul edemiyordu.William Whewell, Philolosophy of the Inductive Science ( 1840) çalışmasında bunun bilimin, kimyasal deneyimin sonucu değil, metafiziğin sonucu olduğunu iddia ediyordu:

“ Ama eğer atomik kuram öne sürülecekse.. ki buna göre kimyasal elemetler bölünemeyen parçacıklardan oluşmaktadır,şunu belirtmeden geçemeyiz ki, kimyasal araştırma bunu kanıtlamamıştır ve hatta hiçbir doyurucu kanıt ortaya koyamamıştır.”

Benzer biçimde büyük kimyacı F.A. Kekule 1867’de şöyle direnebiliyordu: “Atomların varolup olmadığı sorusu kimyasal bakış açısıyla hiçbir önem taşımamaktadır;bu tartışma metafiziğe ait bir tartışmadır.”

Kimyagerlerin atomculuğa olan bu açık kayıtsızlıklarının bir nedeni de kimyasal tepkimeleri açıklamanın,kimyasal denklemlerin dili gibi başka yollarının da olmasıydı. Dönemin ders kitaplarında örneğin denklem tabloları şöyle sunuluyordu:” Kimyasal denklemler yalnızca birbirine bağlanan maddelerin göreli niceliklerini temsil eder.” Ya da bir bilim sözlüğünde açıklandığına göre şöyleydi: “ Nesnelerin,bileşimindeki yerleri değiştirildiği zaman eşit olabildikleri söylenmektedir.”

Örneğin: " Deneyler sonucunda… Çeşitli metallerin değişik ama belirli ağırlıklarının birbirinin yerine geçebildikleri anlaşılmıştır. Cıva ağırlığından 100 ölçü, 31.7 bakır, 32.5 çinko ve 1 ölçü hidrojen 35.5 ölçü klorla yaptıkları bileşimde birbirlerinin yerine geçme durumundadırlar.”

Böylece Dalton ve diğer atomcular ikili bir bileşik olan suyu,bir hidrojen atomu ve ondan yedi kat daha ağır bir oksijen atomunun oluşturduğunu düşünürken,diğerleri oksijen ağırlığında yedi birimin bir birim hidrojenle birleşerek birim su oluştuğunu düşünüyorlardı. Belki de kolaylık olsu diye oksijen ve hidrojen atomlarından söz edilebilirdi ama ısrar edildiğinde bunun yalnızca kimyasal deneylerden söz etmenin daha kolay bir yolu olduğunu söylerlerdi

6942
Fizik / suyun kaldırma kuvveti
« : Eylül 13, 2007, 05:42:04 ÖS »
suyun kaldırma kuvveti, Arşimet tarafından farkedilen ve ileri sürülen bir ilkeyle, suyun kaldırma kuvveti açıklığa kavuşmuştur. Su kendi yoğunluğundan da az yoğunluğa sahip olan cisimleri, yüzeyine doğru itmektedir. Yoğunluk farklılıklarından ortaya çıkan itme kuvveti etkisiyle cisim yüzmeye başlar. Burada her ne kadar gemi ve deniz mühendisliğinin alanına girdiğinden, örnek su olarak alınmışsa da bu ilke sıvılar için genel kuraldır.

Yoğunluk karşılaştırması basit şekilde söyle yapılabilir: Elinize alacağınız bir kabı taşana kadar doldurun. Tabi önce o kabı da ondan daha büyük olan başka bir kaba koyun. Sonrada yüzebilecek herhangi bir cismi kaba atın. Büyük kapta biriken taşma suyu, varsa bir ölçekle (çamaşır makinesi toz ölcüsü veya ölçekli şu sürahisi de olur) hacmini, bir teraziylede ağırlığını ölcün. Sonra bir bölme işlemiyle ağırlığını, hacme bölün. Bulduğunuz o rakam kabaca o cismin yoğunluğunu verir. Bu sayı birden küçükse kaba attığınız çisim şu an suda yüzüyor durumdadır. Birden büyükse suya batmıştır. Anlaşılacağı gibi içme suyu kullandığımız düşünülmüştür ve içme suyunun yoğunluğu 1'dir.

