İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OLCAY

Sayfa: 1 ... 460 461 [462] 463 464 ... 495
6916
Biyoloji / İskelet, Kas ve Endokrin Sistemi
« : Eylül 13, 2007, 06:49:37 ÖS »

İskelet, Kas ve Endokrin Sistemi


Canlılarda aktif hareketi sağlayan yapılar iskelet ve kas sistemleridir. Hareket sağlayıcı kaslar destekleyici iskeletle birleşerek canlının hareket sistemini oluşturur.

I.İskelet Sistemiİnsana şekil veren, organlara desteklik sağlayan ve koruyan yapıya iskelet denir. İskelet sisteminin yapı birimleri kemiklerdir. İnsan vücudu 210 kemikten oluşmuştur. Kemikler, kan hücrelerinin üretilmesi, bazı minerallerin depolanması, vücuda dik şekil kazandırılması görevlerini yapar.

* İnsan İskeletinin Bölümleri

1. Baş İskeleti
Kemikler birbirine çok sıkı tutunmuşlardır ve aralarında oynamaz eklemler vardır. Baş kemikleri içerisindeki beyin ve beyinciği korur.

2. Gövde İskeleti
Omurga ve göğüs kafesinden oluşur.

Omurga : Omur adı verilen düzensiz şekilli kemiklerden oluşur. İçinde şerit halinde omurilik siniri vardır. Bu sinirin bulunduğu kanala omurilik kanalı denir. Omurga tüm kemikleri doğrudan ya da dolaylı olarak bağlandığı iskelet yapısıdır.

Göğüs Kafesi : Sırt omurları, kaburgalar ve göğüs kemiğinden oluşur. Hareketli özellikteki bazı iç organların çalışmasını kolaylaştırır. Akciğerler ve kalp burada korunur.

3. Üyeler (kol ve bacaklar)
Kol ve bacaklar gövdeye kemik köprüler ile bağlanmıştır. Bu köprülerle aralarında tam oynar eklemler vardır.

Omuz Kemeri : Kürek kemiği ve köprücük kemiğinden oluşur. Kol kemiklerini omurgaya bağlar.

Kalça Kemeri : Kalça kemiği ve uyluk kemiğinden oluşur. Bacak kemiklerini gövdeye bağlar.

B. Kemiklerin Yapısı ve Çeşitleri

1. Kısa Kemikler

Boyları kısa olan kübik yapılı kemiklerdir. Omurlar, el ve ayaklardaki bilek parmak kemikleri… bu gruba girer.

2. Yassı Kemikler

Kalınlıkları az, levha şeklindeki kemiklerdir. Kaburga, kürek kalça, yüz ve kafatası kemikleri… bu gruba girer.

3. Uzun Kemikler

Boyları uzun silindirik kemiklerdir. Kol ve bacaklarda bulunan kemiklerdir. (uyluk, kaval, pazı, önkol… kemikleri gibi).

4. Düzensiz Şekilli Kemikler

Uzun veya kısa belirli bir şekle sahip olmayan kemiklerdir. Omurgayı oluşturan omur kemikleri bu gruba girer.

Kemiklerin Yapısı

•Kemik zarı (Periost) : Kemiğin enine büyümesini, beslenmesini, kırılma ve çatlamalarda onarılmasını sağlar.
•Kıkırdak Doku : Eklem bölgelerinde, hareket esnasındaki kemiğin aşınmasını önler.
•Süngerimsi Kemik : İçinde kırmızı iliği bulundurur. Kırmızı kemik iliği kan hücreleri üretir.
•Sarı ilik : Yağ depolar ve kan hücreleri (akyuvarlar) üretir.
•Sert (sıkı) Kemik : 2/3 ü minerallerden (kalsiyum, fosfor), 1/3 de hücrelerden oluşur. Kemiğe sertlik ve direnç kazandırır.
•Kırmızı İlik : Alyuvarları üretir.

C. Eklemler

Kemikleri birbirine bağlayan yapılara eklem denir. Hareket yeteneğine göre 3 çeşit eklem bulunur.
1.Oynar (hareketli) eklemler : Omuz eklemi, kalça eklemi.
2.Yarı oynar eklemler : Omurlar arası eklemler.
3.Oynamaz eklemler : Baş, kalça eklemleri.

II.Kas Sistemi

Vücudun hareketini, bazı organların çalışmasını sağlayan yapılara kas denir. Kaslar kasılıp – gevşeme özelliğine sahip olan hücrelerden oluşur.

Kas hücrelerinin birleşmesiyle oluşan ipliksi yapılara kas teli (lif) denir. Kas tellerinin birleşmesiyle oluşan yapılara da kas demeti denir.

* İskelet Kasları (Kırmızı Kaslar)

İskelete bağlı çalışırlar. Yönetimini beyin sağlar. İsteğimiz ile çalışırlar. Kasılmaları güçlüdür. Hızlı kasılır, çabuk yorulurlar. İskelet kasları oynar ve yarı oynar eklem bölgelerinde kemiklerin hareket etmesini sağlar.

Yapısında oksijen depo eden proteinleri (myoglobinler) bulundukları için kırmızı renklidirler. Çok sayıda kas demetinden oluştuğu için çizgili kaslar da denir. (Baş, boyun, kol, bacak, parmak, göz kapağı, göğüs kasları…

* Düz Kaslar (Beyaz Kaslar)İç organlarımızdaki kaslardır. İsteğimiz dışında çalışırlar. Çalışmaları yavaştır. Kasılmaları güçsüzdür. (Mide, bağırsak, idrar torbası, damar duvarları, yemek borusu kasları… Uzun süreli kasılıp, çalışmaları esnasında yorulmazlar.

* Kalp Kası

Kırmızılı kasdır. Fakat isteğimiz dışında çalışır. Çalışmasını omurilik soğanı denetler. Güçlü, hızlı ve ritmik olarak çalışır. Uzun süreli kasılıp, çalışmaları esnasında yorulmazlar.

III.Endokrin Sistemi

A. Hormonlar ve Özellikleri

Canlıların vücudundaki yapılar arasında bir iletişim ve koordinasyon vardır. Bu koordinasyon sinir sistemi ve hormonlar ile sağlanır. Sinir sistemi ve hormonal sistem ortaklaşa organların çalışmasını düzenler.

Hormonlar insanlarda iç salgı bezleri tarafından üretilir. Üretilen hormonlar kan sıvısına verilerek etkileyeceği hedef organa yollanır.

Hormonlar kan yolu ile vücutta yayılırlar ancak sadece ilgili hedef organları etkileyebilirler. Hormonların organları etkilemesi yavaş ve uzun sürelidir.

* Hormon Üreten Organlar

Özel salgılar oluşturup, paketleyerek dışarıya salan organlara salgı bezi denir. Salgı bezleri içerdikleri çok sayıdaki golgi organelleri yardımıyla özel maddeler üretirler. Ürettikleri salgı maddelerinin özelliklerine ve salgılama yerine göre 3 çeşit salgı bezi vardır.

•Dış salgı bezi : Ürettiği salgıyı (enzim, tükürük… özel bir kanalla ilgili organa yollar.
•İç salgı bezi : Ürettiği salgıyı (hormon) doğrudan kana verir.
•Karma salgı bezi : 2 çeşit salgı maddesi (enzim ve hormon) üretip hem kana hem de ilgili organa ayrı ayrı yollar.

1. Hipofiz Bezi

Hipofiz bezi, beynin taban kısmında hipotalamusun altındaki kemik boşluğundadır. Fasulye büyüklüğünde, pembe renkli bir bezdir. Ön ve arka lob olmak üzere iki parçalı bir yapıya sahiptir.

•İç salgı bezlerinin patronu olup, salgıladığı hormonlarla diğer bezlerin çalışmasını kontrol eder.
•Sinir sistemi ile hormonal sistem arasında ilişki kurar.
•Vücudun büyümesi ve gelişmesi tamamen bu bezin ürettiği büyüme hormonuyla sağlanır. Büyüme hormonu insanda fazla salgılanacak olursa devlik, az salgılanacak olursa cüceliğe sebep olur.
•Ayrıca ürettiği özel salgılar yardımıyla kan basıncını, su dengesini… ayarlar.

2. Tiroit Bezi

Boynun ön, üst kısmında gırtlağın hemen altında yer alır. Parçalı bir yapıya sahiptir. Tiroit bezi iki çeşit hormon üretir.

a.Tiroksin Hormonu : Vücut metabolizmasının hızını, büyümeyi ve gelişmeyi etkiler. İyot olmadan tiroksin hormonu sentezlenemez. Bu sebeple yiyeceklerde iyot bulunmasına dikkat edilmelidir.

Not : Eğer vücuda yeterince iyot alınmazsa tiroit bezi aşırı şişerek tiroksin üretmeye çalışır. Sonuçta tiroit bezinin hacmi artmakta ve “guatr” adı verilen rahatsızlığa sebep olmaktadır.

b.Kalsitonin Hormonu : Kandaki kalsiyum ve fosfat miktarını düzenler. Kalsiyum ve fosfat gibi baz minerallerin kemiklerin yapısında depolanmasıyla kemiklerin sertleşmesini sağlar.

3.Böbrek Üstü Bezi
Karın boşluğunun bel bölgesinde bir çift olarak bulunur. Böbrek üstü bezi, kabuk ve öz bölgesi olmak üzere yapı ve görev bakımından farklı iki kısımdan oluşur.

a.Kabuk bölgesi : Aldosteron hormonunu salgılar.
Aldosteron : Vücudun su ve mineral oranını ayarlar. Vücutta ve kanda bulunan, su ve minerallerin böbreklerden süzülme oranını ayarlar.

b.Öz bölgesi : Adrenalin hormonu üretir.

Adrenalin : Bu hormon karbonhidrat metabolizmasını ve kanın akış hızını ayarlar. Korku ve sevinç anında kalbin atış hızının artması bu hormona bağlıdır. Vücuttaki organların ve yaşamsal olayların hızını artıran hormon çeşididir. Heyecanlanma, kızma, korkma… gibi durumlarda bol miktarda üretilir.

4.Pankreas Bezi

Karın boşluğunda midenin hemen alt kısmında bulunan önemli bir organdır. Hem iç salgı hem de dış salgı yapan bir bezdir. Ürettiği iki çeşit hormon ile kandaki şeker (glikoz) dengesini ayarlar.
Pankreas iki çeşit hormon üretir.

a.Glukagon : Pankreasın alfa hücreleri tarafından üretilir. Kan şekerinin (glikozun) artmasını sağlar. Karaciğerde depolanan şekeri kana geçirir.
b.İnsülin : Pankreasın beta hücreleri tarafından üretilir. Kan şekerinin azalmasını sağlar. Şekerin karaciğer ve dokulara geçerek depolanmasında etkilidir.

Not : İnsülin hormonunun yeterince sentezlenmediği durumda, kanda bulunan şekerin bir kısmı böbreklerden süzülerek idrara geçer. Bu olaya şeker hastalığı denir. Şeker hastalığı olanlar dışarıdan hazır insülin hormonu kullanırlar.

5.Eşey Bezleri
Erkekte testisler (erbezleri), kadında ovaryumlar (yumurtalıklar) bu gruba girer. Bu yapılar sperm ve yumurta üretmenin yanında salgıladığı özel cinsiyet hormonları (östrojen, testesteron… yardımıyla cinsiyet karakterlerinin oluşmasına kaynaklık denir. (Karma bez özelliği)
Eşey bezlerinin çalışmaya başlamasıyla beraber ergenlik çağı değişmeleri de başlar. (Sesin değişmesi, kıl oluşumu…

6917
Başınızdan Geçen Komik Bir Olayınız Var Mı? / Macar Salamı
« : Eylül 13, 2007, 06:43:25 ÖS »
Dün Türkiye - Macaristan maçı izlioz şimdi. Tabi ilk yarı berabere bir de karşı taraf çok sert oynuyor. Sürekli faol yapıorlar. Bir yavur adamlar iyi beslendiklerinden midir nedir koca kocalar. Babam bunları gördükten sonra dedi ki " yiyolar Macar salamını sonra böle dana gibi oluyorlar" dedi. Ben tabi  :kk :kk :kk  ( Herhalde macar salamını Macaristan da yapılıo sanıo  :.c? )

6918
Kimya / Temel Kimya Yasaları ve Kimyasal Tepkimeler...
« : Eylül 13, 2007, 06:23:17 ÖS »
TEMEL KİMYA YASALARI...

A. KÜTLENİN KORUNUMU YASASI (LAVOISIER YASASI)

Kimyasal olaylara giren maddelerin kütleleri toplamı oluşan ürünlerin toplamına eşittir. Buna göre:
Z + T tepkimesinde X ve Y girenler (reaktif) olup, Z ve T (ürünler)’ye kütlece eşittir.X + Y
Kimyasal maddelerin kütleleri atom sayıları ile orantılı olduğundan tüm kimyasal tepkimelerde atom sayıları korunur.

Örn; 1 mol C atomu 12 gram, 1 mol O2 molekülü 32 gramdır.Buna göre 1 mol C atomu 44 gram olur.
CO2C + O2
44 gram12 gram + 32 gram

B. SABİT ORANLAR YASASI (PROUST YASASI)
Bir bileşikteki elementlerin
a) Kütlelerinin oranı
b) Kütlece yüzde bileşimi sabittir.

Örn; Al=27, S=32 olduğuna göre Al2S3 bileşiğinde:
Mol sayıları oranı : nAl = 2 Kütleleri oranı : mAl = 2.27 = 9 ‘dır.
nS = 3 mS = 3.32 16
9 gram Al + 16 gram S = 25 gram bileşik oluşturur.
25 gram bileşikte 9 gram Al, 16 gram S vardır.
100 gram bileşikte 36 gram Al, 644 gram S vardır.
Bileşikte kütlece %36 Al, %64 S vardır.

C. KATLI ORANLAR YASASI (DALTON YASASI)

İki element aralarında iki bileşik oluşturuyorsa, bu elementlerden birinin sabit miktarları ile birleşen diğer elementin değişen miktarları arasında basit bir oran vardır.

Örn; NO2 – N2O4 bileşik çiftinde:
a) Aynı miktar N ile birleşen O kütleleri arasında.
2/ NO2 = N2O4 = 4
1/ N2O5 = N2O5 5
b) Aynı miktar O ile birleşen N kütleleri arasında
5/ NO2 = N5O10 = 5
2/ N2O5 N4O10 4

D. HACİM ORANLARI YASASI (GAY – LUSSAC YASASI)

a) Kimyasal bir tepkimeye giren gazlarla, tepkimede oluşan gaz halindeki ürünlerin aynı koşullarda (aynı sıcaklık ve basınç) hacimleri arasında sabit bir oran vardır.
b) Aynı koşullarda gazların hacimleri mol sayıları ile doğru orantılıdır.

2HCl(g) tepkimesine göre, 1 mol H2 1 mol Cl2 ileÖrn; H2(g) + Cl2(g) birleşerek 2 mol HCl oluşturur.Hacimler mol sayıları ile doğru orantılı olduğundan, aynı olayı anlatmak için “1 hacim H2 gazı, 1 hacim Cl2 gazı ile birleşerek eşit koşullarda 2 hacim HCl gazı oluşturur.” İfadesi de kullanılabilir.
2NH3(g) tepkimesine göre 1 hacim azotAynı şekilde, N2(g) + 3H2(g) gazı 3 hacim hidrojen gazı ile birleşerek eşit koşullarda 2 hacim NH3 gazını oluşturur diyebiliriz.


