İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OLCAY

Sayfa: 1 ... 459 460 [461] 462 463 ... 495
6901
Modifiye Araçlar / NiSSaN 420z-TT
« : Eylül 13, 2007, 07:20:36 ÖS »





6902
Modifiye Araçlar / Mazda RX-7
« : Eylül 13, 2007, 07:17:38 ÖS »







6903
Modifiye Araçlar / Subaru STI
« : Eylül 13, 2007, 07:15:49 ÖS »







6904
Modifiye Araçlar / Mitsubishi Lancer Evolution
« : Eylül 13, 2007, 07:14:11 ÖS »









6905
Her Telden / Dünya'nın en garip yasakları...
« : Eylül 13, 2007, 07:11:35 ÖS »
Arabasının altında birinin bulunduğunu gören sürücünün otomobilini çalıştırması yasaktır. (Danimarka)

Otomobilinin karşısına at arabası çıkan sürücü, otosunu kenara çekmek zorundadır. (Danimarka)

Demiryolunda öpüşmek yasaktır. (Fransa)

Domuzlara “Napolyon” isminin verilmesi yasaktır. (Fransa)

Yağmur yağarken çimler sulanamaz. (Kanada)

Koleje gitmek için entelektüel biri olmak zorundasınız. (Çin)

Kapılar ve pencereler pembe renkte olmak zorundadır. (Kanada-Kanata)

Ağaca tırmanmak yasaktır. (Kanada-Oshawa)

Bank Street’te pazar günleri dondurma yemek yasaktır. (Kanada-Ottawa)

Yong Caddesi’nde ölü atları pazar günü sürüklemek yasaklanmıştır. (Kanada-Toronto)

Kadınların toplu taşım araçlarında çikolata yemesi yasaktır. (İngiltere)

Tropikal balık satıcıları hariç! kadınların halka açık yerde üstsüz gezmesi yasaktır. (İngiltere-Liverpool)

Etek giyen erkekler tutuklanır. (İtalya)

Pazar günleri balık avlamak yasaktır. (İskoçya)

İnek sahiplerinin sarhoş olması yasaktır. (İskoçya)

Kapınızı çalıp sizden “klozetinizi isteyen birini” içeri almak zorundasınız. (İskoçya)

Pazar günü çamaşır asmak yasaktır. (İsviçre)

Çocukların sigara satın alması yasak, içmesi serbesttir. (Avustralya)

Patikada sağ elinin üzerinde amuda kalkarak yürümek yasaktır. (Avustralya)

Pazar günleri pembe pantolon giymek yasaktır. (Avustralya-Victorio)

Araba kullandığınız zaman gömlek giymek zorundasınız. (Tayland)

İç çamaşırsız gezmek yasaktır. (Tayland)

Metroda sakız çiğneyen tutuklanır. (Singapur)

Kuaförde saç kurutucusunun altında uyuyan kadın ve salon sahibi para cezasına çarptırılır. (ABD-Florida)

HOLLYWOOD’UN ORTASINDA KOYUN SÜRÜSÜ!

Hollywood Bulvarı’nda 2 binden fazla koyun varsa araba kullanmak yasaktır. (ABD-Hollywood)

Sanık sandalyesinde ağlamak yasaktır. (ABD-Los Angeles)

U dönüşü yapmak yasaktır. (ABD-Teksas)

Evde içki içmek yasaktır. (ABD-Indiana)

Birisinin arkasından konuşmak ve dedikodu yapmak illegaldir. (ABD-Indiana)

Berberlerin çocukların kulağını kesmesi yasaktır. (ABD-Indiana)

Polisler, ikaz etmek amacıyla köpekleri ısırabilir. (ABD-Ohio)

Birine yılan atmak yasaktır. (ABD-Ohio)

Eşeklerin banyo küvetinde uyuması yasaktır. (ABD-Arizona)

Çorbayı höpürdeterek içmek yasaktır. (ABD-New Jersey)

Ayakkabıyla uyumak yasaktır. (ABD-Oklahoma)

Lolipop yemek yasaktır. (ABD-Washington)

Buzdolabının kapısı açıkken önünde uyumak yasaklanmıştır. (ABD-Pennsylvania)

Banyoda şarkı söylemek yasaktır. (ABD-Pennsylvania)

Ana caddede traş olmak yasaktır. (ABD-Mississippi),

6906
Biyoloji / Besinlerimiz Siniflandirilmasi
« : Eylül 13, 2007, 07:01:19 ÖS »
Beslenme, insanın büyüyüp gelişmesi, sağlıklı yaşaması ve enerji üretebilmesi için gerekli maddeleri alıp vücudunda kullanmasıdır. Beslenme sırasında aldığımız yiyecek ve içeceklere besin denir.
A) Yapılarına Göre Besinlerimiz
- ORGANİK BESİNLER - İNORGANİK BESİNLER
Karbonhidratlar Madensel Tuzlar
Yağlar Su
Proteinler
Vitaminler
B) Görevlerine Göre Besinlerimiz
ENERJI VERENLER DUZENLEYICI YAPICI-ONARICI
Karbonhidratlar Vitamin Protein
Yağlar Su Madensel Tuzlar
Proteinler Madensel Tuzlar Su

KARBONHİDRATLAR
Karbonhidratlar organizmada öncelikli olarak enerji elde etmede kullanılırlar. 1 gr karbonhidrattan 4.1 kalorilik enerji elde edilir. Karbonhidratlar enerji elde etmenin yanında hücre zarının, nükleik asitlerin, organik moleküllerin de yapısına katılırlar.
Yapılarında karbon, hidrojen ve oksijen atomu bulun-dururlar. Yeşil bitkiler atmosferdeki karbondioksiti köklerinden aldıkları suyla birleştirerek glikozu oluştururlar.
CO2+H2O--------------GLIKOZ +O2

Karbonhidratlar şeker ve şekerli yiyecekler ile ekmek, Makarna, patates ve tahıllarda bulunur.
Karbonhidratların en küçük yapıtaşı glikozdur. Çok sayıda glikoz molekülü farklı şekillerde biraraya gelerek nişasta, selüloz veya glikojeni oluştururlar.

KARBONHİDRAT ÇESİTLERI
Glikoz: En basit şeker olarak bilinen glikoz bitkide fotosentez olayı sonucunda oluşur. Glikozun fazlası bitkilerde nişasta, hayvanlarda glikojene dönüştürülerek depolanır.
Nişasta: Yalnızca bitkide depo besin maddesi olarak görülür. Çok sayıda glikoz molekülünün bir araya gelerek oluşturduğu bir yapıdır. Arpa, buğday, patates gibi besinlerde görülür. Suda erimezler. Hücre zarındaki porlardan geçemeyecek kadar büyük moleküllerdir. Hayvanlar nişastayı sindirim olayı ile glikoza dönüştürerek kullanırlar. Nişastanın ayıracı iyot çözeltisidir. Nişasta iyot çözeltisi ile mavi-mor renge dönüşür.
Selüloz: Bitkı, mantar ve bakteri hücrelerinde hücre zarının dışında bulunan hücre çeperi selülozdan olu-şur. Selüloz hayvan hücrelerinde bulunmaz. Aynı zamanda hayvanlarda selülozun sindirimi yapılamaz. Sadece geviş getiren memelilerin bağırsaklarında bulunan bakteriler selülozu sindirebilirler.
Glikojen: Hayvan hücrelerinde ve mantar hücrelerin-de fazla glikozun depo şekli glikojendir. Bitkilerde glikojen bulunmaz. Hayvanlarda glikozun fazlası kas ve karaciğerde glikojen şeklinde depolanır. Kandaki glikoz seviyesi düştüğünde ise glikojen glikoza dönüşe-rek kana geçer.
YAĞLAR
Yapılarında hidrojen, oksijen ve karbon atomu vardır. En küçük yapıtaşı yağ asidi ve gliseroldur. Yağlar beyaz kağıt üzerinde saydam leke bırakmaları ile tanınırlar. Canlılar yağları enerji elde etmede kullanırlar.
Görevleri:
1. Vücudun ısı yalıtımını sağlarlar.
2. Vücudu darbelere karşı korurlar.
3. Hücre zarının yapısına katılırlar.
4. Hormonların yapısına katılırlar.
5. Depo besin maddesi olarak görev yaparlar.
6. İç organların etrafını sararak onları korurlar.


Yağlar oda sıcaklığında katı ya da sıvı olmalarına göre ikiye ayrılırlar.
— Sıvı Yağlar: Oda sıcaklığında sıvıdırlar. Bitkisel yağlardır. Mısır özü, zeytin yağı, susam yaği gibi-
— Katı Yağlar: Oda sıcaklığında katıdırlar. Hayvansal yağlardır. Tereyağı, kuyruk yağı gibi.
PROTİNLER

Yapılarında karbon, hidrojen, oksijen ve azot bulunur. En küçük yapıtaşı aminoasitlerdir. Büyüme, gelişme, yaralanan dokuların onarılması için gerekli olan bir yapı maddesidir. Hayvansal besinlerde daha fazla bulunur. (Et, balık, tavuk, yumurta, süt ve peynirde bol miktarda bulunur.) Aynca tahıllar ve baklagiller de proteince zengin besinlerdir.
Canlılar proteini yapı maddesi olarak kullanırlar. Ancak çok zor durumda kalınırsa proteinler enerji verici olarak da kullanılır. Enzimleri de proteinler oluşturur.
Örnek-1
Protein, yağ ve karbonhidratları enerji verme kabiliyetlerine göre en çok enerji verenden en az enerji verene doğru sıralayınız.
Çözüm:
En çok enerji verenden en az enerji verene doğru be-sinler;
Yağlar > Proteinler > Karbonhidratlar
(9,1 kalori) (4,3 kalori) (4,1 kalori)
Örnek - 2
Protein, yağ ve karbonhidratları sindirim kolaylığına göre sıralayınız.
Çözüm:
En kolay sindirilenden en zor sindirilene doğru besinler;
Karbonhidratlar - Proteinler - Yağlar
Örnek - 3
Besinlerin organizmadaki kullanım sırası nasıldır?
Çözüm:
Karbonhidratlar - Yağlar - Proteinler
Örnek - 4
Yağlar proteinlerden daha zor parçalandığı halde neden proteinlerden önce enerji verici olarak kullanırlar?
Çözüm:
Proteinler canlının temel yapıtaşıdır. Canlı protein sindiriyorsa bir anlamda kendini sindiriyor demektir. Bu olay uzun süren açlık durumunda görülür.



ENZİMLER
Bu moleküller vücut ve hücre içerisinde hiç durmaksızın harıl harıl çalışırlar.Örnek verecek olursak hücre içerisindeki enzimlerden bir tanesi, bir saniyede 40 ayrı reaksiyona girebilmektedir.Bu bir kimyasal enzim için çok yüksek bir hızdır.Fakat hücrelerinizde bu enzimlerden binlercesi vardır ve her bir enzim birbirlerinden bağımsız olarak hiç durmadan reaksiyona girerler.
Enzimlerin 3 boyutlu yapıları oldukça karmaşık bir düzene sahiptir.X ışını difraksiyonları ile belirlenen bu şekiller arap saçı gibi görünsede aslında enzimler çok hassas bir hesapla üretilmiş moleküllerdir.
Bu karmaşık yapılı enzim aslında düz bir aminoasit zincirinden meydana gelmiştir.Fakat bu kadar karmaşık olmasının nedeni zincirdeki bazı aminoasitlerin diğer bazı aminoasitlerle bağ yapmasından dolayıdır.
Enzimlerin görevlerine gelince ;
Enimler bir kimyasal tepkimeyi hızlandırmak için tepkimeye katılan fakat hiçbir değişikliğe uğramadan tepkimeyi terk eden mükemmel moleküllerdir.Her enzimin çok özel bir fonksiyonu vardır.Her biri protein yapıda olmasına karşın hiçbirinin görevi aynı değildir.Bunun nedeni ise az önce bahsettiğimiz 3 boyutlu yapısından dolayıdır.

Enzimlerin diğer önemli özelliği ise sabit bir sıcaklıkta ve sabit bir pH da maksimum hızla çalışmalarıdır.
Örneğin ağızınızdan salgılanan tükürük sıvısı içerisindeki enzimler, yanlızca pH ı yüksek olan ortamlarda, yani bazik ortamlarda çalışabilirler.Fakat buna karşın midenizdeki enzimler ise pH ı yanlızca 2-3 arasında olan ortamlarda çalışabilmektedir.İşte bu yüzdendir ki midenizdeki enzimlerin çalışabilmesi için mide sürekli olarak asit salgılar.Bu sayede pH 1-2 seviyesine kadar düşürülür.
Hücre içerisinde ise insan aklının kavrayamayacağı derecede karmaşık kimyasal tepkimeler meydana gelir.Bir hücre içerisinde meydana gelen kimyasal reaksiyonlar o kadar karmaşıktır ki bu işlemleri meydana getirecek bir fabrika kurmaya kalksanız, bu fabrikayı İstanbul şehri kadar büyük bir bir arazi üzerine kurmanız gerekecekti.
İnsan vucüdunda 1 değil 60-70 trilyon tane hücre olduğunu düşünürseniz karmaşıklığın boyutunun ne kadar büyük olduğunu hayal etmeye başlarsınız.
Enzimlerin çalışma şekli:
Enzimler başardıkları işler yanında çalışma şekilleride hayli ilginçtir.Bir enzim sahip olduğu 3 boyutlu yapısıyla yanlızca bir kimyasal tepkimeyi katalizleyebilir.Bir kimyasal tepkimeye giren enzim başka hiçbir kimyasal reaksiyona girmez.
Reaksiyona giren enzimi bir "U" şekli olarak düşünürsek bu enzimin içine yerleşecek madde (substrat) ancak çubuk şeklinde olmak zorundadır.Eğer kimyasal maddeler daire, kare veya başka tip şekillerde olursa enzim tarafından katalizlenemez.
Hücrede bulunan binlerce enzimden bir kaç tanesinin eksikliği kimyasal reaksiyon faaliyetlerini arap saçına döndürmektedir.Bu enzimler hücre için "olmazsa olmaz" niteliktedir.
Hepimizin çok iyi bildiği bir hastalık olan "Albinizm" hücredeki enzimlerden yanlızca bir tanesinin eksikliği neticesinde meydana gelen bir hastalıktır.
Bu hastalığa neden olan problem ise şu şekilde meydana gelir.
Tirozin Tirozinaz Melanin
Bilindiği gibi deriye renk veren pigmentin adı "Melanin" dir.Bu pigment gerekli miktarlarda üretilerek deriye belli bir renk tonu kazandırılır.Fakat "Albinizm" hastalığı mevcut olan kişilerde yukarıdaki denklemde görülen "Tirozinaz" enzimini sentezleyen DNA hasar görmüştür.Dolayısıyla DNA hatalı olduğu için Tirozinaz enzimini üreteceği yere şekli değişik başka bir enzim üretmektedir.Bu enzim ise Tirozin maddesini tanıyamamakta, ve Tirozin maddesini Melanin pigmentine çevirememektedir.
Hücredeki bu reaksiyon Tirozin aşamasında duraklayınca, hasta kişide albino deri ve albino saç meydana gelmektedir.Yani bembeyaz bir ten.
Bu örnekten anlaşılacağı gibi organizma içerisinde tek bir enzim eksikliği bile çok büyük tahribatlara neden olabilmektedir.
Bunun tam tersine güneşe çıkan insanların ise deri rengi bir süre sonra kararmaya başlar.Bunun nedeni hücredeki bazı enzimlerin eksikliğinden değil, yanlızca güneş ışığının Tirozinaz enzimini aktive etmesinden dolayıdır.Tirozinaz enzimi güneş ışığına maruz kaldığı zaman çok aktif bir hale geçer.Tabii enzim canlanırken aynı zamanda DNA ile senkronize çalışmaya başlar.DNA durmadan Tirozin üretir, Tirozinaz enzimi ise aktif konumda sürekli olarak Tirozine saldırır.
Tabii sizin derinizde sürekli Melanin pigmenti birikir ve kararmaya başlarsınız.
Bazı ilginç enzimler
Vücudun vazgeçilmez askerleri olan enzimlerden bazıları gerçekten oldukça ilginç görevler üstlenmişlerdir.İlginç görevleri olan enzimlerden DNA ile birlikte çalışanlar bunların başında gelir.
DNA, kendinin kopyasını çıkarabilen bir moleküldür.Tabii bu işi kendi başına yapamaz.Bunun için birçok enzim görev alır.Özellikle DNA replikasyonundan (kopyalama) sonra bazı enzimler DNA ya tıpkı bir annenin yavrusuna baktığı gibi bakarlar.
Mesela DNA kendini kopyalar kopyalamaz bazı enzimler DNA üzerine hücum ederek derhal tarama yapmaya başlarlar.Yaptıkları bu taramalarla DNA üzerinde yanlış kopyalanmış bir baz'a rastlarlarsa derhal bu baz'ı yerinden sökerler.Daha sonra sökülen bu yanlış baz'ın yerine doğrusunu ekleyerek hatayı giderirler.
Diğer bir enzim bu enzimin ardından yenilenen bölgeye müdahele ederek yerleştiren doğru baz'ın yerine sıkıca bağlanmasını sağlar.
Diğer bir ilginç enzim ise DNA dan RNA sentezi sırasında görev alır.Bu enzim sentezlenen RNA da yanlış ve gereksiz kopyalanmış bazları tek tek yerinden sökmek yerine, yanlış bazların sıralandığı bölgeleri tespit ederek baz dizilerini bu bölgelerden makas gibi keser.Fakat bu kesme işlemi tek bir bölgede değil de birden fazla bölgede meydana gelince DNA parça parça ayrılmaya başlar.
Ama hücre bununda önlemini alarak olay yerine ikinci bir enzimi gönderir.Bu enzim ise parça parça ayrılmış enzimleri kollarından tutarak yanyana getirir ve birbirine bağlar.
Enzim adını verdiğimiz kompleks molkeüller, aslında hücre içerisinde üstlendikleri görevleri bakımından birer mucizedirler.Aminoasitlerden oluşan şuursuz birer molekül yığını olmasına karşın oldukça iyi düşünülmüş fonksiyonarı yerine getirirler.
Vücuttaki olağanüstü karmaşa
Vücutta vuku bulan karmaşalara değinmeden önce "Hormon" adı verilen maddelerin ne olduğunu öğrenmemizde fayda var.
Hormonlar, vücudun bazı özel bölgelerinde üretilip kana verilen ve kan yoluyla vücudun başka bölgelerine iletilen proteinlerdir.Bu proteinler tıpkı enzimler gibi çalışarak, kan yoluyla ulaştıkları organı ya aktive eder yada inaktive ederler.Hormonlar bundan başka terleme, suyun geri emilimi, üreme, hücre çoğalması vs. daha birçok metabolik faaliyetlerde görev alır.
Hormonlar enzimlere çok benzerler.Tek farkları enzimler gibi sürekli olarak kimyasal reaksiyonlara girip çıkmazlar.Ayrıca kan yoluyla ulaştıkları organlar üzerinde yaptıkları etkiler uzun sürelidir.
Şu an bilgisayar başında susamış olabilirsiniz.Eğer susadıysanız veya acıktıysanız, duyduğunuz bu hisler tamamen hormonal kaynaklıdır.Mesela acıktığınız vakit vucüdun belirli bölgelerinden salgılanan hormonlar beyine ulaşarak beyinde bir açlık hissi oluşturmaya başlarlar.Dolayısıyla sizde bir yemek yeme isteği doğar.