Aslında bu doğal olay yüzmenin de nasıl gerçekleştiğini ortaya koyar. Arşimet bu deneyi aynı büyüklükteki iki altın parçayı terazinin iki koluna bağlayıp birini suya batırarak yapmıştır. Yukarıda açıklanan kendi bulduğu yöntemle altınların ikişide gerçekse yoğunluklarının aynı kalacağını, biri farklı karışımlardan oluşan altınsa yoğunluk farkıyla ortaya çıkacağını ileri sürmüş ve kanıtlamıştır.

6943
Fizik / Elektrostatik
« : Eylül 13, 2007, 05:33:21 ÖS »
GİRİŞ

Elektrik hakkında bilgi milattan 600 sene önce bir kumaş parçasına sürtülmüş ebonit çubuğun saman parçasını çekmesi olayının Thales tarafından gözlenmesi ile başladığı söylenir.
İki cins elektrik yükünün varlığı aşadaki deneyler sonucu anlaşılır. Cam çubuk ipek kumaşa sürttükten sonra ipek iplikle asılır. İkinci bir cam çubuğu da yine ipek kumaşa sürtükten sonra birincinin yakınına asılırsa, çubukların birbirlerini ittiği görülür.
Bu yolla bütün maddelerde ancak iki türlü elektrik yükü elde edileceği görülür. Bunlardan çam çubukta oluşan elektrik yüküne pozitif, ebonit çubukta oluşan elektrik yüküne de negatif yük denir.
Pozitif ve negatif sözleri dile uygun geldiği için adlandırma şeklidir. Matematik işaretlendirme ile bir ilgisi yoktur.
Elektrik yüklerinin kaynağı atomun yapısında bulunan elektron ve proton denilen parçacıklardır. Atomun çekirdeğinde buluna proton yüküne pozitif (+).çekirdek çevresinde belli yörüngelerde dolanan yüküne ise negatif (-) yük denilmiştir. Deneylerde bir elektron yükünün en küçük yük olduğunu göstermiştir. Bundan dolayı bir elektronun yükü birim yük olarak seçilmiştir. Adına ise elementer yük (e.y.) denilmiştir.

TANIMLAR

Nötr (Yüksüz) Cisim

Elektron sayısı proton sayısına eşit olan atoma nötr atom, atomları nötr olan cisme ise nötr cisim yada yüksüz cisim denir. Yüksüz cisim denildiğinde üzerinde hiç yük yok anlamında değildir. Pozitif yüklerin negatif yük miktarına eşit olması demektir.

Pozitif Yüklü Cisim

Üzerinde pozitif yük fazlalığı olan cisimlere pozitif yüklü cisimler denir. Bu tür cisimler herhangi bir yolla elektron kaybetmemişlerdir ve (+) yük fazlalığı olmamıştır.

Negatif Yüklü Cisim

Üzerinde negatif yük fazlalığı olan cisimlere negatif yüklü cisimler denir. Bu tür cisimler herhangi bir yolla elektron kaybetmişlerdir ve (-) yük fazlalığı oluşmuştur.



İletken ve Yalıtkan

Elimizle tuttuğumuz metal bir çubuğu kürke sürtüğümüzde elektriklenmediğini gözleriz, ancak metal çubuğa camdan ya da plastikten yalıtkan bir sap yapıp bu saptan tutarak elimizi çubuğa hiç değdirmeden kürke sürtüğümüzde metal çubuk eletriklenir. Önceki durumda metaldeki yükler insan vücudundan toprağa aktığından metal çubuk yüklenmemiştir. İşte metaller, insan vücudu ve toprak gibi cisimler elektriği ilettiğinden bunlara iletken denir. Plastik cam mika ve bunun gibi maddeker elektriği iletmediğinden yalıtkan maddelerdir.
Genel olarak metaller iyi bir iletkendir. Metal olmayan maddeler ise yalıtkandır. Gerçekte tam bir yalıtkan madde yoktur.

Yarı İletkenler

Elektriği iletmeleri bakımından iletken ile yalıtkan arasında bir özellik taşırlar. Bir yarı iletkenin sıcaklığı artırıldığında iletken duruma geçebilir. Elementlerden Silisyum ve Germanyum en çok bilinen yarı iletkendirler.