KİMYASAL TEPKİMELER

a) Bir maddenin farklı maddelere ayrışmasına ya da farklı maddelerin etkileşerek yeni maddeler oluşturmasına kimyasal tepkime (reaksiyon) denir.
b) Kimyasal tepkimeler, olaya giren maddelere ait taneciklerin (molekül, atom ya da iyon) çarpışmaları ile gerçekleşirler.Enerjileri yeterli olan taneciklerin çarpışmaları sonucunda kimyasal bağlar koparak moleküller atomlarına dağılır ve atomlar yeniden düzenlenerek farklı maddeler oluştururlar.Kimyasal tepkime, kimyasal değişim ve kimyasal olay eş anlamlıdır.Tepkimelerin sembol ve formüllerle gösterilmesine ise tepkime denklemleri adı verilir.

Karbondioksit tepkimesiÖrn; Karbon + Oksijen
CO2 şeklinde gösterilir.C + O2
c) Yanma, paslanma (oksitlenme), nötürleşme, mayalanma, fotosentez, çökelme gibi olaylar kimyasal değişime örnek olarak verilebilir.
d) Kimyasal bir tepkimede;
Korunan nicelikler şunlardır
- Atomların türü ve sayısı
- Toplam kütle (Kütle değişimi önemsizidir.)
- Toplam elektriksel yük
- Toplam enerji
- Atomların çekirdek yapıları (Proton ve nötron sayıları)
Değişen nicelikler şunlardır:
- Molekül sayısı (Mol sayısı)
- Gaz tepkimelerinde hacim (Basınç ve sıcaklık sabit)
- Gaz tepkimelerinde basınç (Hacim ve sıcaklık sabit)
Ancak mol sayısının korunduğu tepkimeler de vardır.

2HCl(g)... gibiÖrn; 1H2(g) + 1Cl2(g)
S=32, O=16 ise aşağıdaki tepkimede korunan ve değişen nicelikler şöyledir:
2SO3(g) + ısı2SO2(g) + O2(g)
Kütle : 128gr. 32gr. 160gr. Korunur
Mol sayısı : 2 1 2 Korunmaz
Molekül sayısı : 2N0 N0 2N0 Korunmaz
Mol atom sayısı : 6 2 8 Korunur
Aynı koşullarda hacim : 2V V 2V Korunmaz


KİMYASAL TEPKİMELERİN SINIFLANDIRILMASI

A) ÖZELLİKLERİNE GÖRE :

1. Yanma Tepkimeleri

• Bir maddenin oksijenli verdiği tepkimelerdir.
Yanma tepkimesi için: yanıcı madde, hava(oksijen), tutuşma sıcaklığı gerekir.
Bu 3 faktörden birinin eksikliği yanmayı durdurur.CO2 gazının yangın söndürücü olmasının nedeni özkütlesinin havadan büyük olması ve yanıcı olmamasıdır.
• Organik bileşikler yanarlar.
Organik bileşiklerden yapılarında yalnız C ve H bulunduranlara hidrokarbon denir.Genel olarak CxHy formülü ile gösterilirler.Yapılarında C ve H’ın yanı sıra O, S, N ve halojen (F, Cl, Br, I) bulunduran organik bileşikler de vardır.
• Organik bir bileşiğin yanması sonucunda: CO2 oluşması bileşiğin C içerdiğini, H2O oluşması bileşiğin H içerdiğini, SO2 oluşması bileşiğin S içerdiğini, NO2 oluşması bileşiğin N içerdiğini kanıtlar.Oksijen havadan geldiği için bileşikte oksijen bulunup bulunmadığı ürünlerin türüne bakarak anlaşılmaz.
CO2 + 2SO2CS2 + 3O2
4CO2 + 5H2OC4H10O3 + 13 O2
2
4CO2 + 5H2OC4H10O3 + 5O2
CS2’de C ve S olduğundan ürünler CO2 ile SO2’dir.C4H10’da C ve H olduğundan ürünler CO2 ve H2O’dur.C4H10 ile C4H10O3’ün yanma ürünleri aynıdır.Ancak oksijenin bir kısmı bileşik tarafından karşılandığından C4H10O3’ü yakmak için daha az miktarda oksijen yeterli olur.
• Metallerin oksijenle birleşmesi paslanma ya da oksitlenme olarak bilinir.Bu tür tepkimelere yavaş yanma da denir.
Fe3O43Fe + 2O2

2. Sentez (Birleşme) Tepkimeleri

Birden fazla maddenin birleşerek tek bir ürün oluşturduğu tepkimelerdir.Bu olayda yan ürün oluşmaz.
CaCO3CaO + CO2
2HClH2 + Cl2
C2H6C2H4 + H2

3. Analiz (Ayrışma) Tepkimeleri
Bir bileşiğin kendinden daha basit yapılı maddelere ayrıştırılması tepkimeleridir.Elektroliz yolu ile ya da ısı alarak ayrışan maddeler vardır.
ısı
KCl + 3 O2KClO3
2
ısı
2Hg + O22HgO
ısı
MgO + CO2MgCO3
elektroliz
H2 + 1 O2H2O
2

4. Yer Değiştirme Tepkimeleri

• Aktif olan bir elementin, kendinden daha az aktif olan (pasif) bir elementle yer değiştirmesi ile gerçekleşen tepkimelerdir.
2HCl + S (Anyonların yer değiştirmesi)H2S + Cl2
Al2O3 + 2Fe (Katyonların yer değiştirmesi)Fe2O3 + Al
• Sulu çözelti tepkimelerinin birçoğunda ise anyon ve katyonların her ikisi de yer değiştirir.
Çökelme ve nötrleşme tepkimeleri de yer değiştirme tepkimeleridir.
2FeCl3 (suda) + 3H2S (g)Fe2S3 (k) + 6HCl (suda)
Çökelme:
AgCl (k) + NaNO3 (suda)AgNO3 (suda) + NaCl (suda)
Nötrleşme:
Na2SO4 (suda) + 2H2O (s)H2SO4 (suda) + 2NaOH (suda)
• Organik bileşiklerde de yer değiştirme tepkimeleri vardır.
CH3Cl + HClCH4 + Cl2

5. İyonik Tepkimeler

Sulu çözeltilerde gerçekleşen tepkimeler iyonların etkileşmesine dayanır ve tepkime ürünlerinden biri çökerek (çökelme), sıvı (nötrleşme) ya da gaz halinde ortamdan ayrılabilir.İyonik tepkimelerde sadece tepkimeye giren iyonlar gösterilir.Böyle denklemlere net iyon denklemi denir.
H2O (sıvı)Nötrleşme: H+ (suda) + OH- (suda)
AgCl (katı)Çökelme: Ag+ (suda) + Cl-
Zn+2 (suda) + H2(g)Zn (k) + 2H+ (suda)

B) ENERJİ DEĞİŞİMLERİNE GÖRE:

1. Ekzoterm Tepkimeler

Oluşumu sırasında dışarıya enerji (ısı-ısşık) veren tepkimelerdir.Yanma tepkimeleri çoğunlukla ekzoterm tepkimelerdir.
CO2 + ısıC + O2
H2O + ısıH2 + 1 O2
2
NaCl + ısıNa + 1 Cl2

2. Endoderm Tepkimeler

Oluşumu sırasında dışarıdan enerji alan tepkimelerdir.
CO + H2C + H2O + ısı
2N2O2N2 + O2 + ısı
• Isı bakımından bir kapta ekzoterm bir tepkime gerçekleşiyorsa sistemin sıcaklığında artış olur; endoterm bir tepkime gerçekleşiyorsa sistemin sıcaklığında azalma olur.

C) MADDELERİN FİZİKSEL DURUMUNA GÖRE:

1. Homojen Tepkimeler

Tepkimeye girenlerle ürünler aynı fazdadır.
2CO2 (g)2CO (g) + O2 (g)
2HF (g)H2 (g) + F2 (g)
FeS (k)Fe (k) + S (k)

2. Heterojen Tepkimeler

Tepkimedeki maddeler farklı fazlardadır.
CO2C(k) + O2 (g)
ZnCl2 (suda) + H2 (g)Zn (k) + 2HCl (suda)

D) ELEKTRON ALIŞVERİŞİNE GÖRE:
1. Redoks (İndirgenme – Yükseltgenme) Tepkimeleri

Bu tür tepkimelerde elektron alışverişi ve değerlik değişmesi vardır.
Zn+2 (suda) + H20 (g)Zn0 (k) + 2H+ (suda)
C+4O2-2 (g)C0 (k) + O2 (g)

2. Redoks Olmayan Tepkimeler

Bunlarda elektron alışverişi, değerlik değişmesi yoktur.
Ag+Cl- + Na+(NO3)-Ag+1(NO3)-1 + Na+Cl-

E) GERİ DÖNÜŞÜNE GÖRE

1. Tersinir Olmayan Tepkime

Girenlerin tamamen ürüne dönüştüğü tepkimelerdir.Organik maddelerin yanması, çökelme, kuvvetli asit ve bazların nötrleşmesi böyle tepkimelerdir.Tek yönlü olarak gösterilirler.
2CO2 + 3H2OC2H5OH + 3O2

2. Tersinir Tepkime

Ürünlerin kendi aralarında etkileşip girenleri oluşturduğu tepkimelerdir. Çift yönlü olarak gösterilirler.
CO (g) + H2O (g)CO2 (g) + H2 (g)




F)VERİMLERİNE GÖRE:

1. Artansız Tepkime

Tepkimeye giren maddelerin tümü tamamen tükenir.

2. Tüm Verimler Gerçekleşen Tepkime

Tepkimeye giren maddelerin en az biri tamamen tükenir.Böyle tepkimelerde tepkimeye giren maddelerden ortamda daha düşük oranda bulunan tamamen tükenir.Artansız tepkimeler tam verimle gerçekleşen tepkimelerdir.

3. Düşük Verimle Gerçekleşen Tepkime

Tepkimeye giren maddelerin hepsinden artar.

TEPKİME DENKLEMLERİNİN DENKLEŞTİRİLMESİ

Kimyasal tepkimelerin sembol ve formüllerle gösterilmesine tepkime denklemleri denir.Atomların türü ve sayısı korunduğundan, denklemin iki tarafındaki elementlerin eşitlenmesi için maddelerin başında gerekli katsayılar bulunmalıdır.

Örn; C3H8 gazı O2 ile yanarak CO2 ile H2O oluşturur.Tepkimede yer alan maddelerin en küçük tamsayılarla denkleştirilmesi sonucunda O2’nin katsayısı ne olur?
CO2 + H2OC3H8 + O2
tepkimesinde tepkimeye giren C3H8’i 1 mol alırsak:
• C sayılarının eşit olması için CO2’nin başına 3 katsayısı getirilir.
• H sayılarının eşit olması için H2O’nun başına 4 katsayısı getirilir.
• Bu durumda ürünlerde 10 mol O atomu bulunduğuna göre, tepkimeye giren O2’nin de 5 mol olması gerekir.
O halde tepkimenin denkleşmiş hali:
3CO2 + 4H2O şeklindedir.C3H8 + 5O2

BİLEŞİK FORMÜLLERİNİN BULUNMASI

Bileşik formülleri basit formül ve molekül formülü olmak üzere iki türlüdür:

A) Basit (Ampirik) Formül

• Basit formül, bir bileşikteki elementlerin türünü ve atom sayılarının oranını gösterir.
• CH2, CH2O, NO2 .....gibi
• Basit formül bulmak için:
Bir bileşikteki elementlerin kütlece yüzde bileşimi (ya da sabit kütle oranı) ile elementlerin atom kütlelerini (ya da atom kütleleri arasındaki oranı) bilmek yeterlidir.


Örn; X ve Y’den oluşan bir bileşikte sabit kütle oranı 7 ise, bileşiğin basit
3
formülü nedir? (X=14, Y=12)
Atom sayılarını bulmak için verilen element kütleleri atom kütlelerine bölünür.
nx = 7 = 0,5 ny = 3 = 0,25
14 12
değerleri yerlerine yazıldığında X0,5 Y0,25 bulunur.Bu bileşikte katsayılar 0,25’e bölünerek kısaltılır ve basit formül X2Y bulunur.

B) Molekül Formülü

• Bir bileşikteki elementlerin türünü ve atom sayılarını gösterir.Basit formülün uygun katsayısı ile genişletilmesiyle bulunur.
C2H6O2, C6H12O6.... gibi.
• Molekül formülünü bulmak için...

a. Yanma Tepkimelerinde:

• Ürünlerin mol sayıları
• Yanan maddenin ve O2’nin mol sayıları
nicelikleri bilinmelidir.Böylece tepkime eşitlenerek 1 mol bileşikteki elementlerin atom sayıları bulunur.

b. Kütlece Bileşim Verilen Örneklerde:

• Elementlerin kütlece yüzde bileşimi (sabit kütle oranı)
• Elementlerin atom kütleleri
• Bileşiğin mol kütlesi (ya da örneğin özkütle gibi bileşiğin mol kütlesinin bulunmasını sağlayan veriler)
nicelikleri bilinmelidir.
Bileşiğin mol kütlesi biliniyorsa 1 mol bileşikteki elementlerin atom sayıları da bulunur.

Örn; CXHYO2 bileşiğinin 0,2 molü 1 mol O2 ile tam yanarak 0,8 mol CO2 ile 0,8 mol H2O oluşturuyor.Bu organik bileşiğin molekül formülü nedir?
Tepkime ile ilgili verilerden yararlanarak 1 mol CXHYO2 ‘nin yanma tepkimesindeki katsayılar bulunur.
0,2 mol 1 mol 0,8mol 0,8 mol
.........CO2 +..........H2OCXHYOZ + .........O2
1 mol 5 mol 4 mol 4 mol
1 mol CXHYOZ için denkleşmiş haldeki yanma tepkimesi şöyledir:
4CO2 + 4H2O1 CXHYOZ + 5O2
Atom sayıları eşitlendiğinde x = 4, y = 8, oksijen sayıları eşitlendiğinde
Z + 10 = 8 + 4’den z = 2 bulunur.
Bu değerler 1 mol bileşikteki atomların katsayıları olduğundan molekül formülü C4H8O2 olur.



6919
Kimya / MOL KAVRAMI
« : Eylül 13, 2007, 06:22:32 ÖS »
Mol : Avagadro sayısı ( 6,02.1023 ) kadar atom yada molekül içeren maddeye 1 mol denir.

Örnek : 1 mol HF 6,02.1023 tane HF molekülüdür. Yine bu molekülün içerisinde 1 mol H atomu (6,02.1023tane) ve 1 mol F atomu (6,02.1023 tane) vardır.

Atom Ağırlığı : 12C izotopu standart seçilerek diğer elementlerin bu izotopla kıyaslanması sonucu hesaplanan kütlelerdir. Örneğin, H=1 O=16 N=14 S=32

1 Atomik Kütle Birimi (a.k.b) : 1/ 6,02.1023 = 1,66.10-24 gramdır.

Molekül Ağırlığı : Bileşiği oluşturan elementlerin gram cinsinden kütlelerinin toplamına denir.

Örnek : 1 mol C6H12O6 (glikoz) kaç gramdır ? (C=12 O=16 H=1)

6.12 = 72 gram C
12.1 = 12 gram H
6.16 = 96 gram O
-------------------------------
180 gram

Bir Tane Molekülün Kütlesi : Bir tek molekülün kütlesi molekül ağırlığının Avagadro sayısına bölümüyle bulunur .
1 tek molekülün kütlesi = MA/6,02.1023


Örnek : 1 tane H2O molekülü kaç gramdır ? (H=1 O=16)

1 tane H2O = 18/ 6.1023 = 3.10-23 gramdır.
Bir Tane Atomun Kütlesi : Atom ağırlığının Avagadro sayısına oranıdır.
1 tek atomun kütlesi = A.A./ 6,02.1023
örnek : 1 tane C atomu kaç gramdır ? (C=12)
1 tane C atomu = 12/6.1023 = 2.10-23 gramdır.
N.Ş.A’ da Hacim : Bütün gazların bir molü N.Ş.A’da ( 0 0C ve 1 atmosfer de) 22,4 litredir.