6907
Biyoloji / Canlilar İçin Suyun Önemİ
« : Eylül 13, 2007, 07:00:17 ÖS »
Hava, su, ısı, ışık ve besin maddeleri canlıların yaşaması için gerekli temel unsurlardır. Bu unsurların başında oksijen ve su gelmektedir. Canlı organizmayı oluşturan hücrelerin yaşam faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için suya gereksinimleri vardır. Su yaşam için en zorunlu maddelerden birisidir. Susuzluğa dayanmak oldukça zordur. İnsan gıda almadan yalnız su içerek yaklaşık 5 hafta hayatını sürdürebildiği, halde susuzluğa ancak 7-12 gün dayanır. Henüz hayatın başlangıcında olan üç aylık bir fötusun %95'i sudur. İnsan organizmasının %62-67'si, hayvan organizmasının %60- 70'i sudan ibarettir. İnsan organizmasındaki suyun 2/3'ü hücre içerisinde, geriye kalan kısmı ise dokular arası sıvıda ve kanda bulunur. Kimyasal formülü H2O'dur, ağırlıkça %11,1 Hidrojen ve %88,9 Oksijenden meydana gelir. Su molekülünde iki hidrojen atomunun aynı tarafta bulunması pozitif yüklü olmasına neden olur, oksijen atomu da negatif yüklüdür. Periyodik cetvelde oksijene benzer diğer maddelerin dihidrürlerinden farklıdır. Atmosferik basınç ve oda sıcaklığında (25°C) daha ağır moleküller (H2S, H2Se ) gaz halindeyken, H2O sıvı halde bulunur. 100°C'ye çıkarıldığında gazlaşır. Su daha yoğundur, dielektrik sabiti ve yüzey gerilimi yüksektir. Donma noktası ise düşük olup, donduğunda daha az yoğun haldedir. Saf su renksiz, kokusuz ve tatsız bir sıvıdır, 0°C'de donarak katı faza geçer .
Su hijyeni, yalnız içme için kullanılan suyun nitelikleri ile meşgul olmaz. Aynı zamanda yıkama , mutfak ve ev işlerinde kullanılacak suların niteliklerinin tespiti, su kirlenmesinin önlenmesi ve suların dezenfeksiyonu işleri ile de ilgilidir. Toplumun içme ve kullanma (Yemek yapma, temizlik ve benzeri) gereksinimleri için kullandığı şehir şebekeleri, kuyu, çeşme ve gene aynı amaçlarla kullanmak üzere teknik metotlarla tasfiye edilmiş dere,nehir ve göl suları içilebilir su olarak tanımlanır. İçme ve çeşitli maksatlarla kullanılan ve insan sağlığı ile çok yakından ilişkisi olan ve kısaca içme, kullanma suyu adı verilen suyun hepsi "ALİMENTASYON SUYU" olarak adlandırılır. Bu suyun miktarı kent ve köylerin nüfusuna, bağlı olarak günde insan başına en az 150 litre olarak hesap edilir.
Su gereksinimi
İnsan organizmasının %60-70'i sudur. Bu suyun 2/3'ü hücreler içerisinde geriye kalan kısmı dokular arası sıvıda ve kanda bulunur. Proteinlerden zengin gıdaların bol olarak yenilmesi halinde de proteinlerin parçalanma ürünü olan üre idrarla atıldığından idrar miktarı çoğalmakta ve bu yoldan su kaybı artınca, suya duyulan gereksinim de yükselmektedir. İnsan fizyolojik gereksinimi olan suyu her gün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden ve %15'ini de oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlar.
Genellikle su gereksinimi günlük 2500-3000 kaloriye karşılık her bir kalori için 1 lt hesabı ile 2. 5-3 litre olarak hesaplanır. Yaşama payı su gereksinimi için daha yaklaşık bir değer elde etmek için aşağıda verilen yüzölçümü ve kalori gereksinimi formülü kullanılır. Bunun için önce atılan en az su miktarını bilmek gerekir.
Erişkin bir insanın günlük minimum su kaybı
Kaynak Su ml
İdrar 400 Y
Dışkı 30 Y
Bazal ekstra renal 250 Y
Egzersiz 1,73 x 0.4 P


Su gereksinimi , ml = (400 +30 + 250)Y + 1,73 x 0,4 P
Y= Vücut yüzölçümü m²
P = Bazal enerji gereksiniminden fazla alınan enerji
Yüzölçümü m² = 0,12 A(.66)
Enerji = 70 A(.75)
70 kilogram ağırlığında bir insan günde 3000 K. kal metabolik enerji tüketiyorsa günlük su gereksinimi:
Su gereksinimi , ml = (400 +30 + 250) 0,12x70 (.66) + 1,73 x 0,40 (3000-70x70(.75) )
= 1346 +904 =2250 ml
Proteinlerden zengin gıdaların bol olarak yenilmesi halinde de proteinlerin parçalanma ürünü olan üre idrarla atıldığından idrar miktarı çoğalmakta ve bu yoldan su kaybı artınca , suya duyulan gereksinim de yükselmektedir. İnsan fizyolojik gereksinimi olan suyu her gün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden ve %15'ini de oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlar.
Tablo .Günlük sıvı gereksinimi
Yaş Ağırlık(kg) Total sıvı (ml) ml/kg/24 saat
3 gün 3.0 250- 300 80-100
3 gün 5.4 750- 850 140-160
1 yaş 9.5 1150-1300 120-135
2 yaş 11.8 1350-1500 115-125
4 yaş 16.2 1600-1800 100-110
6 yaş 20.0 1800-2000 90-100
10 yaş 28.7 2000-2500 70- 50
14 yaş 45.0 2200-2700 50- 60
Organizmanın su kaynakları
Organizmanın gereksinimi olan su başlıca 3 kaynaktan gelir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi içme suyudur. İkinci kaynak diyeti oluşturan besin maddelerinin bileşimindeki sudur. Bu iki kaynak dışında üçüncü kaynak ise organizmada hidrojen kapsayan besin maddelerinin metabolizması sırasında bunların oksidasyonu ile meydana gelen metabolik sudur. Bu oksidasyonda yaklaşık olarak, rasyonun metabolik enerjisinin her 100 Kkal'si için 10-14 gram su oluşur. Besin maddesinin oksidasyonu ile oluşan metabolik su miktarının nasıl saptandığını bir monosakkaritten oluşan metabolik suyu örnek vererek açıklayalım:
C6H12O6 Z6CO2 + 6H2O
Monosakkaritin molekül ağırlığı 180 ve 6 molekül suyun ise 6 x18 =108 gram olduğuna göre; 100 gram karbonhidrattan 108 x100 / 180 = 60 gram metabolik su oluşur.
Hidrojen içeren ve oksidasyona uğrayan üç besin öğesinden (karbonhidrat, protein ve yağ) oluşabilecek metabolik su miktarları tabloda gösterilmiştir.
Tablo . Besin öğelerinin içerdiği metabolik su miktarları
Besin öğesi Metabolik
su/gr. Besin Mad. Enerjisi
ME Kkal/100 gr. 100 Kkal ME
karşılığı su, gr.
Karbonhidrat 60 400 15,0
Protein 42 460 10,5
Yağ 100 900 11,1
Tablo . Su kaybının insan organizmasına etkileri
Su kaybı
% 1-1,5 % 6-7 % 11-12
Susuzluk Baş ağrısı Kramplar
Harekette düzensizlik Soluk almada güçlük Yutkunma zorluğu, dilin şişmesi
İştahsızlık Kan volümünün değişmesi Görme ve duyma zorluğu
Rektal ısıda artma, deri kızarması Konuşma zorluğu Ateş
Sabırsızlık, yorgunluk Hatırlamada güçlük Duyarlılıkta azalma
Kalp atımında artma Kan yoğunluğunda artma Yaşamın sonlanması

Susuzluğun derecesine göre organizmada çeşitli olaylar şekillenir. Kandaki su normalin %3' ünden daha fazla eksilirse böbrekler metabolizma artıklarını geçiremeyecek hale gelir. İnsan organizmasında 2 litre su çıkması halsizlik, 3 litre su kaybı belirgin bir düşkünlük nedeni ve 4 litre su kaybı tehlikenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Organizmadaki suyun % 11-12'sinin kaybı ise ölüme neden olmaktadır. Susuzluktan ölüm, kan yoğunluğunun fazlalaşması (Kanda 3-4 litre kadar su vardır) nedeniyle ince damarlarda dolaşımın durması sonucu asfeksiyle şekillenir. Hayvansal organizma, bileşimindeki glikoz ve yağın tamamını, proteinin %50'sini kaybetmesine rağmen yaşamaya devam ettiği halde suyun %20'sini kaybettiğinde ölmektedir.
Suyun organizmadan atılması
Metabolik olaylar sonucu oluşan artıklar insan organizmadan değişik yollarla atılmaktadır.
a. İdrar ile: Alınan suyun % 60'ı idrar ile atılmaktadır. Su idrarla bu yolla atılan atık maddeler için eritici olarak görev yapmaktadır. Yetişkin bir insan günde 1000-1500 ml suyu bu yolla kaybeder.
b. Dışkı ile: Bu yolla, alınan suyun % 5'i atılmaktadır.
c. Deri ile: Organizmadaki suyun % 20'si buharlaşma ve terleme ile atılmaktadır. Ter vücut sıvılarına oranla hipotoniktir. Terin iyonik bileşimi şahıstan şahısa değiştiği gibi terlemenin azlığına çokluğuna şahsın aklimatize olup olmadığına göre değişir. Terin miktarı da etkilidir. Terle birlikte vücuttan; su, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum gibi minarellerde kaybolmaktadır. Dayanıklılık çalışmalarında, uzun süren egzersizlerde ve sıcak iklimlerde mineral kaybı artmaktadır.örn: bir futbol maçında terleme ile ortalama 1-4lt. su / her litre için tuz kaybı 1,5 g Maraton-kayak kros, bisiklet v.b. sodyumla beraber potasyum- mg kaybı da olmaktadır.
d. Akciğerler ile: Her gün buhar şeklinde 400-500 ml su organizmadan dışarıya atılmaktadır.
Sonuçta bütün bu yollarla insan Her gün yaklaşık 2. 5-3 litre suyu dışarı atmaktadır. Atılan bu su tekrar vücuda alınmaz ise ilk düzensizlik susuzluk hissi ile ortaya çıkacak olan tükürük sekresyonunun durmasına ve farenks mukozalarının kurumasına neden olan ozmatik kan basıncını artması olacaktır.
Su kaynakları
Su ile sağlığın ilişkisi çok sıkıdır. Bu nedenle hijyenik niteliklere sahip temiz bir su hakkında yargıda bulunabilmek ve gerekli nitelikleri iyice değerlendirebilmek için suyun kaynağının önceden iyi tanınması gerekir. Doğada daima bir devir halinde bulunan su , denizlerden, göllerden ve benzeri yüzeylerden güneş ısısı ile buharlaşarak havaya karışır. Daha sonra değişik meteorolojik şekillerde tekrar toprağa düşer buna hidrolojik devir denir. Dünyamızdaki suyun ise %97'si denizlerde, %2'si kutuplarda donmuş halde, %1'i de karada yani toprak parçasında bulunmaktadır. Yer yüzündeki bu su zaman zaman buharlaşarak atmosferdeki soğuk tabakalara ulaşır ve yere yağmur veya kar halinde tekrar düşer. Toprak yüzeyine yağmur, kar, dolu şeklinde düşen su damlacıkları:
*tekrar buharlaşma ile atmosfere döner,
*bitkiler tarafından beslenme için alıkonulur.
*diğer önemli bir kısmı da yeryüzünün o bölgesindeki jeolojik oluşuma göre yer altı ve yerüstü sularını oluşturur. Su kaynakları 3 ana başlık altında incelenebilir.
Suyun insan sağlığı açısından önemi
Suyun insan sağlığını olumsuz yönden etkilemesinin nedenlerini iki başlıkta toplanabilir.
A-Zararlı biyolojik etkenlerin bulunması
B-Endüstri artıklarından doğan kimyasal yada radyoaktif kirleticilerin bulunması.
Sularda bulunabilen ve insan sağlığı açısından zararlı biyolojik etkenler arasında patojen bakteriler, virüsler ve parazitler gelmektedir. Suların neden olduğu enfeksiyöz etkenler, hastalar ve portörler tarafından çevreye yayılmaktadır. Yörenin coğrafi konumu, alt yapı tesisleri, atık maddelerin gördüğü işlem,toplumun sosyo-ekonomik yapısı gibi birçok faktöre bağlı olarak, patojen bakteriler ve diğer mikroorganizmalar dışkı ve benzeri yollarla sulara ulaşır. İçme suyu, oral-fekal enfeksiyon zincirinin en önemli halkasıdır. Suyla geçen enfeksiyonların önüne geçilmesi büyük ölçüde suyun bakteriyel kirliliğinin önlenmesi , suyun dezenfekte edilmesi ile olasıdır . Bilim adamları ve sağlık kuruluşları temiz su elde etmek için çalışmakta, su standartları geliştirmekte, içilebilir ve kullanılabilir özellikte olan sular için belirli kriterler ortaya koymaktadır. Türkiye ' de gıda tüzüğü ve su ile ilgili standartlarda suların içilebilirliğine koliform grubu bakterilerin varlığı/yokluğu esasına göre karar verilmektedir.
Suyun doğal mikroflorası
Suda bulunan mikroorganizmaları üç grupta toplayabiliriz.
a- Suda doğal olarak bulunan canlıların mikroorganizmaları :Spirillum, Vibrio, Pseudomanas, Achromobacter, Chromobacter türleri ile Micrococcus ve Sarcina'nın bazı türleri. Bu bakterilerin optimum üreme ısları 25°C veya daha azdır.
b- Toprakta yaşayan mikroorganizmalar : Toprağın yıkanması sonucu suya karışırlar. Bunlar; Bacillus , Streptomyces ve Enterobacteriacea'nın saprofit üyeleridir. Bunlarında optimum üreme ısıları 25°C veya daha azdır.
c- Normal olarak insan ve hayvanların bağırsaklarında bulunanlar : Başlıcaları; Esherichia coli , Streptococcus faecalis , Clostridium perfiringens ve muhtemelen bağırsak patojenleridir. ( Salmonella ve Vibrio comma gibi )
Su ile bulaşan önemli mikroorganizmalar
Tehlikeli su epidemilerine neden olabilen Salmonellalar, Vibriolar, Shigellalar Anthrax, Burcellose, Ruam, ve diğer birçok patojen bakteriler ve virüsler portörlerin dışkıları ile sulara karışabilir. Su ile yayılan salgınlara su epidemileri denir. Başlıcaları kolera,tifo,dizanteri ve enfeksiyöz hepatitistir.
Salmonella: Genellikle mide krampları ve diyare ile birlikte akut gastroenteritidisi içerir.S.typhi'nin neden olduğu tifo en bilinen etkendir. S.typhi dışkı ve idrarla atılmaktadır. Suda yaşaması değişken olup düşük sıcaklık ve bol besin koşulları uygun bir ortam oluşturur.
Shigella: Basilli dizanteri olarak da adlandırılmaktadır. Etken dışkı ile atılmaktadır. Çoğunlukla akut diyareye neden olur. Shigelliasis sudan kaynaklanan salgınlara neden olmasına karşın tifo'dan daha az rastlanır.
Vibrio cholerae: Diyare, kusma, hızlı su kaybı, kan basıncının azalması, düşük vücut sıcaklığı ile karakterizedir. Hastalık hasta kişilerin dışkıları ile yayılır. Yüzeysel sularda bu bakterinin yaşama süresi 1 saatten 13 güne kadar değişmektedir. Kolera salgınları genelde şebeke sularının kirlenmesiyle ortaya çıkar.
Enteropatojenik E.Coli: Atık sularda bol miktarda bulunan bu bakterinin patojenik türü diyareye neden olmaktadır.
Leptospira: Leptospirosis'e neden olan bu bakteri kan dolaşımına derideki sıyrıklardan veya mukozadan girmekte börek,karaciğer ve merkezi sinir sistemini etkileyen akut enfeksiyonlara neden olmaktadır. Bu bakteri idrarla atılır. Suda yaşama süresi bir kaç günden 3 haftaya kadar değişir.
Tularemia: Tularemia'ya Francisella tularensis ,pasteurella tularensis adı verilen bakteriler neden olmaktadır. Leptospira'da olduğu gibi etken kan dolaşımına deri sıyrıkları ve mukozalar yoluyla girmekte; üşüme, ateş, lenf düğümlerinde şişme ve halsizlik gibi durumlarla ortaya çıkmaktadır. Hastalık; dışkı, idrar ve hasta hayvan ölülerinin su kaynaklarını kirletmesi sonucu yayılmaktadır. Bu mikroorganizmaların suda yaşama süreleri düşük sıcaklıklarda uzamaktadır.
Tüberküloz: Su ile tüberküloz yayılması pek yaygın değildir. Tüberküloz basilinin suda yaşama süresi birkaç hafta olabilmekte , düşük ısı yüksek organik besin derişimi elverişli koşullar oluşturmaktadır.
Viral patojenler
Enfektif hepatitis: Sarılık olarak bilinen bu hastalık genellikle su ile yayılmakta ve diğer kirlilik etkenleri ile bir arada bulunmaktadır.
Polimyelitis : Çocuk felcinin kirli sularla da yayıldığı bildirilmektedir. Temelde kişiden kişiye temasla bulaşmasına karşın kirli sularla da bulaşma bildirilmiştir.
Protozoal hastalıklar
Bazı protozoa türleri normal olarak insan da dahil olmak üzere sıcak kanlı hayvanların bağırsaklarında yaşamaktadırlar. Bu protozoa türlerinin büyük bir kısmı insanlar için tamamen zararsız olup sağlıklı ve hasta insanların dışkılarında sürekli olarak bulunurlar. Ancak bazı protozoa'lar patojendir.
Entameoba histolika: Amebiosis'e neden olan bu protozoon dışkı ile kistler halinde atıldığından suda uzun süre kalabilir. Protozoa bağırsak çeperinde delik aşar ve bazı durumlarda bağırsakta çatlamaya neden olur.
Naegleria gruberi: Amibin patojen cinsi olan N.gruberi menenjit'e neden olmaktadır. Patojen vücuda burundan girmekte, daha sonra beyine,omurilik sıvısına ve kan dolaşımına ulaşmaktadır. Semptomlar su ile temas edildikten 4-7 gün sonra görülmeye başlar. Ölüm genellikle semptomlar görüldükten 4-5 gün sonra şekillenir. Hastalık kirli sularda yüzme ile geçer.

6908
Biyoloji / Canlılarda Üreme
« : Eylül 13, 2007, 06:59:37 ÖS »
Eşeysiz Üreme
Eşeysiz üremenin temeli mitoz bölünmedir. Bu yüzden eşeysiz üreme ile oluşan canlılar birbirlerine benzerler. Eşeysiz üreyen canlılardan biri , kalıtsal özellikleri bakımından diğerine benzemiyorsa nedeni mutastondur. Eşeysiz üreme çeşitleri 4 başlık altında incelenebilir.

• Bölünerek Eşeysiz Üreme
• Tomurcuklanma ile Eşeysiz Üreme
• Sporla Eşeysiz Üreme
• Vejatatif Eşeysiz Üreme

Bölünerek Eşeysiz Üreme
Bölünerek eşeysiz üremenin görüldüğü canlılara bakteriler örnek verilebilir. Bakterilerdemn başka amip , paramezyum ve öglena da eşeysiz ürer.
Plazmodyum ; yaşam devrini insan ve anofel cinsi sivrisineğin dişisinde tamamlar. İnsan kanında eşeysiz , anofel de eşeyli üreme yaparlar.
Bu tir üremede , çekirdek içindeki kromatin maddesi kendini eşledikten sonra , önce çekirdek daha sonra ise boğumlama ile sitoplazma bölünür. Bu tip üremeye amitoz bölünmeyle üreme denir. Prokaryot hücreli olan bakterilerde çekirdek bulunmadığından , DNA eşlenmesinden sonra boğumlama ile hücre bölünür.

Tomurcuklanma ile Eşeysiz Üreme
Tomurcuklanma ile üremede , ana hücrede tomurcukla şeklindeki uzantılar gözlenir. Daha sonra bu tomurcuklar , ana canlıdan ayrılarak yeni canlıyı meydana getirir. Tomurcuklanma ile üreme bazı protistlerde , sölenterelerden hidrada , bazı bitkilerde ve mantarlarda olan bira mayalarındagörülür.

Sporla Eşeysiz Üreme
Tek başına sporla üreme evresi yoktur. Sporla eşeysiz üremeyi , eşeyli üreme takip eder.
Rejenerasyon ( Yenileme )
Ana canlıdan kopan bir parçanın yerine yenisinin gelmesidir. Bu olayda canlının hücre sayısının mitoz bölünme ile artması iş görür. Canlının evrimleşmişliği arttıkça rejenerasyon yeteneği azalır.

Örnek : Kesilen bir dalın yerine yenisinin gelmesi , kesilen planaryanın yenilenmesi , kesilen deniz yıldızı kolunun veya kertenkele kuyruğunun yenilenmesi gibi olaylar rejenerasyona birer örnektir. Kesilen insan derisinin onarımı da bir rejenerasyon örneğidir. Karaciğer , dil gibi organların rejenerasyon yeteneği diğer dokulara göre daha yüksektir.

Soru :
A türü bir elma bitkisinden alınan bir dal , B türü bir elma ağacına aşılanarak üretilitor. Bu durumda , aşılanan dal hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenemez ?
a) Aşılanan A dalının iletim demetleri ile B ağacındaki kaynaşmıştır.
b) Aşılanan dal gelişerek meyve verebilir.
c) Aşılanan dalda oluşan elmalar , A türünün elmasına benzer.
d) Aşılanan dalda oluşan elmalerın genetik yapısı A ve B türünün elmelerının karışımıdır.
e) Aşılanan dal ile aşılama yapılan elma ağacıarasında gen alışverişi olmaz.

Çözüm :
Aşılama olayında bitkilerin yakın tür olmaları önemlidir. Aksi durumda aşı tutmayabilir. Aşılama olayı , eşeysiz üremenin vejatatif şeklidir. Eşeysiz üremenin temeli mitoz bölünme olduğundan , aşılanan dal A ile B ağacı arasında genetik bir bağ yoktur.
Yanıt D dir.

