İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OLCAY

Sayfa: 1 ... 455 456 [457] 458 459 ... 495
6841
Tarih / Amerika Tarihi
« : Eylül 14, 2007, 03:18:20 ÖÖ »
Amerika Tarihi


Amerika Bağımsızlık Savaşı
Bu savaş aslında bir bağımsızlık savaşı olarak ortaya çıkmamıştır. Tam tersine 13 İngiliz Kolonisi'nin İngiltere'ye karşı ayaklanmasında vergi meselesi temel sebep olmuştur. Zira 1756-1763 Yedi Yıl Savaşları sonucunda İngiltere, Fransa'dan Hindistan sömürgesini kapmış olsa da bu savaş esnasında oldukça çok para harcamış ve bu açığı gidermek için Amerika'daki kolonilerine ağır vergiler dayatmıştır.

1765'te vergi meselesinden çıkan sürtüşme, 1775'lerde iyice dallanıp budaklandı. 1776'ya gelindiğinde Thomas Jefferson'ın kaleminden çıkan Bağımsızlık Beyannamesi'nin ilanı ile 13 Koloni ve İngiltere arasında çıkan çatışma "Bağımsızlık Savaşı" haline gelmiştir.

İnsanların doğuştan, yaşama hakkı, hürriyet hakkı ve saadetini temin etme gibi başkasına devredilemez hakları vardır. Devletler, bu hakları sağlamak için kurulmuştur ve yönetenler her türlü iktidarı yönetilenlerin rızasından alırlar. Eğer herhangi bir hükümet şekli, bu gayelere aykırı hareket ederse, bu hükümeti değiştirip, yerine bir yenisini getirmek milletin hakkıdır. Bu içeriğe sahip Bağımsızlık Beyannamesi, demokrasi ve siyaset bilimi açısından, ilk defa olarak insanların doğuştan sahip oldukları hak ve hürriyetleri ve demokrasinin temel ilkelerini belirlemesi nedeniyle çok önemlidir.

Bu arada savaşın bağımsızlık mücadelesine dönüşmesi üzerine, Sevil Berberi ve Figaro'nun Düğünü operalarının yazarı Beaumarchais'in ileri sürdüğü fikirler çevresinde Fransa askeri, siyasi ve ekonomik açılardan Amerikalılara yardım etmeye başladı. Fransa, bu şekilde İngiltere'den 7 Yıl Savaşları'nın hıncını çıkarmaya çalışıyordu.

1778'de Amerika ve Fransa arasında bir ittifak yapıldı. Bu arada Fransız General Lafayette, 1777'den beri yanındaki gönüllü gruplar ile Amerika'da İngilizlere karşı çarpışmakta ve oradaki bağımsızlığa gidişi adım adım gözlemektedir. Amerika'ya yaptığı yardımlar, Fransız bütçesini ve ekonomisini altüst etmişse de Amerika 1783 yılında bağımsızlığına kavuşacaktır.



ABD'nin Kuruluşu
Amerika'nın 1492'de keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, bu kıtada toprak sahibi oldular. İngilizler, Amerika'daki topraklarını genişlettikten sonra İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler yerleştirerek koloniler kurdu. 18. yüzyıl ortalarında, bu kolonilerin sayısı 13'e yükseldi. Koloniler, ABD'nin temelini oluşturmuştur.

İngilizlere bağlı olan koloniler, İngiliz Kralı'nın tayin ettiği bir vali tarafından yönetiliyor ve bir de meclisleri bulunuyordu. Amerika'da yaşayan bu insanların İngiltere'nin özgür vatandaşlarından farkı yoktu. 1756-1763 yılları arasında İngiltere'nin Avusturya, Fransa ve Rusya ittifakıyla yaptığı savaşlar (Yedi Yıl Savaşları), İngiltere'nin maliyesinin bozulmasına neden olmuştur.

İngiltere'nin mali durumunu iyileştirmek amacıyla yeni vergiler koyması, Amerika'daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı. 1774'te toplanan 1. Filedelfiya Kongresi'nde İngiltere ile savaşa karar verildi. 2. Filedelfiya Kongresi'nde (1776) 13 sömürge, bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu kongrede İnsan Hakları Bildirisi kabul edilerek onaylandı.

Fransa, İspanya ve Hollanda'dan yardım alan koloniler, İngilizleri yendiler. İngilizler, barış istemek zorunda kaldı ve Versaille (Versay) Antlaşması imzalandı (1783).
Bu antlaşmaya göre:
*İngilizler, 13 sömürgenin bağımsızlığını tanıdılar.
*Antillerden bazı adaları ve Senegal'i Fransa'ya verdiler. Bağımsızlıklarını ilan eden eyaletler içişlerinde serbest olmak şartıyla bir araya gelerek Amerika Birleşik Devletleri'ni kurdular (1787).
ABD'nin Kuruluşunun Sonuçları
*İnsan Hakları Beyannamesi ilan edilerek demokratik bir rejim kurulmuş ve Avrupa'ya örnek olmuştur.
*Avrupa'ya karşı denge unsuru olmuştur.
*Avrupa kültür ve medeniyeti yeni bir yayılma alanı bulmuştur.
*Göçler sonucunda Avrupa'da işsizlik azalmış, siyasi ve dini kavgalar önemini kaybetmiştir.


Amerikan Ekonomisi
Her ekonomik sistemde müteşebbisler ve yöneticiler mal ve hizmet üretmek ve dağıtmak amacıyla doğal kaynakları, emeği ve teknolojiyi bir araya getirirler. Buna karşın, anılan ögelerin düzenlenme ve kullanılma yöntemleri, aynı zamanda bir ulusun politik ideallerini ve kültürünü de yansıtır.

Çok kez Birleşik Devletler'de "kapitalist" bir ekonomi bulunduğu söylenir. Bir Alman ekonomist ve toplumsal kuramcı olan Karl Marx tarafından 19. yüzyılda ortaya atılan bu tanımlamaya göre, bu sistemde önemli ekonomik kararların çoğunluğu, büyük miktarda paraya ya da sermayeye sahip olan küçük bir grup tarafından alınır.

Marx, kapitalist ekonomilerin politik sisteme daha fazla güç tanıyan "sosyalist" düzenlerin karşıtı olduğunu ileri sürmekteydi. Marx ve yandaşlarının inancına göre, kapitalist ekonomilerde güç, zengin iş adamlarının elinde toplanmakta ve onlar da temelde kârlarını en yüksek düzeye çıkarmaya yönelmekte; buna karşın sosyalist ekonomilerde, olasılıkla daha kapsamlı hükümet kontrolü öne çıkarılmakta ve kârdan çok politik amaçlara önem verilmekte, sözgelimi toplumun kaynaklarının daha eşit bir biçimde dağıtılması hedef alınmaktadır.

Aşırı biçimde basite indirgenmiş olan bu iki sistemin gerçeğe uyan öğeleri bulunmakla birlikte, bunlar günümüzde daha az geçerlidir. Eğer Marx'ın tanımladığı katışıksız kapitalizm var idiyse bile artık yok olmuştur; çünkü, Birleşik Devletler'de ve pek çok diğer ülkede hükümetler, güç birikimlerini sınırlamak ve kontrolsuz özel ticari çıkarların neden olduğu toplumsal sorunların çoğuna çözüm getirmek amacıyla ekonomilerine müdahalede bulunmuştur. Bu yüzden, özel teşebbüsün yanı sıra hükümetin de önemli bir rol oynadığı Amerikan ekonomisini "karma" bir sistem olarak tanımlamak daha doğru sayılabilir.

Amerikalılar çok kez serbest teşebbüse yönelik inançları ile hükümet yönetimi arasındaki sınırın nereden geçeceği konusunda anlaşamazlarsa da geliştirdikleri karma ekonomi büyük ölçüde başarılı olmuştur.

Bir ülke ekonomik sisteminin ilk öğesi, onun doğal kaynaklarıdır. Birleşik Devletler zengin maden kaynaklarına, verimli tarım arazisine ve ılımlı bir iklime sahiptir. Bunlara ek olarak, Atlas Okyanusu'nda, Büyük Okyanus'ta ve Meksika Körfezi'nde uzun kıyıları vardır. Anakaradan kıyılara uzun nehirler akmakta ve ABD-Kanada sınırında bulunan beş büyük göl de (Büyük Göller) ulaştırma için ek olanaklar sağlamaktadır. Anılan yaygın su yolları, hem yıllar boyunca ülke ekonomisinin büyümesine yardım etti hem de Amerika'daki 50 eyaleti tek bir ekonomik birim olarak birbirine bağladı.