Mol Hesaplama Yöntemleri :
m Verilen Litre Verilen tanecik Sayısı
n= n= n=
MA 22,4 6,02.1023
Örnek : 23 gram C2H5OH kaç moldür ? (C=12 O=16 H =1)
MA = 2.12 + 6.1 + 16.1= 46 gram/mol
n=23/46 = 0,5 mol
Örnek : N.Ş.A’da 2,8 litre olan CO2 gazı kaç mol ve kaç gramdır ?(C=12 O=16)
n=2,8/22,4 = 0,125 mol.
1 mol CO2 44 gram olduğuna göre 0,125 mol CO2 0,125.44= 5,5 gramdır.
22,4 litre = 1 mol : 11,2 litre= 0,5 mol : 5,6 litre = 0,25 mol : 2,8 Litre = 0,125 mol

Örnek : 3,01.1023 tane C2H4 molekülü kaç gramdır ? (C=12 H=1)
n=3,01.1023/6,02.1023= 0,5 mol 1 mol C2H4 28 gram ise 0,5 mol C2H4 14 gram olur.

Kütlece yüzde = (Elementin bileşikteki kütlesi/toplam kütle)x100
I. elementin bileşikteki kütlesi I. elementin verilen gramı
=
II. elementin bileşikteki kütlesi II. elementin verilen gramı

I. elementin bileşikteki kütlesi I. elementin verilen yüzdesi
=
II. elementin bileşikteki kütlesi II. elementin verilen yüzdesi


6920
Kimya / Karişimlari Ayirma Teknikleri
« : Eylül 13, 2007, 06:22:00 ÖS »
Karışımların halinde bulunan maddelerin bazılarının kullanılabilmesi için karışımların ayrılması gerekir. Örneğin; canlılar solunum için gerekli oksijeni havadan gaz halinde alırlar. Özel amaçlar için saf oksijene ihtiyaç duyulduğunda ise havadaki oksijenin hava karışımını oluşturan azot gibi diğer gazlardan ayrılması gerekir. Saf oksijen, hastanelerde suni solunumda, oksijen kaynakçılığında, çelik endüstrisinde kullanılır. Yine içme suyu sıkıntısı çeken yerlerde, deniz suyundan içme suyu elde edilir. Bu durumda deniz suyunu, içerdiği diğer maddelerden ayrılması gerekir.Ham petrolden çeşitli petrol ürünleri elde etmek içinde uygun ayırma yöntemlerine başvurulur. Bu karışımlardan, saf maddelerin ayrılması için bu maddelerin çeşitli ayırt edici özelliklerinin farklığından yararlanılır.

Maddeler özelliklerine göre de değişik amaçlar içinde kullanılır. Örneğin ; su, kimyasal deneylerde yada akümükülatörler de kullanılacaksa , tamamen saf olması arz edilir. Ancak içme suyu olarak kullanılacak suyun bazı mineralleri içinde belirli oranda bulundurması gerekir. Bunun yanında su, bir otomobil motorunu soğutma sisteminde kullanılacaksa, antifriz adıyla anılan ve suyun donma noktasını düşüren etilen glikolle belirli bir karışım halinde bulunması istenir.

Karışımların bazı özellikleri şunlardır :
1. Karışımı oluşturan maddelerin miktarı isteğe bağlıdır.
2. Karışımı oluşturan maddeler karışım içinde kendi özeliklerini yitirmezler.
3. Karışım, kendini oluşturan maddelerin özelliklerini taşır.
4. Karışımların erime ve kaynama noktaları gibi özellikleri, karışımı oluşturan madde miktarına bağlı olarak değişkenlik gösterir.
5. Karışımlar fiziksel yollarla oluşur ve fiziksel yollarla karışımı oluşturan maddelere ayrılır.
6. karışımlar belirli kimyasal formüllerle ifade edilmez.

Sanırız bek çoğunuz bir çiftçinin buğday ile samanı birbirinden ayırmak için buğday-saman karışımını havaya savurarak ayırmaya çalıştığını görmüşsünüzdür. Size göre çiftçi acaba hangi ayırt edici özeliği kullanmaktadır? Kumlu topraktan kumu kayırmak için bu karışımı yıkayan bir inşaat işçisi acaba hangi özelliği kullanmaktadır. Bir petrol rafinerisinde ham petrolden benzin, gaz yağı, motorin, nafta gibi ürünleri ayırmak için hangi ayırt edici özellikleri kullanmaktadır. Karışım halinde bulunan maddeler özelliklerine göre farklılık gösterir. Karışımları oluşturan maddelerin özellikleri aynen korur. Karışımları bileşenlere ayırma işlemi, karışımı oluşturan maddelerin özellikleri bilmemizi gerektirir. Bu özellikler elektriklenme, mıknatısla etkilenip elektriklenme, erime ve kaynama noktası, çeşitli çeşitli çözenlerde çözünebilme, öz kütle vb. fiziksel olup karışımların birbirine ayrılması da fiziksel olaydır..

1-ELEKTRİKLENME İLE AYIRMA
Hepimiz bazı maddelerin sürtünme ile elektriklendiğini biliriz. Yün kazağımıza sürttüğümüz. Ya da saçımızı taradığımız tarağın, küçük kağıt parçalarını kendisine çektiğini görmüşüzdür. Yün kazağımızı üzerimizden çıkardığımız zaman saçımız ve üzerimize giydiğimiz veya üzerimizde bulunan kazağımız arasında bazı elektriklenmelerin olduğunu fark etmişizdir. Bütün bu olayların nedeni, sürtünmeyle oluşan bazı elektrik yükleridir. Acaba bu tür elektrik yüklerinin yardımıyla bazı maddeleri bileşenlerine ayırmak mümkün olabilir mi? Olabilirse nasıl mümkün olabilir.
Örneğin; okullarda bu elektriklenme ile ayırma yöntemi ile bir çok deney yapılamaktadır ve elektriklenme ile ayırmayı kanıtlanmaktadır. Bu okullarda yapılan deneylerin en basit örneğini bir plastik tarağın küçük kağıt parçalarını çektiği görülmektedir. Ve bu yapılan deneyler sonucu Elektriklenme ile ayırma tekniği kabullenmiş oluruz.


2-MIKNATIS İLE AYIRMA
Mıknatısla ile ilgili açıklanabilir ve ayrıntılı bir bilgimiz olmamıza rağmen mıknatısın, demir, kobalt, demir gibi cisimleri ve maddeleri çektiğini bilmekteyiz ve görmekteyiz. Aynı mıknatısın nemin saydığımız demir, kobalt, nikel gibi ve bu tür maddelerin özelliğine yakın maddelerin dışında mıknatısın bu tip maddeleri çekmediğini görürüz. Bunun nedeni olarakta, çeşitli maddelerin mıknatısa olan davranışların farklı olmasıdır. Eğer durum böyleyse mıknatısın çektiği ve çekmediği maddeleri bir karışım halinde düşünebilirsek bu karışımı mıknatıs yardımıyla bileşenlerine ayırabiliriz. Bunun kanıtı olarak şu örneği verirsek bu gerçeği anlayabiliriz. Örneğin; Demir tozu, kükürt ve demir tozu karışımından mıknatıs yardımı ile bu karışımdan demir tozunu rahatlıkla ayırabiliriz. Bu örnekten anlaya biliriz ki bu yöntemle 3 çeşit maddenin en az bir maddesini bu yöntemle ayırabiliriz.

Mıknatıs ile ayırma yönteminden yararlanarak, geri kazanılmak üzere toplanılan kağıt hurdaları arasına karışmış demir parçalarını ve hurdalıklardan demir parçalarının ayrılmasından yararlanabiliriz. Ayrıca imha edilecek çöplerden mıknatıs tarafından çekilebilecek metallerin ayrılması işlemi mıknatıs ile ayırma işlemini gerçekleştirmiş oluruz. İşte bu açıklamış olduğumuz Mıknatıs ile ayırma işlemi bu anlatığımız örnekler doğrultusunda Mıknatısla ayırma yöntemini kanıtlamış olduk.


3-ÖZ KÜTLE FARKI İLE AYIRMA
Yazdığımız konunun başında belirtmiş olduğumuz gibi bir çiftçinin buğday ile samanı birbirinden ayırmak için savurduğunu yazmış ve hangi ayırt edici özellikten yararlandığını da sormuştuk. Her halde savurma ile öz kütleleri farklı olan buğday ve samanın ayrı yerlere düşerek ayrılacağını düşünmüşüzdür. Eğer katı madde karışımındaki bileşenlerin öz kütleleri farkı ise bu farktan yararlanarak ayırma işlemini yapabiliriz.

Öz kütle farkı ile ayırma yöntemi endüstride geniş ölçüde kullanılabilir. Farklı iki kütleye sahip iki katının ayrılması istenildiğinde, bu maddelerin karışımı ilk önce toz haline gerilir. Toz halindeki karışım; öz kütlesi, karışımı oluşturan maddelerin öz kütleleri arasında bir değerde olan ve bu maddelerle etkileşmeyen sıvı içine atılır. Öz kütlesi, içine atıldığı sıvıdan büyük olan madde çöker, diğeri sıvı içinde toplanır. Böylece karışımı oluşturan bileşenler birbirinden ayrılır. Örneğin; mermer tozu ve naftalin karışımı su içine atıldığında öz kütlesi suyun öz kütlesinden suyun öz kütlesinden küçük olduğundan su üstünde toplanır.

Kremadan tereyağı elde edilmesinde, tereyağı ile ayranın öz kütlelerinin farklılığından yararlanılır. Krema, makine ya da yayıkta çalkalanılır. Tereyağının öz kütlesi ayranın öz kütlesinden küçük olduğundan kremadan ayrılarak ayranın üzerinde toplanır.

Öz kütleleri birbirinden farklı birbiri içinde çözünmeyen iki sıvının oluşturduğu karışımlar(su-zeytinyağı gibi), ayırma hunisi yardımıyla ayrılır. Ayırma hunisine boşaltılan karışımda öz kütlesi büyük olan altta toplanır. Diğeri ise üstte toplanır. Ayırma musluğu yardımıyla altta toplanan sıvı karışımdan ayrılır.


4-SÜZME İLE AYIRMA
Demlikteki çay karışımını bardağa doldururken çay tanelerini ayırmak için süzgeç kullanırız. Haşladığınız makarnayı sudan ayırmak için kevgirden yaralanırız. Ancak demlikten bardağa aktardığımız çayı süzmek için kevgirden yararlanmayı aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Çünkü süzmek istediğimiz maddenin tane büyüklüğünün kullandığımız süzme aracının deliklerinin büyük olması gerekir. Bu nedenle suda çözünmeyen maddeler uygun süzgeç kullanılarak sudan ayrılabilir.

Kaynak suları yeryüzüne çıkarken süzgeç ödevi gören ince kum tabakaları tarafından süzülür., berrak olarak yer yüzüne çıkar. İçme sularının tortulardan temizlenmesi işlemi de benzer yöntemi içerir.

Süzme ile ayırma yöntemine örnek olarak portakal suyunun posadan ayrılması, bu yöntem meyve sularının elde edilmesinde, çözelti çözelti içinde asılı duran taneciklerin süzülmesinde, ilaç ve süt ürünleri endüstrisinde büyük ve geniş olarak kullanıldığını bilmekteyiz.

Bu yöntemden anlaşılıyorki bir çok karışımın birbirinden ayrılmasında çok miktarda kullanılması bu yöntemin önemini bir çok kere açılamıştır. Özellikle günlük hayatımızda bu yöntemle bir çok işimiz kolaylaştığıda bir gerçektir.

5- ÇÖZÜNÜRLÜK FARKI İLE AYIRMA

Hayvancılıkta uğraşılan yörelerde, peynir ve tereyağını uzun süre saklayabilmek için peynir ve tereyağı tuzlanır. Peynir kullanılmadan önce suda yıkanır, suda bekletilir. Tuz suda çözünerek peynirden ayrılır. Böylece peynirin tuzu giderilmiş olur ki bu yöntem, çözünürlük farkı ile ayırmaya örnek teşkil etmiş olur.


6921
Kimya / Kimya'nın Tarihsel Gelişimi
« : Eylül 13, 2007, 06:19:55 ÖS »
Kimya sözcüğünün (Eski Mısır dilinde "kara" ya da "Kara Ülke") sözcüğünden türediği sanılmaktadır. Bir başka sav da khemeia (Eski Yunanca khyma: "metal dökümü) sözcüğünden türediğidir. Kimyanın kökenleri felsefe, simya, metalürji ve tıp gibi çok çeşitli alanlara dayanır. Ama kimya ancak 17. yüzyılda mekanikçi felsefenin kurulmasıyla ayrı bir bilim olarak ortaya çıkmıştır.

Mezopotamyalılar, Çinliler, Mısırlılar ve Yunanlılar çok eski çağlardan beri bitkilerden boyarmadde elde etmeyi, dokumaları boyamayı, deri sepilemeyi, üzümden şarap, arpadan bira hazırlamayı, sabun üretimini, cam kaplar yapmayı biliyorlardı. Eski çağlarda kimya sanatsal bir üretimdi. Daha sonra Antik Çağın deneyciliği, Yunan doğa felsefesi, Rönesans simyası, tıp kimyası gelişti. 18. yüzyılda kuramsal ve uygulamalı kimya, 19. yüzyılda organoteknik ve fizikokimya, 20. yüzyılda ise radyokimya, biyokimya ve kuvantum kimyası gibi yeni dallar ortaya çıktı.


Ünlü kimya tarihçisi Hermann Kopp, İS 300- 1600 arasını, soy (asal) olmayan metalleri soy metallere dönüştürecek filozof taşının ve insan ömrünü sonsuzlaştıracak yaşam iksirinin arandığı simya çağı; 1600- 1700 arasını ilaçların hazırlandığı iyatrokimya (tıp kimyası) çağı; 1700- 1800 arasını, yanma sürecinin araştırıldığı filojiston kimyası çağı; bundan sonraki dönemi ise nicel kimya çağı olarak adlandırmıştır. 16- 18. yüzyıllar arasındaki dönem yeniçağ kimyası olarak da tanımlanır.


Kimyanın kökeninin, yaklaşık olarak Hıristiyanlık çağının başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde biçimlenmeye başladığı kabul edilir. Eski Mısır'ın metalürji, boya ve cam yapımı gibi üretim zanaatları ile eski Yunan felsefesi İskenderiye'de bir araya gelerek kaynaşmış ve İS 400'lerde uygulamalı kimya bilgisi gelişmeye başlamıştır. Justus von Liebig'e göre simyacılar önemli aygıt ve yöntemler bulmuşlar, sülfürik asit, hidroklorik asit, nitrik asit, amonyak, alkaliler, sayısız metal bileşikleri, şarap ruhu (alkol), eter, fosfor ve Berlin mavisi gibi çok çeşitli maddeleri kullanmışlardır.


Hıristiyanlığın ilk yüzyılında Yahudi Maria olarak bilinen bir kadın simyacı çeşitli türde fırınlar, ısıtma ve damıtma düzenekleri geliştirmiş, simyacı Kleopatra ise altın yapımı konusunda bir kitap yazmıştır. Maria'nın buluşu olan su banyosu günümüzde de "benmari" adı altında kullanılmaktadır. 350- 420 arasında İskenderiye'de yaşayan Zosimos, simya öğretisinin en önemli temsilcisidir ve 28 ciltlik bir simya ansiklopedisi yazmıştır.


Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu'nda, daha sonra da İslam ülkelerinde kimya tekniğinde büyük ilerlemeler olmuş ve Aristoteles'in bütün maddelerin sonuçta dört öğeden (toprak, su, hava, ateş) oluştuğu ve bunların birbirine dönüştüğü biçimindeki kuramı İskenderiyeli ve daha sonra da Cabir, İbn Hayyan, Ebubekir el-Razi ve İbn Sina gibi Arap simyacılar tarafından geliştirilmiştir.


İbn Sina özellikle dönüşümle ilgilenmiş ve el-Fennü'l-Harmis nün Tabiiyat adlı kitabının mineralojiyle ilgili bölümünde mineralleri taşlar, ateşte eriyen maddeler, kükürtler ve tuzlar olarak dört gruba ayırmıştır. İbn Sina madde ve biçimin bir birlik olduğunu, doğa olaylarının açıklanmasında doğaüstü ve maddesel olmayan güçlerin etkisinin olmadığını söylemiş, kuramsal düşünceyi ve kavram üretmeyi öne çıkarmıştır.


Rönesans döneminde geçmiş yılların getirdiği kimya bilgisinin birikimiyle, tıp ve kimyasal üretim alanlarında uygulamalı kimya ortaya çıktı. Bu dönemde eczacılıkta inorganik tedavi maddelerinin kimyasal yöntemlerle elde edilmesine "kemiatri" (kimyasal tedavi) adı verildi. Kemiatrinin kimya temeline dayalı ilaç üretimi biçimindeki pratik amacının yanı sıra, hastalıklar ve madde alışverişi olaylarının kimyasal yorumu gibi kuramsal bir amacı da vardı. Bu kuramsal amaçla ilgili yönelime iyatrokimya denir. Günümüzde kemiatrinin karşılığı farmasötik kimya ve kuramsal biyokimyadır. İyatrokimyanın öncüsü olan İsviçreli hekim Paracelsus'a ( 1493- 1541) göre tuz, kükürt ve cıva, var olan bütün cisimlerin temel yapıtaşı olan beden, can ve ruhun karşılığıydı. Bu üçlü arasında denge bozulduğunda hastalık başlıyordu. Paracelsus midenin bir kimya laboratuvan olduğunu, özsuların yoğunlaşmasıyla hastalıkların ortaya çıktığını ve bu durumun ilaçla giderilebileceğini savundu ve farmakolojide kimyasal maddelerden yararlanılması yolunda çaba harcadı.


Johann Baptist van Helmontx(1580-1644) ve Johann Rudolph Glauber (1604-68), Rönesans kimyasının temsilcileridir. Suyun temel element olduğuna inanan van Helmont'un en önemli çalışmaları çeşitli süreçlerle gaz üretimini ilk kez açıkça gerçekleştirmesi ve deneylerinde teraziyi kullanarak kimyasal çalışmalara nicel özellik kazandırmasıdır. Glauber'in en büyük başarısı ise, yemeklik tuzu sülfürik asitle parçalayarak tuz asidi (hidroklorik asit) ve sodyum sülfat elde etmesidir. Sodyum sülfat dekahidrat günümüzde de onun adıyla Glauber tuzu olarak bilinir. Glauber ayrıca ilk kez metallerin tuz asidi içinde çözünmesiyle metal klorürlerin oluşacağını gösterdi. Simya 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa'da derebeyi saraylarında giderek yayıldı ve bu durum, bilimsel kimya gelişene ve elementlerin birbirine dönüştüğü inancının sarsılmaya başlamasına değin sürdü.


17. yüzyılda kimyanın sanat ya da bilim olup olmadığı çok tartışıldı. Bu yüzyılda, çağdaş anlatımla, uygulamalı ve kuramsal kimya ayırımı vardı. Kemiatri, metalürji kimyası, madencilik ve demircilik kimyası uygulamalı kimyanın içinde yer alıyordu.


Kuramsal kimya ise betimlenebilen "tüm doğa bilimleri" anlamına gelen physica'nın içindeydi. Yeniçağdaki oluşum deneyimden (experientia) deneye {experimentum) doğru oldu ve deneyin doğa araştırmasındaki bilimsel önemi kabul edildi. Kimya zamanla simyadan ayrıldı ve eski çağların gizemli görüşlerinden uygulamalı kimyaya geçildi. Eski kimyada madde ve bileşikler yalnızca beklenen son ürün açısından önemliydi. Çeşitli reçeteler ise beklenen sonuca götüren bir araçtı. Eski düşünce ve bilgilerin doğruluk ya da yanlışlıklarının denetlenmesi ancak kimyasal tepkimelerin gözlenmesi ve tepkime sürecinin incelenmesiyle olanaklıydı.


Mekanikçi felsefe ile kimyanın etkileşimine en iyi örnek Robert Boyle'un çalışması oldu. İngiliz bilim adamı Robert Boyle 1661'de yayımladığı The Sceptical Chymist (Kuşkucu Kimyacı) adlı yapıtıyla Aristotelesçi görüşleri çürüttü. Böyle, kimyasal elementleri maddenin parçalanmayan yapıtaşları olarak açıkça tanımladı, ilk kez kimyasal bileşikler ile basit karışımlar arasında ayrım yaptı, kimyasal birleşmelerde özelliklerin tümüyle değiştiğini, basit karışımlarda ise böyle değişimlerin olmadığını söyledi; gazlar üzerinde yürüttüğü deneylerde gazların basıncı ile hacimleri arasındaki bağıntıyı belirleyen yasayı buldu ve ilk kez elementlerin ve bileşiklerin doğru tanımını yaptı. Böyle ayrıca havanın yanma olaylarındaki rolünü keşfetti ve havanın tartılabilir bir madde olduğunu söyledi.


18. yüzyılda kimyanın temel sorunu yanma olayının (ateş ruhlarının işlevlerinin) açığa kavuşturulması oldu. 17. yüzyıl ortalarına doğru maddedeki elementlerden birinin yanmaya neden olduğu ileri sürülmüş ama bu sav, ateşin maddesel bir cisim olamayacağı gerekçesiyle ünlü simyacı van Helmont tarafından reddedilmişti. Alman simyacı Johann Joachim Becher (1635-82) bu öneriyi daha sonra 1669'da yeniden gözden geçirdi ve terra pinguis olarak adlandırılan ateş elementinin yanma sırasında kaçıp giden bir nesne olduğunu varsaydı. Becher'in öğrencisi ve Berlinli bir hekim olan Georg Ernst Stahl ( 1660- 1734) bu nesneye "flojiston" adını verdi. Yanma olayına yanlış da olsa ilk kez bir bilimsel açıklama getiren flojiston kuramına göre yanıcı maddeler, yanıcı olmayan bir kısım ile flojistondan oluşur. Buna göre metal oksitler birer element, metaller ise kil (metal oksit) ile flojistondan oluşan birer bileşik maddedir. Metal yandığında eksi kütleli "plan flojiston bir ruh gibi ayrılır ve elementin külü (metal oksit) açığa çıkar. Küle yeniden flojiston verildiğinde de yeniden metal oluşur. Örneğin çinko oksit flojistonca zengin olan kömürle ya da hidrojen gazıyla ısıtıldığında yeniden çinko oluşur ve hafifler. Bir yüzyıl boyunca kimyaya egemen olan bu kuram element kavramına uygun olmamakla birlikte kimyanın bilimsel gelişmesinde çok büyük rol oynadı.


Cavendish, Priestley ve Scheele ise çalışmalarında karbon dioksit, oksijen, klor, metan (bataklık gazı) ve hidrojen gazlarını ayrı gazlar olarak tanımladılar. Cavendish ayrıca gazları yoğunluklarına göre ayırdı. İlk kez suyun bir element olmayıp oksijen ile hidrojenin bir bileşiği olduğunu kanıtladı. Bu çalışmaların da yardımıyla flojiston kuramı yıkıldı.


Aynı zamanda bir fizikçi olan Antoine-Laurent Lavoisier ( 1743-94) kimyanın babası sayılır. Lavoisier metal oksitlerinin daha önce Priestley ve Scheele'nin keşfettiği oksijen ile metallerin yaptığı bileşikler olduğunu kanıtladı, yanma ve oksitlenme olaylarının günümüzde de geçerli olan açıklamasını yaparak kimyada yeni bir çığır açtı. Kapalı kaplarda yaptığı deneylerde, kimyasal tepkimeler sırasında kütlenin değişmediğini saptayarak 1787'de kütlenin korunumu yasasını ortaya koydu.


Kimya'daki devrim yalnızca kavramlarda değil yöntemlerde de gerçekleşti. Ağırlıksal yöntemler duyarlı çözümler yapmayı olanaklı kıldı ve kütlenin korunumu yasasıyla nicel kimya dönemi başladı. Lavoisier'den sonra 1798'de Alman kimyacı Richter birleşme ağırlıkları yasasını, 1799'da gene Alman kimyacı Proust sabit oranlar yasasını ve 1803'te ingiltere'den John Dalton katlı oranlar yasasını geliştirdi. Gay-Lussac da Alexander von Humboldt'un yardımıyla öbür gazlarla tepkimeye giren bir gazın her zaman belirli hacim oranlarıyla birleştiğini buldu.


İtalyan fizikçi Amedeo Avogadro 1811'de, gaz halindeki pek çok elementin birer atomlu değil, ikişer atomlu oldukları ve aynı koşullar altında bulunan gazların eşit hacimlerinde eşit sayıda molekül bulunacağı varsayımını geliştirdi. Avogadro'nun bu varsayımını 50 yıl sonra, 1860'ta Stanislao Cannizzaro yasa düzeyine çıkardı.


19. yüzyılın başlarında ingiliz kimyacı Humphry Davy ve öteki bilim adamları, volta pillerinden sağladıkları güçlü elektrik akımlarını bileşiklerin çözümlenmesi ve yeni elementlerin bulunması çalışmalarına uyguladılar. Bunun sonucunda kimyasal kuvvetlerin elektriksel olduğu ve örneğin aynı elektrik yüklü iki hidrojen atomunun birbirini iteceği ve Avogadro varsayımına göre birleşerek çok atomlu molekülü oluşturmayacağı ortaya çıktı. 1859'da Alman fizikçi Gustav Kirchhoff ve kimyacı Robert Bunsen'in bulduğu tayf çözümleme tekniğinin yardımıyla da o güne değin bilinen elementlerin sayısı 63'ü buldu.


Elementlerin atom ağırlıkları ile fiziksel ve kimyasal özellikleri arasındaki bağıntıyı bulan Rus kimyacı Dimitriy İvanoviç Mende-leyev 1871'de ilk kez kimyasal elementlerin periyodik yasasını açıkladı. Mendeleyev'e göre hidrojenin dışındaki elementler artan atom ağırlıklarına göre bir sırayla düzenlendiğinde, bunlann fiziksel ve kimyasal özellikleri de bu sıraya göre düzgün bir değişim gösteriyordu. Ama bu düzgün gidiş kesintilerle birkaç sıra halindeydi ve bu sıralara periyot adı verildi. Mendeleyev'in tablosunda atom ağırlığı daha büyük olan bazı elementlerin ön sıralarda yer alması atom ağırlıklarının ölçüt alınamayacağını gösterdi. İngiliz fizikçi H.G. Moseley 1913'te X ışınımı yardımıyla elementlerin atom numaralarını saptadığında bu sıralamada atom numaralarının temel alınması gerçeği ortaya çıktı. Bundan sonra Mendeleyev'in tablosundaki boş olan yerler yeni keşfedilen elementlerle dolmaya başladı.


Wilhelm Röntgen'in 1895'te X ışınımını bulmasından hemen sonra Henri Becquerel 1896'da, uranyumdaki doğal radyoaktifliği keşfetti ve 1900'de fizikçi Max Planck kuvantum kuramını ortaya attı. Rutherford 19J9'da havadaki azotu, radyum preparat-lanndan salınan alfa taneciklerinin yardımıyla oksijene ve hidrojene dönüştürerek ilk yapay element dönüşümünü gerçekleştirdi.


August Kekule'nin 1865'te kurduğu yapı kuramının genişletilmesi sonucunda, bire-şimleme (sentez) ve ayrıştırma yoluyla pek çok yeni madde elde edilebildi. Bu kurama göre atomlar değerliklerine karşılık gelecek biçimde bileşikler halinde birleşirler ve her atomun belirli bir değerliği vardır. Kekule' nin bu açıklamalarından sonra kimyasal bileşikler yeni bir biçimde değerlendirilmeye başladı. Örneğin su (H2O) H-O-H, karbon dioksit (CO2) O-C-O, biçiminde gösterildi. Bu gösterimden bireşimleme kimyası çok yararlandı. Kekule ayrıca moleküllerin farklı özelliklerinin atomların birbiriyle yaptığı farklı bağlarla belirlendiğini kanıtladı ve kapalı formülü C6Ü6 olan benzenin halka biçiminde birleşmiş bir yapısı olduğunu çözdü. Yapı kuramına dayanarak varlığı düşünülen bileşiklerin bireşimsel olarak üretilebilmesine yönelik özel yöntemler geliştirildi; yapısı bilinmeyen doğal ya da yapay bileşiklerin iç yapılarını çözmek amacıyla da tam tersi bir yol izlenerek bunların yapılan sistemli bir biçimde ve aşamalı olarak parçalanarak bulundu. Kekule'nin buluşu aromatik karbon kimyasının hızla gelişmesini olanaklı kıldı. F. Wöhler, siyanür bileşikleriyle çalışırken üreyle formülü aynı olan amonyum siyanatı bireşimledi. Biri mineral, öbürü hayvansal kökenli olan her iki ürün de aynı elementlerin aynı sayıdaki atomlarından oluşuyordu. Bu buluşla izomerleşme olgusu ortaya çıktı ve inorganik kimya ile organik kimya arasındaki farklılık ortadan kalktı.


Kimya alanındaki çalışmalar sonraları maddelerin tepkime biçimleri, ısı etkisi, çözeltiler, kristallenme ve elektrolizle ilgili konulara yöneldi ve galvanizleme konularındaki gelişmelerden fiziksel kimya (fizikokimya) doğdu. Bu arada M. Berthelot termokimyanın temellerini attı. Raoult, W. Ostwald, van't Hoff, J. W. Gibbs, Le Chatelier ve S. Arrhenius fiziksel kimyanın gelişmesinde önemli rol oynadılar.


İtalyan bilim adamı Alessandro Volta'nın 1800'de iki metal levha arasına nemli bez ya da tuz çözeltisi koyarak elektrik akımı elde etmesi kimyada önemli gelişmelere neden oldu. Humphry Davy 1807'de özel olarak geliştirdiği Volta pilini kullanarak erimiş külden elektrik akımı geçirdi ve bu yolla önce potasyum adını verdiği elementi, sonra da sodadan sodyum elementini ayırmayı başardı. Bu da elektrokimya dalında önemli adımlar atılmasını olanaklı kıldı.