Metagenezle Üreme
Bu tip üremede , eşeysiz üreyen dölleri , eşeysiz üreyen döller takip ettiği için , bu üremeye döl değişimi de denir. Metagenezde eşeysiz üreme evresi sporla üreme evresidir.


Karayosunlarında Metagenez
Karayosunları , damarsız bitkilerdendir ve kara bitkileriyle su bitkileri arasındaki geçit formunu oluştururlar . İletim demetleri olmadığından beslenmeleri difüzyonla olur. Bu yüzden nemi bol bölgelerde yaşarlar.

Eğreltiotunda Metagenez
Eğreltiotları , damarlı tohumsuz bitkilerdendir. Bunlarda iletim demetleri gelişmiştir. Eğreltiotlerında spor keseleri saprofit döl (2n)olan eğrelti bitkisinin yaprakları altındadır. Eğreltiotundaki metagenez , karayosunundaki ile temelde aynıdır. Fakat karayosununda iki ayrı bitki (erkek ve dişi) halindeki gametofitler , kalp şeklindeki tek bir gametofite indirgenmiştir. Yani monoploid evre kısalmıştır.


Plazmodyumda Metagenez
Bu tek hücreli protistin eşeyli evresi (döllenme + mayoz) anofel cinsi sivrisinekte , eşeysiz evresi ise insan alyuvarı içinde geçer.

Eşeyli Üreme
Eşeyli üremenin temeli , mayoz , hücre bölünmesi ve döllenmesidir. Eşeyli üremenin en önemli özelliği , iki ayrı canlının birleşmesi sonucu ortaya çıkan yeni canlıda , kalıtsal varyasyonlara neden olmasıdır. Bu yüzden eşeyli üreyen canlıların yaşama şansı daha yüksektir. Bunun nedeni doğal seleksiyon sonucu oluşan adaptasyonlardır.

Gamet Şekillerine Göre Eşeyli Üreme
Gamet şekillerine göre üreme şekli üç çeşittir.
Erkek ve dişi gametlerin şekli aynı ise bu tür şekilde üremeye İzogami denir.
Erkek ve dişi gametlerin şekli birbirine benzemiyorsa bu tür şekilde üremeye Heterogami denir.
Oogami ise heterogaminin daha ileri şeklidir. Sperma küçük ve hareketli , yumurta büyük ve hareketsizdir.

Konjugasyonla Eşeyli Üreme
Bu üreme şeklinde eşeyli üremenin tipik özelliği olan ayrı gamet oluşumu ve döllenme görülmez. Fakat , eşeyli üremenin en önemli özelliği olan , kalıtsal varyasyonun ortaya çıkışı , konjugasyonla üremede görülür.

Partenogenezle Eşeyli Üreme
Partenogenez , döllenme olmaksızın üreme demektir. Bir kurbağa yumurtasına deneysel olarak topluiğne batırılırsa yumurta , bir kurbağa oluşturmak için bölünmeye başlar. Buna deneysel partenogenez denir. Partenogenez bazı eklembacaklılarda özellikle arılarda görülür.

Kozalaklı Bitkilerde Eşeyli Üreme
Kozalaklı bitkilerdeki üreme ile çiçekli bitkilerdeki üreme temelde aynıdır. Ancak bazı farklılıklar vardır. Bu farklılıkların biri çiçek yerine kozalak içinde tohum oluşması , diğeri ise kozalaklı bitkilerdeki tohumun çokçenekli olmasıdır.

Çiçekli Bitkilerde Eşeyli Üreme
Çiçekli bitkilerde üreme organı , çiçek içinde bulunur. Bazı çiçeklerde sadece dişi veya erkek organ bulunur. Bu çiçeklere eksik çiçek denir. Bazı çiçeklerde ise erkek organ ile dişi organ aynı çiçekte bulunur. Böyle çiçeklere tam çiçek denir. Bitkilerde tozlaşmayı kolaylaştırmak amacıyla böcekleri cezbedici özellikler bulunur. Renkli taç yapraklar ve koku bu özelliklerden bazılarıdır. Tam çiçekte dıştan içe doğru , çanak yapraklar , taç yapraklar , erkek organlar ve dişi organlar bulunur.

Tohumlu Bitkilerde Eşeysiz Üreme
Tohumlu bitkilerde eşeyli üreme konusu bazı alt başlıklarda incelenebilir. Bu alt başlıklar şunlardır :

Erkek Organ ve Polen Oluşumu
Bir sapçık ile bunun ucundaki başçıktan oluşmuştur. Çiçek tozları başçık içinde oluşur. Başçık içinde dört tane polen kesesi vardır. Ploen keseleri içinde binlerce polen ana hücreleri bulunur.

Başçıktan Polen Oluşumu
Farklı tür bitkilerin polenlerinin dışı , türe has şekillere sahiptir. Aynı şekilde , her türün dişi organının tepeciği de türe has şekle sahiptir. Bu yüzden bir polen , kendi türünün tepeciği üzerinde çimlenir.

Dişi Organ
Genellikle çiçeğin ortasında bulunur , bir veya daha fazla sayıda olabilir. Dişi organın ovaryumu içinde bir veya daha fazla tohum taslığı bulunur.

Tohum Taslığı İçinde Yumurta Oluşması
Tohum taslığı içinde 2n kromozomlu makrospor ana hücresi vardır. Bu hücre mitoz ve mayoz hücre bölünmeleri geçirerek yumurta oluşturur.

Tozlaşma
Erkek organın tepeciğinde oluşan polenlerin dişi organın tepeciğine taşınmasına tozlaşma denir. Tozlaşma sonucu tohum ve meyve oluşur.

Soru :
Çimlenmeye hazır bir bitki tohumunda aşağıdakilerden hangisi bulunmaz ?
a) Embriyo
b) Endosperm
c) Tohum kabuğu
d) Yumurta hücresi
e) Çenekler

Çözüm :
Tohum , döllenme olayından sonra oluşur. Halbuki yumurta hücresi döllenme olayından önceki embriyo kesesinde bulunur.
Yanıt D dir.

Meyve
Dişi organın ovaryumu gelişerek tohum etrafındaki etli kısmı oluşturur. Etli kısım ile birlikte tohumun oluşturduğu yapıya meyve denir.Ovaryumdaki tohum taslığı sayısı kadar , meyvede tohum bulunur. Meyve oluşumu sırasında sadece ovaryum gelişirse gerçek meyve oluşur. Meyve oluşumuna çiçek tablası katılırsa yalancı meyve oluşur. Çiçek , elma , armut , incir , dut gibi meyveler , yalancı meyvelere örnek verilebilir. Meyve oluşumu bir dişi organdan gelmişse basit meyve , birkaç dişi organda meydana gelmişse birleşik meyve denir.

Hayvanlarda Eşeyli Üreme
Yumurta içinde bulunan vitellüs bitki tohumunda bulunan endospermle aynı işi görür. Farklı türlerde yumurtada bulunan vitellüsün miktarı ve dağılımı farklıdır. Bu yüzden zigotun mitoz bölünmelerinde ve farklılaşmasında türlerre göre farklılıklar görülür. Bunun yanısıra eşeyli üreyen hayvanlardaki döllenme olayı ve zigotun oluşması ana hatları ile aynıdır. Hayvanın yaşadığı ortama göre iki çeşit döllenme vardır. Bunlar dış ve iç döllenmedir.
Yassı solucanlar ve toprak solucanlarında hem erkek hem de dişi organ birlikte bulunur. Böyle hayvanlara hermafrodit hayvanlar denir. Bazı insanlarda da anormal olarak hermafroditlik vardır. Hermafrodit insanlar kısırdır.

İç Döllenmenin Özellikleri :
• Döllenme olayı dişi bireyin içinde olur.
• Karada yaşayan hayvanlarda görülür.
• Çiftleşme olayı vardır.
• Çiftleşme organı vardır.
• Döllenme ihtimali yüksektir.
• Döllenme ihtimali yüksek olduğu için gamet sayısı azdır.

Dış Döllenmenin Özellikleri :
• Döllenme olayı suda olur.
• Suda yaşayan hayvanlarda görülür.
• Çiftleşme olayı yoktur.
• Çiftleşme organı yoktur.
• Döllenme ihtimali düşüktür.
• Döllenme ihtimalini arttırmak için gamet sayısı fazladır.





İnsanda Üreme Sistemi

Erkek Üreme Sistemi
Erkeklerdeki üreme sistemi ; tetisler , erkek eşey organı ve yardımcı bezlerden oluşur.
Testisler , spermlerin meydana geldiği bezlerdir.
Erkek eşey organı , spermlerin yardımcı bez sıvılarının ve idrarın dışarı atılmasını sağlayan çiftleşme organıdır.
Yardımcı bezler , spermlerin içinde hareket ettiği sıvıları üreten bezlerdir. Bunlar ; prostat bezi , serminal keseler ve Cowper bezleridir.
Erkekte üreme hücresi spermdir. Spermler karın boşluğu içinde gelişen bir çift testis içinde meydana gelir. Testisler doğumdan önce ya da doğumdan kısa bir süre sonra tstis torbasına geçerler. Testislerin skrotal içine inmesi sperm yapımı için gereklidir. Çünkü spermler vücut sıcaklığında oluşamaz. Henüz hareket ve döllenme özelliği kazanmamış spermler , seminifer tüpçüklerden geçerek rete testis adı verilen kanalcıklar bölgesine arodan da hareket ve döllenme yeteneği kazanacakları epididimis denilen bölgeye geçerler. Her epididimis , vasdeferens denilen bir kanalla testis torbasından çıkararak karın boşluğuna doğru idrar kesesi üzerinden idrar kanalına açılır.

Dişi Üreme Sistemi
Dişilerde üreme organları yumurtalıklar , döllenme borusu , rahim ve vajinadan oluşur.
Yumurtalıklar , karın boşkuğunun alt tarafında bulunur.
Döllenme borusu , yumurtalıkları rahmin üst kısmına bağlar.
Rahim , karın boşluğunun alt bölgesinde idrar kesesinin arkasındaki kaslı bir yapıdır.
Vajina , döllenmemiş yumurtanın ve döl yatağında yeni oluşan dokuların dışarı atıldığı kanaldır.

Menstrual Döngü
Dişilerde , yumurtalıklarda ve buna bağlı olarak meydana gelen değişiklere menstrual döngü denir.

Folikül Evresi : Yumurtalıklarda pek çok folikül ve bunların içlerinde olgunlaşmamış yumurta hücreleri vardır. Foliküllerden biri gelişerek içi sıvı ile dolar ve foliküldeki yumurta hücresi olgunlaşarak döllenme özelliğine sahip bir yumurta haline gelir.

Ovulasyon Evresi : Olgunlaşan yumurtanın , folikülün yırtılmasıyla yumurtalıklarda atılmasıdır. Atılan yumurta kirpikli huni tarafından yakalanarak döllenme borusuna geçer.

Korpus luteum Evresi : Folikül yırtıldığında , folikül hücreleri sarı renkli yağ damlacıkları taşıyan korpus luteum dokusu haline geçer.

Menstruasyon Evresi : Yumurtanın döllenmediği durumlarda 14 gün içerisinde korpus luteum bozulur ve progesteron azalır. Böylece rahim iç duvarı parçalanır. Döllenmemiş yumurta doku parçaları bir miktar kanla beraber dışarı atılır. Buna menstrual evre denir.


6909
Biyoloji / hücre fizyolojisi
« : Eylül 13, 2007, 06:59:08 ÖS »
Hücreler yaşayan organizmaların yapısal ve fonksiyonel birimleridir. Hücreler küçük fakat kompleks yapılardır. Yaşamın bu temel birimi hakkında ayrıntılı bilgiler ilk kez 17. Yüzyılda ışık mikroskobunun geliştirilmesi ile edinildi. Bir müze müdürü olan İngiliz Robert Hooke 1663 yılında mantar ve diğer bitki örneklerini bir jiletle keserek mikroskop altında 30 kat büyüterek inceledi. Bu incelemeler sonucunda bitkilerin "hücre" adını verdiği küçük bölmelerle dolu olduğunu buldu. Anton van Leeuwenhoek isimli bir Alman dükkancı ise doku örneklerini 300 kat büyüterek, bakteri, kan hücresi, sperm hücresi gibi tek hücreli organizmaları inceledi. Bu organizmalara hayvancık anlamına gelen "animalcules" adını verdi.



Hücrelerin Genel Özellikleri:

Hücreler hem morfolojik (şekilsel) hem de metabolik olarak çok büyük farklılıklar gösterirler. E.coli isimli bakteri 1m m (m m=mikrometre= 1 metrenin milyonda biri) uzunluğundayken, aksonları 1 metre uzunluğunda olan sinir hücreleri vardır. Ama yine de hücrelerin çok büyük bir çoğunluğu 1-30 m m arasındadır. Hücreler küçük olmak zorundadırlar, çünkü metabolizmalarında diffüzyon çok önemlidir. Diffüzyon, termal hareketle moleküllerin rasgele hareket etmesidir. Diffüzyon moleküllerin, yüksek konsantrasyon bölgesinden düşük konsantrasyon bölgesine doğru, her yerde eşit dağılıncaya kadar olan, rastgele hareketleridir. Diffüzyon termodinamiğin 2. Kanuna bir örnektir. Bu kanuna göre entropi (düzensizlik ya da rasgelelik) sürekli olarak artar. Evrendeki düzensizliğin derecesi sadece ve sadece artabilir. Hücrelerin çoğu aktivitelerinin büyük bir bölümünü diffüzyon ile düzenlerler. Diffüzyon, molekülün özelliğine (büyüklük gibi) ve çevreye (vizkozite, membran gibi) bağlıdır. Bir partikül (madde parçası) tarafından katedilen mesafe zamanın karekökü ile doğru orantılıdır. Yani bir partikül 1 saniyede 1 m m gidiyorsa, 4 saniyede 2 m m ve 100 saniyede 10 m m ve 3 saatte (10.000 saniye) 100 m m gidecek demektir.

Hücrelerin Fonksiyonel Özellikleri:

Hücreler ortamdan ham materyali alırlar.

Enerji üretirler: Bu enerji iç ortam dengesini sağlamak, ve sentez reaksiyonlarını yürütmek için gereklidir. Termodinamiğin 2. Kanununa karşı koymak ancak enerji ile mümkündür.

Kendi moleküllerini sentez ederler.

Organize bir şekilde büyürler.

Çevreden gelen uyarılara cevap verirler.

Çoğalırlar (bazı istisnalar haricinde).

Hücrelerin Yapısal Özellikleri:

Kalıtsal bilgiler DNA içinde saklanır.

Genetik kod temelde aynıdır.

Bilgi DNA dan proteinlere RNA aracılığı ile geçer.

Proteinler ribozomlar tarafından yapılır.

Proteinler hücrenin fonksiyon ve yapısını düzenlerler.

Bütün hücreler seçici geçirgen bir zar olan plazma membranı ile çevrilmiştir.



HÜCRELERİ BİRBİRİNDEN AYIRAN ÖZELLİKLER

Hücreler arasında pek çok benzerlik olmasına rağmen, çok belirgin farklılıklar da vardır. Bu farklılıklar hücreleri çeşitli ana guruplara ayırmamıza yardımcı olur. İki yaygın ana gurup şunlardır.

Prokaryotlar

Eukaryotlar

(Karyot=nükleus, Pro=önce, Eu=gerçek anlamına gelmektedir.)

Prokaryotlarla Eukaryotlar arsındaki farklılıklar ise Tablo 1. de gösterilmiştir.





ÖZELLİKLER
PROKARYOT
ÖKARYOT

ÇEKİRDEK ZARI
YOK
VAR

ÇEKİRDEKCİK
YOK
VAR

HİSTONE PROTEİNLERİ
YOK
VAR

DNA İÇERİĞİ
KÜÇÜK
BÜYÜK

İNTRONLAR
YOK
VAR

BÜYÜKLÜK
KÜÇÜK
BÜYÜK




Prokaryotlarla Eukaryotlar arasındaki en temel farklar prokaryotların bir nükleusa (çekirdek) ve membrana bağlı organellerinin (birkaç istisna haricinde) olmamasıdır. Her ikisinin de DNA sı, hücre zarı, ribozomları vardır.



HÜCRE ORGANELLERİNİN YAPI VE FONKSİYONLARI

Hücreler ışık mikroskopu ile incelendiği zaman, sitoplazma ve çekirdek adı verilen iki bölümden oluştuğu görülür. Ancak daha büyük büyütme sağlayan elektron mikroskopuyla yapılan incelemeler, hücrenin bir takım alt birimlerden, hücre organellerinden oluştuğunu ortaya koymuştur. Hücre şunlardan oluşmuştur.

Hücre zarı

Sitozol

Organeller

Çekirdek



Hücre Zarı: Zar ya da membranlar yaşam için çok önemlidir, çünkü bir hücre 2 sebebten dolayı kendisini dışarıdaki ortamdan ayırmak zorundadır.

DNA, RNA ve benzeri yaşamsal moleküllerini dağılmaktan korumalıdır.

Hücre molekül yada organellerine zarar verebilecek yabancı molekülleri uzak tutmalıdır.

Ancak hücre bu iki kurala uyarken bir taraftan da çevreyle haberleşmeli, dış ortamı sürekli olarak izlemeli ve ortam değişikliklerine ayak uydurmak zorundadır. Ayrıca hücre besin maddelerini dışarıdan almalı ve metabolizması sonucunda ürettiği toksik (zehirli) maddeleri dış ortama vermelidir.

Biyolojik membranlar Şekil 1 de görüldüğü gibi bilipit katmandan oluşur. Şekildeki her

bir fosfolipiti temsil eder. Daire ya da baş negatif yüklü fosfat gurubudur, ve iki kuyruk da çok hidrofobik (hidrofobik=suyu iten) olan hidrokarbon zincirlerini temsil eder. Fosfolipit zincirlerinin Şekil 1. De görüldüğü düzenlenmesi sonucu hidrofobik kısımlar membranın içinde kalır. Membran yaklaşık 5 nanometre (1 nanometre = 1 metrenin milyarda biri) kalınlığındadır. Membran semipermeabledır (yarı geçirgen), yani bazı maddelerin membrandan serbestçe geçmesine (diffüze olmasına) izin verir. Membran büyük moleküllere geçirgen değilken, yüklü iyonları çok az geçirir, ve yağda eriyen küçük moleküllere oldukça geçirgendir.

Tüm biyolojik membranlar gibi hücre zarı (membranı) da lipit, protein ve az miktarda karbonhidrattan oluşmuştur.

Hücre zarı, hücre içinde ve dışında bazı uzantılarla devam eder. Hücre dışına doğru olan uzantılar hücrenin yüzeyinden interstisiyel mesafeye doğru uzanırlar, bu uzantılara mikrovillus denir. Hücre içine doğru devam eden zar sistemi ise dış ortamın hücre içiyle daha yakın ilişki kurmasını sağlar. Bu sisteme endoplazmik retikulum denir.

Endoplazmik Retikulum: Endoplazmik retikulum lipid, protein (ribozomlar aracılığı ile) ve kompleks karbonhidratların yapım yeridir. Endoplazmik retikulum hücredeki toplam membranların yarısından fazlasını oluşturur. Endoplazmik retikulum iki membrandan oluşur, iki membran arasında kalan boşluğa endoplazmik retikulum lümeni denir. İki tip endoplazmik retikulum vardır.

Granüllü Endoplazmik Retikulum: Üzerinde ribozomlar vardır. Sisterna denilen yassılaşmış keseler şeklindedir.

Düz Endoplazmik Retikulum: Ribozomları yoktur, tüplerden oluşan bir ağ şeklindedir. Lizozom: Lizozomlar 0,2 ila 2 m m çapında organellerdir. Hücreiçi sindirimi sağlamak üzere yaklaşık 40 civarında enzim içerirler. Lizozom membranı lizozomun hücreyi tümüyle sindirmesini önler. Bu enzimler için optimal pH 5 civarıdır. Lizozomlarda ATP hidrolizi ile çalışan H+ pompası vardır. Bu sayede lizozomun pH I düşük tutularak enzimlerin etkin hale geçmesi önlenir.

Peroksizom: Peroksizom membranında spesifik proteinler ve oksidasyon enzimleri vardır. Karaciğerdeki peroksizomların ana görevi detoksifikasyondur (bir maddeyi zararsız hale getirme).