İkinci öğe ise doğal kaynakları mala dönüştüren emektir. Çalışabilecek işçi sayısı ve daha da önemlisi onların üretkenliği, bir ekonominin sağlamlığının belirlenmesinde yardımcı olur. Birleşik Devletler'in tarihi boyunca işgücü giderek büyüdü ve bu da neredeyse kesintisiz bir ekonomik büyümeyi besledi.

1. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasına kadar işçilerin çoğunluğu, Avrupa'dan gelen göçmenlerle onların çocukları ve ataları Amerika'ya köle olarak getirilmiş bulunan Afrikalı-Amerikalılardı. 20. yüzyılın başlarında çok sayıda Asyalı, Birleşik Devletler'e göç etti ve sonraki yıllarda da Latin Amerikalı göçmenler gelmeye başladı. Birleşik Devletler'de işsizliğin yüksek olduğu bazı dönemler yaşandı ve bazen işgücünün yetersiz kaldığı günler geçtiyse de göçmenler, iş olanakların bol bulunduğu zamanlarda gelme eğilimi gösterdiler.

Çok kez yerli işçilerden daha düşük ücretler karşılığı çalışmaya hazır bulunmalarına karşın genelde geldikleri ülkelerdekinden çok daha fazla kazanıp refaha kavuştular. Ülke de giderek zenginleşti ve böylelikle daha fazla göçmeni kaldırabilecek düzeye erişti.

Bir ülkenin ekonomik başarısı için emeğin niteliği de (bireylerin ne kadar yoğun çalışmaya razı ve ne kadar becerili oldukları) en az işçi sayısı kadar önemlidir. Birleşik Devletler'in ilk günlerinde görülen sınır bölgeleri yaşantısı, çok yoğun çalışmayı gerektiriyordu ve Protestan çalışma ahlâkı olarak bilinen nitelik de bu eğilimi güçlendirmişti.

Teknik eğitim ile meslek eğitimini de içeren öğretime verilen önem ve denemeye ve değişmeye yönelik istek, Amerika'nın ekonomik başarısına ayrıca katkıda bulundu. İşgücünün hareketliliği de Amerikan ekonomisinin değişen koşullara uyum sağlama yeteneği açısından önemli oldu.

Doğu Kıyısı'ndaki iş piyasasını göçmenler doldurunca, önemli sayıda işçi çok kez ülkenin iç kesimlerinde sürülmeyi bekleyen çiftliklerde çalışmaya gitti. Aynı şekilde 20. yüzyılın ilk yarısında, Kuzey'deki endüstrileşmiş kentler de Güney çiftliklerinde çalışan siyah Amerikalıları çekti.

İşgücünün niteliği, önemli bir konu olmayı sürdürmektedir. Günümüzde Amerikalılar, "insan sermayesi"nin pek çok modern ileri teknoloji endüstrisinde başarı sağlamak için bir anahtar olduğunu düşünmektedir. Bunun sonucu olarak, hükümet ileri gelenleri ve iş çevresi yetkilileri, bilgisayar ve telekomünikasyon gibi yeni endüstrilerin gereksinim duyduğu türde kıvrak zekâyı ve uyum sağlamaya yatkın beceriyi işçilere kazandıracak öğretim ve eğitimin önemini vurgulamaktadır.

Bunlara karşın, doğal kaynaklar ve emek ekonomik sistemin sadece bir kesimini oluşturmaktadır. Bu kaynaklar, elden geldiğince etkin bir biçimde düzenlenmeli ve yönlendirilmelidir. Amerikan ekonomisinde piyasadan gelen verilere göre çalışan yöneticiler, bu işlevi yerine getirirler.

Amerika'daki geleneksel yönetim yapısını yukarıdan aşağıya uzayan bir komuta zinciri oluşturur; yetki, tüm işin düzenli ve etkin bir biçimde yürümesini güvence altına alan yönetim kurulu başkanından başlayıp teşebbüsün çeşitli bölümlerinin eşgüdümünü sağlamakla yükümlü olan daha aşağı düzeydeki yönetim birimlerinden geçer ve fabrikadaki usta başına kadar akar. Çok sayıda iş, çeşitli bölümler ve işçiler arasında paylaştırılmıştır.

20. yüzyılın başlarında, Amerika'daki bu uzmanlaşma ya da işbölümünün sistematik çözümlemelere dayanan "bilimsel yönetim"i yansıttığı söylenirdi. Teşebbüslerin pek çoğu, bu geleneksel yapı içinde çalışmakla birlikte bazıları da yönetim konusunda değişen görüşler benimsedi. Giderek yoğunlaşan küresel rekabetle karşılaşan Amerikan teşebbüsleri, özellikle, kalifiye işçi çalıştıran ve hızla gelişmek, değişmek ve hatta sipariş üzerine mal üretmek zorunda kalan ileri teknoloji endüstrilerinde daha esnek bir örgüt yapısı oluşturmaya çalışmaktadır.

Aşırı hiyerarşinin ve işbölümünün yaratıcılığı önlediği yolundaki inanış, her geçen gün daha yoğunlaşmaktadır. Bunun sonucu olarak da pek çok şirket, örgüt yapısını "yassıltmış", yönetici sayısını azaltmış ve birkaç iş dalında birden çalışan ekiplere daha fazla yetki aktarmıştır. Doğal olarak, yöneticilerin ve ekiplerin bir şeyler üretebilmek için bir teşebbüs olarak örgütlenmeleri gereklidir.

Birleşik Devletler'de anonim şirketlerin, yeni bir teşebbüse girişmek için gerekli parayı toplamak ya da mevcut bir teşebbüsü büyütmek konusunda etkili bir araç olduğu kanıtlanmıştır. Anonim şirket, hisse senedi sahibi diye bilinen bir grubun gönüllü olarak oluşturduğu, karmaşık kurallara ve geleneklere göre yönetilen bir ekonomik teşebbüstür.

Anonim şirketlerin mal ya da hizmet üretebilmek için parasal kaynaklara gereksinimi vardır. Gerekli sermayeyi oluşturmak amacıyla genelde sigorta şirketlerine, bankalara, emekli sandıklarına, bireylere ve diğer yatırımcılara hisse senedi (varlıklarından pay) ya da bono (uzun vadeli borç) satarlar. Özellikle bankalar gibi bazı kurumlar da anonim şirketlere ve diğer teşebbüslere borç verirler. Federal hükümet ve eyalet hükümetleri bu finansman sisteminin güvenliğini ve güvenilirliğini garantilemek ve yatırımcıların sağlıklı karar verebilmelerine yönelik serbest bilgi akışını sağlamak amacıyla ayrıntılı kurallar ve düzenlemeler geliştirmişlerdir.

Gayri safi milli hasıla (GNP), belirli bir yıl üretilen mal ve hizmet düzeyini belirler. Birleşik Devletler'de GNP düzenli bir biçimde artmış ve 1983'te 3,4 trilyon doların üstündeyken 1998'de yaklaşık 8,5 trilyon dolar olmuştur. Bu veriler, ekonominin sağlığını ölçmeye yararsa da, ulusun durumunu her açıdan ölçemez. Gayrı safi milli hasıla bir ekonominin ürettiği mal ve hizmetlerin piyasa değerini gösterir; fakat, bir ulusun yaşam niteliğini ortaya koyamaz. Sözgelimi, bireysel mutluluk ve güvenlik, temiz bir çevre ve sağlık gibi bazı önemli değişkenler, tümüyle bu göstergenin dışında kalır.



DOLAR
Dolar sözcüğü, 16. yüzyıldan sonra Alman para birimi olarak kullanılan "Thaler" in değişmiş bir şeklidir. Amerika'nın keşfinden sonra İspanya Kralları tarafından yaratılan gümüş parayı ifade eden "Dolera" dan gelmektedir.

Dolar, 22 Haziran 1776'dan beri Amerika Birleşik Devletleri'nin para birimidir. ABD bağımsızlığına kavuşunca dolar, gümüş para olarak basılmaya başlandı ve 1786'da ağırlığı 24,3 gram olarak belirlendi.

1792'de bimetallizm (çift metalli sistem) uygulanarak tanımın kapsamına altın da alındı; 1 dolar, 24,06 gram saf gümüş ve 603,8 miligram saf altına eşit sayıldı. ABD Doları 100 cent'e ayrılmaktadır. Amerikan Doları’ndan türeyen Kanada Doları da aynı şekilde 100 cent'e bölünmüştür.