Çağdaş bilimin gelişmesiyle Sanayi Devrimi arasında yakın bir ilgi olduğu düşünülmekle birlikte, Sanayi Devrimi'nin anayurdu olan İngiltere'de bile bilimsel buluşların dokuma ve metalürji sanayisini doğrudan etkilediğini göstermek zordur, 18. yüzyılda bilim dikkatli bir gözlem ve deneyciliğin sanayide üretimi önemli ölçüde iyileştirebileceğini gösterdi. Ama ancak 19. yüzyılın ikinci yansından başlayarak bilim sanayiye önemli katkıda bulunmaya başladı; kimya bilimi anilin boyalar gibi yeni maddelerin üretilmesini olanaklı kıldı ve boyarmadde ile ilaç sanayisi hızla gelişen ilk kimya sanayisi oldu. 20. yüzyılda madencilik, metalürji, petrol, dokuma, lastik, inşaat, gübre ve gıda maddeleriyle doğrudan ilişkisi olan kimya sanayisi elektrikten sonra bilimin uygulamaya geçirildiği sanayiler arasında ikinci sırayı aldı. Yalnızca kimyanın değil, fiziğin de kimya sanayisine girmesiyle laboratuvarda elde edilen sonuçlann doğrudan uygulamaya sokulduğu kimya fabrikaları kurulmaya başladı. Bu süreçlerin denetlenmesinde çeşitli aygıtlara gerek duyulduğundan fiziksel kimyacılar ve fizikçiler kimya sanayisinde etkin olmaya başladı ve böylece kimya mühendisliği mesleği doğdu.

6922
Kimya / Asitler ve Bazlar
« : Eylül 13, 2007, 06:19:22 ÖS »
ASİTLER

Asitler kimyada önemli bir bileşik sınıfını oluştururlar.Asit-latince anlamına gelen asidus kelimesinden alınmıştır.Günlük gıda maddelerinin bir çoğunda asit vardır.Canlı organizmaların hayatsal faaliyetlerinde asitlerin önemi büyüktür.Mide özsuyu besinlerin sindirimi için %0,4 oranında hidroklorik asit içerir.Proteinlerin oluşumunda amino asitlerin önemi tartışılmaz bir gerçektir.Genel olarak asitler;inorganik ve organik asitler olarak iki gruba ayrılırlar.Yapısında karbon elementi bulunmayan asitlere inorganik aitler ,karbon elementi kullanılarak oluşturulan asitlere ise organik asitler denir.

ASİTLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ

-Asitlerin tadları ekşidir.Örnek olarak;sirkedeki asetik asit ekşi elmada ki malik asit , limondaki sitrik asit ve askorbik asit(C Vitamini),yoğurt suyundaki laktik asit, meşrubat ve kolalardaki karbonik asit sayılabilir.Ancak her asitin tadına bakamayız.Çünkü asitlerden bazıları parçalayıcı bazıları da zehirlidir.
-Asitler yakıcı özelliğe sahiptir.Asitlerin bu özelliği her asitte aynı şekilde olmaz.Örneğin Hno3 deriye döküldüğünde proteinlerle tepkimeye girer.H2SO4 ise hücre suyunu çekerek yakma etkisi gösterir.
-Asit suda çözüldüğünde ne kadar fazla iyon oluşuyorsa,iletkenlik o kadar fazla olur .Kuvvetli asitlerde iletkenlik fazla zayıf asitlerde ise azdır.
-Asitler mavi turnusol kağıdını kırmızıya çevirir.Turnusol kağıtları indikatör boyası emdirilmiş kağıtlardır.İndikatör boyaları ise ortamın asidik veya bazik olmasına göre renk değiştiren maddelerdir.Örneğin bir indikatör olan metil oranj asitler kırmızı renge döner.
-Asitlerin genel olarak yapılarında proton bulunur.Ancak yapılarında hdrojen bulunan tüm maddeler asit değildir.MC1 kuvvetli bir asit olmasına karşın nh3 baz özelliği gösterir.CH+ ise asit ve baz karakteri göstermez.
-Bazlarda birleşerek tuz ve su oluştururlar.Kimyada bu tepkimelere nötrleşme tepkimesi denir.
[BAZ+ASİTTUZ+SU]
NaOH + Hcı > Nac I + h20
2KOH + H2SO 4 + K2SO4 + 2H2O
Ca(OH)2 + H2SO4 - CASO4 + 2H2O

- Metal oksitlerde(Bazik oksitlerle)birleşerek tuzları yaparlar.
METAL OKSİT + ASİT TUZ+SU
Na2O + 2hcI >> 2NacI + H2 O
CaO + H2SO4 >> CASO4 + H2O
K2O + H2CO3 >>K2CO3 + H2 O
CUO + 2HNO3>>CU(NO3)3 + H2O

- Asitlerin metaller ile olan tepkimeleri , metallerin aktifliğine göre değerlendirilir.Metallerin aktiflik sırası
K , Na , Ca , Mg , Al , Zn , Fe
Aktifliği hidrojenden fazla olan metaller
Cu , Ag , Hg, Au, Pt
Aktifliği hidrojenden az olan metaller (şeklindedir)
a) Aktifliği hidrojenden fazla olan metaller seyreltik asitler ile H2 gazı oluşturacak şekilde tepkime verirler.
METAL+ASİT TUZ + H2 GAZI

Mg + 2Hcı  MgCI2 + H2
Zn+2Hcı ZnCI2+H2

b) Aktifliği hidrojenden az olan metallere HCI ve seyreltik H2SO4 etki etmez.

Cu+HCI  Tepkime gerçekleşmez.
Cu+H2SO4Tepkime gerçekleşmez.
Ag+HCI Tepkime gerçekleşmez.

c)Aktifliği hidrojenden az olan metallere HCI ve seyreltik H2SO4 tepkime verir.Bu tür tepkimelerden H2 yerine SO2 oluşur.

Cu+2H2+SO4CuSo4+So2+2h30
Derişik
Zn+2H2SO4ZnSo4+SO2+2H2O
Derişik
d)Aktifliği hidrojenden az olan metallere HNO3’ün etkisi ise seyreltik ve derişik olmasına bağlı olarak değişir.HNO3;Cu Hg ve Ag'’ etki eder.Pt ve Au '‘a etki etmez.
Cu+4HNO3Cu(NO3)+2NO2+2H3O
Derişik
3Cu+8HNO3-3Cu(NO3)2 + 2NO + 4H2O
Seyreltik

--Asitlerin ametallere etkisi ise genellikle derişik durumunda olabilir.
C+4HNO3CO2+4NO2+2H20
(Derişik)

C+2H2SO2CO2+2SO2+2H20
(Derişik)

S+4HNO3_SO2+4NO2+2H2O oluşur
(Derişik)

Na2CO3+H2SO2-Na2SO4+H2O+CO2

Ca(HCO3)2 + 2HCI – CACI2 +2H2O+2CO2

 Ametal oksitlerin (CO2, SO2, SO3, N2O5, P2O5 gibi) sulu çözeltileri asit özelliği gösterir.Ametal oksitlere asit oksitlerde denir.
ASİT OKSİT +SU ASİT
CO2+ H2 O H2CO3
SO2+ H2O H2SO3

SO3 + H2o  H2SO4
N2O5 + H2O  2HNO3

ÖRNEK
1) Asitlerin tadları ekşidir.Aşağıdaki çözeltilerden hangisinde asit bulunmaz?
A)Portakal suyu B) Limonata C) Vişne suyu
D)Sirke E) Sabunlu su

Çözüm:
Verilen ilk dört örneğin tadları ekşidir.Bu maddelerde asit vardır.Sabunla suyun tadı acıdır.Yapısında asit yoktur. CEVAP: E


2)Aşağıdakilerden hangisi asit özelliklerinden değildir?

A)Sulu çözeltileri elektrik akımını iletir.

B)Kırmızı turnusol kağıdını mavi renge dönüştürürler.

C)Seyreltik çözeltilerin tadı ekşidir.

D)Bazlarda tuz oluştururlar.
CEVAP:B

DİĞER REAKSİYONLAR

Üç tür genel reaksiyondan başka sık karşılaşılan bir takım özel reaksiyonlar da vardır.Bunlar yukarıdaki reaksiyon türlerinden birine benzese de özel hali ile bilinirler.

1. Metallerin Asitlerle Reaksiyonu

Metallerin asitlerle reaksiyonundan tuz oluşur,hidrojen gazı açığa çıkar.Mesela , Al metalinin HCI ile reaksiyonundan AICI3 tuzu oluşurken , hidrojen gazı açığa çıkar.

Metal + Asit  Tuz + Hidrojen gazı

Al(k) + 3HCI (suda) AICI3(suda)+ 3/2H2(g)

Soy metallerin dışında ki metaller hidrojenden daha aktiftir.Bu yüzden burada Al metali Al+3c
Yükseltilirken bileşik haline geçerken asit katyonu olan H+ iyonu H2’ye indirgenmektedir.
Metallerin asitlerle reaksiyonlarına aşağıdaki örnekler verilebilir.

Zn(k) + 2HCI(suda)  ZnCI2 (suda) + H2(g)

2Na(k) + 2HCI(suda) 2NACI (suda) + H2(g)

Mg(k) + H2SO4(suda) MgSO4(k) + H2(g)

Fe(k) + 2HNO3(suda)Fe(NO3)2(suda)+H2(g)

2) Soy ve yarı soy metallere (Cu- Hg- Ag- Pt- Au) oksijensiz asitler etki etmezler.
Cu+HCI Reaksiyon vermez
Ag+HCI Reaksiyon vermez
3)Yarı soy metallere (Cu-Hg-Ag) yükseltgen özellik gösteren asitler etki ederler.H2SO4 ve HNO3 yükseltgen özellik gösteren iki önemli asittir.Bunların yarı soy metallere etkisinden tuz,oksit ve su oluşur.
Yarı soy metal + Yükseltgen asit Tuz + oksit + su

Asit olarak derişik HNO3 asidi kullanıldığında NO2 gazı açığa çıkar , tuz ve su oluşur.HNO3 deki azot indirgenirken , metal yükseltgenir.

Ag(k)2HNO3(suda) Derişik AgNo3(Suda) No2(g) + H2O(s)
Cu(k)+ 4HNO3(SUDA) Derişik Cu(NO3)2(suda)+ 2NO2(g) + 2H2O(s)


Seyreltik HNO3 asidi kullanıldığında ise NO gazı açığa çıkar.Gümüş ve bakırın seyreltik nitrik asitle reaksiyonları aşağıda verilmiştir.

Ag(k)+4hno3(suda) 3 AgNO3+ NO (g) 2H2O(s)

3cu(k)+HNO3(suda) 3 Cu (NO3)2 + 2NO(g) + 4h2O(s)

4)Altın (Au) be platin (Pt) tam soy metaldir.Bunlar asitlerle hidrojen çıkışı ile reaksiyona girmediği gibi yükseltgen özellik gösteren asitler de reaksiyon vermez.

Altına yalnızca kral suyu denilen (3HCI+HNO2) karışımı etki eder.
Au(k)+HCI(suda)+HNO3  AuCI3 + NO(g)+ 2HO(s)

METALLERİN BAZLARLA REAKSİYONU

Genelde metaller bazlarla reaksiyon vermezler.Ancak amfoter metal olarak bilinen Al, Zn , Sn, Pb , Cr gibi metaller derişik kuvvetli baz çözeltileriyle reaksiyon verirler.Reaksiyon sonucunda hidrojen gazı açığa çıkar.

Amfoter metal + Baz  Tuz+ hidrojen gazı

Al(K)+ NaOH(suda)Na3 AlO3 + H2 (g)

Zn(k)+ NaOH(suda)Na2ZnO2 + H2 (g)

Amfoter metallerin oksit ve hidroksit bileşikleri de amfoter özellik gösterirler.Bunların kuvvetli bazların derişik çözeltileri ile reaksiyonundan ise tuz ile su oluşur.


6923
Kimya / Periyodik Cetvel
« : Eylül 13, 2007, 06:18:24 ÖS »
Bir çok elementi ayrı ayrı incelemek zor bir iştir. Elementlerin incelenmelerini kolaşlaştırmak ve özelliklerini daha kolay hatırlaya bilmek amacıyla, elementleri bir sınıflamaya tabi tutmayı çok eskiden beri kimyacılar düşünmüşlerdir. Hatta bu sınıflandırmada elementlerin özellikleri, belirli bir düzen içinde değişirse, kimyacıların işi epeyce kolaylaşmış olacaktı. Geçen yüz yılın ortalarında, şimdi bilinen ele-mentlerin yarısından biraz fazlası biliniyordu. Bilinen elementleri, ö-zelliklerine göre bir sınıflandırma yapmak için, o zamanda kimyacılar, değişik fikirler ileri sürmüşlerdir.

On dokuzuncu yüzyılın başında, Dalton’un ileri sürdüğü atom teorisi ve onu hemen takip eden Avogadro hipotezi, modern kimya a-lanını açmış; Berzelius’un (Berzelyus) atom kütlelerini tayini ile, atom kütleleri ile elementlerin özelliklerini karşılaştırma imkanı ortaya çık-mıştır.

Elementlerin atom kütleleri ile özellikleri arasındaki ilişkiyi ilk sezen Alman kimyacı J.W.Döbereiner (Döbrayner) olmuştur. Döbere-iner, 1828 yılında, bazı elementlerin kimyasal özellikleri arasında (CL,BR,I)-(Ca,Bo,Sr)-(S,Se,Te gibi) yakın benzerlikler bulunduğunu görmüş ve bu elementleri “triyotlar” (üçlüler) olarak gruplandırmıştır.

Bu görüş, zamanın kimyacılarını, bütün elementleri içine alan, tam bir sıralama sisteminin var olabileceği düşüncesine götürmüştür.

İngiliz kimyacı J.A.R. Newlands (Nivlands) 1864’de, o zaman bilinen elementleri atom kütlelerine göre artan bir şekilde sıralamakla, her 7 elementten sonra gelen 8. elementin özelliğnin, bu 8 elementin başlangıç elementinin özelliğine benzediğini görmüştür. Bu şekilde, bir elementten 7 sonra gelen elementin yani 8. elementin aynı özelliğe sahip olmasını müzikteki 8 notaya verilen isme benzeterek, oktav diye adlandırmıştır. Fakat Newlands bu görüşünde pek ileri gidememiş ve kalsiyumdan sonra gelen elementlerin bağlantısını anlayamamıştır.

Bugünkü anlama yakın periyodik sistem, 1869 yılında Rus kim-yacısı Dimitri Mendeleev ( Dimitri Mendelyev) tarafından yapılmıştır. 1870 yılında Alman bilgini Lother Meyer (Lotar Meyır)de Mende-leev’den habersiz olarak, bir periyodik cetvel yapmıştır. Bu iki cetvel hemen hemen birbirinin aynıdır. Meyer; elementleri, cetvelinde fizik-sel özelliklerine (atom hacimlerine) göre sıralamış, Mendeleev ise, e-lementlerin elementleri fiziksel özelliklerini ele alacak yerde, değerli-liklerini, yani kimyasal özelliklerini dikkate almıştır. Mendeleev, o za-man bilinen ve atom kütlelerini bulunmuş elementleri, atom kütleleri-nin artısına göre sıralamakta, elementlerin değerliliklerinin ve öteki ö-zelliklerinin, gitgide değişirken, belirli sayıda elementten sonra tek-rarladığına, yani bu özelliklerin periyodik (devri) olduğunu görmüştür.

Mendeleev, atom kütleleri sırasına göre kurduğu gruplarla, özel-lik bakımından benzeyen element yoksa, yerini boş bırakmıştır. Bunun sonucu olarak Mendeleev’in periyodik cetveline bazı boşluklar mey-dana gelmiştir. Mendeleev, bu boşlukları açıklamasını bilmiş, o gün için bilinmeyen ve periyodik cetvelde 32 numaralı yeri olması gereken elementin özelliklerinin ne olacağını tahmin etmiştir. Ayrıca, Mende-leev’in sisteminde boş kalan yerlerde bilinmeyen elementlerin bulun-ması gerektiği fikri yeni elementlerin keşfine yol açmıştır.