Ribozom: Ribozomlar proteinlerin sentez edildikleri yerdir. Protein sentezi için gerekli bilgi DNA dadır, bu bilgi RNA ya transfer edilir, ve ribozomlarda RNA daki bu bilgiyle protein yapılır. Bir hücre için protein sentezi çok önemlidir, bu yüzden de hücrede binlerce ribozom bulunur. Ribozomlar ya sitoplazmada serbestçe yüzerler ya da endoplazmik retikuluma bağlı olarak bulunur. Ribozomların membranı yoktur. Protein sentezlemedikleri zaman 2 alt gurup halinde bulunurlar. Alt guruplar ribozomal RNA (rRNA) ve ribozomal proteinlerden oluşur.
Mitokondri: Mitokondriler eukaryotik hücrelerde ana enerji üretim merkezleridir. Biri iç diğeri dış olmak üzere iki membranı vardır. İç membranda çok sayıda katlanmalar vardır, bu membranın yüzey alanını genişleterek, membran bağımlı raksiyonların daha fazla sayıda olamasını sağlar. Mitokondrilerin kendi DNA ve ribozomları vardır.Çekirdek (Nükleus): Nükleus DNA nın bulunduğu ve DNA daki bilginin RNA ya aktarıldığı yerdir. Çift katlı bir membranla sarılmıştır, bu membranda çok sayıda büyük porlar bulunur. Çekirdeğin içini dolduran esas madde DeoksiriboNükleik Asit ve protein molekülleridir. Bu DNA molekülleri nükleus içinde rastgele dağılmış olamayıp kromozom denilen yapılar içinde protein molekülleri ile birlikte organize olmuşlardır. İnsanda 46 adet (23 çift) kromozom bulunur. DNA molekülleri hücrede mevcut bütün proteinlerin nasıl yapılacağının genetik bilgisini içerirler. Bilgi nükleusdadır fakat proteinler sitoplazmada yapılır, bu sebeple bilginin sitoplazmaya aktarılması gereklidir. Bu amaçla DNA kalıp gibi kullanılarak, bu kalıptan RNA yapılır, oluşan RNA sitoplazmaya geçerek, protein yapım yeri olan ribozomlara protein sentezi için gerekli bilgiyi aktarır. Çekirdek hücrenin kontrol merkezidir, buradaki genetik mekanizmalar yoluyla sadece hücre içindeki kimyasal olaylar değil, aynı zamanda hücrenin özelliklerinin yeni hücre nesillerine aktarılması da sağlanır.

Hücre İskeleti: Aslında hücre iskeleti terimi yanlış bir deyimdir. Hücre iskeleti transparan olduğu için hem ışık hem de elektron mikroskobu preperatlarında görülmez. Hücre çizimlerinde de gösterilmemesine rağmen önemli bir hücre komponenttidir. Hücre iskeleti hücrenin şeklini, hücre organellerinin yerinde durmasını sağlar, ve hücre hareketinden sorumludur.

Hücre iskeleti şunlardan oluşmuştur.

Sentriyoller

Mikrotübüller

Aktin filamentleri

Sentriyoller çekirdeğe yakın olarak yer alan bir çift silindirik yapıdır. Her biri üçerli guruplar halinde dokuz tübülden oluşmuştur. Sentriyoller hücre bölünmesi sırasında kromozomların hücre kutuplarına çekilmesini sağlarlar. Mikrutübüller tübülin denilen alt birimlerden oluşmuştur. Görevi hücreyi yerinde tutmaktır, aynı zamanda silya ve flagellanın da ana bileşenidir. Aktin filamentleri ise hücrenin şeklini değiştirmesinde görev alırlar


6910
Biyoloji / Enzimler
« : Eylül 13, 2007, 06:58:37 ÖS »
Enzimler, canlı dokuların bileşiminde az miktarda bulunan, fakat çok önemli rolleri olan organik katalizörlerdir.Yapılarını esas olarak proteinler oluşturduğu için, enzimlere metabolik proteinler de denmektedir.Canlı hücrenin bütün fonksiyonları enzimlerle sağlandığından ; yaşama, bir anlamda birbirini izleyen enzimatik tepkimeler bütünü de denilebilir.O halde,enzimler olmasaydı biyokimyasal değişmelerin hemen hepsi yaşa hızını ayak uyduramaz başka bir değişle canlılık olmazdı.
Bir biyolojik sistemde meydana gelen tepkimeleri ,laboratuarda oluşturmak istersek,karşımıza çok yüksek sıcaklık , basınç gibi birtakım fizikokimyasal yöntemlerin uygulanması gibi sorunlar ortaya çıkar. Bu fizikokimyasal yöntemlerin uygulanması halinde bile,reaksiyonların birçoğu izlenemeyecek derecede yavaş seyreder. Oysa ki biyolojik sistemlerde bu tepkimeler öylesine kolay ve hızlı olmaktadır ki; örneğin karbonhidrat ,protein ve yağlar ancak derişik asit, ya da bazik çözeltilerde kaynatılarak hidroliz edilmesine karşın; bu maddeler, sindirim sisteminde çok daha yumuşak koşullarda ve 370C hidroliz olabilmektedir. O halde biyolojik sistemlerde tepkimelerin kolay ve hızlı oluşmasına destek veren ya da aracı olan birtakım yapıların olması gerekir. İşte bu işlevleri yürüten organik maddeler enzim adı verilen biyolojik katalizörlerdir. Enzimler reaksiyonları hızlandıran ve reaksiyon sonunda değişmeden çıkan maddelerdir. Katalizörlerin çok azı dahi çok iş görür ve bu moleküller tekrar tekrar kullanılabilir. Katalizörler reaksiyonların aktivasyon enerjisini düşürerek vücut sıcaklığında meydana gelmesini sağlar.

Su da önemli bir katalizördür. H+ ve Cl– kuru ortamda birleşmezler; sulu ortamda ise patlayarak birleşirler. Demir, platin, nikel, palladyum da endüstride katalizör olarak kullanılır (pamuk yağının doyurulması). Her kimyasal tepkimenin başlayabilmesi için bir enerji engeli vardır. Hatta enerji veren tepkimelerin dahil başlayabilmesi için belirli bir enerjinin verilmesi gerekir. Bu enerjiye “aktivasyon enerjisi” denir.

Aktivasyon enerjisi, moleküllerin enerjisini yükselterek tepkimeye girmesini sağlar. Bu çoğunlukla ısıtma ile gerçekleşir. Ancak unutmamak gerekir ki, organizmaların ısıya karşı dayanma güçleri sınırlıdır. Canlı hücrelerde aktivasyon enerjisinin düşürülmesi, yüksek ısı kullanılarak gerçekleştirilemez. Aktivasyon enerjisinin düşürülmesinde katalizörler kullanılır.

1.Enzimlerin Sınıflandırılması

Önceleri enzimlerin birçoğu, sadece substrat isimlerine göre “az” eki ilave edilerek tek grupta toplanırdı. Günümüzde ise 2000’den fazla farklı enzimin bilinmesi, böyle bir sınıflandırmayı yetersiz kılmaktadır. Bu sebeple, uluslar arası bilimsel sınıflandırma sistemine gidilmiştir. Bu sisteme göre; bir enzim ECS x.x.x.x şeklinde bir numara almaktadır. Örneğin, glikoz transferaz enziminin tanımlanması “ECS 2.7.1.1” şeklinde yapılmaktadır. İsmin sonundaki “az” eki enzim olduğunu;
• “2” transferaz olduğunu;
• “7” fosfotranferaz olduğunu;
• “1” hidroksil grup taşıdığını;
• “1” bir fosfat grubunu D-glikoza verdiğini ifade eder.
Bu sistem, bütün enzimleri 6 grupta toplamakta ve bu gruplar da kendi içlerinde alt gruplara ayrılmaktadır.

Enzim sınıfları aşağıda belirtildiği gibidir.


Enzimlerin Sınıflandırılması


Sınıf Fonksiyonu
Oksido-redüktazlar Elektron transferi yapan enzimlerdir. Yani oksidasyon-redüksiyon reaksiyonlarını(redoks tepkimelerini) katalizler.
(A) redükte+ (B) redükte (A) okside +(B) redükte

Transferazlar Grup transferi yapan reaksiyonları katalizleyen enzimlerdir. Hidrojen dışında herhangi bir atom veya atom grubunun (metil, karboksil, amino, fosfat grupları), bir molekülden diğerine aktarılmasını sağlarlar.
AX+B A+BX

Hidrolazlar Su moleküllerini kullanarak kompleks moleküllerin bağlarını parçalayan enzimlerdir (sindirim reaksiyonları).
Liazlar Bir molekülden su molekülü çıkarmadan bir grubu koparan enzimlerdir. Örneğin C-C bağı al dolaz veya karboksilaz enzimleriyle yıkılabilir. Ayrıca,C-O ve C-N bağını yıkan enzimler de bu gruba girerler.
İzomerazlar İzomerik grupları vermek üzere, molekül içi grup transferi yapan enzimlerdir.
Ligazlar ATP yıkımı ile dehidrasyon reaksiyonlarını katalizleyen enzimlerdir. Enerji kullanarak substrat moleküllerinin birbirine bağlanmasını; örneğin aminoasitlerin ve yağ asitlerinin aktifleşmesini sağlarlar.

Enzim çeşitleri ve fonksiyonları tablosu



2.Enzimlerin Yapısı

Enzimler basit ve bileşik yapılı olmak üzere iki gruba ayrılır. Basit yapılı enzimler (üreaz ve pepsin gibi) sadece proteinden ve yardımcı kısımlardan meydana gelir.

a) Protein Kısım
Yalnızca proteinden meydana gelen bu kısım enzimlerin çok çeşitli olmasını ve enzimin hangi maddeye etki edeceğini belirler. Sindirim enzimleri gibi basit enzimler yalnızca proteinden oluşmaktadır.

b) Yardımcı Kısım
Yardımcı kısım, organik veya inorganik moleküllerden meydana gelir. Koenzimleri oluşturan organik moleküller genellikle B grubu vitaminler, NAD, FAD ve sitokromlardır. İnorganik moleküllere ise “kofaktörler” denir. Bunlara örnek olarak da Ca++,Mg++,Zn++,K+ gibi elementleri verebiliriz.
Yardımcı kısım, bileşik enzimlerin etkinlik gösterebilmesi için mutlaka gereklidir. Enzimin esas iş yapan kısmı olup, moleküllerin bağlarına etki eder (parçalama- birleştirme gibi). Ne protein kısmı, ne de yardımcı kısım ayrı ayrı etkili olamazlar. Yani bileşik enzimin çalışabilmesi için iki kısmın da bir arada bulunması gerekir. Apoenzimle yardımcı kısmın meydana getirdiği yapıya “holoenzim” denir. Apoenzime sıkıca bağlanan protein yapıda olmayan tüm yardımcı kısımlara da “prostetik grup” denir.
Bir apoenzim daima bir koenzim veya kofaktörle çalışabilmesine rağmen, aynı koenzim veya kofaktör bir çok apoenzimle çalışabilir.

3.Enzimlerin Özellikleri

• Etki ettiği maddenin sonuna “az” eki getirilerek, ya da katalizlediği tepkimenin çeşidine göre adlandırılırlar. Örnek olarak kitine etki eden kitinaz enzimin, verebiliriz.
• Enzimler reaksiyonları başlatmazlar, başlamış reaksiyonları hızlandırırlar. Reaksiyonları başlatan ise aktivasyon enerjisidir.
• Enzimler, hücre içinde sentezlenirler; hücre içi ve hücre dışı ortamlarda çalışırlar.
• Enzimler etkilerini maddenin dış yüzeyinden başlatırlar; maddelerin yüzeyi ne kadar geniş olursa etkinlikleri o kadar hızlı olur. Örneğin, kıyılmış ete enzimin etkisi aynı miktarda parça etten daha hızlıdır.
• Enzimlerin etkinlikleri son derece hızlıdır. Örneğin sığır karaciğerinden elde edilen katalaz enzimi, bir saniyede 00C de 5,000,000 H2O2 (hidrojen peroksit) molekülünü parçalayabilir. Enzimin etkinlik değeri (=turnover sayısı); enzimin saniyede etki ettiği substrat sayısıyla belirlenir. Bu 00C de katalaz enzimi için 5,000,000’dir. Katalaz enziminin parçaladığı H2O2 ‘yi demir atomu yalnız başına ancak 300 senede parçalayabilir.
• Enzimler genellikle spesifik olup, her enzim belli bir reaksiyonu katalizler. Enzimin etki ettiği maddeye “substrat” denir. Etkilenen madde enzimin yüzeyine anahtarın kilite uyması gibi yapı bakımından uygunluk gösterir. Reaksiyon sonunda çıkan madde üründür. Enzimler reaksiyon sonunda değişmeden çıkar ve aynı reaksiyon için tekrar tekrar kullanılabilirler.



Enzim substrat arasında ilişki anahtar ve kilit modeline benzetilmesine rağmen enzimin aktif bölgesinin sabit bir yapısı olmadığı bazı moleküller için şekil değişikliklerine uğradığı belirlenmiştir. Şekil 4’de gösterildiği substratlar enzimin aktif bölgesine tutunduklarında enzimle substrat arasında zayıf bağlar oluşur ve enzimin şekli değişir. Bu değişiklik substratla enzim arasındaki uyumu, bağlanma isteğini ve kuvvetini artırır. Reaksiyon sona erdiğinde enzim herhangi bir değişikliğe uğramaksızın açığa çıkar. Bu şekilde enzimin substratın durumuna göre şeklini ayarlamasına induced-fit hipotezi denmektedir.

• Enzimler takım halinde çalışırlar. Birinin son ürünü kendisinden sonraki enzimin substratı (etkilediği madde) olabilir. Örneğin amilaz enzimi nişastayı iki glikozlu maltoza, maltaz enzimi de maltozu glikoza parçalar. Glikoz da bir seri enzim aracılığı ile laktik aside dönüştürülür. Yani, reaksiyonların her basamağında ayrı bir enzim görev alır.

Yukarıdaki reaksiyonlar dizisinde E3 bozulursa ürün oluşmaz. Ürünün oluşabilmesi için ortama E3 ilave edilmelidir.

• Enzim tepkimeleri çift yönlü olup, moleküllerin parçalanmasını veya birleşmesini sağlarla. Enzimler, tepkimenin yönünü değil, dengenin oranını belirler. Örneğin lipaz yağı parçalayabildiği gibi; aynı zamanda gliserinle yağ asidinin birleşmesini de sağlar.

Denge noktası; yani, tepkimenin hangi yöne gideceği “termodinamik yasalarına” göre belirlenir. Çünkü denge bir tarafa doğru giderken enerji verir, tersine enerji alır. Dengenin yönünü belirleyen faktörleri; konsantrasyon, gerekli ısı ve basınç şeklinde sıralayabiliriz.
• Enzimlerin protein kısmı ribozomlarda sentezlenir. Eğer DNA’nın enzimi sentezleten bölümü bozulursa (mutasyon) ilgili enzim yapılamaz. Sonuçta enzimin etkilediği reaksiyon gerçekleşmediği için hücre, ölüme dahi gidebilir.

4.Enzimlerin Çalışmasını Etkileyen Faktörler

Protein yapıda olan enzimlerin çalışmasını etkileyen birçok faktör bulunur.

a) Enzim Konsantrasyonu

Ortamda yeterli miktarda substrat var ise; reaksiyonun hızı, enzim konsantrasyonu ile doğru orantılı olarak artar.
b)Substrat Konsantrasyonu

Ortamda yeterli miktarda enzim bulunduğu durumda, substrat miktarını artırmaya devam ettiğimiz taktirde bir müddet sonra reaksiyonun hızı sabitleşir. Çünkü, ortamda bulunan enzimlerin tümü substratlarla reaksiyona girmiş olur.


c)Sıcaklık

Enzim reaksiyonları vücut sıcaklığında hızlıdır. Sıcaklığın düşmesi reaksiyonu yavaşlatır, ancak, enzimlerin yapısına tesir etmez. Sıcaklık yükseldikçe reaksiyonlar hızlanır, sıcaklığın belli bir dereceden (45-55 0C) sonra artması, enzimlerin yapısını bozacağından reaksiyon durur. Çünkü enzimler protein yapısında olduğundan yüksek sıcaklığa dayanamazlar.

d)Ortam pH’sı
Her enzimin en iyi çalıştığı bir pH aralığı vardır. Bu aralık genellikle nötr’e yakın değerlerdir. Ancak asidik veya bazik ortamlarda çalışan enzimler de vardır. Örneğin pepsin enzimin en iyi çalıştığı pH 1,2’dir. Düşük ve yüksek pH dereceleri enzimlerin çalışmasını engeller. Daha önce de açıkladığımız gibi pH; ortamın asidik, nötr veya bazik olmasını ifade eder.


e)Ortamdaki su miktarı

Enzimler sulu ortamda etkili olup, genellikle su miktarının %18’in altında olduğu ortamlarda çalışmaz. Reçel ve pekmez yapımını buna örnek olarak verebiliriz. Bal ve pekmezin sulandırınca ekşimelerinin sebebi enzimlerin aktif hale geçmesinden ileri gelir.

f)İnhibitörler (engelleyiciler)

Enzim reaksiyonlarını yavaşlatan veya engelleyen maddelere inhibitörler denir. Substratlara çok benzeyen bu maddeler enzimlerle birleşerek, enzimi etkisiz hale getirirler. Bazı inhibitörler ise, enzimlerle birleşip enzimin parçalanmasına neden olurlar. Antibiyotiklerin vücuttaki etki mekanizması bu sisteme göre işler. Bazı maddeler ise, enzimin substratını veya aktif maddesini bozar. Bunlara örnek olarak bazı ilaçları (antibiyotikler), bazı zehirleri (yılan, akrep, arı zehiri, siyanür, arsenik), zirai ilaçlar ve ağır metalleri (kurşun, bakır ve civa) verebiliriz.

g)Aktivatörler (Aktifleştiriciler)

Enzimler reaksiyonlarını hızlandıran maddelere “aktivatör” denir. Özellikle mangan, nikel, klor ve magnezyum iyonları enzimlerin etkinliğini artırır. Bazı aktivatörler, enzimin substratı ile birleşmesini kolaylaştırırken, bazıları enzimin aktif yüzeyini daha da aktif hale getirerek reaksiyon hızını artırırlar. Yine panzehirler, enzime bağlanmış olan zehiri kendine bağlayarak enzimin serbest kalmasını ve enzimatik reaksiyonların normal seyrinde devam etmesini sağlar. Yani aktivatörler enzim aktivitesini artıran inorganik veya organik maddelerdir (H2S,KCN ve sistein gibi).


5.Enzim İşlevinin Düzenlenmesi

Hücrelerdeki bütün reaksiyonları katalizleyen enzimlerin aktivitesi ve miktarı, hücre ihtiyacına göre düzenlenmek zorundadır. Bu düzenleme hem tek hücrelilerde hem de çok hücrelilerde görülmektedir. Dolayısıyla canlıda bu şekilde madde ve enerjinin ekonomik olarak kullanımı sağlanır. Canlılarda bu düzenleme ilkesine benzerlik gösterir.
Her organizmanın belirli hücrelerde belirli proteinler sentezler. Örneğin hemoglobin ancak alyuvarlarda,sindirim enzimleri (tripsin,pepsin,amilaz) ancak belirli bezlerde sentezlenmektedir.bu şekilde hem madde, hem de enerji ekonomik bir şekilde kullanılmış olur.
Enzim işlevlerin düzenlenmesi aşağıdaki gibi birkaç madde halinde özetlenebilir.

• Enzimlerin bazıları oluştukları yerde zararlı etki yaptıklarında, hücre bir ‘inhibisyon ‘ (engelleme) mekanizması geliştirir. Örneğin; tripsin, pankreas hücrelerinde oluştuğu zaman inaktif tiripsinojen şeklindedir. Böylece inaktif tiripsinojen pankreasın yapısını bozmaz.tiripsonejen ancak duedenumda (oniki parmak bağırsağı ) enterokinaz enziminin etkisiyle aktif tripsin haline dönüşür. Dikkat edilirse bu düzenlemede enzim aktivitesi , mevcut enzimlere yeni bir grubun elenmesiyle sağlanır.
• Enzimatik reaksiyonlar dizisi sonucu oluşan son ürünler ,belli bir konsantrasyonu erişince enzim faaliyetinin durması gerekir. Bu sırada feed-back ( geri besleme) mekanizması devreye girer (şekil-4.18). buna göre reaksiyonlar sonucu oluşan son ürün, metabolik yolun ilk enzimi ile gevşek olarak bağlanarak enzimin faaliyeti baskılanır.bu şekilde hücrede madde yığılmasının önüne geçilmiş olur.


• Eğer bir hücrede enzimlerin katalizlediği olay sonucu oluşacak maddeye daha fazla ihtiyaç varsa o zaman gerekli enzimlerin bir miktar daha sentezler.bu olaylar hormonlar sayesinde gerçekleşir.