Altından kaçış karşısında 1837'de tanım değişti. 1849'da Kaliforniya'daki altın yataklarının keşfedilmesinden sonra ise ilk altın dolarlar basıldı. Ne var ki, boyutları çok ufak olan bu paralar fazla yaygınlaşmadı. 1933-34 yıllarında bütün altın paralar devlete devredilerek altın külçe sistemine geçildi. Bu sistemle altın-dolar paritesi 1 ons altın (yaklaşık 31 g) = 35$ olarak saptandı ve dolanıma sürülecek dolarlar için %25 altın karşılık bulundurma zorunluluğu getirildi. ABD içinde dolarların altına çevrilmesi de yasaklandı ve altın rezervlerinin yalnız dış taleplerin karşılanmasında kullanılması öngörüldü.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Bretton-Woods sistemi, dolara bütün uluslararası işlemleri düzenlemek gibi çok önemli bir işlev tanıyarak, bu para birimini "anahtar para" durumuna getirdi. Ancak 1971'de ABD, sahip olduğu altın rezervleri ile yaratılmış olan dolar hacmi arasındaki açığın büyük boyutlara erişmesi karşısında, doların altına konvertibilitesini kaldırdı.



WİLSON İLKELERİ
1918 yılının başında, tüm uluslarda savaşa karşı bıkkınlık ve barış özlemleri açıkça görülüyordu. Milyonlarca insan ölmüş, açlık ve sefalet tüm Avrupa'yı etkilemişti.

1. Dünya Savaşı'nda ise hangi tarafın kazandığı kesin belli olmamakla beraber, savaş uzadıkça İtilaf Devletleri'nin kazanacağı görülüyordu. 1917 yılında Almanya ve Avusturya'nın barış girişimleri ile İtilaf Devletleri'nin barış koşullarını ağırlaştırmak istemeleri yüzünden başarılamamıştı. İşte bu ortam içerisinde Başkan Wilson, barışın esaslarını saptayan "14 Nokta" sını açıkladı.

8 Ocak 1918'de Kongre'ye gönderdiği mesajda, barışın ve ondan sonra dünya da demokrasinin ve küçük milletlerin bağımsızlığının esaslarını saptamaya çalışıyordu. Başkan Wilson'un bu çabalarından haberi olan Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, 27 Aralık 1917'de Fransa'nın savaş amaçlarını açıklarken, Fransa'nın istila amacı gütmedigini, köle hayatı yaşayan Doğu Halklarına kendi kaderlerini kararlaştırmak hakkını verecek "uluslar prensip" için savaştıklarını belirtiyorlardı.

İngiltere Başbakanı Lloyd George ise 5 ocak 1918'de yaptığı konuşmada, Türklerin başkentinde kökleri, Türk Halkı'na dayanan bir Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığına karşı olmadıklarını belirtti. Böylece hem Wilson tatmin edildi hem de İttifak Devletleri savaşmaktan kurtulacaklardı.

Daha sonra eklenenlerle birlikte 27'ye ulaşan bu noktalar, 11 Şubat'da Wilson'un bir konuşmasında, devletlerin yeni topraklar kazanamayacakları, savaş tazminatı alınamayacağını açıklanmasıyla özet olarak şu esasları belirliyordu:
* Barış antlaşmaları açık olacak.

* Karasuları dışında, savaş ve barışta denizlerde mutlak serbesti bulunanak.

* Uluslararası bütün ekonomik engeller kaldırılacak ve eşitlik sağlanacak.

* Ülkelerin silahlanmayı bırakıp, yalnızca iç güvenlikleri seviyesine indirilmesi için karşılıklı garanti verilecek.

* Sömürgeler üzerindeki isteklerin serbestçe ve tam yansızlıkla
incelenerek, bu bölgeler halkının çıkarların gözönünde tutularak sonuca bağlanması sağlanacak.

* İşgal edilmiş Rus Toprakları boşaltılacak ve Rusya'ya kendi gelişmesini sağlaması için her tür imkan verilecek.

* Belçika'nın egemenlik haklarına dokunulmaksızın, boşaltılıp yeniden kurulacak.

* İşgal edilen Fransız Topraklarının boşaltılıp, Almanya'nın 1871 yılında
Alsas-Loren'i almakla yaptığı hatanın düzeltilmesi, yani bu toprakların tekrar Fransa'ya geri verilmesi ve barışın garanti altına alınması sağlanacak.

* İtalyan sınırları ulusal esaslara göre düzeltilecek.

* Romanya, Sırbistan, Karadağ Topraklarının boşaltılması- Sırbistan'a denizden serbest bir kapı verilmesi, Balkan Devletleri'nin ilişkilerinin ulusallık bakımından, tarihsel esaslara göre dostça düzenlenmesi, Balkan Devletleri'nin siyasal ve ekonomik bağımsızlıkları ve sınırlarının dokunulmazlığı için uluslararası garantiler verilmesi sağlanacak.

* Osmanlı İmparatorhığu'nda, Türkler'in oturdukları bölgelerin bağımsızlığının sağlanması; Türk egemenliği altında bulunan diğer uluslara da özerk bir gelişme için tam ve engelsiz bir fırsatın sağlanması; Boğazlar'ın uluslararası garanti altında bütün devletlerin ticaret gemilerine açılması sağlanacak.

* Denizden bir kapısı bulunan bağımsız bir Polonya kurulacak.

* Büyük ve küçük ulusların, siyasal bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin karşılıklı güvenliğinin garanti altına alınması amacı ile bir millet teşkilatı kurulacak.
Bu bildirinin yayınlanmasında Wilson'un insanlık ve barış inancının bulunduğunu kabul etmekle beraber, açıklamanın yeterli olamayacağını belirtmek gerekir. Rusya'nın, Almanya ile ayrı bir barış yapma hazırlıkları içinde olduğunu gören Wilson, Rusya'nın bu isteğinden vazgeçeceğini umuyordu. Çünkü Rusya'nın savaştan ayrılması, Almanya'nın Doğu Cephesi'ni boşaltacak ve buradaki kuvvetlerini aktararak ve İtilaf Devletleri'nin işini zorlaştıracaktı.

Lenin'in "ulusların kendi kaderini tayin etmeleri" sloganına karşı Wilson, ulusların demokrasilere özgü olarak kendi kaderlerini ve bağımsızlıklarını sağlamaları garantisi için Milletler Cemiyeti kurulmasını getiriyordu.

Bunlardan da önemlisi bu bildirinin arkasında yatan başka bir gerçek daha vardı. ABD, 20. yüzyılda, emperyalist bir aşamaya erişmiş ve deniz aşırı ticaret yapmak için olanakların kısıtlanmış olduğunu görmüştü. Çünkü dünyanın 2/3'ü İngiliz, Fransız ve diğer devletlerin sömürgesi halinde idi. Sömürgelerde ticaret yapma olanakları kısıtlıydı. Eğer sömürgecilik yıkılırsa, bunun yıkılışını sağlayan ABD, bu sayede dünya ticaretine kolaylıkla ağırlığını koyabilecekti.

Gerçekten de dünyada sömürgeciliğin yıkılışının teorisini Wilson ilan etmiş, uygulamasını da Türkiye göstermiştir. Bildirinin etkisi, özellikle İttifak blokunda görüldü. "Wilson Bildirisi" esaslarına dayanarak barış yapılacağına göre, yenilenler fazla birşey kaybetmiyeceklerdi. Bu sebeple yıpranmış olan Avrupa Kamuoyu'nda barış eğilimleri görülmeye başladı.

Bildiri Orta Doğu'da, Türk Kamuoyu'nda olduğu kadar Ermeni, Rum ve Araplar üzerinde de etki yaptı. İtilaf Devletleri'nin verdikleri söze ve Wilson Prensipleri'ne göre kendilerine bağımsız devlet kurma hakkı tanıyacaklarına inanıyorlardı. Gerçekte İngiltere ve Fransa bu programı benimsememişlerdi. Fakat Başkan Wilson'a karşı sayılacak açıklamalardan da kaçındılar.

Savaşın kendi lehlerine geliştiğini gören bu iki ülke, yenilgiyle çıktıktan sonra savaşın nimetlerinden de yararlanmayı düşünüyorlardı. Almanya ve Avusturya Kamuoylarında ise bu 14 nokta, "adalete uygun sürekli bir barışın" sembolü olarak karşılandı

6842
Tarih / Türklerin İlk Yurdu ve İlk Türk Devletleri
« : Eylül 14, 2007, 03:17:50 ÖÖ »
Türklerin ilk yurdu

Türklerin ilk ve anayurdu Orta Asya’dır.Orta Asya’nın sınırları şöyledir :

Doğuda Kingan ( Kadırgan ) Dağları ,
Güneyde Hindikuş , Karanlık dağları
Batıda Hazar Gölü ,
Kuzeyde Sibirya ovaları ile çevrili toprak parçasıdır.