Elektriklenme Çeşitleri
Sürtünme ile elektriklenme
Dokunma ile elektriklenme
Etki ile elektriklenme
1-Sürtünme ile Elektriklenme

Uygun seçilmiş iki cisim birbirlerine sürtüldüğünde biri elektron vererek (+) yükle yüklenir, diğeri de onun verdiği elektronu alarak(-) yükle yüklenir.Kuru ipek beze
Sürtülen cam çubuk elektron vererek (+) yükle yüklenirken, ipek kumaş(-) yükle, kürkte(+) yükle yüklenir.
Sürtünen cisimlerden birinin kaybettiği elektron sayısı diğerinin kazandığı elektron sayısına eşit olduğundan toplam yük miktarı sabit kalır. Sürtünme yoluyla elektriklenmiş bu iki cisim tekrar birbirine dokundurulursa nötr hale geçer.

2- Dokunma ile Elektriklenme

Herhangi bir nötr madde de eşit miktarda pozitif ve negatif yük vardır. Bu sebeple nötr bir madde normal halde bir elektrik etkisi göstermez. Pozitif ve negatif yükler arasındaki eşitlik herhangi bir yolla bozulacak olursa cisim yüklenmiş olur.
Aşağıda şekil I’de yüklü K çubuğunu nötr L küresine dokundurursak, K çubuğunda bir miktar (-) yük küreye geçerek kürenin yüklenmesine neden olur.
Eğer K çubuğu (+) yüklü olsaydı, bu yükler küreden bir kısım(-) yükleri çekecekti ve kürede (+) yük fazlalığı oluşucaktı. Daha sonra çubuk uzaklaştırılınca küre (+) yükle yüklenmiş olur.burada şu sonuçlar çıkarılabilir.
Elektrik yüklü bir cisim nötr bir cisme dokundurulduğunda, onu da aynı tür
elektrik yüküyle yükler. Bu tür elektriklenmeye dokunma ile elektriklenme denir.
Yüklü iki cisim birbirine dokundurulduğunda, toplam yük korunur. Bu toplam
Yükü cisimler aralarında kapasitelerine göre paylaşırlar. Bu durumda cisimler, dokunmadan önce, eşit ve zıt yüklü nötr olurlar. Aksi halde mutlaka her ikisi de aynı cins yükle yüklenirler. Birbirine dokundurulan cisimlerin zıt yükle yüklenmeleri mümkün değildir.
3- Dokundurulan cisimler küre ise, küreler yükleri aralarında yarıçaplarıyla doğru orantılı olarak paylaşırlar. Çünkü kürelerin kapasiteleri yarı çaplarıyla doğru orantılıdır. Küreler özdeş iseler, toplam yükü eşit olarak paylaşırlar.
4- Yük miktarları ile yarı çaplar orantılı değilse, önce yarıçap başına yük bulunur. Yarıçap başına düşen yük, toplam yükü eşit olarak paylaşırlar

qr=q1+q2+...qn / r1+r2+...rn

Daha sonra bu yarı çap başına düşen yükü, herbirinin yarı çaplarıyla çarparak küreleri son yükleri ayrı ayrı bulunur.

Formül : q’1=(q1+q2/r1+r2).r1 , q’2=(q1+q2/r1+r2).r2



3- Etki ile Elektriklenme
İletken cisimlere yüklü cisimler dokundurmadan sadece yaklaştırılıp etki ettirmek suretiyle elektrikleyebiliriz. Aşağıdaki şekilde birbirine değmekte olan K ve L iletken çubukları yalıtkan ayaklar üzerinde durmaktadırlar.K çubuğun ucuna (+) yüklü bir küre aşağıdaki şekildeki yaklaştırılıyor. Küredeki (+) yükler, K cisminin içindeki bazı(-) yükleri uca doğru çekecek ve çekilen elektronların yerine (+) yük fazlalığı oluşacağından bu (+) larda biraz ilerden (-) yükleri çekecektir. Bu olay (-) yüklerin en son uçtan çekilinceye kadar zincirleme devam eder. Sonuçta (+) ve (-) yükler gruplara ayrılmış olur.
Daha sonra küre uzaklaştırılmadan, K ve L çubuklarının yalıtkan ayaklarından tutulup ayrıldığında ve kürenin de uzaklaştırılması sonunda yükler kendi içinde homojen olarak dağılacak ve yüklenmiş olacaktır. Bu tür yüklenmeye etki ile yüklenme denir.
Etki ile elektriklenmede K ve L cisimlerinin kapasiteleri ne olursa olsun mutlaka eşit ve zıt yükle yüklenirler. Çünkü bir taraftan çekilen elektron miktarı kadar diğer tarafta pozitif yük fazlalığı oluşacaktır.