Mendeleev’i dahiyane görüşü ile, bu sistemin doğanın genel bir kanununa uyulduğunu sezmiş ve sistemini genelleştirmekten çekinme-yerek o gün için 63 element bilinmesine ve sisteminde pek çok boş yer kalmış olmasına rağmen, periyodik cetvelini geliştirmiştir.

Periyodik cetvelin yapılmış olması elementleri inceleme kolaylığı sağladığı gibi bilinmeyen elementlerin özelliklerinden yola çıkarak keşfini sağlamıştır.





Bu gün periyodik cetvelde elementler, atom kütlelerine göre de-ğil, atom numaralarına göre dizilir. Böylece Mendeleev’in sisteminin aksaklığı ortadan kalkar. Çünkü kimyasal özellikleri atom kütlelerinin periyodik bir fonksiyonu değil, artan atom numaralarının periyodik bir fonksiyonudur. Elementler artan atom numaralarına göre periyodik cetvelde dizildiğinde, elementlerin bazı özellikleri periyodik olarak tekrarlanır. Bunun nedeni, elementlerin elektron dizilişleriyle ilgilidir.

Elementler, özellikleri birbirine benzeyen alt alta gelecek şekilde, artan atom numaralarına göre sıralandığında bir cetvel oluştu-rur. Oluşan bu cetvele periyodik cetvel denir.

Periyodik cetvel elementlerin elektron dizilişine bağlı ola-rak dört bloktan (s, p, d, f) meydana gelir. Bloklardaki elementlerin değerlilik elektronları bulunduğu blokun adıyla aynı orbital dedir.
Ör: Na------- 1s 2s 2p 3s :s blokunda
P-------- 1s 2s 2p 3s 3p blokunda
Tablo IV.1
ORBİTAL: Bir atomun elektronlarının bulunma olasılığı-nın yüksek olduğu uzay bölgesidir.
Değerlik elektronları: Bir elementin en dış elektron kabu-ğunda bulunan elektronlara denir.
Şekil 6.14

Periyodik cetvelde yatay sütunlara periyot, düşey sütunlara grup denir.
Periyodik cetvel 7 periyot ile 8A, 8B olmak üzere 16 gruptan (18 düşey sütundan) oluşur. Yeni sistemde gruplar A ve B diye ayrılmaz. Birden onaltıya kadar sırayla 1,2,3.....16. grup diye adlandırılır.

1. periyotta 2 element bulunur. (H, Ne)
2. periyotta 8 element bulunur. (Li, Be, B, C, N, O, F, Ne)
3. periyotta 8 element bulunur. ( Na, Mg, Nı, Si, P, S, Cl, Ar)
4. periyotta 18 element bulunur. (K, Ca,..............................., Kr)
5. periyotta 18 element bulunur. (Rb, Sr, ............................., Ye)
6. periyotta 32 element bulunur. (Cr, Ba, ............................., Ra)
periyotta 32(yir4. ve 5. periyotlarda periyodun 10 element uzamasına d orbitalin dolması (d ) neden olur. 6. ve 7. periyotlarda ise sıranın 14 element u-zamasına f orbitalinin dolması (f ) neden olur. F orbitallerine elektron dolan 14 elementten 6. sıradaki lantanitler (57-71 atom numara (1)) (noder toprak metalleri) ve 7. sıradaki aktinitler, (89-103) cetvelin da-ha fazla yana uzamamasından alt sırada f bloğuna alınmıştır.

Periyodik cetvelin s bloğunda IA ve IIA, p bloğunda IIIA, IV A, VA, VIA, VIIA ve VIIIA grupları, d bloğunda ise IIIB, IVB, VB, VIB, VIIB, VIIIB, IB ve IIB grupları yer alır.

Elementler artan atom numaralarına göre periyodik cetvele yer-leştirildiğinde, cetvelin sol tarafından metallerin sağ tarafında ametal-lerin yer aldığı görülür.Her periyot bir alkali metal ile başlar bir soy-gaz ile biter.

Guruplar ve özellikleri:
A Grubu Elementleri; A grubu elementlerinin değerlik elektron-ları s ve p orbitallerinde bulunur. Elektron dizilişi, s orbitali ile sonuç-lanan elementler s, p ile sonuçlananlar p, d ise sonuçlananlar d, f ile sonuçlananlar ise f bloğunda yer alır.

Periyodik cetvelin IA grubunda (H, Li, Na, K, Rb, Cs, Fr) ele-mentleri bulunur. Hidrojen IA grubunda bulunmakla beraber bir ame-taldir. Hidrojen dışındaki bu grup ametallerinin hidrooksitleri kuvetli baz özelliği gösterdiğinden, IA grubu elementler bazik anlamına ge-len alkali metaller adıyla anılır. Alkali metaller, en dış orbitalleri olan küresel s değerlik orbitallerinde bir değerlik elektronu taşır. Bu ele-mentlerin elektron dizilişlerinin benzerliği bir çok özelliklerinde ben-zerliğe yol açar IA grubu elementleri dış orbitallerdeki bir tek değerlik elektronu kolaylıkla vererek +1 yüklü iyon haline geçer. Metalik par-laklık gösterir, bıçakla kesilebilecek kadar yumuşaktırlar. Elektrik ve ısıyı iletir.

Periyodik cetvelin IIA grubunda (Be, Mg, Ca, Sr, Ba, Ra) ele-mentleri bulunur. Bunlar toprak alkali metaller olarak anılır. Bu grup elementleri atomların s değerlik orbitalinde 2 elektron bulunur. Bu e-lektronlar, IA grubu elementlerinin tek elektronu kadar olmasa da ge-ne kolaylıkla ortamdan kopar. Bu nedenle IIA grubu elementleri +2 değerlikli iyon halinde bileşik oluşturur. Bu grupta yer alan elementler IA grubu elementlerinden daha az aktif, daha yoğun ve dahaserttir.

Periyodik cetcelin IIA grubunda hepsi ametal olan flüor (f), klor(Cl), brom (Br), iyot (ı) ve astaton (At) elementleri bulunur. Bun-lara tuz üreten anlamına gelen halojen adı verilir. Oda sıcaklığında F ve Cl gaz, Br sıvı, I-ise katı halde bulunur. Halojen atomlarının s ve p değeğerlik orbitallerinde yedi tane değerlik elektronu vardır. Halo-jenler kararlı hale gelmek için genellikle dışarıdan bir elektron alarak
-1 değerlikli iyonlar halinde bileşik oluşturur. Bu halojenler bir kısım bileşiklerinde +1, +3, +4, +5, +6, +7 değerlikli olabilir. Halojenler ol-dukça aktiftir.

B Grubu elementleri :
Değerlik elemanları son olarak d orbitalinin doldurduğu elementlerin yer aldığı gruplardır. III B ile başlayıp II B ile sonlanan gruplarda yer alan elementlere geçiş elementleri ya da geçiş metalleri denir. Geçiş elementleri kimyasal tepkimelerinde d orbitalinden önce s orbitalinden elektron verir. Bu elementler genellikle birleşiklerinde çok farklı de-ğerlikli iyon halinde bulunur. B grubu elementlerinin tamamı metaldir. 30 elementtir.

Elektron dizilişleri f orbitali ile sonlanan elementlere iç geçiş e-lementleri denir. Bu elementler periyodik cetvelin altında f bloğunda bulunur. Hepsi metaldir. Lantanitlerde Pm elementi dışındakiler rad-yoaktif değildir. Aktiniflerin ise tamamı radyoaktiftir.

Grupların incelenmesinde dikkat çekici yön, aynı grupta yer alan elementlerin son orbital türü ile bu orbitallerde yer alan elektron sayı-sındaki aynılıktır. Bu aynılık, aynı grupta yer alan elementlerin kimya-sal özelliklerin benzerliğe neden olur.

VIII A veya 0 (sıfır) grubu elementleri ( He, Ne, Ar, Xe, Rn ) soy gazlar olarak bilinir. Değerlik elektronları değerlik orbitallerini tamamen doldurmuştur. Çok zor şartlarda çok az bileşik yaparlar. Bu nedenle bileşik yapamaz olarak bilinirler. Doğada tek atomlu olarak bulunurlar, renksizdirler.
Periyodik özellikler :
Periyodik cetvelde elementlerin atom numaralarına bağlı olarak yerleri değiştikçe atom çapları ve elektron dizilişleri farklılık gösterir. Bu durum elementlerin özelliklerinde de periyodik değişmelere neden olur. Özelliklerdeki değişmeler periyot ve gruplara göre şöyle özetle-nebilir.

A) Periyotlarda soldan sağa gidildikçe;
1- Atom numarası büyür, değerlik elektron sayısı büyür
2- Atom kitlesi büyür
3- Atom çapı küçülür
4-Orbital sayısı değişmez
5- İyonlaşma enerjisi artar ( Bu artışta küresel simetrik durumlar istisna oluşturur )
6- Elektron ilgisi ve elektronegatiflik artar
7- Metalik özellikler ( elektrik, ısı iletkenliği vb. ) azalır, amet-tallik özellikler artar.
8- Metallerin erime-kaynama noktaları yükselir, sertlikleri artar hidroksitlerinin bazlık kuveti azalır. Amettallerin erime ve kaynama noktaları düşer, asitlerinin asitlik güçleri artar.
9- Metallerin kimyasal tepkime ilgileri ( aktiflikleri ) azalırken, ametallerin kimyasal tepkime ilgileri artar.

İyonlaşma enerjisi :
Gaz halindeki nötr bir atomun en yüksek enerji düzeyindeki orbitallerinde bir elektron koparmak ( sonsuz uzaklığa götürmek ) için verilmesi gereken enerji miktarına denir. İyonlaşma olayı dışarıdan ısı alan ( endotermik ) bir olaydır.

Elektron ilgisi :
Gaz halindeki nötr bir atomun bir elektron almasıyla açığa çıkan enerjiye denir. Ekzotermik bir olaydır.

Elektronegatiflik :
Bir atomun bir kimyasal bağda ( molekül içinde ) elektronları çekme yeteneğidir.


B) Gruplarda yukarıdan aşağı inildikçe;
1- Atom numarası artar
2- Atom kütlesi artar
3- Atom çapı artar
4- Orbital sayısı artar
5- Değerlik elektron sayısı değişmez
6- İyonlaşma enerjisi küçülür
7- Elektron ilgisi ve elektronegatiflik azalır
8- Metallerin erime ve kaynama noktası düşer. Ametallerin erime ve kaynama noktası yükselir
9- Metallerin metalik özellikleri artar, ametallerin ametalik özellikleri azalır.

6924
Kimya / Gazlar
« : Eylül 13, 2007, 06:17:49 ÖS »
ÖZELLİKLER
Madde ve özellikleri konusunda maddenin katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç fiziksel halinin olduğunu söylemiştik.
Bu konuda maddenin gaz halini inceleyeceğiz.
GAZLAR: Belirli hacmi ve şekli olmayan koyuldukları bütün kapları dolduran maddelerdir. Gazlar sıkıştırıldıklarında hacimleri büyük ölçüde sıkıştırılabilen maddelerdir.
Gerçek gazların özelliklerini inceleyebilmek çok zor olduğundan ilim adamları ideal gaz modelini geliştirmişlerdir. İdeal gaz gerçekte var olmayan bir gazdır.

 Gazların sıcaklığını çok artırıp basıncını çok düşürdüğümüzde gerçek gaz ideal gaz gibi davranır.

 Gazlar üzerindeki basıncı artırıp sıcaklığını düşürürsek gaz sıvılaşır.

 Gazların görünür özelliklerinden faydalanarak görünmeyen özelliklerini inceleyen teoriye KİNETİK GAZ TEORİSİ denir.


İDEAL GAZLARIN ÖZELLİKLERİ
1. Gaz taneciklerinin hacimleri, tanecikler arası mesafe yanında sıfır kabul edilir.
2. Tanecikler arasındaki etkileşim (itme ve çekme kuvvetleri) sıfır kabul edilir.
3. Gaz tanecikleri birbirleriyle ve içinde bulundukları kabın iç yüzeyiyle sürekli çarpışırlar. Bu çarpışmalar fiziksel olup esnek çarpışmadır.
4. Gaz taneciklerinin özellikleri incelenirken ölçülebilen özellikleri üzerinde durulur.

Gazların ölçülebilen özellikleri
P V n T dir
   
Basınç Hacim Mol Mutlak
(atm) (L) (mol) sıcaklık (K)

Basınç (P)

Kapalı bir kapta gaz basıncı manometre ile ölçülür. basınç birimi atmosferdir.
1 Atmosfer basıncı: 0C, deniz seviyesinde 76cm yüksekliğindeki civa sıvısının tabana yapmış olduğu basınca eş değer açık hava basıncına 1 atm denir.




Hacim (V)
Bir maddenin uzay boşluğunda doldurduğu yere hacim denir. Gazların hacmi koyuldukları kapların iç hacimlerine eşittir. Hacim birimi olarak gazlarda genellikle Litre (L) kullanılır.


Mol Sayısı (n)
Bir maddenin tanecik sayısının Avogadro sayısıyla kıyaslanmasından elde edilen bir niceliktir. Daha önceki konularımızda mol kavramını detaylı olarak gördük.





Sıcaklık (T)
Sıcaklık bir maddenin taneciklerinin ortalama kinetik enerjilerinin bir ölçüsüdür. Termometre denilen aletle ölçülür. Gazların ortalama kinetik enerjisi ile mutlak sıcaklık doğru orantılıdır.
Çeşitli sıcaklık ölçekleri ve birimleri vardır. Fahrenheit (F), Celcius (C) ve Kelvin (K) gibi

t C + 273 = T K
t C + x 32 = F

 Gazlarda mutlak sıcaklık kullanılır. Yani Kelvin sıcaklığı



GAZ KANUNLARI
BOYLE - MARIOTTE KANUNU
CHARLES KANUNU
GAY - LUSSAC KANUNU
DALTON KANUNU
AVOGADRO KANUNU

BOYLE - MARIOTTE KANUNU
Sıcaklığı ve miktarı sabit olan bir gazın basıncı ile hacminin çarpımı da sabittir.
< n ve T > sabit ise PxV = k ( k sabit bir sayı)
ya da
Sıcaklığı ve miktarı sabit olan bir gazın basıncı ile hacmi ters orantılıdır.
< n ve T > sabit ise P  V-1
Şimdi bu olayı sürtünmesiz pistonlu kaplarda görelim...


Bu durumda
P1V1 = P2V2 = P3V3 ...

CHARLESS Kanunu
"Basıncı (P) ve miktarı (n) sabit olan bir gazın; hacmi (V) ile mutlak sıcaklığı (T) doğru orantılıdır."
Bu olayı şöyle sembolize edebiliriz:
< n ve P > sabit ise V 

GAY LUSSAC Kanunu
"Hacmi ve miktarı sabit olan bir gazın, basıncıyla (P) mutlak sıcaklığı (T) doğru orantılıdır."
________________________________________
Bunu şöyle formüle edebiliriz;
< V ve n > sabit ise P  T yani

GAY LUSSAC Kanunu
"Hacmi ve miktarı sabit olan bir gazın, basıncıyla (P) mutlak sıcaklığı (T) doğru orantılıdır."
________________________________________
Bunu şöyle formüle edebiliriz;
< V ve n > sabit ise P a T yani

DALTON YASASI
Hacmi ve sıcaklığı sabit olan bir gazın basıncı ile mol sayısı doğru orantılıdır.
Bu ifadeyi şöyle sembolize edebiliriz.
< V ile T > sabit ise P  n

AVOGADRO KANUNU
Sıcaklığı ve basıncı sabit olan bir gazın hacmi ile mol sayısı doğru orantılıdır.
Bu ifadeyi söyle sembolize edebiliriz.
< P ile T > sabit ise V  n dir.