Türklerin burada yaşayışları

Türklerin Orta Asya‘daki yaşayışlarının , bulundukları yerin iklimi, bitki örtüsü ve yeryüzü şekilleri belirlemişti . Bu nedenle Türkler , ana yurtta , tarım ticaret ve daha çok hayvancılıkla geçinirlerdi .

Türklerin Yerleştikleri Bölgeler

Orta Asya ‘da yaşayan Türkler çeşitli nedenlerle ana yurtlarından göç ettiler . Tarihte buna Büyük Göçler diyoruz .

Göçlerin en büyük nedeni ekonomik nedenlerdir . Yurtlarında iklim değişikliği sonucu oluşan kuraklık , toprakları verimsizleştirdi . Ortaya çıkan geçim sıkıntısı ve artan nüfusa toprakların yetmemesi göçe neden olmuştur .


Göçlerin nedenlerini ;

İklim koşulları ve ekonmik güçlükler ile ,

Türk boyları arasındaki mücadeleler ve dış baskılar şeklinde özetleyebiliriz .



Kavimler Göçü

Asya Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Hunlar dağıldı . Hunlar’ın bir bölümü Balkaş gölü ile Aral gölü arasındaki topraklarda yaşamaya devam etti. Bir süre sonra buradaki Hunlar diğer Türk boylarının da onlara katılmasıyla yeniden güçlendi . Balamir zamanında Türkler Hazar Gölünün Kuzeyinden batıya doğru ilerlemeye başladılar . Avrupa’da bütün kavimler birbirine baskı yaparak yer değiştirdiler . Avrupa’nın siyasi haritasının değişmesine neden olan ve toplumları etkileyen bu olaya tarihte Kavimler Göçü denir ( 375 ). Kavimler göçü sonunda :

Roma İmparatorluğu Batı ve doğu Roma olmak üzere ikye ayrıldı

Daha sonra Batı Roma yıkıldı

Çok önemli değişikliklerin olmasına sebep olan kavimler göçü (375 ) ile İlk çağ sona erdi

Bu göçlerin sonunda Tuna nehri boylarına kadar gelen Hunlar burada Avrupa Hun Devleti’ ni ( Batı Hun Devleti ) kurdular .

Avrupa Hun Devleti

Avrupa Hun Devleti , Ural dağlarından Tuna nehrine kadar uzanan Orta ve Doğu Avrupa topraklarında kuruldu . Devletin en ünlü hükümdarı Atilla ‘dır . Atilla önce Doğu Roma İmparatorluğu üzerine seferler yaptı daha sonra Batı Roma İmparatorluğu üzerine de seferler yaptı . Devlet bir süre sonra yıkıldı .


Göktürk Devleti

Göktürk Devleti , Türk tarihinde ulus adımız olan Türk adı ile kurulan ilk devlettir . 552 yılında kurulan ve bağımsız olan bu devletin kurucusu ve ilk hükümdarı Bumin Kağan'dır .Devletin merkezi Ötüken’dir . Bumin Kağan Orta Asya’daki bütün Türk boylarını egemenliği altında topladı . Kardeşi İstemi‘yi Batı ülkelerine "yabgu" olarak atadı .

Bumin kağan ölünce yerine oğlu Murat Kağan Hükümdar oldu . Murat kağan, devleti İstemi Yabgu ile birlikte yönetti . Bu dönemde İpek Yolu , Türklerin denetimine girdi . Türkler, Çin’e üstünlüklerinin kabul ettirdiler . Devlet 582 yılında önce Doğu Göktürk Devleti ve Batı Göktürk Devleti olmak üzere ikiye ayrıldı . Ayrılıştan bir süre önce Doğu Göktürk Devleti 630 yılında çin egemenliğine girdi . Daha sonra 658 yılında Batı Göktürk Devleti de Çin
egemenliğine girdi .



Kutluk Devleti ( 2. Göktürk Devleti )

Çin egemenliğinde yaşamak istemeyen Türkler her fırsatta isyan ettiler . Bağımsızlığa alışkın olan Türkler sonunda Kutluk adındaki bir kahraman yönetiminde bağımsızlıklarını kazandılar ( 682 ) . Kutluk kağan , Ötüken’e sahip olarak 2. Göktürk Devletini kurdu. Bu devlete kurucusundan dolayı Kutluk Devleti de denir .

Kutluk kağan Çinlilere karşı başarılar kazanarak devletin topraklarını genişletti. Onun en önemli yardımcısı değerli devlet adamı vezir Tonyukuk idi . Kutluk Kağan Devletinin en parlak dönemi Bilge Kağan zamanıdır . Bilge Kağan , devlet başkanı kardeşi Kültigin ise ordu komutanı idi . Yaşlı ve tecrübeli Tonyukuk da vezir görevi ile Bilge Kağan’nın yanında yer aldılar , Göktürk devletine en parlak dönemini yaşattılar. Önce Tonyukuk sonra Kültigin‘nin ölümü üzerine yalnız kaldı Bilge Kağan‘ın da ölümü üzerine devlet zayıfladı ( 734 ) Uygur Basmil ve Karluklar ayaklandılar , Kutluk Devleti’ni yıktılar ( 744 )



Uygur Türkleri

Uygurlar önceleri Hunların , daha sonra da sıra ile Avarların , Göktürklerin egemenliğinde yaşadılar. Daha sonra Karluklar ve Basmiller ile birleşip 2. Göktürk Devletine son verdiler . Kutluk Bilge Kül , Karabalgasun merkez olmak üzere Uygur Devletini kurdular ( 744 ) . Uygur egemenliği Yüzyıl kadar sürdü . Uygur‘lar önceleri Kırgızların saldırılarına uğradılar , ülkede iç karışıklıklar çıktı 13. yy başlarında Moğolların egemenliği altına girdiler. Bundan sonra siyasi varlıkları sona erdi .


Atın evcilleştirilmiş olması , araba ve tekerleğin bilinmesi göçleri kolaylaştırmıştır . Göç eden Türklerin bir kısmı Maveraünnehir'e ( Seyhun – Ceyhun arası ) bir kısmı Ural dağları ile Volga ( İtil ) ırmağı boylarına gittiler . Diğer bir kısmı ise Altay dağları taraflarına , başkalarıda Çin’de Kansu bölgesine , Güneye gidenler ise Hindistan’a yerleştiler .

Göçler uygarlıkların yayılmasına yeni kültürlerin doğmasına neden oldu . Göç etmeyen Türk boyları yurtta kaldılar , burada devletler kurdular . Türklerin büyük göçlerden sonra kurdukları ilk Türk devleti Asya Hun ( Büyük Hun ) Devleti‘dir.

Büyük Hun Devleti ( Asya Hun Devleti )

Tarih bilgilerimize göre Orta Asya’da kurulan ilk Türk devleti Büyük Hun Devleti’dir . Hunlar’ın bilinen ilk hükümdarı Teoman’dır . Hunlar Ötüken’i merkez yaptılar , özellikle Çinlilerle mücadele etmişlerdir . Türklerin saldırıları karşısında Çin'liler günümüze kadar kalan ünlü Çin Seddi‘ni yapmışlardır .

Çin Seddi ‘nin 2200 km uzunluğunda olması bize Türk saldırılarının çok fazla olduğunu ve Çinlileri çok rahatsız ettiğini göstermektedir.

Teoman’dan sonra yerine büyük oğlu Mete geçti ( M.Ö. 209 ) . Mete Han güçlü bir ordu kurup , Asya‘daki bütün Türk boylarını Hun yönetimi altında topladı ve Çinlilerle savaştı . Mete Han’ın ölümünden sonra Hunlar bir süre daha Asya’daki güçlerini korudular . Türk beyleri ile evlenen Çin Prensleri beyleri birbirine düşürdüler . Çinliler Türkleri savaş yoluyla yenemeyeceklerini anlamışlardı . Bu nedenle “Böl ve Yönet “ uygulamasıyla Hun Devleti’ni yıkmayı başardılar. Parçalanan Hun Devleti önce Kuzey ve Güney Hunlar olarak M.S. 48 yılında ikiye ayrıldı . Çinliler bundan sonra önce Kuzey HunDevleti’nin daha sonra da Güney Hun Devleti’nin varlığına son verdiler (M.S. 3. Yüzyıl)

6843
Tarih / Atatürk ilkeleri
« : Eylül 14, 2007, 03:12:44 ÖÖ »
1. Cumhuriyetçilik: Ulusal egemenlik ve temsil anlayışını yerleştirmek, yani halkın devlet yaşamına etkin bir biçimde katılmasını sağlamak.