Şimdi tek bir cismin etki ile nasıl yükleneceğini görelim. Nötr bir küreye, (-) yüklü bir çubuk aşağıda şekil 1 deki gibi yaklaştırırsak kürenin yükleri etki ile gruplara ayrılır. Bu durumda (-) yüklerin toplanacağı yerden küre iletken bir telle toprağa bağlanırsa (-) yüklerin bir kısmı toprağa kadar itilir. Daha sonra toprak bağlantısı kesilirse kürede (+) yük fazlalığı oluşturulmuş olur. Sonuçta çubuk uzaklaştırılırsa, (+) yük küreye homojen olarak dağılır. Küre etki ve topraklanma yoluyla yüklenmiş olur.

Negatif yüklü bir cisim iletken bir telle toprağa bağlarsak, cismin üzerinde fazla (-) yükler toprğa akar. Bu akma işi nötr oluncaya kadar devam eder.

Pozitif yüklü bir cismi iletken bir telle toprağa bağlarsak, (+) yükler hareket edemeyeceğinden topraktan (-) yük çekilir. Cisim nötr oluncaya kadar (-) yük çekilmesi devam eder. Dolayısıyla toprakla bağlantısı olan cisimler nötrdür. Tankerlerin arkasına bir ucu yerde sürüklenen zincirin bağlanması, oluşan statik yüklerin toprağa akmasını sağlamak içindir. Bu da kıvılcımla yangın çıkma olasılığını azaltır.

ÖRNEK :
Yalıtkan ayak üzerinde birbirine değen nötr K ve L kürelerinden K topraklanmıştır. L küresine (-) yüklü bir çubuk yaklaştırılıyor. Önce toprak bağlantısı kesiliyor.
Sonra;
Çubuk uzaklaştırılmadan K ve L küreleri birbirinden ayrılırsa,
Çubuk uzaklaştrıldıktan sonra K ve L küreleri birbirinden ayrılırsa
Yük durumları nasıl olur?

ÇÖZÜM :
Başlangıçta nötr olan K ve L kürelerinden L ye (-) yüklü çubuk yaklaştırılırsa, L küresindeki bir kısım (-) yükler K küresi üzerinden toprağa kadar itilir. Bu durumda L küresinin çubuğa bakan yüzünde (+) yük fazlalığı oluşur. K küresi ise nötr durumdadır. Toprak bağlantısı kesildikten sonra çubuğu uzaklaştırmadan kürelere ayırırsak K nötr, L ise (+) yüklü olur.
Toprak bağlantısı kesildiktan sonra, önce çubuğu uzaklaştırıp sonra küreleri ayırırsak, durum farklı olur. Çubuğun uzaklaşması durumunda L deki mevcut yük küreler arasında paylaşılır. Yani L küresindeki (+) yükler, K den (-) yükler çekerek sonunda (+) yüklenmesine neden olur. Daha sonra küreleri ayırırsak her iki kürede, (+) yükle yüklenmiş olur.