İDEAL GAZLAR
İDEAL GAZ DENKLEMİ
Şu ana kadar gaz kanunlarından elde ettiğimiz bağıntıları şöyle bir hatırlarsak:




P V = n R T


Bu bağıntıya ideal gaz denklemi denir.


6925
Kimya / Organİk Kimya
« : Eylül 13, 2007, 06:16:55 ÖS »
Organik kimya, kimyanın bir alt başlığı olup karbon-karbon bağı içeren bileşiklerin kimyasını inceler. Moleküller organik bileşiklerin temel yapısını oluşturur. Moleküller birbirlerine kovalent bağlarla bağlıdır. Erime ve kaynama noktaları düşüktür, kolay buharlaşırlar. Organik kimyayı anlayabilmek için öncelikle atomun yapısını ve kimyasal bağlanmasını çok iyi bilmek gerekir. 01. Atom Yapısı ve Orbitaller Atom, merkezinde (+) yüklü çekirdek ve etrafında elektronlardan meydana gelmiştir. Atomlar elektrikçe yüksüzdür ve temel tanecikleri protonlar, nötronlar ve elektronlardan oluşmuştur. Taneciğin Adı Sembolü Bağıl Yükü Yükü Kütlesi (g) Proton p +1 1,6x10-19 1,673x10-24 Nötron n 0 0 1,675x10-24 Elektron e -1 -1,6x10-19 9,11x10-28 Bir elementin atom numarası (Z), proton sayısı (p) na eşittir. Yüksüz atomalarda, proton sayısı (p) elektron sayısına (e) eşittir. Kütle numarası (A) ise proton ve nötron sayılarının toplamınan eşittir. A= p + n A Z X şeklinde gösterilir. Elektronları çekirdek etrafında bir bulut şeklinde göstermek mümkündür. Bulutların yoğun olduğu yerlerde elektronların bulunma olasılığı fazladır ve bulutlar orbital olarak adlandırılır. Orbitaller s,p,d,f harfleriyle isimlendirilir. Baş kuantum sayısı (n) orbitalin temel enerji düzeyini, n2 ise orbital sayısını verir. Her orbitalde en fazla 2 elektron bulunur. n =1 ise sadece s orbitali n = 2 ise s ve p orbitali n = 3 ise s, p, d orbitali n = 4 ve yukarısında ise s, p, d, ve f orbitali bulunmaktadır. 01.01. Orbitaller 01.01.01. s orbitali S orbitali küresel simetrik bir yapı gösterir . En fazla 2 elektron alır. Baş kuantum sayısı büyüdükçe s orbitalinin enerjisi artar. 01.01.02. p orbitalleri İkinci veya daha üst temel enerjidüzeylerinde bulunur. Px, Py ve Pz olarak 3 orbitali vardir ve toplam 6 elektrona sahiptir. 01.01.03. d orbitali Üçüncü ve daha üst temel enerji düzeylerinde bulunur. 5 orbitali ve toplam 10 elektronu vardır. 01.01.04. f orbitali Dördüncü ve daha üst temel enerji düzeylerinde bulunur7 orbitali ve toplam 14 elektronu vardır. Elektronlar orbitallere doldurulurken yukarıdaki sıra takip edilir.
• Önce cekirdeğe en yakın olan en düşük enerjili olan 1s orbitalinden başlanır (Aufbau kuralı)
• Bir orbitalde en fazla iki elektron olabilir. Bu elektronların spinleri (dönme yönleri) farklı olmalıdır (Pauli kuralı)
• Hund kuralına göre eşit enerjili orbitallerin (px, py, pz) herbiri bir elektron almadıkça ikinci elektronu almazlar.

     Değerlik Elektron Sayısı: Atomların en son kabuğundaki toplam elektron sayısıdır. Bu elektronlar çekirdeğe daha uzak olduğu için koparılmaları daha kolaydır. Aşağıdaki N (azot) atomunun değerlik elektronu 5 tir (2s22p3). Örneğin atom numarası 7 olan N un elektron dağılımı şu şekilde olur. 7N 1s2 2s22p3 Şekildede görüldüğü gibi p orbitallerinin elektronları tek tek yerleştirilir. 20Ca atomunun ise elektron dağılımı 1s2 2s22p63s23p64s2 şeklindedir. 01.02. Lewis Kuralı Soygazlar son kabuklarında sekiz elektron bulundururlar. Yani değerlik elektron sayısı sekizdir ve karalı bir yapıları vardır. Atomlarda, periyodik tabloda kendine en yakın soygaza benzemek için elektron alışverişinde bulunurlar veya elektronlarını bağ yapacakları diğer atom ile ortaklaşa kullanırlar. Atomların son kabuklarında bulunan elektronlar 4 taneden azsa önce bunlar teker teker yerleştirilir. 4 ten sonraki elektronlar ise eşleşmemiş elektronların yanına eşleştirilir.


6926
Kimya / Elektroliz
« : Eylül 13, 2007, 06:16:00 ÖS »
Elektrik enerjisi kullanılarak gerçekleştirilen kimyasal tepkimelere Elektroliz denir.
Endotermik ( enerji alan ) tepkimelerdir. Kendiliğinden gerçekleşmez. Elektron alış verişinin yapıldığı tepkimelerdir. Kendiliğinden gerçekleşmez.

Elektrolizde kullanılan terimler:
Elektrolit : Elektrik akımını ileten, elektrolize uğrayan sıvıdır. İyonlardan oluşur. (İyonik bağlı bileşiklerin katıları halde elektrik akımını iletmediği, sıvı halde veya sulu çözeltilerinin ilettiği unutulmamalıdır.)
Elektrot : Elektrik akımını ileten çubuk. Elektrolit ile tepkime vermesi gerekir. Genellikle soy metaller ( Cu, Ag, Pt, Au ) kullanılır.
Katot :
1. Katyonların ((+) yüklü iyonların) gittiği ver.
2. İndirgenmenin ( elektron almanın ) olduğu yer.
3. (-) yüklü çubuk.
Anot :
1. Anyonların (-) yüklü iyonların gittiği yer.
2. Yükseltgenmenin ( elektron vermenin ) olduğu yer.
3. (+) yüklü çubuk.
Not: Anot ve katot un işareti elektroliz ve pilde farklıdır. Bu nedenle anot ve katot işaretleriyle değil gerçekleşen olaylarıyla bilinmelidir. Pil ve elektrolizde anotta daima yükseltgenme olur…



Örnek :1
Al2S3 tuzu sıvılaştırılarak elektroliz ediliyor. Bu olaya ait tepkime denklemlerini yazınız.

Çözüm:
Al2S3 tuzu ısıtılırsa Al2S3(k)  2Al+3(s) + 3S-2(s) denklemine göre sıvılaşarak iyonlarına ayrışır.
Katot tepkimesi: Al+3(s) +3e-  2Al(k)
Anot tepkimesi: S-2(s)  S(k) +2e-
Alınan e- sayısı verilen elektron sayısına eşit olması için katot tepkimesi 2 ile anot tepkimesi 3 ile genişletilmelidir. Genişletilmiş denklemler toplandığında elektroliz denklemi elde edilir.
Elektroliz denklemi: Al2S3(k) 2Al(k) + 3S(k)

SUYUN ELKTROLİZİ:
Su çok az da olsa elektrik akımını iletir. Yani çok az da olsa iyonlarına ayrışır ve iyon içerir.
İyonlaşma denklemi: 2H2O(s)  2H+ + 2OH-
Katot tepkimesi : 2H+ + 2e-  H2
Anot tepkimesi : 2OH-  H2O + ½ O2 + 2e-
Net tepkime : H2O(s)  H2(g) + ½ O2(g)

Not: Aynı şartlarda gaz maddelerinin katsayıları arasındaki oran hacimleri arasındaki orana eşittir. 1 hacim H2 gazına karşılık ½ hacim O2 gazı elde edilir.Toplam gaz karışımın ise 2/3 ü H2 gazı 1/3 ü O2 gazıdır.

Not: H2 ve O2 gaz H2O ise sıvıdır. H2 ve O2 gazları hacminden su hacmi veya elektroliz edilen suyun hacminden H2 ve O2 nin hacmine geçiş yapılamaz. Bu tür hesaplamaları Mol kavramı, denklem katsayılarının yorumu konuları öğrenildikten sonra yapılacaktır.

Ortamda birden fazla katyon veya anyon var ise önce en pasif olan toplanır. Aktiflik sırasının ezberlenmesine gerek yoktur. Gerekiyor ise soruda verilir.


Katyonların aktiflik sırası: Na+>Al+3>H+>Ag+
Anyonların aktiflik sırası: F->NO3->OH->Cl-


6927
Kimya / Kimyasal Tepkimeler
« : Eylül 13, 2007, 06:15:37 ÖS »
TEPKİME NEDİR ?
________________________________________

Günlük hayatta bazı olay yada olguları daha kısa bir şekilde anlatabilmek için değişik kısaltmalar kullanırız. biz bu kısaltmaları görünce bize ne anlatılmak isteğini hemen anlarız.
Mesela trafik işaretleri buna en iyi örnek verilebilir
Aşağıdaki işaretlere bakıp size neler anlatılmak istendiğini bir düşünün.
Hangi anlama geldiklerini görmek için şeklin üzerine geliniz.
________________________________________

________________________________________
İşte biz kimyacılarda kimyasal olayları daha kısa yollarla anlata bilmek için olaya katılan maddelerin sembollerini kullanırız.
" Bir kimyasal olayın sembollerle ifade edilmiş haline KİMYASAL TEPKİME" denir

MESELA;
KÖMÜR + OKSİJEN GAZI = KARBONDİOKSİT GAZI + ISI
yerine
C(katı) + O2 (gaz) CO2(gaz) + ISI
________________________________________

Tepkimede ok ( ) eşitlik anlamına gelir.
tepkime yazılırken
GİRENLER ÜRÜNLER
şeklinde yazılır
________________________________________
Maddelerin sağ alt köşelerindeki parantez içine ( fiziksel hal) yazılır.
________________________________________
Tepkimedeki ok'un yönü olayın gelişim yönünü ifade eder. Yukarıdaki gibi ok tek yönlü ise bu tepkime TERSİNİR OLMAYAN tepkimedir . Yani geri dönüşüm mümkün değildir.

Eğer Şeklinde çift yönlü ok kullanılmışsa anlatılmak istenen olayın terside mümkündür. Denmek istenmiştir. Yani aynı Ürünlerden de girenler elde edilebilir.
________________________________________

MESELA

H2O(KATI) + ISI H2O(SIVI)

Bu tepkime ne diyor biliyor musunuz?
 1 Buzu ısıtırsanız su oluşur. (sağa doğru)
 2 Suyu soğutursanız buz oluşur. (sola doğru)



TEPKİME ÇEŞİTLERİ



KİMYASAL TEPKİMELER
YANMA TEPKİMELERİ


Yanma, havanın oksijeniyle maddelerin tepkimeye girmesidir. Yanma sonucunda oksijen atomu -2 değerliğini alır. Yanma olayı Egzotermik ( ısı veren ) bir olaydır.
Bir yerde yanma olayının gerçekleşmesi için;
1- Yanıcı madde olmalı
2- Yakıcı madde ( oksijen ) olmalı
ancak yeterli değil;
3- Yanıcı maddenin tutuşma sıcaklığına kadar ısıtılmış olması gerekir.
Bu üç şart sağlanmassa yanma olayı gerçekleşmez.

Yangını söndürmek için ;
Yanan madde ortamdan uzaklaştırılmalı
Yakıcı madde ortamdan uzaklaştırılmalı.
Yanıcı madde ile yakıcı madde arasındaki teması kesmeli.

Bir nesnenin yangın söndürücü olabilmesi için;
 Öz kütlesi havadan ağır olmalı
 Tutuşma sıcaklığı çook çok yüksek olmalı

Yanma olayı;
a) Görünür yanma ( alevli )
b) Görünmez yanma ( alevsiz )
olmak üzere ikiye ayrılır.

 Açık havada yanma olayı gerçekleşirse havanın hacimce ya da molce’ 1/5 inin oksijen gazı olduğu unutulmamalı
________________________________________

 ELEMENTİN YANMASI
Bir element oksijen ile yandığında o elementin oksidi oluşur. Ancak oksitteki element maximum pozitif değerliğini almamışsa kısmi yanma, almışsa tam yanma olayı gerçekleşmiştir.

C + ½ O2  CO + ısı kısmi yanma, görünür
C + O2  CO2 + ısı tam yanma, görünür
2 Al + 3 O2  2 Al2O3 görünmez, tam yanma
2 Fe + 3 O2  3 Fe2O3 görünmez, tam yanma
 Kısmi yanma sonucu oluşmuş bir oksit yeniden oksijen ile yanarak tam yanmayı gerçekleştirebilir.
CO + ½ O2  CO2
N2O + 2 O2  N2O5
2 FeO + ½ O2  Fe2O3
 Tam yanma sonucu oluşan oksitler artık bir daha yanmazlar
CO2 + O2  Yanmaz
N2O5 + O2  Yanmaz
Fe2O3 + O2  Yanmaz
 Birer element olan soy gazlar yanmazlar.
________________________________________

 METALLERİN YANMASI
Bir metal oksijen ile yandığında o metalin oksidi oluşur. Metal oksitler genellikle baz özelliği gösterir. Metallerin oksijenle tepkimesine PASLANMA ‘da denir.
 Anfoter metallerin oksitleri anfoter özellik gösterir.
2 Al + 3 O2  2 A2O3 anfoter oksit
Mg + ½ O2  MgO bazik oksit
2 Na + ½ O2  Na2O bazik oksit

 AMETALLERİN YANMASI
Bir ametal yandığında ametalin oksidi oluşur. Oluşan ametal oksit nötr ya da asit özellik gösterir.

2 C + O2  2 CO nötr kısmi yanma
C + O2  CO2 asidik tam yanma
2 N2 + O2  2N2O nötr kısmi yanma
N2 + O2  2NO nötr kısmi yanma
N2 + 5/2 O2  N2O5 asidik tam yanma
2 S + 3O2  2SO2 asidik tam yanma
________________________________________

 BİLEŞİĞİN YANMASI
Bir bileşik yandığında bileşikteki her bir elementin oksidi oluşur.
Bileşiğin yanma tepkimesini şöyle sembolize edebiliriz





CH4 + 2 O2  CO2 + 2 H2O
Al4C3 + 6 O2  2 Al2O3 + 3 CO2
Mg3N2 + 4 O2  3 MgO + N2O5
2 NH3 + 4 O2  N2O5 + 3 H2O
________________________________________

 KARIŞIMLARIN YANMASI
Karışımlar saf maddelerin Fiziksel yollarla bir araya gelmesinden oluşmuşlardır. Bu nedenle karışımdaki maddelerin her biri tek başına yanar.



ÖRNEK:
Al + Mg alaşımında maddelerin mol sayları eşit ve toplam 0.6 moldür. Bu karışım tam oksitlenmesi için kaç gram O2 gazı gerekir? ( O = 16 )

ÇÖZÜM:
Mol sayıları eşit olduğuna göre 0,6 molü iki eşit parçaya bölebiliriz.
Bu oldan sonra yanma tepkimelerini yazarsak;

2 Al + 3 O2  2 Al2O3
0,3 mol 0,45 mol

2 Mg + O2  2 MgO
0,3 mol 0,15 mol

Görüldüğü gibi harcanan toplam O2 gazı ( 0,45 + 0,15 ) = 0,60 mol

O2 gazının kütlesini bulacak olursak;

m = n . MA ise
m = 0,60 . 16
m = 9,6 gram

AKTİF METALLERİN ASİTLE TEPKİMESİ
________________________________________

Aktif bir metal asit ile tepkimeye girdiğinde asidin hidrojeniyle metal yer değiştirerek metalin tuzu ve hidrojen gazı oluşur.