KOENZİMLER

Bazı enzimlerin saf protein molekülleri olup, yapısında aminoasitten başka bir grup bulunmadığını (basit enzim), bazılarının ise aktivite gösterebilmesi için kofaktör adını verdiğimiz inorganik metal iyonlarına veya koenzim denilen kompleks organik moleküllere ihtiyaç duyduğunu öğrenmiştiniz. Koenzim ve kofaktörler reaksiyon esnasında geçici olarak bağlandığı halde, bazı bazı enzimlerde bu gruplar devamlı olarak kovalent bağları ile bağlı olarak bulunurlar.
Koenzimlerin temelinde b-grubu vitaminleri oluşturur. Bunlar içinde en önemlileri şunlardır.

• Tiamin Pirofosfat (TPP): yapında vitamin-B,olarak bilinen tiamin bulunur.TPP çeşitli reaksiyonlarda ara taşıyıcı olarak rol oynar.Örneğin ,pirüvat dekarboksilaz reaksiyonlarında asetaldehit taşıyıcısıdır.
• Flavin Adenin dinükleotitler (FAD): Yapısında B2 vitamini olarak bilinen riboflavin bulunur.flavin mononükleotit (FMN)ve flavin adenin dinükleotid(FAD),bu gruptaki öneli koenzimdir. Bu koenzimlerde NAD gibi oksidasyon-redüksiyon reaksiyonlarında iş görür ve krebs çemberinde substratlardan hidrojen çeker.
• Nikotinamid Adenin Dinükleotid (NAD) ve Nikotinamid Adenin Dinükleotid Fosfat (NADP) : Bu koenzimler oksidasyon ve redüksiyon reaksiyonlarda iş görürler. Bunlardan NAD ,hücre solunumda görev alırken ,NADP fotosentez reaksiyonlarında çalışır.(Şekil 4.19)
• Koenzim A (CoA) :Koenzim A pentotetik asitten oluşur.(B vitamini türevi).CoA: protein ,yağ ve karbonhidratların parçalanması sonucu açığa çıkan asetik asiti krebs çemberine taşır. (asetik-CoA). Bu molekül, daha sonra asetik asitten ayrılarak tekrar aynı işi yapar. Asetik asit ise krebs reaksiyonunda CO2 ve H2O ‘ya kadar parçalanır.
• Piridoksin Fosfat : yapısında B6 vitamini olarak bilinen piridoksin bulunur.aminoasitlerin metabolizma reaksiyonlarında enzimlere bağlı olarak çalışır.
• Biotin: Enzimatik karboksiyon reaksiyonlarında (COOH)karboksil grubunun ara taşıyıcısı olarak görev yapar.

• Folik Asit: Karbonla alkil grubu taşıyıcısı olarak iş görür.
• Koenzim B12 : Ana bileşeni B12 vitamini olup ,metil grubu transfer eden enzim reaksiyonlarına katılır.

ENZİM ARAŞTIRMALARI

Enzimlerin insanlar tarafından endüstriyel alanda kullanılmaları çok eski devirlere kadar uzanmaktadır. İlk çağlardan beri üretildiği bilinen ekmek, yoğurt,şarap, peynir gibi gıda maddelerinin üretiminde, incir bitkisinden elde edilen sıvı ile sütten peynir yapıldığını bildirmiştir. Daha sonra bu sıvıda ‘fisin’ adı verilen bir enzim olduğu bulunmuştur.

• Enzimler hakkındaki ilk bilgiler 1570’li yıllarda elde edilmiştir.pasteur ve liebing gibi birçok ünlü araştırmacının katkıları ile enzimler hakkında pekçok temel bilgi sağlanmıştır.
• 1838 yılında alman kimyacı berjeıius, reaksiyon hızı üzerine etki yapan maddelere ‘katalizör veya katalizatör’ adını vermiştir.
• 1838’de gagnrard ve schav adlı iki bilgin, birbirinden habersiz olarak fermantasyon olayını incelemiş ve bu olayın maya adı verilen bazı mikro organizmalar aracılığıyla meydana geldiğini açıklamıştır.
• 1879’da Kühne ,biyolajik reaksiyon hızlarına etki eden maddeleri ayırt etmek için yunanca mayada bulunan anlamına gelen ‘enzim’ kelimesini önermiştir.
• 1883 ‘ de poyen veperşon nişastanın çözünürleştirilmesinde malt özütü içinde bulunan ‘diastaz enziminin’ etkin olduğunu belirlemiştir.
• 18852de blumenthal , peynir yapımında kullanılmak üzere ,ilk kez rennin enziminin özütünü , teknolojik boyutlarda üretmeyi başarmıştır.
• 1897’de büchner ,maya hücrelerinden bazı enzimleri ayırmayı başararak , yeni bir araştırma alanı açmıştır.
• 1915’te rahm ,lipaz ve proteaz enzimlerinin çamaşır yıkama sularına katılarak ,çok etken bir temizleyici olarak kullanılabiceğini göstermiştir.
• 1926 ‘da james B.Summer ,ilk kez üreaz enziminin kristallerini elde ederek ,molekülün büyük bir kısmının protein olduğunu göstermiştir..
• 1930’da ise Northrop ,kuintz,herriott ve amson gibi bilginlerden oluşan bilim adamı grubu sırası ile pepsin ,tripsin ,kimotripsin ve karboksipeptinaz enzimlerini kristalize etmeyi başarmıştır.
• 1930 ‘arda 80 adet enzim tanınırken , 1968’lerde bu rakam 1300 ‘e 1982 ‘de 2000’e yükselmiştir. Günümüzde ise 25000 enzimin olduğu bilinmektedir ve yine enzimlerle ilgili çalışmalar süratle devam etmektedir.

ENZİMLERİN UYGULAMA ALANLARI


Zamanında enzimler genelde endüstri, klinik, tıp ve eczacılık gibi alanlarda kullanılmaktadır. Enzimler ;bitkisel, hayvansal kaynaklardan ve mikro organizmalardan elde edilmektedir. Örneğin proteini parçalayan enzimlerden olan papain bitkisinden ; fisin.,incir bitkisinden; nişastayı parçalayan alfa-amilaz,çimlenmekte olan arpadan ;tripsin,büyük baş hayvanların pankreaslarından ;pepsin tavuk ve sığırların bazı sindirim lizozim,yumurta akından ;rennin veya proteaz enzimi ,süt emmekte olan buzağıların 4.midesinden endüstriyel ölçmekte üretilmektedir.
Enzim kaynağı olarak mikroorganizmalar; kolay çoğalabilmeleri , enzim oluşumunun kolay kontrol edilebilmesi gibi nedenlerden dolayı potansiyel kaynak olarak düşünülürler. Bitkilerden elde edilen proteazların yanında , bakterilerden de proteaz amilazlar ve glikoz-izomeraz gibi endüstriyel öneme sahip enzimler de elde edilmektedir. Ayrıca glikoz oksidiz ,katalaz, lipaz ,laktoz vb. daha birçok enzim küf mantarından elde edilmektedir.
Bugün tıp ,eczacılık, tarım, hayvancılık, çevre,gıda ,kağıt,tekstil,deterjan vb. birçok alanda enzimler kullanılmaktadır. Son yıllarda biyoteknoloji alanında gelişmelerle elde edilen enzimlerin kullanımının en fazla olduğu alan gıda endüstrisidir.proteazlar ve amilazlar bu alanda en çok kullanılan enzimlerdir. Eczacılıkta da enzimler kullanılmaktadır. Bu alandaki en iyi örneği ,hazım kolaylaştırıcı bazı ilaçların bileşimindeki besinlerimizin temel bileşenlerinden olan proteini parçalayan proteaz ,nişastayı parçalayan selüloz ,yağları parçalayan lipaz ve laktozu parçalayan laktaz enzimlerdir. Enzimlerin eczacılıkta kullanıma bir diğer örnek de penisilin amidan enzimidir.
Yine enzim kullanımının en fazla olduğu alanlardan biriside deterjan endüstrisidir. Deterjanlar kullanılacakları alana göre bileşimi değişen kompleks karışımlardır. Bazı deterjanlar alkali koşullarda aktivite gösteren alkali-protez (bazik) enzimlerini içerirler,bazı deterjanların yapımında da amilaz ve lipazlar kullanılmaktadır. Bu enzimlerin etkisi ile özellikle protein , yağ ve nişastanın tesiriyle oluşan kirlilik etkisi bir şekilde temizlenir. Deri işlemede ve deri endüstrisinde de enzimlerden yararlanılmaktadır. Bakteriyel protezler,deri dokusu dışındaki proteinlerin ve yağların temizlenmesinde bazı proteazlar
Deriden kılların ayrılmasında ve derinin yumuşatılmasında kullanılmaktadır. Ayrıca çeşitli selülozlu atıkların karbon kaynağı olarak kullanılmasında ,kalitesiz yağlardan daha kaliteli yağların elde edilmesinde enzimlerden yararlanılmaktadır.
Yapılan pekçok araştırma sonucunda,enzimlerin kullanım alanları giderek artmaktadır.Özellikle son yıllarda rekombinant-DNA teknolojisine paralel olarak ,yeni ve istenilen özellikteki enzim elde edilmesi mümkün olmaktadır;buna bağlı olarak da enzim kullanımı giderek yaygınlaşacaktır.

ENZİM YETERSİZLİĞİNE BAĞLI OLARAK ORTAYA ÇIKAN METABOLİK BOZUKLUKLAR

Canlı da her kimyasal tepkimenin belli bir enzim yardımıyla yürüdüğünü açıklamıştık. İşte herhangi bir enzim doğuştan gelen ve DNA yapısında bir hataya bağlı olan genetik bir nedenle yapılamıyorsa ,yardımcı olduğu tepkime gerçekleşmez. Sonuçta ,enzim yetersizliğinden dolayı anormallikler ortaya çıkar. Enzim hastalıkları en çok akraba evliliklerinden doğan çocuklarında görülür.
Uzmanlar bozuklukları; protein, karbonhidrat metabolizmaları ile sindirim sisteminde görülen aksamalar olarak belirtmiş ve bu bozuklukların giderilmesi için dikkat edilecek hususları da ;enzimi yetersiz olan besin öğelerinin alınmaması ;veya sınırlaması bunun da normal gelişme ve büyümeyi etkileyecek şekilde olması gerektiği şeklinde açıklamışlardır.
Özellikle Akdeniz bölgesinde bakla yiyen bazı insanların öldüğü gözlenmiştir. Bunun sebebi ise glikoz-6-fosfat dehidrogenaz enziminin Çukurova yöresinde insanların %8’inde bulunmamasıdır. Bu enzim ,oksijen miktarın ayarlanmasında rol aldığından eksik olan bünyelerde,anti-oksijen taşıyan bir maddenin vücuda girmesi durumunda kan hücreleri hızla ölür. Bu yüzden anti-oksijen taşıyan bakla da bu üzücü olayın ortaya çıkmasına yol açmaktadır.


Bilim ve Teknik Dergisinden Derlenmiştir.


6911
Biyoloji / İnsanlarda iskeletin kısımları
« : Eylül 13, 2007, 06:58:10 ÖS »
1-Baş iskeleti:Toplam 29 kemik

a-Kafatası iskeleti

*Alın kemiği(1) *Yan kafa kemikleri(2) *Şakak kemikleri(2)

*Art kafa kemiği(1) *Temel kemik(1) *Kalbursu kemik(1)

b-Yüz iskeleti

*Alt çene kemiği(1) *Sapan kemiği(1) *Üst çene kemikleri(2)

*Elmacık kemikleri(2) *Burun kemikleri(2) *Tırnaksı kemikler(2)

*Boynuzsu kemikler(2) *Damak kemikleri(2)

c-Dil kemiği(1)

d-Kulak kemikleri(6)



2-Gövde iskeleti:Toplam 57 kemik

a-Omuz kemeri

*Köprücük kemikleri(2) *Kürek kemikleri(2)

b-Kalça kemeri

Sağda ve solda kalça ,oturga ,çatı kemiklerinin birleşmesinden oluşmuş Leğen kemiklerinden(2) meydana gelir

c-Omurga:



*Boyun omurları(7)(Atlas ve eksen omurları burada bulunur)

*Sırt omurları(12) *Bel omurları(5) *Sağrı omurları(5 Omur birleşmiş)(1)

Kuyruk sokumu omurları(4 Omur birleşmiş) (1)

d-Kaburgalar(24) *Göğüs kemiği(1)



3-Üyeler iskeleti:Toplam 120 kemik

a-Ön üyeler

*Pazu kemiği(1) *Ön kol kemiği(1) *Dirsek kemiği(1)

El bilek kemikleri(8) *El tarak kemikleri(5) *El parmak kemikleri(14)

b)Arka üyeler

*Uyluk kemiği(1) *Diz kapağı kemiği(1) *Baldır kemiği(1)

*Kaval kemiği(1) *Ayak bilek kemikleri(7) *Ayak tarak kemikleri(5)

*Ayak parmak kemikleri(14)



İnsan iskeletinde toplam 206 kemik bulunur.Bu sayı bazı bilim adamlarına göre ölçüt alınan normlara göre değişiklik gösterir.



III-Eklemler:

İskeleti oluşturan kemik yapıların birbirleri ile bağlandığı ve kemikler arası hareketin gerçekleşmesini sağlayan yapılardır.

Özelliklerine göre üç çeşittir.



a-Oynamaz eklemler:Aralarında bulunan bağ dokusu aracılığı ile birbirlerine dişli yüzeylerle hareket etmeyecek şekilde bağlanmışlardır.

Örnek:Kafatası kemikleri,Kalça kemerini oluşturan kemikler.Alt çene kemiği hariç yüz kemikleri.



b-Yarı oynar eklem:Aralarında bulunan kıkırdak yastıklar sayesinde kısıtlı harekete sahip eklemlerdir.

Örnek:Omurlar,El ve ayak bilek kemikleri



c-Oynar eklemler:Aralarında yer alan özel eklem yapısı ile geniş açılar oluşturacak şekilde hareket edebilen eklemlerdir.Eklem bölgelerinde eklem sıvısı denen sinovial sıvı bulunur.

Örnek:Omuz,Kalça,Parmak kemikleri arasındaki,diz,dirsek eklemleri.


6912
Biyoloji / Hücre içerisinde neler oluyor? (Görüntülü animasyon)
« : Eylül 13, 2007, 06:56:43 ÖS »
<a href="http://aimediaserver.com/studiodaily/har...arvard.swf" target="_blank" class="new_win">http://aimediaserver.com/studiodaily/har...arvard.swf</a>

6913
Biyoloji / Karbonhidratlar
« : Eylül 13, 2007, 06:52:15 ÖS »
Bütün hücrelerin en önemli enerji kaynaklarıdır. Genel formülleri (CH20)n ile gösterilir. Bu formülde glikoz için “n” yerine 6 yazarsak, C6H1206 olur. Solunum ürünleri H20 ve CO2 dir. Karbonhidratlar, bitkilerde hücre çeperinin yapısını oluşturarak, bütün canlı hücrelerde zarın yapısına katılarak, DNA ve RNA da bulunarak yapısal fonksiyon da görürler. Yapısındaki şeker molekülünün sayısına göre üç çeşit karbonhidrat vardır.

a. Monosakkaritler (Tek Şekerler): Basit şekerler de denir. İçerdikleri karbon atomu sayısına göre, 6 karbonlu olanlar (heksozlar); Glikoz, Fruktoz ve Galaktoz’dur. 5 karbonlu olanlar ise (pentozlar) Riboz ve Deoksiribozdur. Monosakkaritler, disakkarit ve polisakkaritlerin yapı taşı (monomeri) dırlar.
Glikoz serbest olarak bal, üzüm ve incirde bol bulunur. Bütün polisakkaritlerin yapısını oluşturur.
Fruktoz, bal ve olgun meyvelerde bol bulunur. Bunun için meyve şekeri denir.
Galaktoz, süt ve süt ürünlerinde bol bulunur. Süt şekeri denir. Bunun için hayvansal bir besin maddesidir.
Riboz, RNA’nın, ATP nin ve bazı enzimlerin yapısında bulunur. Deoksiriboz ise DNA nın yapısında bulunur.
b. Disakkaritler (Çift Şekerler): İki monosakkaritin birleşerek meydana getirdiği şekerlerdir. Bu birleşme sırasında su açığa çıkar. Bu tip reaksiyonlara dehidrasyon sentezi denir. Dehidrasyonun tersi olan su ile parçalanma reaksiyonlarına ise hidroliz denir.
Disakkaritler ancak sindirildikten sonra hücre zarından geçebilirler.
c. Polisakkaritler (Çok Şekerliler) : Çok sayıda glikozun glikozid bağıyla bağlanması sonucu oluşurlar. Yani glikozun dehidrasyon senteziyle olumuş polimerlerdir.

Glikoz + Glikoz + .......................... + Glikoz → Polisakkarit + (n-1) H2O

Hepsi aynı yapı maddesinden oluştuğu halde fiziksel ve kimyasal özellikleri farklıdır. Çünkü, glikoz moleküllerinin birbirine bağlanma biçimleri farklıdır.
Nişasta : Bitki hücrelerinde karbonhidratların depo şeklidir. Çok sayıda glikozdan meydana gelir. Hayvan hücrelerinde bulunmaz. Suda çok az erir. Bağırsak epitelinden doğrudan doğruya kana geçemezler. Hayvanların çoğu sindirerek enerji hammaddesi olarak kullanılır.
Selüloz : Bitki hücrelerinde hücre çeperinin yapısını oluşturur. Selülozu oluşturan glikozlar birbirlerine ters bağlandıkları için memeli canlıların sindirim sistemlerinden salgılanan enzimlerle yapıtaşlarına ayrılmazlar. Suda erimez. Bağırsak epitelinden doğrudan kana geçemez. Geviş getiren memelilerde, bazı kuşlarda ve termitlerde (beyaz karıncalar) sindirilerek kullanılır. Ağaçların yapısının yaklaşık %50’si selülozdur.
Glikojen: Hayvan, insan, mantar ve bakteri hücrelerinde bulunur ve hayvansal nişasta da denir. En fazla karaciğer ve kaslarda bulunur. Hayvanların en hızlı kullandığı yedek enerji deposudur. Suda çözünür.

2. Yağlar (Lipidler)
Lipidler C,H, O atomlarından meydana gelir. Bazılarında fosfor ve azot gibi elementler de yer alabilir. Yapısındaki oksijen oranı şekerlerden azdır. Yapılarında yağ asitleri, gliserol ve başka bazı maddeler bulunur.
Yağlar suda ya hiç çözünmez ya da çok az çözünürler. Aseton, eter, klroform, benzin ve alkol gibi organik çözücülerde çözünürler.
Hücrede enerji ve yapı maddesi olarak (hücre zarı) kullanılır. Ayrıca deri altında ısı kaybının önlenmesinde ve hayvanlarda çeşitli organların dış kısmının korunmasında görevlidir. Solunumla yakılmaları (oksidasyonları) sonucunda fazla miktarda metabolik su açığa çıkarırlar. Bunun için, özellikle kış uykusuna yatan, uzun süre göç eden ve suyun az olduğu ortamlarda yaşayan hayvanlarda iyi bir depo ve enerji hammaddesidirler. Aynı zamanda hafif olduğundan uçmada hayvana avantaj sağlarlar.
Yağların yıkımı ve kullanımı uzun sürdüğünden, hücrelerde, enerji kaynağı olarak karbonhidratlardan sonra tercih edilirler.
En önemli lipidler yağ asitleri, yağlar (nötr yağlar) fosfolipidler ve steroidlerdir.
• Yağ asitleri; en basit lipidler olup, uzun karbon zincirlerinden oluşurlar. Karbonlar arasındaki bütün bağlar tekli ise doymuş, çift bağ varsa doymamış yağ asitleri diye adlandırılırlar. Genellikle sıvı yağlar bitkisel kaynaklı olup, doymamış yağ asitleri içerirler. Katı yağlar ise genellikle hayvansal kaynaklı olup, doymuş yağ asitleri içerirler. Doymamış yağların yüksek sıcaklık ve basınçta hidrojenle doyurulmasından margarinler elde edilir.
• Steroidler; zarların yapısına katıldığı gibi vitamin ve hormon olarak da görev alırlar.
• Fosfolipitler; hücre zarının yapısına katılan ve fosfor içeren yağlardır.
• Nötral yağlar; yağların en önemli depo şeklidir. Bir gliserol molekülün üç yağ asidine bağlanması sonucu oluşurlar.

3 Yağ asidi + 1 Gliserol → Yağ + 3 H2O
Yağ asitleri gliserol ile ester bağlarıyla bağlanır ve su açığa çıkarırlar (dehidrasyon sentezi). Bir gliserole bağlanan yağ asitleri aynı olabileceği gibi farklı da olabilir. Bundan dolayı yağların birçok türevi meydana gelmiştir.