2. Milliyetçilik: Ulusal Ant (Misak-ı Milli) ile sınırları belirlenmiş olan ülkemizde, ulusal birliği, toplumsal saygıyı, bireyin kişiliğine ve özgürlüğüne değer vermeyi amaç edinmektir.

3. Halkçılık: Herşeyden önce devleti halkın devleti yapmaktır. Bu da halkın demokratik bir toplum durumuna getirilmesiyle olacaktır. Halkçılık, ulusun kendi geleceğine egemen kılınması demektir.

4. Devletçilik: Demokratik bir yapıya kavuşmuş olan devlet ve toplum yaşamında dengeli ve planlı bir ekonomik kalkınma modeli oluşturmak, tam bağımsızlığın ekonomik bağımsızlığı da içerdiğinin bilincinde olmak, bireylerin özel girişimini esas tutmakla birlikte kamu çıkarını yakından ilgilendiren konularda, devletin etkinliğine öncelik tanımaktır.

5. Laiklik: Din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak, yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüklerini tanımaktır. Devletin demokratik, bağımsız; ulusun özgür olabilmesi Laikliğin tam olarak yerleşmesine bağlıdır. Laiklik, inanç ile akıl ve pozitif bilimin sınırlarını kesin olarak çizen temel ilkedir.

6 .İnkılapçılık: Siyasal, sosyal ,ekonomik düzendeki ayrıcalıkları ortadan kaldırmaktır, çelişkileri aşmaktır. Türk devrimi, Türk toplumunu her yönüyle ve kurumuyla çağdaş bir toplum durumuna getirmektedir

6844
Tarih / lozan antlasmasi
« : Eylül 14, 2007, 03:11:55 ÖÖ »
Lozan Antlaşması, pek çok yönden önem taşımaktadır. Öncelikle, Türkiye’nin bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası topluma kabul edilmesi sağlanmıştır. Lozan ile Misak-ı Milli hedeflerine çok büyük ölçüde ulaşılmıştır. Lozan Konferansı sırasında kapitülasyon olarak nitelenen ve ülkenin iç işlerine karışma yetkisi veren ayrıcalıklar uzun süre tartışılmıştır. Sonuçta kapitülasyonların kaldırılması ve Osmanlı borçlarının ödenmesinin makul bir takvime bağlanması kararlaştırılmıştır. Antlaşma, bu açıdan bir ekonomik bağımsızlık belgesi olma özelliğine de sahiptir.
Ayrıca, Lozan, yaklaşık yüzyıldır devam eden Türk-Yunan çatışmasını sona erdirerek, ulaşılan barışla iki ülke arasında bir denge oluşturması bakımından da önem taşımaktadır.
I. Dünya Savaşı sonunda galip güçlerce dikte ettirilen ve ağır şartlara sahip barış antlaşmaları II. Dünya Savaşı’na zemin hazırlarken, Lozan’da karşılıklı pazarlıkla barışın güvencesini oluşturan bir düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle, Savaş’ı bitiren antlaşmalar içinde halen uygulanan sadece Lozan’dır. Tabiatıyla, bunda Türkiye’nin Atatürk’ün belirlediği Yurt’ta Sulh, Cihan’da Sulh ilkesine sadık kalması ve Lozan Antlaşmasının hükümlerinin uygulanmasında da bu ilkeyi gözetmesinin rolü büyüktür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri, Lozan Antlaşmasında da yer almıştır. Buna göre, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye’de yaşayan ve Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşit ve aynı haklara sahip Türk ulusunu oluşturmaktadır. Antlaşmada Türkiye'de yaşayan Hıristiyan kökenli Rum ve Ermeniler ile Museviler azınlık olarak tanımlanmış ve mal, mülk ve ibadet hakları güvence altına alınmıştır.
Antlaşma ile Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapılmasına karar verilmiş, bunun sonucunda 1924 yılında yaklaşık bir milyon Hıristiyan-Rum Yunanistan'a, beş yüz bin Müslüman-Türk de Türkiye'ye göçetmiştir.

Sınırlar
• Türkiye Suriye sınırı, Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması’na göre kabul ediliyor.
• Irak sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için bu konuda İngiltere ve Türk Hükümeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.
• Türk-Yunan sınırı Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edilmiştir. Meriç Nehri'nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu‘da yaptığı tahribata karşılık alınacak savaş tazminatına karşılık elde edilmiştir. Ayrıca Gökçeada ile Bozcaada bizde, diğer Ege adaları Yunanistan’da kaldı. Yunanistan, Türk sınırına yakın olan adalarda asker bulundurmayacaktı.
• Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı (En büyük siyasi başarı)
• Azınlıklar: Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilerek hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacaktı. Batı Trakya’daki Türklerle İstanbul’daki Rumlar dışında Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ve Yunanistan’daki Türkler mübadele edileceklerdi..
• Savaş Tazminatları: I.Dünya Savaşı nedeniyle istenen savaş giderlerinden kurtulunmuştur.
• Devlet Borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan devletlere bölüşüldü. Türklere düşen bölüm taksitlendirme ile kağıt paraya göre ödenecekti. Düyun-u Umumiye de böylece tarihe karışmaktadır.
• Boğazlar: Boğazlar, üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla uluslararası bir kurul oluşturulmasına ve bu düzenlemelerin “Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesi kararı alınmıştır.(Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nde değiştirilmiştir.)
• Musul, Boğazlar ve Hatay sorunları Lozan’da çözülen sorunlardır.

Önemi:
• Bir çok sınır problemi çözülerek Türkiye'nin ve komşularının barış içinde yaşaması sağlanmıştır.
• Misak-ı Milli sınırları büyük ölçüde sağlanmıştır.
• Türkiye tarihinde yeni bir dönem başlatmıştır. Sevr Antlaşması geçersiz kılınmıştır.
• Türk ulusu adına, I. Dünya Savaşı'nı bitiren antlaşmadır.
• Yeni Türk devleti Dünya'daki devletlerin çoğu tarafından kabul görmüştür.
• Türkiye tarafından konulan koşullara Dünya devletleri uymak zorunda kalmışlardır
• Türk ulusunun tam bağımsızlığı kanıtlanmıştır.

Musul meselesi
26 Kasım 1922 tarihindeki oturumda gündeme gelen Musul Sorunu Konferans'ta Lord Curzon’un Türkiye’nin doğu sınırını ele almaktan kaçınarak Türkiye-Irak meselesini gündeme getirmesinin sebebi, Irak’taki durumun belirsiz ve karmaşık bir halde bulunması, buradaki İngiliz menfaatlerinin tehlikeye girmesi ve ABD ile Fransa gibi devletlerin de bölgede menfaat aramaya başlamalarıydı. Aynı günkü oturumda İsmet Paşa’nın ortaya koyduğu Türk tezi Misak-ı Millî’de belirtilen millet ilkesine, etnik, coğrafi, tarihi, siyasî ve ekonomik sebeplere dayandırılıp İngilizlerin öne sürdüğü tezlerin geçersizliğini ispat ediyordu.

Türk delege heyeti ve başkanının genel bildirisi
Lozan Konferansına katılacak Türk Delege Heyeti 8 Kasım 1922 günü doğu ekspresiyle İstanbul'dan hareket etmiş ve 11 Kasım 1922 akşamı Lozan'a varmıştı. Delege Heyeti şöyleydi.
Lozan Türk Delege Heyetinin İsim Listesi:
Baş Murahhas : İsmet Paşa (İNÖNÜ)
Murahhaslar : Rıza Nur Bey
Hasan Bey (SAKA)
Müşavirler : Münir Bey (ERTEGÜN)
Muhtar Bey (ÇİLLİ)
Veli Bey (SALTIK)
Zülfü Bey (TİGREL)
Zekai Bey (AYAYDIN)
Celal Bey (BAYAR)
Şefik Bey (BAŞMAN)
Şeniyettin Bey (BAŞAK)
Şevket Bey (DOĞRUKER)
Tevfik Bey (BIYIKLIOĞLU)
Tahir Bey (TANER)
Nusret Bey (METYA)
Hikmet Bey (BAYUR)
Zühtü Bey (iNHAN)
Fuat Bey (AĞRALI)
Mustafa Şeref Bey (ÖZKAN)
Şükrü Bey (KAYA)
Hamit Bey (HASANCAN)
Cavit Bey
Hayım Naum Bey
Baha Bey
Matbuat Müşavirleri : Ruşen Eşref Bey (ÜNAYDIN)
Yahya Kemal Bey (BAYATLI)
Umumi Katip ve Müşavir Tercüman
Katipler : Reşit Saffet Bey (ATABİNEN)
Hüseyin Bey (PEKTAŞ)
Ali Bey (TÜRKGELDİ)
Mehmet Ali Bey (BALİN)
Cevat Bey (AÇIKALIN)
Celal Hazım Bey (ARAR)
Saffer Bey (ŞAV)
Süleyman Saip Bey (KIRAN)
Rıfat Bey
Doktor Nihat Reşat (BELGER)
Türk Delege Heyeti Başkanı, Lozan yolculuğu sırasında heyet mensuplarına ilk Başkanlık Genel Bildirisini 11 Kasım 1922'de tebliğ etmişti. Bir askeri karargah titizlik ve disiplini telkin eden bu bildiri, konferansın devam ettiği sürece heyet mensuplarının çalışma ve davranışlarını düzenleyen bir devamlı talimat niteliğindedir. Bu talimattaki öğüt, tavsiye ve direktifler bu gibi önemli konferanslara katılacak heyetler için yapılaması gereken aydınlatma ve uyarmalara güzel bir örnektir:

"Başkanlık Genel Bildirisi"

1. Başkanlığı ile şeref duyduğum heyetimiz sayın mensuplarına yabancı memlekette samimi bir elbirliğiyle, fakat sıkı bir düzen içinde çalışmaların başarı dayanağı olduğunu ifade ederek, çalışma tarzı hakkındaki görüşlerimi aşağıda sunuyorum:
En genç katip arkadaştan en yaşlımıza kadar herkesin, delege heyetinin başarısı yalnız kendi yetenek ve çabasına bağlıymış kanısı ile ilgisiyle çalışması başlıca önem taşır.
2. Memleketin, en büyük davasını emanet eylediği arkadaşlarımın, yabancı memleketteki davranışlarıyla da seçkinlik göstereceklerinden şüphem yoktur. Bu noktayı söyleyişim, özel hayata hiçbir suretle karışmak zihnimizden geçtiği için değil, delege heyeti içinde bulunanların özel hayatlarının dahi resmi çalışmaları yararlı veya zararlı olarak etkiliyebileceğinden ve bu sebeple resmi görevi ilgilendirebileceğinden dolayıdır.
3. Gizlilik kesin olarak gerekir. Hizmetimizde bulunan uşaktan başlayarak bütün çevremizin casuslarla çevrili olabileceğini bir an unutmamalıyız. İçimizde, görevini ilgilendiren maddelerin, yayılması önem taşımayan tek kimse yoktur. Delege heyetinin en gizli tutmak istediği bir esas, genç bir katip arkadaşınr, elinden düşüreceği bir kayıtla veya yemek yerken arkadaştan esirgenmeyecek birkaç kelime ile yayılabilir. Kesin kural olarak, çalışma daireleri dışında görevden konuşmak yasaktır ve herkes diğeriyle zorunlu olarak görevle ilgili konuşma yaparken çevresinin emniyette olduğuna dikkat etmeye alışmalıdır.
4. Delege heyetinin hayatı, genel olarak toplu ve tahmin olunduğuna göre iki üç otelde geçecektir. Çalışma saatleri vakit vakit tarafımdan tayin olunacaktır. Ancak amirler maiyetlerinin çalışma saatlerini çoğaltabilirler. İstenilen işin sonuçlandırılması için gece ve gündüz aralıksız çalışmak genel olarak esastır. Ve tereddütsüz istenecektir.
5. Şehir dışında seyahat ve ikamet izni, bütün heyet mensupları için, yalnız Delege Heyeti Başkanı tarafından verilebilir.
6. Delege Genel Heyeti görev bölümü bakımından dairelere ayrılmıştır. Üç delege, Delege Heyetini teşkil ederler. Diğer teşkilat, Delege Heyeti Başkanına bağlı olmak üzere, aşağıda yazılmıştır.
I ci Daire - Yazı İşleri Heyeti: Genel katibin emri altındadır. Genel olarak konferansın yazı işlemlerini idare eder. Bu işlemler; evrak, yazı işleri, tercüme, zabıt ve haberleşmelerin konferans çevresinde ulaştırılması işleridir. Genel katibin her daire ile irtibatta bulunmaya hakkı vardır. Gerek delege heyeti içinden ve gerek dışardan Delege Heyeti Başkanlığına gelecek bütün evrak birinci daireye verilir. Gece ve gündüz Yazı İşleri Heyetine gelen evrakın geliş zamanı tarih ve saatiyle tespit olunacaktır.
II nci Daire - Dışişleri: Dışişleri Hukuk Müşaviriyle Siyasi İşler Müdüründen kurulmuştur. Şifre ve memleketle haberleşme, kurye işlemleri de bu daireye aittir.
III ncü Daire - Müşavere heyeti: Mali, iktisadi ve bayındırlık müşavirleri,
IV ncü Daire - Müşavere heyeti: Hukuki ve siyasi müşavirler,
V nci Daire - Müşavere heyeti: Savunma - kara ve deniz- müşavirleri,
Sayın müşavirlerin uzmanlıkları, devletin genel sorunları ile bağlantılı olduğundan, kendilerinin yalnız bir uzmanlık dalında gösterilmeleri ancak teknik sorunların hazırlanmasını kolaylaştırmak içindir.
Delege Heyetinin, Müşavere heyetleriyle beraber devamlı olarak ve duruma göre kısmi veya genel toplantılar yapması tabiidir. Her Müşavere heyetinden bir üyenin delege heyeti ile temasta bulunmaya arkadaşları tarafından memur edilmesini rica ederim. Bu irtibat üyelerinin görevi Müşavere Heyetlerine, Delege Heyetinin istek ve tebliğlerini ivedilikle duyurabilmektir.
VI ncı Daire - Basın: Müderris Yahya Kemal Beyle Ruşen Eşref Beyden kurulmuştur. Bu Daire Delege Heyetinin görüşlerini basında yaymak ve basının müracaatlarını karşılamakla görevlidir. Altıncı Dairenin diğer bir görevi, Delege Heyetine her gün haber alma özetleri hazırlamaktır. Genel heyeti teşkil eden arkadaşlardan her biri her gün belli bir iki gazete okuyarak kısa bir özetini basın idaresine verecektir. Kime hangi gazete verileceğini ayrıca tayin edeceğim. Bu konuda altıncı daireden teklif beklerim. Gazete küpürlerinin bir deftere yapıştırılması pratik bir usuldür. Altıncı Dairenin önemli bir görevi de Delege Heyeti konferans salonuna gitmeden önce, bir gün önceki özetlerden ve son olaylardan bilgi vermektir. Haberalma bakımından bütün heyet mensupları gayret ve himmet göstermekle ödevlidirler. VII nci Daire- Koruma: Bu dairenin amiri Atıf Beydir. Baş Delege Dairesiyle bütün büroların koruma ve emniyetine nezaret ederler. Aslında her kağıdın ve her işin sorumlu olan birinci muhafızı, o kağıdın ve o işin sahibidir. Yedinci Dairenin koruma görevleri genel tedbirlerle ilgilidir. Hiç bir dairenin masa üzerinde yazılı veya yazısız kağıt bırakmaması esastır. Masa başında çalışan kimse ayrıldıktan sonra meydanda kağıt görülmemelidir. Bu konuda önemle ısrar ederim. Lüzumsuz yazılı kağıtlar yakılarak yok edilir. Çalışma odalarına delege heyetinden başka kimse kabul olunamaz. VIII nci Daire - Mutemet: Doğrudan doğruya Başkana bağlı olarak mali durum ve harcamalarla ilgili sorunlar için her gün Başkanla direkt olarak irtibatta bulunur. Genel olarak avans üzerine ödeme yoktur.
Heyetin tertip edildiği kuruluş yukarıdadır. Daireleri, numaralarıyla söylemeye alışmalıdır.
7. Konferansın damgalı kağıtları üzerine özel haberleşmeler yapılamaz.
8. Delege Heyetimiz adına basına ve diğer makamlara beyanat yalnız Baş Delege tarafından yapılır. Heyetimizin bütün mensupları beyanatta bulunmaktan dikkatle sakınacaklardır. Basın idaresinin talimatımıza dayanan yayınlarının, başlıca genel katip ve dışişleri dairesi tarafından izlenmesi gerekir, bundan başka sayın müşavirler de sakıncalı yayınlar ve yaymalar farkederlerse hemen duyurmalıdırlar. Duruma göre heyet mensuplarından bazıları belli sorunlar üzerine açıklamada ve beyanlarda bulunmaya ancak, Delege Heyeti Başkanı tarafından görevlendirilebilirler. Bir görev için, Delege Heyetinin bir yerde bulunması üç delege ile genel katip ve dışişleri dairesinden bir müşavirin ve yedinci daireden bir veya iki memurun beraber bulunması demektir. Delege heyetinin beraberinde sayın müşavirlerin dahi bulunması gerektiği zaman onların sayı ve adları önceden bildirilir.
9. Delege Heyetinin ikamet edeceği yerde çalışma daireleriyle birinci, ikinci, yedinci, sekizinci ve mümkün oldukça altıncı dairelerin bulunması zorunludur."
Başkanlığın bu talimatiyle heyet mensuplarına gizlilik, dikkat, emniyet, görev bölük ve düzeni konularında direktifler verilmekle ve özellikle günlük çalışma süresi bakımından kendilerinden feragat ve fadekarlık istenmekteydi