Na + HCl NaCl + 1/2 H2
Mg + H2SO4 MgSO4 + H2


Dikkat edilirse oluşan H2 'nin katsayısı tepkimeye giren metalin değerliğinin yarısı kadardır.
________________________________________
Bir miktar potasyum (K) yeterince H2SO4 ile etkileşence oluşan H2 gazı N.K.'da 22,4 L hacim kaplıyor. Kullanılan potasyum kaç gramdır? ( K = 39 )
Önce olayın tepkimesini yazalım...

2K + H2SO4 K2SO4 + H2



2 mol
m = n.MA
m = 2.39
m = 78 g




ANFOTER METALLERİN ASİT VE BAZLARLA TEPKİMESİ
________________________________________





ASİTLERLE TEPKİMESİ

Anfoter metal asit ile tepkimeye gererse aktif metal gibi davranır. Yani metlin tuzu oluşurken yan ürün olarak ta H2 gazı açığa çıkar.

Al + 3 HCl AlCl3 + 3/2 H2
Zn + H2SO4 ZnSO4 + H2

BAZLARLA TEPKİMESİ

Anfoter metaller bazlarla tepkimeye girerse çift katyonlu tuz dediğimiz bileşikler oluşur ve yan ürün olarak yine hidrojen gazı açığa çıkar. (Bu tepkimelerin yazılmasına dikkat edelim)

Zn + 2 NaOH Na2ZnO2 + H2
Al + 3 KOH K3AlO3 + H2


6928
Kimya / Alternatif Akim Ve Gerilim
« : Eylül 13, 2007, 06:13:48 ÖS »
       Pil gibi bie elektrik kaynağından sağlanan akıma, dogru akım (DC) denir. Böyle bir akım bir tel içinden hep aynı yönde ve aynı gerilim değerinde akar. Buna karşılık, hemen tüm ül- kelerde kullanılan alternatif akım (AC) belli bir frekansla, yani genellikle saniyede 50-60 kez (50-60 Hz yazılır) önce bir yöne, hemen ardından da ters yöne akar. Örneğin 50 Hz’lik bir frekansta akım, saniyenin ilk yüzde birlik bölümünde en üst değe- rine çıkar ve ardından sıfıra düşer; ikinci yüzde birlik zamanda ise, ters yönde en üst değe- erine çıkar ve gene sıfıra düşer. Böylece, saniyenin ellide biri kadar bir süre içinde bir çevri- mi tamamlar. Elektrikli ısıtıcılar ya da ampuller, akımın yönü ne olursa olsun çalışır. Günlük yaşamda, akımın titreşimli olmasının pek bir önemi yoktur. Alternatif akımın doğru akıma bir üstünlüğü vardır. Alternatif akımının gerilimi hiç bir ha- reketli parçacığı olmayan transformatörlerle yükseltilip düşürülebilir. Alternatif akım motor- larının ve alternatörlerin, akımı toplayan kesikli bileziklerden oluşan komütatörleri yoktur. Bu nedenle AC motorları , komütatörleri bulunan DC motorlarından daha güvenilir aygıtlar- dır. Frekans, akım taşıyan tellerin, transformatörlerin, ışıklandırma aygıtlarının, dönen ma- kinaların ve öteki elektrik araçlarının farklı gereksinimlerini karşılayacak biçimde seçilmiştir. Frekans, Türkiye’de ve Avrupa’da 50 Hz (saniyedeki çevrim sayısı) ; ABD ve Kanada’da 60 Hz’dir. Alternatif akımın gerilimi: Dünyanın aşağı yukarı bütün ülkelerinde 240 voltluk bir elek- trik gerilimi kullanılır. Türkiye’de genellikle 220 volt, bazı yerlerde ise 110 volt kullanılır. An- cak bu gerilim, doğru akım gerilimi kadar kolay ölçülmez. Gerçekte, 220 voltluk bir AC kaynağı, titreşiminin en üst noktasında 311 volta kadar yük- selir. Gerilim karşıt yönlerde +311 V ve – 311 V’a dek yükseldiğinden, ortalama değer sıfır volt olur. Bir alternatör tarafından üretilen etkin gerilim, aynı büyüklükteki bir DC üretecinin, aynı tahrik gücüyle döndürüldüğünde üreteci gerilime eşittir. Bu değer, gerilimin en üst değeri- nin karesi alınarak da bulunabilir. Eksi sayıların kareleri artı olacağından, sonuçta tümüyle artı değerler elde edilir. Çıkan sonucun ortalamasını bulmak için, gerilim değeri ikiye bölü- nür ve bir volt için + 0,5 elde edilir. Bunun da karekökü alınırsa + 0,707 volt bulunur. Bu değeri, kullanılan gerilime uygularsak, 311 voltluk en üst değerin 0,707’si 220 volt eder. Bu işleme, gerilimin ortalama karekökünü alma (RMS) denir. Kaynağa bağlanan bir AC am- permetrede okunan değer, bu RMS değeridir. Üç fazlı akım: AC akımı tek fazlı olup, evlerde kullanılan olağan akımdır. Oysa santraller- deki alternatörler üç fazlı (trifaze) akım üretirler. Akımın üç fazlı olması, telin kalınlığını art- tırmadan, iki elle taşınabilecek elektriğin üç katını üç telle taşıma olanağı verir. Üç fazlı a- kım , endüstride kullanılan motorları işletmede ve buna göre düzenlenmiş öteki aygıtları çalıştırmada kullanılır. Bu aygıtlarda belirli bir yük için sarım sayısında tasarruf sağlanmıştır. Santrallerdeki alternatörlerde, makina çevresine eşit aralıklarla oturtulmuş üç bobin var- dır. Bunlardan her biri ayrı teli besleyen 50 Hz’lik alternatif akım verir. Tellerden birindeki gerilim tepe noktasına vardığında, öteki iki teldeki gerilim karşıt yönde ve tepe noktalarının yarı değerindedir. Böylece elektrik, bir tepe noktasına vardığında, elektrik çıkışı öteki iki tel- den eşit olarak döner ve devre tamamlanır.

      Alternatif akım kaynakları - 1 Eğer alternatörlerde her telde eşit nitelikte elektrik geçebilseydi, üç telden başka bağlan- tıya gerek olmayacaktı. Oysa uygulamada üç fazlı akımın gerilimi transformatörlerele düşü- rülüp, tellerden her biri tek fazlı akım olarak evlere dağıtıldığından, her telden çekilen akım değişik olur. Bu durumun getireceği olumsuzluklar, alternatörlerde ve devredeki tüm trans formatörlerde, topraklama kullanılarak önlenir. Kullandığımız alternatif akım, evlere bir faz teliyle taşınır ve bir nötr telle çevredeki dağı- tım merkezine geri döner. Bazı ülkelerde, nötr telden başka, bir de güvenlik için sıfırlama (toprak) teli kullanılır. ALTERNATÖR Alternatör, tıpkı dinamo gibi mekanik enerjiyi elekrtik enerjisine çevirir. Ancak, bunların çıktı (output) biçimleri birbirinden farklıdır.


6929
Kimya / Moleküller Arasi Bağlarin İncelenmesi
« : Eylül 13, 2007, 06:12:18 ÖS »
KİMYASAL BAĞLAR Atomları ve iyonları bir arada tutan kuvvetlere kimyasal bağ adı verilir.Molekülleri bir arada tutan kuvvetlere moleküller arası çekim kuvvetleri denir. Genelde temel olarak iki çeşit bağ vardır. İyonik bağ ve kovelent bağ. Kimyasal bağ yapımında atomun en dış enerji seviyesindeki elektronlar kullanılır. Atom çekirdeği etrafında elektronların bulunma ihtimalinin büyük olduğu hacme orbital denir ve orbitaller s,p, d, ve f harfleri ile gösterilir. Ayrıca orbitaller bulundukları enerji seviyesinin numarasına (1,2,3,4,….) göre gruplandırılır. Birinci enerji seviyesinde bir tane s orbitali, ikinci enerji seviyesinde bir tane s ve üç tane p orbitali, üçüncü enerji seviyesinde bir tane s, üç p, beş d ve yedi f orbitali vardır. Her enerji seviyesinin alabileceği maksimum elektron sayısı bellidir. Tam dolu olan bir enerji seviyesi bağ yapımında hemen hemen hiç rol almaz. Bağ yapımuna en dış enerji seviyesi katılır. Kimyasal bağlar, atomlar arası ve moleküller arası kuvvetler olarak iki biçimde incelenebilir. KiMYASAL BAĞ ATOMLAR ARASI BAĞLAR Atom: Bir elementin Bütün özelliklerini taşıyan en küçük parçasıdır. Atomların aralarında bağ oluşturarak bileşikleri oluşturmasının temel nedeni minimum enerjili olma isteğidir. Soygaz atomlarında değerlik orbitalleri elektronlarca tam dolu olduğundan soygazlar, kimyasal olaya giremezler, kararlı yapıya sahiptirler. Soygaz dışındaki tüm atomların değerlik orbitallerinde boş yada yarı dolu orbital bulunur. Değerlik orbitallerinde boş yada yarı dolu orbitali bulunan atomlar kimyasal olaya girdiklerinde ya elektron vererek veya alarak iyonik bağları oluştururlar, ya da elektronları ortaklaşa kullanarak kovelent bağları oluştururlar.Soygaz dışındaki atomların elektron alış-verişi ya da elektron ortaklığı ile 2HE (Helyum)’un elektron dizilişine benzemesine dublet kuralı diğer soygazlara benzemesine oktet kuralı denir. Evrendeki tüm sistemlerin ortak iki eğilimi maksimum düzensizlik, minimum enerjili olma isteğidir.Bağ oluşumu ile düzensizlik azalırken, bağ yapan atomun enerjisinde de azalma olur. • Bağ oluşumu ekzotermik bir olaydır. • Bağ enerjisinin büyüklüğü o bağın sağlamlığını gösterir. PERİYODİK CETVELİN ÖZELLİKLERİ Periyodik cetvelde soldan sağa gidildikçe: 1. Atom numarası ve kütle numarası artar. 2. Atom çapı azalır. 3. Elektron ilgisi artar periyot 4. Elektron koparmak zorlaşır. 5. Metallik özellik azalır , ametallik artar. 6. Bazik özellik azalır, asidik özellik artar.


6930
Kimya / modern atom kuramı
« : Eylül 13, 2007, 06:11:40 ÖS »
Modern Atom Kanunu Bohr’un atom modeli tek elektronlu hidrojen atomunun yapısını açıklayabilirken daha fazla elektron bulunduran atomların yapısını açıklamakta yetersiz kalmıştır. Bu durumda E. Schrödinger (E. Şürödingır), W. Heisenberg (W.Hayzınbörg), W. Pouli (W. Poli), M. Dirac (M.Dirak) ve L. Borglie (L. Brogli) gibi pek çok bilim adamı araştırmalarını Bohr’un atom modelini ve kuantum kuramını geliştirmek üzere yoğunlaşmışlardır. Bu çalışmalar sonucunda bugün için geçerli nükleer atom ya da atomun kuantum modeli de denilen modern atom kuramına ulaşılmıştır. Bu kuramda, elektron gibi çok küçük taneciklerin davranışlarını incelemek için yapılan ölçümlerde bazı belirsizliklerin, birtakım kısıtlamaların olduğu öncelikle kabul edilmiştir. Bu daha önce kullanılan temel fizik yasalarına ters düşen bir durumdur. Bir nesneyi gözlemleyebilmek için ışık kullanmak şarttır. Işığın madde ile etkileştiği ise uzun süredir bilinen bir gerçektir. Buna göre elektronun yerini ve hızını tespit etmek istediğimizde ışık kullanmamız gerekir. Uygun ışığı kullanarak elektronun yerini belirlediğimizde ışık ile etkileşmiş olan elektronun hızı, etkileşimden önceki halinden farklı olacaktır. Bu durumda elektronun yerinin ve hızının aynı anda tam olarak tespiti mümkün olmaz. Bu durum belirsizlik ilkesi olarak ifade edilir. Heisenberg tarafından ileri sürülen ve bu ilkeye göre bir elektronun yerini belirlediğimizde hızını, hızını belirlediğimizde ise yerini tam olarak belirleyemeyiz. Bir taneciğin yerinin tespiti için yapılan ölçümlerdeki hız değişikliği taneciğin kütlesi ile ters orantılıdır. Yani taneciğin kütlesi küçüldükçe hız değişikliği artmaktadır. Bu açıklamalar Bohr’un elektronlar çekirdek etrafında dairesel yörüngelerde, belli yerlerde ve belli hızlarda hareket eder şeklindeki açıklamalarına ters düşmektedir. Atomlarda Elektron Dağılımı 1926’da Werner Heisenberg (Vörnır Hayzınbörg)’ün açıkladığı belirsizlik ilkesinin dışında 1924’te Louis de Broglie (Lui Dö Brogli) de elektronların tanecik özelliği dışında dalga özelliği gösterebileceğini ileri sürdü. 1927’de Erwin Schrödinger (Örvin Şürödingır) elektronun dalga özelliğini kullanarak elektronun çekirdek etrafındaki konumunu matematiksel bağıntılarla ifade etti. Bu bağıntılara göre elde edilen dalga fonksiyonuna Orbital adı verildi. Bütün bu açıklamalardan sonra elektronu tanecik olarak ele aldığımızda orbital, atomun içinde elektronların bulunma olasılıklarının yüksek olduğu bölgeyi ifade eder. Elektronu dalga olarak düşündüğümüzde ise orbital, yük yoğunluğunun yüksek olduğu bölgeyi belirtir. Bu durumda elektron ister tanecik, isterse dalga olarak düşünülsün orbital, yeri kesin olarak bilinemeyecek olan elektronun hangi sınırlar içinde bulunabileceğini gösteren bir olasılık dağılımıdır. Bilinen dört orbital türü vardır. Bunlar; s, p, d ve f harfleri ile simgelenir. Bundan sonraki bölümde bu orbitalleri ve özelliklerini inceleyeceğiz. 1. Elektronların Bulunduğu Enerji Bölgeleri Bohr’un da açıkladığı gibi çekirdek etrafında elektronların yer aldığı enerji bölgeleri yani enerji düzeylerinin varlığı kabul edilir. Bunlar çekirdekten itibaren sıfır olmamak kaydıyla 1, 2, 3, 4, .... gibi sayılarla ifade edilir. Orbitaller de bu enerji bölgelerinde yer alır. Her orbitalin uzaydaki yönelimleri farklıdır. Biz bu orbitallerden s ve p orbitallerinin uzaydaki yönelimlerini kısaca açıklayacağız. Öncelikle anlaşılması en basit olan 1s orbitalini ile alalım. Şekil 3.8 a’da 1s orbitali bir düzlemde gösterilmiştir. Bu şekilde, elektronun bulunma olasılığının her biri bir nokta ile belirtilmiştir. Ayrıca çekirdek, şeklin ortasında yer almaktadır. Şekle göre elektronun bulunma olasılığının çekirdekte en yüksek görünmesi sizi yanıltmasın. Bu durumun nedeni, çekirdeğe yaklaşıldıkça hacmin küçülmesidir. Yoksa çekirdekte elektron bulunmaz. Ancak çekirdeğe yakın bölgelerde elektron bulunma olasılığı yüksektir. Şekil 3.8 b’de ise küresel 1s orbitalinın olasılık dağılımın kesiti görülüyor.


Sayfa: 1 ... 460 461 [462] 463 464 ... 495