3.Proteinler
Proteinler hücrede ribozomlarda sentezlenir. Hücrenin en önemli organik bileşiklerindendir. Yapısında karbon ©, hidrojen(H), oksijen(O), azot(N) ve bazılarında bunlara ek olarak kükürt(S) ve fosfor(P) da bulunabilir.
Protein moleküllerinin yapısında 20 çeşit amino asit bulunur. Her bir amino asitte amino grubuyla (NH2) karboksit (COOH) grubu aynıdır. Amino asitlerde radikal gruplar ® farklıdır. Dolayısıyla 20 çeşit amino asitte 20 farklı R grubu bulunur. İnsanlar bu amino asitlerden bir kısmını sentezlerken, bir kısmını da hazır olarak alırlar. Dış ortamdan alınan amino asitlere temel amino asitler denir.
Bir organizmanın kuru ağırlığının yaklaşık %50 sini proteinler meydana getirir. Diğer besin maddelerinden farklı bir özelliğe sahip olup, hücrede DNA tarafından sentezlettirilen tek moleküldür.
Protein molekülleri her canlı türüne hatta bireye özgü olup antijen özelliği gösterirler. Yani farklı özelliğe sahip bir canlya aktarıldıklarında antikor oluşumuna neden olurlar. Günümüzde doku ve organ nakillerinin başarızlıkla sonuçlanmasının nedeni proteinlerin bu özelliklerinden dolayıdır. Doku aktarımlarının başrısıyla sonuçlanabilmesi için daha çok protein yapıları benzer kişiler seçilmektedir.
Solunumla ancak zor durumlarda yakılırlar. Solunumun türü olarak H2O üre, ürik asit H2S, CO2 ve NH3 gibi artıklar oluştururlar.
Bütün amino asitlerde karboksil ve amino grubu bulunduğu için proteinler ve amino asitler hem asit hem baz özelliği gösterirler.
Proteinler n sayıda amino asitin peptit bağları ile birleşmesinden oluşurlar.

A.asit + .................+ A. Asit → Protein (Polipeptit) + (n-1) H2O

Proteinlerdeki amino asitleri birbirine bağlayan bağa peptid bağı denir. Peptit bağı 1.amino asitin karboksil grubu ile 2.amino asitin amin gurubu arasında meydana gelir ve bu sırada bir su açığa çıkar. Peptit bağlarının tümü aynıdır. Proteinlerin birbirinden farklı özellikte olması içerdikleri amino asitlerin sayısına, çeşidine, dizilişine ve amino asitin kullanılma miktarına bağlı olarak değişir.
Proteinler yapıcı ve onarıcı moleküllerdir. Az mikarda da enerji verici olarak kullanılırlar. Organizmalar ancak uzun süren bir açlıkla proteinlerini solunumunda fazlaca yıkmaya başlarlar. Bu durumda hücrelerin protein sentezi protein yıkımından azdır. Her canlı hücre kendi proteinlerini sentezlemek zorundadır. Çünkü proteinlerdeki amino asit sırasını DNA belirler.
Hücrede oluşan proteinlerin bir kısmı enzim, bir kısmı hormon, bir kısmı antikor, bir kısmı ise yapısal görevler yapmak üzere özelleşmişlerdir. Yapısal proteinler hücrenin çeşitli organellerinin yapısında da bulunur. Hücre zarının yapısında lipoprotein glikoprotein gibi farklı protein bileşikleri vardır.

4. Vitaminler
Vücutta düzenleştirici fonksiyon görürler. Bazıları enzimlerin yapısına katılır. Sindirime uğramazlar. Sindirim sisteminden doğrudan kana emilirler. Vücutta enerji verici olarak kullanılmazlar. Yeşil bitkiler ihtiyaç duydukları vitaminleri kendileri sentezlerler. İnsanlarda ve hayvanlarda vitamin sentezi çok azdır. Sadece bazı provitaminleri gerçek vitaminlere çevirebilirler. Örneğin deride D vitamini, karaciğerde A vitaminin sentezlenmesi. Çoğu vitaminleri dışarıdan hazır almamız gerekir.
Vitaminler çok az miktarda bile etkili olurlar. Eksiklerinde çeşitli aksaklık ve hastalıklar ortaya çıkar. Çoğu zaman vitamin alınınca ilgili aksaklık geçer. Ancak gelişme dönemindeki aksamalar kalıcı sonuçlar doğurabilir.

Vitamin Adı Önlediği Hastalık
A vitamini → Gece körlüğü
D vitamini → Raşitizm (kemiklerde bozukluk)
E vitamini → Kısırlık ve üreme bozukluğu
K vitamini → Kanın pıhtılaşması
B vitamini → Beri beri, kansızlık
C vitamini → Skorbit (diş etlerinde kanama)

Vitaminler suda ve yağda eriyenler olmak üzere ikiye ayrılır.
A, D, E ve K vitaminler yağda çözünürler. Biraz daha uzun süre bozulmadan kalabilirler. Bunun için karaciğerde depolanırlar.
B grubu vitaminleri ve C vitamini suda çözünür. Uzun süre bozulmadan kalamazlar. Özellikle C vitamini taze alınmalıdır. Isıtmakla, bekletmekle, metallere temaasla değerlerinden kaybederler. Depolanmazlar, fazlası atılır.

NÜKLEİK ASİTLER
Hücrein yapısını anlatırken çekirdeğin yönetici yapı olduğu belirtilmişti. Çekirdek bu görevi, içerisinde taşımış olduğu yönetici moleküller sayesinde gerçekleştirir. İki önemli yönetici molekül vardır. Kısaca DNA ve RNA denilen bu yapılar, hücrenin en büyük molekülleridir.

A. NÜKLEİK ASİTLERİN GENEL YAPISI
Bütün nükleik asitler nükleotid denilen yapı birimlerinden meydana gelmişlerdir. O halde DNA ve RNA birer polinükleotid zinciridir.
Nükleotidler, azotlu baz, beş karbonlu bir şeker ve fosforik asitten meydana gelirler.
a. Azotlu bazlar; Pürin ve pirimidin bazları olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
Bunlardan pürin bazları iki halkalıdır. Bu bazlar hem DNA nın hem de RNA nın yapısında bulunan Adenin (A) ve Guanin (G) bazlarıdır.

Primidin bazları tek halkalıdır. Bunlardan Sitozin (S) hem DNA hem de RNA da bulunduğu halde, Timin (T) sadece DNA da, Urasil(U) ise sadece RNA da bulunur.
b. Beş karbonlu şekerler; Riboz ve deksiriboz olmak üzere iki çeşittirler. Riboz şekeri RNA nın yapısında, Deoksiriboz şekeri de DNA nın yapısında bulunur.
c. Fosforik asit; (H3PO4); DNA ve RNA da aynı yapıda bulunur.

Nükleotidler alt alta dizilerek fosfat-şeker bağlarıyla birbirlerine bağlanırlar. Bu şekilde DNA veya RNA zincirlerini meydana getirirler.
Her nükleotidin birbirine bağlanması sırasında bir molekül su açığa çıkar (dehidrasyon sentezi). Oluşan yapı nükletid zincirdir. RNA lar bir zincirden DNA lar ise iki zincirden oluşur.

B. DEOKSİRİBO NÜKLEİK ASİT (DNA)
Hücredeki hayati olaylar yönetir. Genelde çekirdekte bulunan DNA nın kloroplast ve mikrondride de varlığı saptanmıştır. Ancak organellerde bulunan DNA lar hücrenin kalıtım materyali sayılmazlar. Çekirdek DNA sına bağlı olarak aktivite gösterirler.

1. DNA nın Yapısı
DNA molekülü sarmal (=heliks) şeklinde kıvrılmış iki zincirli merdiven şeklinde bir moleküldür.
Merdivenin kenarları deoksiriboz şekeri ve fosfat molekülleri meydana getirir. İki kolun arasındaki merdiven basamaklarında her zaman Guaninin karşısına Sitozin gelirken, Adeninin karşısına da Timin gelir. Hem Adeninle Timin, hem de Guaninle Sitozin zayıf hidrojen bağları ile birbirleriyle bağlanırlar.
Tüm DNA örneklerinde toplam pürin miktarı toplam piramidin miktarına (A+G=T+S) eşittir.
Yine tüm DNA larda Adenin miktarı, Timin miktarına (A=T). Guanin miktarı da, Sitozin miktarına (G=S) eşittir.

2. DNA Şifresi
DNA’daki zincirler üzerinde nükleotidlerin diziliş sırası her canlı türünde, hatta aynı türün fertleri arasında farklılık gösterir. Aynı ana babasan meydana gelen kardeşlerde bile farklı dizilişler vardır. İşte bu farklı diziliş DNA şifresini oluşturur. Bu şifreden dolayı farklı genler ve farklı kromozom yapıları meydana gelir. DNA, taşımış olduğu bu şifrelerle çok geniş bir bilgi deposu oluşturur.
Bir insan kromozomundaki nükleotid sırası, sadece harflerle A, G, T, C, G, T, ............ diye yazılacak olsa 2000 sayfalık bir kitap oluşturulabilir. İnsanın bir hücresinde 46 kromozom olduğuna göre 46 ciltlik dev bir anskiklopedi meydana gelir. Kaldı ki bu harflerin yan yana dizilmesiyle oluşan anlamlar ve ona göre yapılacak işler daha farklıdır. O halde kromozomlar canlının şifre yüklü mikro bilgisayarlarıdır denebilir.

3.DNA nın Görevleri
DNA nın görevleri iki ana başlıkta toplanabilir;
• Birincisi, kendini eşleyerek üremeyi ve kalıtsal bilginin aktarılmasını sağlamak.
• İkincisi, protein sentezlenmesini sağlayarak hücredeki metabolik olayları yönetmek.

a. DNA’nın Eşlenmesi (Replikasyon = Duplikasyon ) ve Kalıtım Görevi : Bir hücrenin bölünerek yeni hücreler meydana getirebilmesi için DNA nın kendini eşlemesi gerekir. Hücrede DNA ların eşlenmiş olması hücrenin bölüneceğini gösterir.
Bunun için eşlenecek bir DNA da sarmal yapı ucundan açılmaya başlar. Açılan zincirlerin karşılarına ortamdaki nükleotidler uygun olarak bağlanırlar. Bu bağlanmalarda DNA polimeraz enzimi görev yapar. Bu şekilde sarmal yapının çözülmesi ve eş zincirlerin oluşması DNA nın tamamı eşleninceye kadar devam eder. Sonuçta aynı genetik şifreleri taşıyan iki DNA oluşur.
DNA lar eşlenirken ana iki zincir her zaman korunur. Yeni zincirler ortamdaki nükleotidlerden sentezlenir. Bu olaya DNA’nın “yarı korunumlu” olarak eşlenmesi denir. Ortamdaki moleküller izotop ise yeni zincirlerde izotop olur. İzotop molekül taşıma şifre etkilemez.
DNA nın kendini yarı korunumlu ve doğru olarak eşlediği izotop tekniğiyle anlaşılmıştır. Bunun için DNA nın eşleneceği ortamdaki Deoksiriboz, Fosfat, Azot ve Bazlar izotop hale getirilerek deney yapılmaktadır.

b. DNA nın Yöneticilik Görevi : Canlı hücrelerde hayatın devamı binlerce farklı reaksiyonun gerçekleşmesiyle sağlanmaktadır. Farklı farklı olan bu reaksiyonların hepsi canlının vücut sıcaklığında gerçekleşebilir. Hem de canlının yaşamsı için bu reaksiyonların çok hızlı olması gerekmektedir ve de olmaktadır.

Bu kadar farklı reaksiyonun belli sıcaklıkta çok hızlı olarak gerçekleşmesini sağlayan biyolojik katalizörler olan enzimlerdir.
Enzimler ise protein yapıda olup Dna şifrelerine göre sentezlenirler. İşte DNA her türlü enzim ve protein sentezi için şifre vermekle, hücredeki olayları da dolaylı yoldan kontrol etmiş olur. Hücrede çekirdeğin yani DNA ların yönetici yapı olduğu çeşitli deneylerle ispatlanmıştır.

3. DNA ile İlgili Deneyler
DNA nın kendini doğru eşlediği, yarı korunumlu eşlediği ve DNA olmadığı zaman hücrenin hayatını uzun süare sürdüremediği yukarıda anlatılmıştı. Şimdi ise DNA ile ilgili bir başka deneyden bahsedeceğiz.
DNA molekülü yönetici bir moleküldür ve aktarıldığı diğer hücrelerde kalıtsal değişiklik meydana getirebilir. Bunu çok iyi açıklayan bir deney, O.T.AVARY (1944) ve arkadaşları tarafından yapılmıştır.

Diplococus pneumonia denilen bakterinin başlıca iki tipi vardır. Bunlardan birinci tipin etrafında polisakkarit yapılı bir kapsül varken ikinci tipte kapsül yoktur.
Kapsülü olan bakteri zatüre hastalığına sebep olmaktadır. Kapsülsüz olanlar ise akyuvarlar tarafından etkisiz hale getirilebildikleri için hastalık yapamazlar.
Kapsüllü bakterilerden elde edilen özüt, kapsülsüz bakterilerin bulunduğu ortama bırakılırsa, bir süre sonra kapsüllü bakteriler oluşur. Bu yeni özellikler, bakteriler tarafından yeni bakterilere de aktarılır. Bu deneylerde kapsülsüz hücrelerin katlıtımının değişmesine neden olan özütteki DNA dır. Yani DNA sürekli bir kalıtsal değişikliğe neden olabilir.

C. RİBO NÜKLEİK ASİT (RNA)
DNA da olduğu gibi nükleotidlerin birbirine bağlanmasından meydana gelmiş polinükletid yapıda bir moleküldür. DNA dan farklı olarak tek zincirden oluşur ve yapısı da Riboz şekeri ile Urasil bazı bulundururlar. Hem çekirdek hem de stoplazma da bulunurlar. Kendilerini eşleyemezler. Bütün çeşitleri DNA üzerinde, onun şifrelerine göre sentezlenir. Üç çeşidi vardır. Hepsi de protein sentezinde görev alarak hücre yönteminde rol oynarlar.
1. Mesajcı (mRNA)
Haberci RNA dır. Sentezlenecek proteinle ilgili bilgiyi (şifreyi) DNA dan alarak sitoplazmadaki ribozomlara götürür ribozomlarda protein sentezine kalıplık yapar. Proteinlerin yapsını oluşturacak amino asitler mRNA şifresine göre bağlanırlar. DNA her protein çeşidi için farklı kısımlardan farklı mRNA lar sentezletir. Bir mRNA aynı tür proteinin sentezinde tekrar tekrar kullanılır. Sentez bitince nükleotidlerine parçalanır. DNA dan mRNA sentezlenmesine transkripsiyon (yazılma) denir.
mRNA üzerindeki nükleotidler üçlü baz grupları halinde bulunur. Bir gruplarla kodon denir. Her kodon bir amino asiti şifreler.

2. tRNA(taşıyıcı RNA)
protein sentezinde kullanılacak olan amino asitlerin sitoplazmadan alarak ribozomlara taşımakla görevlidirler. tRNA ların şekli üç yapraklı yoncaya benzer. Bir ucuna amino asit bağlanır. Diğer ucuna da mRNA ile uyum sağlayacak üçlü nükleotid dizisi antikodon vardır. Her tRNA çeşidi ancak bir çeşit amino asit bağlayarak taşıyabilir.
Proteinlerin yapısına katılan 20 çeşit amino asit olduğundan en az 20 çeşit de tRNA vardır. RNA’da bulunan 4 çeşit nükleotidin tRNA larda üçerli gruplanmasıyla 61 farklı antikodan oluşabilir. Bundan dolayı canlılarda en fazla 61 çeşit tRNA bulunabilir. Ancak bir hücrenin tRNA çeşidi o hücrenin DNA larındaki kodon çeşidi kadarıdr. Çünkü tRNA lar DNA üzerinden sentezlenir.
Bazı amino asitler birden fazla tRNA çeşidiyle taşınabilmektedir. Muhtemelen bu amino asitler prote¬in sentezinde daha fazla oranda kullanılan amino asitlerdir. tRNA lar, mRNA larda olduğu gibi tekrar tekrar kullanılabilirler.
3. Ribozomal RNA (rRNA)
Aktif bir görevi olmayıp % 40 oranında ribozomla-rm yapısına katılırlar. Ribozomlarm % 60 lık yapı¬sını ise proteinler oluşturur.
Hücredeki RNA ların %80 ini rRNA, %15 ini tRNA ve %5 ini mRNA oluşturur. Bu oranlara bakarak mRNA nın hücrede sürekli bulunmadığını sadece protein sentezi öncesinde sentezlenip, sentezden sonra tekrar yıkıldığını söyleyebiliriz. tRNA ların sentezi de protein sentezi esnasında artar.

D. GENETİK ŞİFRE ve PROTEİN SENTEZİ
1. Genetik Şifrenin Çeşitliliği
DNA üzerinde, nükleotidlerin diziliş sırasının gene¬tik şifreyi oluşturduğunu söylemiştik. Hücrenin yö¬netimi esnasında gerçekleşen bütün olaylarda. DNA üzerindeki bu şifreler kullanılır. Bu şifreler sa¬yesinde sitoplazmaya bilgi aktarılır. Olaylar da bu bilgilere göre düzenlenir. DNA zincirleri üzerinde arka arkaya dizilmiş her üç nükleotid bir anlam ifa¬de eder ve bir iş yaptırır.
işte, DNA ve RNA daki bu üçlü dizilmelere (AAG, TSA, vs.) kodon ya da şifre kelime denir. Bunu şu benzetmeyle açıklayabiliriz; Biz insanlar, aramızdaki
anlaşmayı ve derdimizin ifadesini bir alfabe kulla¬narak yapıyoruz. Alfabemizde 29 harf vardır. Harf¬lerin birleşmesinden anlam ifade eden kelimeler, kelimelerin de bir kural dahilinde dizilmesinden, tam bir ifade olan cümleler meydana getirilir ve an¬latmak istediğimizi bu cümlelerle anlatırız.
İşte, DNA da aynen böyle bir alfabe kullanmakta¬dır. DNA ve RNA alfabesinde 4'er harf bulunmakta ve kural olarak her kelime (kodon) 3 harften oluş¬maktadır. O halde DNA ve RNA daki 4'er harf üçer üçer kombinasyon yapacak olursa 43 = 64 farklı kodon meydana gelir. DNA bütün mesaj ve emir¬leri bu 64 farklı şifreyi kullanarak verir. Kodonlar genetik şifrenin en küçük birimidirler. Taşıyıcı RNA'daki kodonlara antikodon denilir.
DNA üzerindeki kodonları kullanarak sitoplazmada protein sentezi yaptırır. Bir zincirinden bir proteinin sentezi için verdiği kodonlar dizisi bir cümle gibidir. Bu bilgileri şifreli olarak alan mRNA'dır. DNA, ilgili mRNA'ya adeta şu emri verir: "Sana verdiğim bu şifrelere göre bana bir protein yaptır." DNA'lar bu şekilde çok farklı proteinlerin şifrelerini verebilirler. DNA'nın bir protein için kaç nükleotidini kullanacağı, ilgili proteinin kaç amino asitten oluştuğuna bağlı¬dır. Proteinlerdeki amino asit sayısı 9 ile 700 ara¬sında değişebildiğinden, mRNA'ların nükleotid ve kodon sayıları da farklı olur. Mesela; 9 amino asit¬ten meydana gelen Vasopressin hormonunun ya¬pımında görevli mRNA, en az 27 nükleotid ve 9 kodon taşır. Bunun şifresini veren DNA'nın anlamlı zincirinde ise yine en az 27 nükleotid ve 9 kodon bulunmalıdır.
DNA'daki dört çeşit harf (A, G, C, T)'ten üçlü ter¬kiplerle elde edilen şifre (kelime) sayısı 64'tür. Bu şifreler, protein yapısına katılan 20 amino asiti faz¬lasıyla ifade edebilir
Özetle; bir hücrede bulunan kromozomlar (DNA'lar), taşıdıkları bu kodonlar sayesinde canlı için gerekli bütün proteinlerin sentezini gerçekleştirirler. Bir bakteri olan Echerichia Coli de yaklaşık 1.000.000 kodon (şifre) bulunurken, bir insan hücresinde or¬talama 1.850.000.000 şifre depo edilmektedir. Bu şifrelerin canlı türlerindeki sayısı farklı olduğu gibi, çeşitleri de farklıdır. Bugün yeryüzünde bulunan 2 milyon canlı türü dikkate alındığında, bütün canlılar¬da bulunan protein çeşidi sonsuzdur denebilir.