6845
Tarih / mondros mütarekesi
« : Eylül 14, 2007, 03:11:23 ÖÖ »
1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.
3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.
5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.
6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.
7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.
8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.
9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.
10- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.
11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.
12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.
13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)
15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri'nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına teslim olunacaktır.
17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.
19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya tebası, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.
20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletleri'ne teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.
21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.
22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri'nin nezdinde kalacaktır.
23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.
24- Vilayeti sitte adı verilen 6 vilayet(Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis)'te karışıklık çıkması halinde bu vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkına İtilaf Devletleri sahip olacaklardır.
25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir
Osmanlı Padişahı şartları ağır buldu. Başbakan İzzet Paşa da Türk heyetinin iyi karşılanması sebebiyle Amiral Caltrop'a teşekkür mektubu gönderdi. İki devlet arasındaki dostluk ilişkilerinin bir daha bozulmamasını diledi.
Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal ise, bir yandan hükümeti uyarırken diğer taraftan ordunun takviye edilmesini istiyor ve ülkenin savunulmasında ısrar ediyordu. Tekliflerinin dikkate alınmadığını gören Mustafa Kemal, komutayı hemen teslim etmek üzere yerine görevlendirilecek kişinin süratle gönderilmesini talep etti ve müteakiben de İstanbul'a gitmek için yola çıktı. (
25 Maddeden oluşan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti'nin devlet olma özelliğini ortadan kaldıran; Ordu bağımsızlığını yok eden; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı topraklarım işgal hakkı sağlayan özelliklere sahipti.
Mütarekenin en önemli maddesi de, İtilaf Devletleri'ne ülkenin stratejik noktalarını işgal hakkı sağlayan 7 nci maddesi idi.
Nitekim 7 nci madde hükümlerine dayanarak Fransızlar; 7 Aralık 1918'de Antakya'yı, müteakiben İskenderun'u, 20 Aralık'da Adana'yı, 29 Aralık'da Tarsus'u işgal ettiler. İngilizler; 13 Ocak 1919'da Kilis, 15 Ocak'da Antep, daha sonra Urfa ve Maraş bölgelerini işgal ettiler. Ancak İngilizler, bu bölgeleri bilahare Fransızlar'a terk ettiler. İtalyanlar ise; 22 Mart 1919'da Antalya ve Burdur, 11 Mayıs'da Bodrum, 12 Mayıs'da Fethiye ve Marmaris'i işgal ettiler.
Nihayet 15 Mayıs 1919'da da Yunanlılar İzmir'i işgal ederek ilk iki gün içinde 2. 000 civarında Türk'ü katlettiler. İtilaf Devletleri'nin işgalleri devam etti ve bir süre sonra tüm ülke genelinde yaygınlaştı.

6846
Tarih / sevr antlaşması
« : Eylül 14, 2007, 03:10:52 ÖÖ »
Sevr Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile savaşta yenilmiş kabul edilen Osmanlı Devleti arasında 10 Ağustos 1920'de imzalanan barış antlaşmasıdır. Hiç uygulamaya girememiştir.
İtilâf Devletleri Osmanlı Devleti ile hemen barış yapmaya yanaşmıyorlardı. Hazırlayacakları barış şartlarını Osmanlı Hükümetine kabul ettireceklerinden emindiler. Fakat mütarekeden sonra, aradan geçen iki sene içinde, Kurtuluş Savaşı Millî Kurtuluş hareketi başlamış, Ankara'da yeni bir Türk Hükümeti kurulmuştu.
Bu sırada İtilâf Devletleri San Remo Konferansı'nda Osmanlı Devleti'ne teklif edecekleri barış şartlarını hazırladılar. 22 Nisan 1920'de Osmanlı Hükümetini Paris'te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. 30 Nisan günü ise Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kurulduğunu bütün devletlerinin dışişleri bakanlıklarına bildirdi. Bu suretle, İstanbul Hükümetine kabul ettirecekleri barış şartlarını Türk Milletinin ve yeni hükümetin kabul etmeyeceğini haber vermek istemişti.
Paris'e gelen Ahmet Tevfik Paşa'ya barış şartları bildirildiği zaman: "Barış şartları bağımsız bir devlet kavramı ile bağdaşamaz!" diyerek görüşmelere girmedi. Esasen İtilâf Devletleri arasında da bir birlik yoktu.
Fransa, Güney Cephesinde Ankara Hükümeti ile mütareke yapmıştı. Müttefikler arasındaki bu anlaşmazlık barış görüşmelerini uzattı. İtilâf Devletleri, barış şartlarını diplomasi yoluyla kabul ettiremeyeceklerini anlayınca, Yunanlıların Anadolu içlerine doğru ilerlemelerine izin verdiler. Bir taraftan da İngilizler Mudanya ve Bandırma'ya asker çıkardılar.
Ahmet Tevfik Paşa'nın barış görüşmelerini terk ederek geriye dönmesi üzerine İstanbul Hükümeti, Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet gönderdi. Eski maarif nazırı (milli eğitim bakanı) Hadi Paşa, Şura-yı Devlet (Danıştay) eski reisi Filozof Rıza Tevfik, Bern Sefiri Reşat Halis'ten meydana gelen bu heyet Paris'e giderek, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. TBMM|Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşmayı tanımadı. Meclis "Misak-ı Millî"ye yemin ederek, Türk topraklarının parçalanmasına müsaade etmeyeceğini dünyaya ilân etti.

Hükümleri;
Osmanlı Devleti, İstanbul ve çevresi ile Anadolu'da küçük bir toprak parçasından ibaret olacak, fakat Osmanlılar, antlaşma hükümlerine saygı göstermezlerse ve uymazlarsa, İstanbul da ellerinden alınacak. Osmanlı sınırları, Trakya'da Midye'nin çok daha doğusundan başlayarak Büyük Çekmece Gölü'ne inecek, bu hattın batısında kalan Trakya, Yunanistan'a verilecekti. Güney sınırı ise, İskenderun Körfezi ile Antalya Körfezi arasında bulunan Karataş Burnu'ndan başlamak suretiyle Antep, Urfa ve Mardin'i dışta bırakarak Irak sınırına varacak.
Boğazlar, savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık bulundurulacak ve özel bir bayrağı ve bütçesi olan bir Avrupa komisyonu tarafından kontrol edilecek.
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir komisyonun adli kapitülasyonların yerine geçmek üzere, koyacağı bir usulü Osmanlılar kabul edecekler. Kapitülasyonlardan bütün müttefik uyrukları yararlanacak.
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan kurulacak bir komisyon, Türkiye'nin servetini düzenleyecek, bütçe üzerinde son sözü söyleyecek, Türk parasının cins ve miktarını belirleyecek ve bu komisyonun onayı olmadıkça Osmanlı Devleti iç ve dış borç alamayacak. Yıllık gelir, bu komisyon tarafından, komisyonun ve işgal kuvvetlerinin masrafları, savaş sırasında zarar görmüş olan Müttefik Uyruklarının zararları için ayrıldıktan sonra geri kalan, Osmanlılar için harcanacak. Osmanlı Üyeleri, bu komisyonda yalnızca danışman olarak bulunacak.
Azınlıklar, her derecede okul açabilecekler.
Türkiye'nin askeri kuvveti, 10.000'i jandarma olmak üzere 50.000 olacak ve top bulunmayacak. Subayların %15'ini Müttefik veya tarafsız devletler subayları oluşturacak, zorunlu askerlik hizmeti olmayacak.
Osmanlı Donanması sınırlı olacak, askeri uçak bulunmayacak. Türk Silahlı Kuvvetleri, Müttefik komisyonlarının kontrolünde olacak.
Antlaşmanın uygulanmaya başlamasından bir süre sonra Kürtler Madde 62 ve Madde 64'e göre, Doğu Anadolu'da bağımsız bir kuruluş meydana getirmek isterlerse ve onların bu istekleri "Cemiyet-i Akvam" tarafından kabul edilip, Osmanlılara tavsiye edilirse Osmanlılar, bu tavsiyeyi yerine getireceklerdir.
Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda, bir Ermenistan Devleti kurulacak, sınırlarının tayini Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın hakemliğine bırakılacak.
Hicaz, bağımsız bir devlet olacak. Osmanlılar, Mısır üzerindeki bütün haklarından vazgeçecek, Suriye, Irak ve Filistin için alınan bütün kararları da kabul edecek.
Oniki Ada İtalyanlara, Akdeniz'deki diğer adalar da Yunanlılara bırakılacak.
İzmir, Türk Egemenliği'nde kalacak, fakat Osmanlı Devleti, egemenlik haklarını Yunanistan'a bırakacak, İzmir Kalelerinden birinde Türk Bayrağı dalgalanacak.
Ayrıca Suriye Fransa'ya ve Irak İngiltere'ye veriliyordu. Sevr, ölü doğan bir antlaşma oldu. TBMM, bu antlaşmayı hiç dikkate almadan Türk Ulusu'nun bağımsızlığını ve Misak-ı Milli'yi silahının gücüyle kabul ettirmek için mücadelesine devam etti...