ELEKTROSKOP

Bir cismin yüklü olur olmadığını, yüklü ise hangi cins yükle yüklü olduğunu anlamaya yarayan alete elektroskop denir. Aşağıda şekil 1 de görüldüğü gibi metal bir topuz ve buna bağlı olan iletken bir çubuk, çubuğun ucunda ise açılıp kapanabilen gümüş ya da altında yapılmış ince iletken yapraklar vardır. Elektroskop rüzgardan ve havadaki iyonlardan etkilenmemesi için cam fanus içine alınmıştır.
Elektroskop yüksüz iken yapraklar tamamen kapalıdır. Yüklendiği zaman ise yapraklar aynı cins yükle yükleneceğinden birbirini iterek açılır.
Yapraktaki yük miktarları ne kadar fazla ise açıklık o kadar fazladır. Yani yapraklardaki yük miktarı artıkça yük miktarı açıklık artarken, yük miktarı azaldıkça açıklıkta azalacaktır.
Aşağıda şekil 2 de K cismi nötr elektroskoba dokundurulduğunda yapraklar açılmıyorsa cisim yüksüz, yapraklar açılıyorsa K cismi yüklü demektir. Çünkü dokunma ile elektriklenme sağlanarak yapraklar açılmaktadır.
K cisminin yükünün türünü anlamak için, yüklü bir elektroskoba yaklaştırmamız gerekir. Eğer cisim şekil 3 (a) daki (-) yüklü elektroskopun topuzuna yaklaştırıldığında yapraklar biraz açılıyorsa yapraklardaki yük miktarı artmış yani topuzdan yapraklara (-) yük gelmiş demektir. Bu da K cisminin (-) yüklü olmasıyla mümkündür. Şekil 3 (b) deki gibi yapraklar biraz kapanıyorsa, yapraklardan topuza (-) yük gelerek yaprakların yük miktarının azalmasına neden olmuştur. Bu da K cisminin (+) yüklü olmasıyla mümkündür.
O halde yüklü bir cisim, yüklü elektroskopun topuzuna yaklaştırıldığında yapraklar biraz açılıyorsa cisim elektroskopla aynı yüklü, yapraklar biraz kapanıyorsa elektroskopla zıt yüklü demektir.
Nötr elektroskoba, (+) yüklü K cismi yaklaştırıldığında, yapraklardan (-) yükleri topuza geçer ve etki ile elektriklenme meydana gelir. Topuz (-) yüklenirken, yapraklar ise (+) yükle yüklenerek açılır. Nötr elektroskoba (-) yüklü L cismi yaklaştırıldığında etki elektriklenme olur ve topuz (+), yapraklar ise (-) yükle yüklenir.
Yüklü bir cisim yüklü bir elektroskoba dokundurulduğunda yaprakların hareketi için neler olacağını inceleyelim. Bu durumda neler olacağını anlamak için elektroskobun ve dokundurulan cismin yükünün türü ve miktarının bilinmesi gerekir. Bazı sorularda da kapasitelerinin de bilinmesi gerekir.








Yukarıdaki şekilde K cismi ve elektroskoba değişik miktarlarda yük değerleri verilerek ve birbirine dokundurulularak, yapraklardaki değişmeleri inceleyelim.
K cismi +q elektroskop ise –q ise, elektroskop nötr olur ve yapraklar tamamen kapanır.
K cismi +q elektroskop –2q ise, toplam yük –q olur ve bu yük aralarında paylaşılır. Elektroskopun yükü azalır ve yapraklar biraz kapanır.
K cismi +3q elektroskop –q ise, toplam yük +2q olur. Bu yük aralarında paylaşılır ve her ikiside (+) yükle yükleneceğinden yapraklar yük değişimi sırasında tamamen kapanır. Sonra tekrar açılır.
K cismi ile elektroskobun yükünün tümü aynı ise, dokundurulduğunda neler olacağını anlamak için mutlaka kapasitelerinin de bilinmesi gerekir. Çünkü toplam yük, kapasiteleri oranında paylaşılacaktır.eğer yük / kapasite değerleri farklı ise, aralarında yük alış-verişi yük / kapasite değeri eşit oluncaya kadar devam eder. Elektroskopun yük / kapasitedeğeri gelen cisminkinden küçük ise, elektroskop yük alacağından yapraklar açılır, eşitse değişmez büyükse yük vereceğinden yapraklar biraz kapanır.
Nötr elektroskobun topuzuna (-) yüklü cisim yaklaştırıldığında, etki ile elektriklenme sonucu topuz (+), yapraklar ise (-) yükle yüklenir. Sonra elektroskopun topuzu toprağa bağlandığında, yapraklardaki fazlalık yükler toprağa akar ve yapraklar kapanır. Daha sonra toprak bağlantısı kesilir ve cisim uzaklaştırılırsa, elektroskoptaki (+) yükler yaprakların tekrar açılmasını sağlar.




Negatif (-) yüklü kürecik, kürenin içine dokundurulursa nötr olan küre (-) yükle yüklenir. Bu yükler bir birini itmek suretiyle kürenin dış kısmına toplanır. Küre iç kısmı nötr olur. Aynı şekilde içe ve dışa nötr elektroskop bağlandığında, içe bağlanan elektroskobun yapraklarını açılmadığı, dışa bağlananın ise yapraklarının açıldığı gözlenir. Kürecik kürenin bir iç parçası olduğundan yüksüzdür. Ayrıca yüksüz olduğunu nötr bir elettroskobun topuzuna dokundurulduğunda yapraklarının açılmadığından da anlaşılabilir.