2. Her Canlı Hücre Protein Sentezini Yapar
Bütün canlı hücrelerde gerçekleştirilen temel ha-yatsal olaylardan biri protein sentezi dır. Bu olay bütün canlı hücrelerin temel organeli olan ribozom-larda gerçekleşir. Her canlı hücrenin yaşayabilme¬si, büyüyüp gelişebilmesi için kendi enzim ve yapı maddelerini üretmesi gerekir. Bu yapı maddeleri¬nin büyük çoğunluğu ve enzimler proteinden yapıl¬mıştır.
Heterotrof organizmalar besinlerle dış ortamdan yeterince protein alsalar bile, bunu kendi enzim ve yapı maddeleri olarak kullanamazlar. Çünkü prote¬inler DNA şifrelerine göre yapılmış olup. her canlı¬nın protein yapısı farklıdır. Dolayısıyla besinlerle alınmış proteinler, başka canlıların proteinleri olup, besini alan canlının vücut yapısına uymaz, insan¬lar arasında bile protein yapılarının farklı olduğu, kan alış - verişindeki çökelmeler ve doku nakillerin-deki uyuşmazlıklardan anlaşılabilir.
Hatta canlının dışardan aldığı proteinler kendi yapı¬sına uygun olsa bile, hücrelerine bunu protein ola¬rak dahil edemezler. Çünkü proteinler hücre zarın-daki porlardan geçemeyecek kadar büyük molekül¬lerdir. Bu iki sebepten dolayı heterotroflar besinler¬le aldıkları proteinleri, sindirimle amino asitlere hid¬roliz ederler ve 20 çeşit amino asit olarak hücreleri¬ne alabilirler, ötotroflarda ise protein sentezinde gerekli 20 çeşit arnino asilin tamamı hücre içinde diğer moleküllerden dönüştürülerek elde edilir, iş¬te; her canlı hücrenin, kendi DNA şifrelerine göre, sitoplazmalarmdaki amino asitleri birleştirerek ken¬di proteinlerini yapmalarına protein sentezi denir. Bu olayın mekanizması bütün hücrelerde aynıdır.
Bütün canlı hücrelerde gerçekleşen protein sente¬zini sırayla inceleyelim:

• mRNA nm sentezlenmesi (Transkripsiyon): Protein sentezi için gerçekleşen ilk iş, DNA'dan ilgili proteinin şifresinin mRNA'ya aktarılması¬dır. DNA'daki bilgiler mRNA'ya şifreli olarak aktarılır. Adenin karşısına Urasil, Timin karşısı¬na Adenin, Guanin karşısına Sitozin ve Sitozin karşısına Guanin gelir.
Bunun için DNA, nükleotid zincirlerinden birisi¬ni, onun da belli bir kısmını kullanır. Diğer kı¬sımlar başka proteinlerin şifresinde kullanıla¬caktır. Şifre veren DNA zincirine anlamlı zincir, diğerine ise tamamlayıcı (eş) zincir denir
• Bilginin sitoplazmaya aktarılması: Yapılacak proteinin şifresini alan mRNA çekirdek zarında-ki porlardan sitoplazmaya geçer ve ribozomun küçük alt birimine tutunur.
• Ribozomun aktifleştirilmesi: mRNA küçük alt birime başlandıktan sonra iki ribozom birimi bir¬leşerek, ribozom protein sentezine hazır hale getirilir (aktiflesir). Protein sentezini bir tek ribo¬zom yapabileceği gibi, birçok ribozom yanyana gelerek aynı mRNA şifresini beraber okuyabilir¬ler. Bu durum daha hızlı protein sentezlemek için yapılır. Oluşan bu ribozom zincirine poliri-bozom (polizom) denir.
• tRNA ların aktifleşmesi: mRNA bir ucuyla ri-bozoma yerleşince, sitoplazmada bulunan tRNA'lar amino asitleri kendilerine uygun olarak bağlarlar.
• Amino asitlerin ribozoma taşınması: Kendi amino asitlerini bağlayan tRNA lar, mRNA şifre sırasına göre ribozoma gelirler. Amino asıtlen tRNA ya bağlayan bağlar yüksek enerjili bağ¬lardır.
• mRNA-tRNA eşleşmesi: ilk tRNA antikodonu ile mRNA'nın başlangıç kodonu karşı karşıya gelerek hidrojen bağları ile bağlanır.
Şifrelerin okunması (translasyon): Birinci tRNA nın amino asiti tRNA dan koparak kendisinin yanındaki ikinci tRNA nın amino asiliyle birle¬şir, ilk peptid bağı kurulmuş ve ilk su molekülü açığa çıkmıştır. Böylece birinci mRNA kodonu okunmuş oiur.
işi biten tRNA, ribozomu terk eder. Yerine bir sonraki kayar. Bir ribozoma aynı anda iki tRNA yerleşebilir.
Bu şekilde, mRNA üzerindeki bütün kodonlar sırayla tRNA'larla eşleşerek kendilerini okut¬tururlar, yani amino asitlerini zincire ilave etti¬rirler.
Bütün kodonları okunan mRNA, başlangıç ucundan tekrar yeni bir protein molekülünün sentezi için ribozoma girer. Bu işlem ihtiyaç du¬yulan sayıda protein sentezleninceye kadar de¬vam eder. Sonuçta oluşan amino asit zincirine polipeptid denir. Çünkü amino asitleri birbirine bağlayan bağlar peptid bağlarıdır.
mRNA üzerindeki ilk şifreye (kodona) başlat¬ma kodonu denir. Bu kodon bütün protein sen¬tezlerinde AUG olup metionin amino asitini ifa¬de eder. Bundan önce kodon varsa bile okun¬maz. rnRNA'da bulunabilecek 64 kodon çeşi¬dinden 3 tanesi de durdurucu (STOP) kodon-lardıı. Bunlar polipeptid zincirine bir amino asit ilave ettirmeyip. protein sentezini durdururlar. Nükleotıd dizilen UAG, UGA, UAA olan bu ko-donlardan birisinin mRNA'da bulunması olayın durması için yeterlidir. Bunlardan sonra, kodon bulunuyorsa onlar da okunmaz.
Bitim kodonlanmn tRNA sı yoktur. Bu nedenle hücrede en fazia 64 çeşit kodon bulunmasına rağmen, 61 çeşit tRNA bulunabilir
Bütün protein se^tez!erı metionin amino asitiy-le başlamasına rağmen, görev yapan aktif pro¬teinlerin çoğunun ;ik amino asiti metionin değil¬dir. Çünkü protem sentezi tamamlanınca metio¬nin koparılarak atJr ve rsr protein kendi özgül yapısını kazanmış



4. Proteinlerin Çeşitliliği
Amino asitlerin birleşmesiyle oluşan protein sente¬zi bir dehidrasyon sentez reaksiyonudur. Çünkü her amino asitin bağlanmasıyla 1 molekül H2O açı¬ğa çıkar. Protein sentezine katılan 20 çeşit amino asitin hepsinde, bağlanan kısım aynıdır.
Bu reaksiyonlar esnasında katalizör olarak enzim¬ler kullanılır. Aktive edici olarak da ATP görev ya¬par. Bütün bu olaylar hücrede çok kısa sürede (10-70 saniye) gerçekleşir. Her hücrenin protein sen¬tez hızı birbirinden farklıdır. Bakteriler en hızlı pro¬tein sentezieme özelliğine sahiptir.
Protein sentezine; ribozom, mRNA, tRNA ve ami¬no asitler direk olarak katılmakta, ATP, DNA, en¬zimler bu olayda dolaylı olarak iş görmektedir. Bü¬tün canlıların proteinleri 20 çeşit amino asitten oluş¬tuğu halde, her canlının proteinleri kendine has bir yapıdadır. Bu da farklı DNA şifrelerinin olma¬sıyla sağlanmaktadır.

Proteinlerin molekül yapı¬larının farklı olmasında şu faktörler rol oynar:
• Proteindeki amino asit sayısı
• Proteinde yer alan amino asit çeşidi
• Amino asitlerin proteindeki yeri
• Amino asit çeşitlerinden kaçar tane kullanıldığı.

5. Proteinlerin Görevleri ve Yapıları
Sentezlenen proteinler (polipeptidler) hücrede şu işlerde kullanılırlar:
• Enzimlerin yapısında
• Hücredeki bütün zar sistemlerinin yapısında
• Hormonların büyük çoğunluğunun yapısında
• Hayvanlarda kasların yapısında
• Gerektiğinde enerji temininde
• Kromozom, ribozom, sentrozom ve diğer hücre organellerinin yapısında
• Antijen, antikor, hemoglobin, pıhtılaşmayı sağ¬layan proteinler, vs. kan proteinleri olarak
Bazı proteinler yukarıda belirtilen görevlerini düz bir polipeptid zinciri olarak gerçekleştirir. Ancak sentezlenen proteinlerin birçoğu enzim, hormon, an¬tikor ve yapısal olarak görev yaparken daha komp¬leks yapılara dönüşerek bu görevlerini gerçekleşti¬rirler. Eğer proteinler yüksek sıcaklığa maruz kalır-
larsa, kompleks yapılarını kaybederek primer yapıya indirgenir ve görev yapamaz hale gelirler. Hatta, bazen sıcaklık etkisiyle peptid bağlan bile kopabi-lir. Bu, olaylara proteinlerin denatürasyonu denir. Enzimlerin yüksek sıcaklıkta iş görmemeleri ve canlıların ısıdan zarar görmesi bundan dolayıdır.

E. ENZİMLER ve ÖZELLİKLERİ
1. Tanımı ve Görevleri
Hücrelerdeki yapım ve yıkım reaksiyonlarının ta¬mamına hücre metabolizması denir. Bu reaksi¬yonların önünde bir enerji engeli vardır. Aktivas-yon enerjisi denen bu engel aşılmadan reaksiyon¬lar başlamaz. Enzimler, canlı hücrelerdeki bütün biyokimyasal reaksiyonları hızlandıran ve bu enerji engelini azaltan biyolojik katalizörlerdir. Difüz-yon, osmoz ve fotosentezdeki ışıklı devre reaksi¬yonları gibi birkaç reaksiyon dışında, bütün reaksi¬yonlar enzimler sayesinde gerçekleştirilir. Enzimler reaksiyonları başlatmaz, ancak başlamış reaksiyonu hızlandırırlar. Hücrede birkaç saniyede meydana gelen reaksiyonların, enzimsiz olarak gerçekleş¬mesi beklenirse yıllarca sürebilir.

Reaksiyonları başlatan aktivasyon enerjisidir.
Canlı hücrelerin en önemli aktivasyon enerjileri ATP ve sıcaklıktır. Canlının vücut ısısı reaksiyon¬ların aktivasyonu için yeterli ise ATP harcanmaz. Ancak, ortam ısısının yetmediği reaksiyonlarda ATP aktivasyonu gerçekleştirir. Her reaksiyonun başlayabildiği bir enerji seviyesi ya da sıcaklık var¬dır. Enzimlerin varlığında reaksiyonlar daha düşük enerji seviyelerinde gerçekleşmektedir.
Bunu basit bir örnekle açıklayalım: Deney tü¬pünde ısıtılan glikoz çö¬zeltisi yüksek sıcaklığın etkisiyle, 200 - 300°C de havanın oksijeniyle ya¬nar ve H2O + CÛ2 ye ay¬rışır. Bunun için tüpü bel¬li dereceye kadar bir sü¬re ısıtmak gerekir.
Aynı reaksiyon bütün canlıların hücrelerinde, sani¬yenin daha küçük biriminde gerçekleşmektedir. Canlıların vücut ısısı ise 40CC den daha fazla de¬ğildir.
İşte cansız ortamda ancak 200 - 300°C de gerçek¬leşebilen bir reaksiyonun, hücrede en fazla 40°C de gerçekleşmesini sağlayan faktör enzimlerdir.
Enzimlerin enerji tasarrufuna etkisini yukarıdaki grafikle de gösterebiliriz. Sübstrat olan H2O2 (hid¬rojen peroksit) enzimler yardımıyla su ve oksijen ürünlerine ayrışıyor.

2. Enzimin Reaksiyonu Etkileme Biçimi
Enzimatik reaksiyonlara katılacak maddelere sübs-trat denir. Her enzim "aktif bölgesiyle" reaksiyona girdiği sübstratı etkiler. Geçici olarak sübstrat-enzim kompleksi meydana gelir ve sonra ayrılırlar.
Enzim tepkimeden hiç değişmeden çıkarken, sübs-trat ya parçalanır, ya başka bir maddeyle birleşir, ya da bir başka maddeye dönüşür.

3. Enzimlerin Yapısı ve Çeşitleri
Enzimlerin temel yapı maddesi protein olup, ba¬zı enzimler sadece prote¬inden oluşurlar. Bunlara basit enzim denir. Prote¬inleri sindirici enzimler¬den olan pepsin buna örnektir. Diğer birçok en¬zim ise proteine ilave olarak bir koenzim ile tnzımıerm Yapısı birlikte iş görür. Bunlara bileşik enzim denir. Ko-enzımler genellikle NAD, NADP ve B grubu vita¬minleridir. Bileşik enzimlerin protein kısmı (apoen-zim) koenzim olmadan iş göremez.
Bazı enzimlerin iş görebilmesi için aktif bölgelerin¬de Ca+2, Mg+2, Zn+2, K+, Na^, Fe+2 gibi metal iyon¬ları bulundurmaları gerekir. Bu maddelere kofak-tör denir. Bazı enzimler ise üretildiklerinde pasif olup, daha sonra başka maddeler tarafından aktif hale getirilirler. Örneğin pepsinojen ve tripsino-jen gibi protein sindirici enzimler pasiftir. Sindirim kanalında başka enzim ya da maddelerce aktifleş-tirilerek pepsin ve tripsin haline gelirler.
Enzimler, hücrelerin sitoplazmalarmda serbest ola¬rak bulunabildiği gibi ribozom, kloroplast ve mito-kondri gibi organellere tutunmuş olarak da bulunur¬lar. Hücre içi sindirim enzimleri ise lizozomlarda bulunur. Hücre dışına salgılanacak enzimler ise golgide paketlenir.
Enzimler etki ettikleri maddelere göre gruplandırı-lırlar. Hidroliz reaksiyonlarını gerçekleştiren enzim¬lerin genel adı hidrolaz dır.
Fotosentez ve solunum başta olmak üzere redoks tepkimelerini katalizleyen enzimlerin genel adı ok-sidoredüktaz dır. Hidrojenin dışındaki herhangi bir atom veya molekülü bir molekülden diğerine ak¬taranlara transferaz denir.
4. Enzimlerin Çalışmasını Etkileyen Faktörler
• Her enzim ancak bir çeşit sübstrata etki edebi¬lir, ona özgüdür. Bundan dolayı her reaksiyon çeşidi için ayrı enzim kullanılmaktadır. Örneğin oksijenli solunumda 20 nin üzerinde enzirr^cjö-rev almaktadır.
• Enzimler reaksiyondan etkilenmezler, girdikleri gibi çıkarlar. Bu yüzden aynı reaksiyon çeşidin¬de tekrar tekrar kullanılırlar.
• Enzim reaksiyonlarının bir kısmı tersinir (dö¬nüşümlü) dir. Yani aynı enzim reaksiyonu hem ürünler, hem de girenler yönünde katalizleye¬bilir.
• Enzimler etkinliklerini maddelerin c den başlatır.
Bu yüzden, kıyılmış et aynı miktar parça etten da¬ha kolay sindirilir. Besinlerin dişlerle parçalanması da enzimlerin etki yüzeyini artırır, reaksiyonun top¬lam süresini kısaltır.
• Enzimler vücut ve hücre dışında da aktiftirler. Bu özellikleriyle laboratuvar deneylerinde kulla¬nılmış ve daha iyi incelenmişlerdir.
• Enzimler çok az miktarlarıyla dahi etkilidirler. Reaksiyona girmeleri için belli bir miktara ulaş¬maları gerekmez. Çünkü bir molekül enzim bile bir saniyede binlerce moleküle etki edebilir.
• Birçok enzim, eğer hücre dışında iş görecekse ilgili yere küçük kanalcıklarla salgılanır.
• Her enzim belli bir koenzimle çalışır. Ancak ko-enzimler farklı proteinlerle de iş görebilirler.
• Enzimlerin çalışması ve enzimatik reaksiyonla¬rın hızı ortam sıcaklığından etkilenir. Genellik¬le 0°C nin altında ve 55°C nin üstünde enzim¬ler iş göremezler. Çünkü yüksek ısı enzimlerin protein yapısını bozar (denatürasyon).
Enzim çalışması için en uygun (optimum) sı¬caklık 20°C ile 40°C arasıdır. Bu optimum sı¬caklık türlere göre, hatta bir bireyin değişik hüc¬relerinde bile değişik olabilir.
Enzimlerin çalışması, ortam pH sından da etki¬lenir. Genellikle nötr ortamlarda (pH=7) iyi iş görürler. Ancak, bazı enzimler asidik (pepsin gibi), bazı enzimler ise bazik (lipaz gibi) ortam¬larda daha iyi iş görür. Kısacası her enzimin çalıştığı optimum bir pH değeri vardır.
Bazı faktörler enzimlerin çalışmasını engeller. Bunlara inhibitör denir. Cu, Hg gibi ağır metal¬ler, CO ve bazı zehirler birer inhibitördür. Bun¬lar reaksiyonun tamamen durmasına da sebep olabilir.
Bazı faktörler ise enzim reaksiyonunu olumlu etkiler. Bunlara aktivatör denir. Ortamın su oranının artması, optimum pH ve optimum sı¬caklık birer aktivatördür. Ortamda bazı iyonla¬rın bulunması da bir aktivatördür.
Reaksiyon ortamına enzim ve sübstrat ilavesi de reaksiyon hızını artırır.
e. Gen-Enzim İlişkisi: Enzimler protein yapıda ol¬duğundan, her enzim bir gen tarafından sentezlet-tirilir ya da onun kontrolü altındadır. Buna "Bir gen bir enzim hipotezi" denir. Hücrede gerçekleşen birçok hayatsal olay zincirleme reaksiyonlarla ger¬çekleşir. Bu reaksiyon kademelerinin her birinde ayrı enzim ve ayrı genler iş görmektedir.
Burada genlerden biri bozulursa ilgili enzim yapıla¬maz. Onun dönüştürdüğü reaksiyon da olmaz.
Örneğin, gen 2 mutasyona uğrarsa, enzim 2 yapı¬lamadığı için, sitrülin arjinine dönüştürülemez. Or¬tamda sitrülin birikir. Biriken bu ve benzeri mad¬deler hücrenin veya canlının ölümüne bile sebep olabilir. Sonuçta oluşması gereken madde canlı için hayatsal öneme sahipse yine canlı ölebilir. Re¬aksiyonun devam etmesi için yapılamayan madde¬yi (bu örnekte arjinin) ortama hazır vermek gerekir. Bu tür mutasyonlar insanlar ve diğer canlılarda gö¬rülmekte olup, öldürücü sonuçlar bile ortaya çıka¬bilmektedir. Bir bakteride ATP, protein ve RNA sentezleri gibi olayların enzimleri üretilemezse bak¬teri ölür.


6914
Biyoloji / Üreme Ve Gelişme
« : Eylül 13, 2007, 06:51:39 ÖS »
Üreme: Canlıların nesillerini sürdürebilmeleri için aynı türden yeni canlılar ortaya çıkarmasına üreme denir. Üreme eşeysiz ve eşeyli olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.

Eşeysiz Üreme: Bir canlının tek başına yeni bir birey dünyaya getirmesine eşeysiz üreme denir. Eşeysiz üreme sonucunda oluşan yeni bireyin tüm özellikleri ataları ile aynıdır.

Eşeysiz üreme aşağıdaki şekillerde gerçekleşir.

a) Bölünmeyle Üreme: Bir hücreli organizmalarda gören bir üreme şeklidir. Bu üreme şeklinde canlı bölünerek iki yeni birey oluşturur. Terliksi hayvan ve öglana gibi belli bir şekli olan canlılarda bölünme enlemesine yada boylamasına gerçekleşirken, amip gibi belli bir şekli olmayan canlılarda bölünme herhangi bir şekilde gerçekleşebilir.

b) Sporlanmayla Üreme: Genellikle mayoz bölünme ile oluşan sporlar, değişik ortamlara uyum sağlayabilecek özelliklere sahip hücrelerdir. Sporların değişik faktörlerle taşındıkları yerlerde gelişerek yeni bireyler oluşturmalarına sporla üreme denir.

c) Tomurcuklanmayla Üreme: Canlının bir yerinden dışarıya doğru büyüyen bir çıkıntının ana canlıyla ayını kalıtsal özelliklere sahip yeni bir canlı oluşturmasına tomurcuklanmayla üreme denir.

d) Vegetatif Üreme: Canlıdan kopan bir parçanın gelişerek yeni bir birey oluşturmasına vegetatif üreme denir. Yassı solucan ve deniz yıldızı gibi bazı canlılarda görülür. Oluşan yeni bireyin tüm özellikleri ana canlı ile aynıdır.

Eşeyli Üreme: Aynı türden eşeyi farklı iki canlının üreme hücrelerinin birleşerek zigot oluşturması şeklinde gerçekleşen üreme çeşidine eşeyli üreme adı verilir. Bu üreme çeşidinde oluşan birey hem anneden hem de babadan kalıtsal özellikler aldığından oluşan yeni bireyin kalıtsal özellikleri çeşitlilik sağlayabilir.

Eşeyli Üreme Çeşitleri:

İzogami: Boyut ve şekil bakımından eşit olan iki gametin birleşmesi sonucu oluşan eşeyli üreme çeşidine izogami denir. Tatlı su alglerinde görülen üreme çeşidi izogamidir.

Anizogami: Bu eşeyli üreme şeklinde yumurta hücresi de sperm hücreside kamçılıdır fakat yumurta hücresi sperm hücresinden büyüktür. Bazı alg ve mantarlarda görülür.

Oogami: İnsan ve diğer kompleks yapılı canlılarda görülen bu eşeyli üreme şeklinde yumurta hücresi büyük, hareketsiz ve kamçısız, sperm hücresi küçük ve kamçılıdır.

Konjugasyon: Yan yana gelen iki canlı arasında geçici bir stoplazmik köprü kurulur ve kurulan stoplazma köprüsü üzerinden DNA geçişi sağlanır. Bu eşeyli üreme şekli bakterilerde ve terliksi hayvanlarda görülür.

Partenogenez: Canlının dişi üreme hücresinde dölleme olmadan mitoz bölünme ile yeni bir bireyin oluşmasına partenogenez üreme denir. Bu üreme çeşidinde yumurta n krmozomlu ise oluşan yeni birey de n kromozomludur. Bu üreme şekli arılarda, su pirelerinde, karıncalarda ve bazı kelebeklerde görülür.

Hermafroditizm: Bazı canlılar erkek ve dişi üreme organına aynı anda sahiptir. Bu tür canlılara "hermafrodit canlılar" denir. Hermafrodit canlıların bazılarında dişi ve erkek üreme hücreleri aynı anda oluşabilir bu canlılar kendini dölleme yeteneğine sahiptir. Bazı hermafrodit canlılarda ise erkek ve dişi üreme hücreleri farklı zamanlarda gelişir bu canlılar kendisini eşleyemez, üremek için başka bir canlıya ihtiyaç duyarlar. Toprak solucanı ve istiridye gibi canlılar hermafrodittir.

Metagenez: Bazı canlılarda eşeysiz üreme ile eşeyli üreme artarda gerçekleşir. Bu üreme şekline metagenez üreme denir. Metagenez üreme çiçeksiz bitkilerde ve sıtma mikrobunda gerçekleşir.

Bitkilerde Üreme

Çiçeksiz Bitkilerde Üreme: Çiçeksiz bitkilerde gerçekleşen üreme şekli metagenez (döl almaşı) üremedir.

Çiçekli Bitkilerde Üreme: Çiçekli bitkilerin üreme organı çiçektir. Bazı çiçeklerde erkek ve dişi üreme organı bir arada bulunur bu tür çiçeklere "tam çiçek" denir. Bazı çiçeklerde ise yalnızca bir üreme organı vardır, bu çiçeklere ise "eksik çiçek" adı verilir.

Çiçeğin Yapısı: Çiçekler cezbedici renklerdeki taç yaprakları sayesinde böceklerin ilgisini çekerek tozlaşmanın gerçekleşmesini sağlarlar.

Erkek Üreme Hücresi Oluşumu: Erkek üreme hücreleri (polenler) başçıkta bulunan polen keseleri içindeki ana polen hücrelerinin mayoz bölünme geçirmesi sonucunda oluşurlar.

Dişi Üreme Hücresi Oluşumu: Dişi üreme hücreleri (yumurtalar) yumurtalıkta bulunan yumurta ana hücresinin mayoz ve mitoz bölünme geçirmesi ile oluşur.

Tozlaşma Ve Döllenme: Çiçek polenlerinin erkek organ başçığından, dişi organ tepeciğine taşınarak yumurta hücresini döllemesine tozlaşma denir.

Endosperm: Embriyoyu çimlenene kadar besleyen besin dokusuna endosperm denir. Bitki türüne göre nişasta, protein ve yağ gibi maddeler içerir.

Kabuk: Embriyonun çimlenme yeteneğini kaybetmeden uzun süre kalabilmesi için, embriyoyu olumsuz çevre şartlarına karşı koruma görevini üstlenen kısma kabuk adı verilir.

Hayvanlarda Üreme:

Spermatogenez: Erkek canlının sperm ana hücrelerinden mayoz bölünme ile sperm hücresi üretilmesine spermatogenez adı verilir.

Oogenez: Dişi canlının yumurta ana hücrelerinden mayoz bölünme ile yumurta hücresi üretilmesine oogenez adı verilir.

Döllenme: Yumurta hücresinin çekirdeği ile sperm hücresinin çekirdeğinin birleşerek zigot oluşturmasına döllenme denir. Döllenme iç ve dış döllenme olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.

Dış Döllenme: Sperm ve yumurta hücrelerinin, erkek ve dişi vücudu dışında birleşmesi olayına dış döllenme denir. Dış döllenme olayında çok sayıda sperm ve yumurta hücresi oluşturulur, çünkü bu döllenme şekli genelde su gibi serbest ortamlarda gerçekleşir ve bu tür ortamlarda sperm ve yumurta hücresinin birbirini bulması çok zordur. Ayrıca ortama bırakılan üreme hücrelerinin diğer canlılar tarafından yenme ihtimalinin yüksek olması da üretilen üreme hücresinin çok olmasının diğer bir nedenidir.

İç Döllenme: Sperm ve yumurta hücrelerinin dişi vücudunda birleşmesi olayına iç döllenme denir. İç döllenmede döllenme olayı bir canlının içinde gerçekleştiği için üreme hücreleri dış ortamın zararlı etkilerinden korunmuş olur. Ayrıca canlı içinde üreme hücrelerinin birleşme oranı yüksek olduğu için üretilen üreme hücresi sayısı da dış döllemedekine göre oldukça azdır.







ÜREME(http://www.geocities.com/isitir/ureme.htm)



Canlıların, soylarını devam ettirmek amacıyla kendilerine benzer yeni bireyler meydana getirmesine üreme denir. Üreme işlevi canlının gelişmişliğine bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Fakat bütün canlılarda genel hatlarıyla incelendiğinde eşeyli ve eşeysiz üreme olmak üzere iki tip üreme görülür.



Eşeysiz üreme: Bir canlının kendi başına yeni bir birey meydana getirmesidir. Oluşan bireyler ata bireyin tıpatıp aynısıdır. Yavru gamet oluşturma gibi bir süreç olmaksızın oluştuğu için ata bireyin genetik özelliklerinin aynısına sahiptir. Çeşitlenme olmadığı için değişen çevre şartlarına uyumda güçlük çekilir. Bölünme, tomurcuklanma, sporlanma ve vejetatif üreme gibi çeşitleri vardır.

Bölünme: Genelde monera (bakteri, mavi-yeşil algler) ile protista (amip, öglena vs.) aleminde görülen üreme çeşididir. Bu alemlerin üyesi olan tek hücreli canlılar mitoz benzeri bir bölünme gerçekleştirerek iki yeni yavru oluştururlar. Bölünme bakterilerde olduğu gibi enine, öglenada olduğu gibi boyuna yada amipte olduğu gibi herhangi bir doğrultuda olabilir.

Tomurcuklanma: Bira mayası gibi bazı protistalarda ve mantarlarda görülen üreme çeşididir. Üreme gerçekleşirken birey hücre çekirdeğini eşler. Eşlenen çekirdeğin bir parçası ana hücrede kalırken diğeri hücre zarında oluşan çıkıntı şeklindeki yapıya geçer. Tomurcuk denilen bu yapı gelişerek yeni bireyi meydana getirir. Oluşan yavru bazen ana bireye yapışık olarak kalır yada ayrılarak bağımsız olarak yaşayabilir.

Sporlanma: sporogoni de denilen bu üreme çeşidi monera, protista ve mantarlar aleminin bazı üyelerinin yanı sıra kara yosunları ve eğrelti otları gibi bazı bitki türlerinde de görülür. Tıpkı tomurcuk oluşumuna benzeyen spor oluşumu farklı olarak daha sağlam bir zarla çevrilidir. Sıcak, soğuk, kuraklık gibi olumsuz şartlardan etkilenmeyen bu yapılar uygun ortam oluştuğunda gelişerek yeni bireyi meydan getirir. –50 oC dereceye dayanabilen spor hücreleri çok uzun süre gelişmeden bekleyebilir.

Kara yosunları ve eğrelti otların da oluşturulan sporlar haploid kromozom taşırlar ve gametofit olarak adlandırılır. Gametofitlerin üreme organlarında üreme hücreleri oluşturulur. Üreme hücrelerinin döllenmesiyle de tekrar diploid bitki meydana gelir.

Vejetatif üreme: bazı canlılarda görülen vejetatif üreme; yeterli büyüklükteki gelişmeye uygun parçaların eksiklerini tamamlayarak yeni bir birey meydana getirmesidir. Deniz yıldızının kopan kolunun tamamlanması ve kolun da gelişerek yeni bir denizyıldızını meydana getirdiği gibi bir rejenerasyon, kavak ve söğüt gibi bitkilerde bir dal parçasının toprağa dikilerek gelişmesinde olduğu gibi çelikle üreme, çilek bitkisinde toprağın üzerinde gövdenin bir bölümünden kökün ve sonrasında yeni bir çilek bitkisinin oluşmasında olduğu gibi sürünücü gövde ile üreme, patates bitkisinin yumruları üzerindeki gözlerin gelişerek yeni patates bitkisini oluşturduğu gözle üreme gibi çeşitleri sayılabilir.



Eşeyli üreme: Kalıtsal olarak farklı iki hücrenin yada çekirdeklerinin birleşerek yeni bir bireyi meydana getirdikleri üreme şeklidir. Çoğunlukla gelişmiş canlılara özgü olan bu üreme şeklinde, anne ve baba diye tanımlanan iki farklı ata vardır. Ata bireylerin mayoz bölünme yoluyla gamet oluşturmalarından sonra döllenme ile oluşan birey ana veya babaya tam olarak benzemez. Gametlerin oluşumu sırasında meydana gelen mutasyonlar ve farklı iki gen dizilimine sahip hücrenin birleşmesinden oluşan yeni varyasyon yavrularda çeşitliliğe yol açar.

İzogami: Şekil ve yapı bakımından birbirine benzer aynı büyüklükteki gametlerin birleşmesiyle oluşan eşeyli üreme çeşididir. morfolojik benzerlik gösteren gametlerin taşıdıkları genlerde fizyolojik farlılıklar bulunur. Alg çeşitlerinden sporogyra, ulothrix ve chlamydomanas izogami ile ürerler.

Heterogami: Farklı özelliklerdeki dişi ve erkek gametlerle yapılan üreme şeklidir. Bazı alg türlerinde olduğu gibi gametler arasındaki farklılık çok az ise anizogami, yada insan ve diğer omurgalı hayvanlarda olduğu gibi gametler farklı morfolojik ve fizyolojik yapılara sahip ise oogami olarak adlandırılır. Oogami’de yumurta büyük, hareketsiz ve bol sitoplazmalı olmasına rağmen sperm oldukça küçük ve hareketlidir.

Konjugasyon: Kavuşma anlamına gelen konjugasyon da aslında gamet oluşturulmaz. Bakteri, paramesyum ve bazı su yosunlarında görülen konjugasyon da yan yana gelen canlılar birbirlerine gen aktarımında bulunurlar. Canlıların gen diziliminde değişiklik dolayısı ile de çeşitlilik oluştuğu için eşeyli üreme olarak kabul edilir.

Partenogenez: Arılar, çalı çekirgeleri, karıncalar gibi eklem bacaklılarda görülen partenogenetik üremede yumurta bazen döllenme olmaksızın gelişerek yeni bir birey meydana getirir. Oluşan birey erkektir ve haploid sayıda kromozom taşır. Normal üreme süreçlerinde dişiler mayozla yumurtayı oluştururken erkekler mitoz benzeri bir bölünme ile sperm oluşturur. Döllenme sonucu oluşan bireyler ise hep dişidir. Arılarda oluşan dişiler bal özü ile beslenirse kraliçe, çiçek tozu (polen) ile beslenirse işçi arı olur.

Hermafroditizm: Canlılarda normalde üreme organlarında sadece birisi bulunur. Dolayısı ile de tek çeşit gamet üretir. Fakat salyangoz gibi bazı hayvanlarla çiçekli bitkilerin çoğu her iki üreme organına da sahiptir ve hem yumurta hem de sperm üretebilirler. Böyle canlılara hermafrodit (erselik, çift cinsiyetli) denir. Erselik canlılar normalde kendi kendilerini döllemez. Bir populasyon içerisinde bireylerin bir kısmı erkek bir kısmı ise dişi rolünü üstlenir. Sonraki üreme döneminde rollerini değişebilirler.


6915
Biyoloji / Mantarlar
« : Eylül 13, 2007, 06:51:16 ÖS »
Mantarlar,bitkiler âleminin klorofilden yoksun tek veya çok hücreli canlılarıdır.Bir hücreli mantarlar (sporlar ve mayalar) mikroplara benzerler, ancak çevrelerinde selüloz zardan oluşan kalınca bir zarın bulunması ile onlardan ayrılırlar.Mantarların bitkisel yapıları tal denilen liflerden oluşmuştur. Üremeleri bazılarında eşeyli sporlarla, bazılarında ise eşeysiz sporlarla olur. Lifleri bölmelere ayrılmamış olan basit yapılı mantarlardan (miksomiçetler, fikomiçetler, zigomiçetler) başka lifleri bölmelere ayrılmış, üreme organları iyi gelişmiş yüksek yapılı mantarlar (basidiomiçetler, askomiçetler, adelomiçetler ve aktinomiçetler) da vardır.

İnsanlarda parazit olarak bulunan ve hastalık yapan mantarlar veya başka bir deyimle mikozlar, mikroskobik olanlardır. İnsanda asalak yaşayan doksana yakın türde mantar sayılmıştır. Bunların bir kısmı saprofit olarak yaşarlar yani hastalık yapmazlar.

Mantarların deri, tırnak, kıl ve saçları etkileyerek meydana getirdikleri hastalıklar, yüzeysel mantar hastalıkları genel adı altında toplanırlar (dermatofit, pitriyazis, versikolor, kandida hastalıkları). Bazı mantarlar derialtında toplanıp kronik iltihaplara ve miçetom denilen yalancı mantar urlarına neden olurlar. Bedenin ayak, diz, göğüs, kasık gibi çeşitli bölgelerinde hastalık yaparlar. Bu mantarlardan Madurella myecetomi’nin özellikle ayaklarda meydana getirdiği şişlikler, madura ayağı diye bilinen kronik bir hastalığı meydana getirir. Büyük ölçüde şişmiş ve içi düğümlerle dolu, yüzeyi fistüllerle kaplı madura ayağından tanecikli irin yani cerahat akar. Tedavisi geciken olaylarda ayağı kesmek gerekebilir.

Sporotrichum schenkii adındaki mantarın lenf sistemine yerleşerek meydana getirdiği hastalığa sporotrikum, cladosporium türünden mantarların derialtında siğil şeklinde meydana getirdiği hastalığa da kromoblastom adı verilir.

Mantarların iç organlarda meydana getirdiği hastalıklar derin mantar hastalıkları adı altında toplanırlar. Bunların arasında Aspergillus famigatus’un sebep olduğu küf mantarı hastalığının, Cryptococcus neoformans’ın sebep olduğu kriptokok hastalıklarını, Histoplazma capsulatum’un gribe benzer şekilde meydana getirdiği histoplazma hastalığını, akciğerlerde yerleşen, oradan deri ve mukozalara yayılarak Blastomyces dermatidis mantarının oluşturduğu blastomiçes hastalıklarını, Coccidioides immitis’in etken olduğu koksidiyoides hastalığını sayabiliriz. Bütün bu mantar hastalıklarının teşhis edilebilmesi için şüphe edilen lezyondan alınan örneklerde mantarların görülmesi gerekmektedir. Mantarların üretilme ortamı olan sabouraud besi yerine diğer baktrilerin üremesine engel olmak için antibiyotik konmuştur. Böylece çeşitli mantar türleri üretilerek cinsleri ayırt edilir. Bazı mantar hastalıklarının teşhisinde ise deney hayvanları kullanılır.

Mantar hastalıklarının tedavisinde antimikotik denilen ilaçlar kullanılır. Mantarlara da etkili olan Nistatin, Pimafusin, Amfoterisin gibi antimikotik antibiyotikler bulunmuştur.



Bu mantar türleri genellikle ormanlarda yaşarlar. Asıl ilginç yanları, avlarını yakalamak için akla gelmeyecek tuzaklar kurmalarıdır. Bir beyaz küf olan "Entomophtorales", toprağın altındaki sularda yaşayan amiplerle beslenir. Çevresinde dolaşan bir amip gördöğü zaman, dokunaçlarıyla onu yakalayarak tüm hücrelerini emer, geriye sadece zarını bırakır. Aynı şekilde, "Zoophagus insidans" adı verilen mantar da, "rotifer" denilen küçük yaratıkları mideye indirerek beslenir. Toprakta yaşayan ve uzunlukları bir milimetreye ulaşan solucanlar ve ipliksolucanlarıyla beslenen mantar türü sayısının 50 dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu mantar türlerinin bazıları, ipliksolucanlarını yakalamak için çok gelişmiş tuzaklar kuruyorlar, çok çeşitli stratejiler deniyorlar. Örneğin, "Dactylaria" grubu mantarlar, hücrelerinin üç tanesiyle çember biçiminde bir tuzak hazırlıyor ve büyük bir sabırla avlarının onun içine düşmesini bekliyorlar. "Dactylaria gracilis" biraz daha ileriye gidiyor; bu hücrelerini tuzağa düşen ipeksolucanının etrafına bir yüzük gibi sarıyor ve onu iyice hareketsiz hale getiriyor. Daha sonra saniyenin onda biri bir süre içinde, tuzak olarak kullandığı hücrelerini suyla doldurarak iyice şişiriyor ve böylece avının ezilip ölmesine neden oluyor. "Dactylaria candida" daha da acımasız bir mantar... Tuzağına düşen ipliksolucanının en küçük bir şansı bile yok. Örneğin, solucan son bir gayretle kendisini çembere alan hücrelerden vücudunun yarısını feda edip kurtulsa bile, hücrelerin bir bölümü solucanın kurtulan vıcut parçasında kalıyor ve daha sonra burada gelişip yeni bir mantara dönüşüyor ve ipliksolucanına saldırıyı sürdürüyor. "Arthrobotrys oligospora" isimli etobur mantarın halk arasındaki adı ise "örümcek mantarı"... Tıpkı bir örümcek gibi minik bir ağ ören bu mantar, ağa takılıp hareketsiz kalan avını büyük bir iştahla yiyor.

Soru: Maya mantarlarının canlı olup olmadığını nasıl anlarız? Araç ve gereçler: Ekmek mayası, şeker, ılık su, erlenmayer, balon Deneyin Yapılışı: Erlenmayerde ılık şekerli su hazırlanır. İçine ekmek mayası eklenir, balon erlenmayerin ağzına geçirilir ve 5-10 dakika beklenir. Sonuç: ____________sonucta_mantar_maylanır_______________ ______________________ Değerlendirme:
1.Mayaların çoğalması için ne gibi ortamlar gereklidir?
________sulu______________________________________ ________________

 KÜF MANTARLARI Soru: Ekmek küfü ve maya hücreleri mikroskop altında nasıl görünür? Araç ve gereçler: küflenmiş ekmek, hazır maya örneği, damlalık lam, lamel ve mikroskop Deneyin Yapılışı: Ekmek küflendirilir ve küçük bir parça alınıp lamın üzerine koyulur. Örnek üzerine bir damla su damlatıldıktan sonra lamel dikkatlice lamın üzerine kapatılır Mikroskobta önce 10 X'de sonra 40 X'de örnekler incelenir. Sonuç: Değerlendirme: 1. Ekmek küfü mikroskop altında iplikçikler halinde görülür. Bu iplikçiklere ne ad verilir?

_______bit________________________________________ ____
2. İplikçiklerin ucundaki küreler nedir?
____tel___________________________________________ ____
3. Peynir küfü sporlarından elde edilen antibiyotiğin adı nedir? _________adenin___________________________________ _______

ŞAPKALI MANTARLAR SPORLA ÇOĞALIR Soru: Şapkalı mantarların sporlarını ansıl elde ederiz? Araç ve Gereçler: 10x10 karton, mantar, bardak, su Deneyin Yapılışı: 10x10'luk kartonun ortasına mantarın sapının geçebileceği büyüklükte delik açılır. Mantarın şapka kısmı üstte kalacak şekilde, mantar bu delikten geçirilir. Bu şekilde mantar su dolu bardağın içinde 3-4 gün bekletilir. Mantar kartondan dikkatlice çıkarılır ve karton üzerindeki şekiller incelenir. Sonuç: Değerlendirme: 1.Bu sporlar uygun ortama düşerse ne olur?


Sayfa: 1 ... 459 460 [461] 462 463 ... 495