Yüklü iletken cisimlerin sivri uçlarında daha fazla yük toplanır. Çünkü yükler itme ve çekme kuvvetine göre mümkün olan en uzağa itilir ya da mümkün olan en uzaktan çekilir. Böylece sivri uçlarda daha fazla yük toplanır.

COULOMB KUVVETİ


Yukarıda şekil a da aynı tür yüklerin birbirlerini çektiği biliniyor. Yapılan deneyler bu itme ya da çekme kuvvetinin, cisimlerin üzerindeki yük fazlalığına ve cisimler arasındaki uzaklığa bağlı olduğunu göstermiştir.
Aynı tür ve eşit miktarda elektrikle yüklü özdeş K ve L iletken kürelerinin aralarındaki uzaklık d iken birbirlerine uyguladıkları itme kuvveti F olsun. Şekil b de birinin yükü yarıya indirildiğinde bu kuvvetin F/2 olduğu şekil C de diğerinin yükü de yarıya indirildiğinde ise F/4 olduğu ve şekil d de birinin yükü iki katına çıkarıldığında itme kuvvetinin 2F olduğu görülüyor.
O halde yüklü iki cisim arasındaki itme veya çekme kuvveti, yüklerin çarpımı ile doğru orantılıdır.
Yükler sabit kalacak şekilde aralarındaki uzaklık yarıya indirildiğinde kuvvetin dört katına çıktığı, aralarındaki uzaklık iki katına çıkarıldığında kuvvetin dört kat azaldığı görülür. Bu da kuvvetin. Yükler arasındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu gösterir.

Coulomb Kuvveti:
Yüklü cisimlerin birbirine uyguladıkları kuvvetin uygulama noktası, yük merkezleri; doğrultusu, yük merkezlerini birleştiren doğru; yönü, aynı cins ise birbirinden dışa, zıt cins ise birbirine doğrudur. Kuvvetin büyüklüğü ise yükler çarpımları ile doğru, aradaki uzaklığın karesi ile ters orantılıdır.
Noktasal iki yük arasındaki kuvvet; f~ q1*q2/ d*dorantı sabiti k ise f= k q1*q2/d*d ifadesinden kullanılır.
Burada ;
F: Yükleri birbirine uyguladıkları itme ya da çekme kuvvetidir.
d: Yüklü cisimler arasındaki uzaklık.
k: Yüklerin bulunduğu ortamın cinsine ve kullanılan birim sistemine bağlı kat sayıdır.
Boşlukta ya da havada yük birimi Coulomb alınırsa ;
k= 9*10 N.m/c olur.
İtme yada çekme kuvveti, yük değerleri ne olursa olsun mutlaka cisimlere ayrı ayrı eşit ve zıt yönlüdür. F1=-F2 l F1 l =l F2 l

Birden fazla başka bir yüke uyguladığı kuvvet, her bir yükün uyguladığı kuvvetleri bileşkesinden bulunur.


Yukarıdaki şekilde q1 ve q2 yüklerinin q3 yüküne uyguladıkları kuvvet ile q3 ve q2 yüklerinin q1 yüküne uyguladığı kuvvetler gösterilmiştir.

Bu kuvvetler dört aşamada hesaplanır.
1- Önce yüklerin işaretlerine göre kuvvet vektörleri çizimle gösterilir.
2- Sonra F= k q1*q2/d*d ifadesine göre kuvvetlerin şiddetleri hesaplanır.
3- Daha sonra da geometrik bilgileri kullanılarak kuvvetler arasındaki açılar belirlenir.
4- En son olarak da vektörel toplama kuralları kullanılarak bileşke kuvvet bulunur.



6944













EANIN 4 EYLÜLDE ÇIKARACAĞI MEDAL OF HONOR AİRBORNENİN
MİNİMUM SİSTEM GEREKSİNİMLERİ ŞÖYLE


Windows XP SP2, 2.8 Ghz Intel ya da AMD 2800+ işlemci, 1 GB RAM, 6600GT, X1300 Pro üzeri ekran kartı

6945
Forum Oyunları / Şu Anda Ne Dinliyorsun??
« : Eylül 13, 2007, 04:26:26 ÖS »
O türkü öle miydi yaa  ???

Sayfa: 1 ... 461 462 [463] 464 465 ... 495