6847
Tarih / İlk Türk-İslam Devletleri
« : Eylül 14, 2007, 03:10:16 ÖÖ »
A. Türklerin İslamiyet'i Kabulü ve İslam Devletindeki Hizmetleri
• Talas Savaşı ( 751 ) ( Araplar - Çinliler ) : Doğudan batıya ilerleyen Çinliler ile , Ön-Asya' dan doğuya ilerleyen Araplar, Talas ırmağı kıyılarında savaştılar. Bu savaşta, Orta Asya'nın Çin egemenliğine girmesini istemeyen, Karluk ve Yağma Türkleri, Arapların yanına geçmişler ve savaşı Arapların kazanmasını sağlamışlardır.
Önemi :
• Orta Asya'nın Çin egemenliğine girmesi engellenmiştir. ( Siyasi )
• Türkler, bu savaştan sonra guruplar halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. ( Karluklar ) ( Dini )
• Esir alınan Çinlilerden kağıt yapım tekniği öğrenilmiştir. ( Kültürel )
Türklerin İslamiyet'i Kabul Etme Nedenleri :
• İslamiyetteki tek tanrı ( Allah ) inancı ile Gök Tanrı inancı arasında pek fark bulmamaları
• Türk toplumunda bulunan Ozan ve Kam'lar ile İslam Evliyaları ve Dervişlerinin birbirine benzerlik göstermesi
• Cihad fikriyle, fetih fikrinin birbiriyle bağdaşması
• İslamiyet'in öngördüğü doğruluk, dürüstlük,temizlik,konukseverlik gibi ahlak kurallarının, Türk ahlak anlayışına uygun olması
• Ahiret inancı ve Kurban Kesme benzerlikleri
• Bilimsel ve Ticari ilişkilerin etkileri.
Türklerin İslam Dünyasındaki Etkinlikleri ve Hizmetleri :
• Abbasiler döneminden başlayarak Türkler'in etkinlikleri artmıştır. Abbasilerde Türkleri devlet hizmetinde görevlendiren ilk halife "Mansur" dur.
• Harun Reşid döneminde Saray Muhafızları Türklerden oluşturulmuştur. Bizans sınır boylarında ( Uc ), Türklere görevler verilmiştir.
• Me'mun ve Mu'tasım dönemlerinde Türkler'in askeri etkinlikleri arttı. Mu'tasım döneminde Türkler için "Samerra" şehri kuruldu.
• Azerbaycan'da başlayan ve devleti ( Abbasileri ) tehdit eder hale gelen Babek isyanı, Mu'tasım döneminde Türkler tarafından bastırılmıştır.
• Büyük Selçuklular, Abbasi Halifesini Büveyhoğullarının baskısından kurtardılar.
• Batı'da Bizans ve Haçlılara karşı, doğuda Moğol tehlikesine karşı İslam dünyasını Türkler korumuşlardır.
• Değişik bölgelerde kurmuş oldukları devletler yoluyla İslamiyet'i batı ve doğu'da yaydılar.
• İslam uygarlığının gelişmesine büyük katkıda bulundular. ( Farabi, İbn-i Sina, Biruni, Harezmi, İbn-i Türk önemli Türk Bilim adamlarıdır.)
• Eğitim ve Öğretim Kurumları açısından İslam dünyasının gelişmesini sağladılar ( Nizamiye Medresesi )
• İslam Sanatına' da katkıda bulunmuşlardır.
Özetle :
• İslamiyet'i her türlü iç ve dış tehlikelerden korumuşlardır.
• İslamiyet ' in yayılmasına ve bir dünya dini olmasına katkıda bulunmuşlardır.
• İslam dünyasına önemli devlet, bilim ve sanat adamları kazandırmışlardır.
• İslam Kültürünü geliştirerek batıya tanıtmışlardır. ( Büyük Selçuklular - Osmanlılar)
• Bugün, İslam bilim ve kültürünü laik devlet yapısı içerisinde geliştirmektedirler. ( TC )

B. Türk-İslam Devletleri

1. TOLUNOĞULLARI ( 868 - 905 )
• Merkez : Fustat ( Mısır )
• Kurucu : Tolunoğlu Ahmet - ( Mısır Valisi )
• Önemi : Mısır 'da kurulan ilk Türk-İslam devletidir.
• İç karışıklıklar sonucu, Abbasiler son vermiştir.



2. İHŞİDİLER ( AKŞİTLER ) ( 935 - 969 )
• Merkez : Fustat ( Mısır )
• Kurucu : Muhammed bin Toğaç
• Önemi : Mısır 'da kurulan ikinci Türk-İslam devletidir.
• Fatımiler devleti son vermiştir.
Not : Tolunoğulları ve Akşitlerin yönetici ve orduları Türk, halkı ise Araplardan oluşmaktaydı. Bu nedenle uzun ömürlü olamamışlardır.
Yorum : Bir bölgede etkin ve uzun ömürlü olabilmek için sadece yönetim ve askeri güç yeterli olamamaktadır. Halkın desteği alınmalıdır.

3. KARAHANLILAR ( 840 - 1212 )
• Merkez : Balasagun
• Bilinen İlk Hükümdarları : Bilge Kül Kadır Han
• Önemi : İlk Türk - İslam devletidir.
• Karahanlılar devletini, Karluk - Yağma - Çiğil Türkleri kurmuştur.
• İslamiyet'i, Satuk Buğra Han zamanında kabul etmeye başladılar. İslamiyet'i kabul edince "Abdülkerim" ismini almıştır.
• Samanoğulları devletine son vererek Maveraünnehir bölgesine sahip oldular.
• Gazneliler devletiyle komşu olunca, onlarla mücadele etmeye başladılar. ( Sınırları genişletme mücadelesi)
• En parlak dönemlerini Yusuf Kadır Han zamanında yaşamışlardır.
• Yusuf Kadır Han'ın ölümünden sonra , taht kavgaları ve Gaznelilerle mücadele devleti yıpratmış, doğu ve batı olarak ikiye ayrılmışlardır. Doğunun merkezi Kaşgar, batının merkezi Semerkant olmuştur.
• Doğu Karahanlılara, Karahıtaylar ; Batı Karahanlılara Harzemşahlar son vermiştir.
Not: İslamiyet'i kabul etmelerine rağmen, öz kültürlerini korumuşlardır.

4. GAZNELİLER ( 963 - 1187 )
• Merkez : Gazne ( Doğu Afganistan )
• Kurucu : Alp Tigin
• Samanoğulları , Karahanlılar, Selçuklularla mücadele etmişlerdir.
• En parlak dönemlerini Sultan Mahmut zamanında yaşadılar. Sultan unvanını ilk kullanan hükümdar olan Gazneli Mahmut, Hindistan'a 17 sefer yapmış, kuzey bölümlerine İslamiyet'in girmesini sağlamıştır.
• Selçuklularla yaptıkları Nesa ( 1035 ), Serahs ( 1038 ), Dandanakan ( 1040 ) savaşlarını kaybettiler.
• Özellikle Dandanakan savaşından sonra zayıflamışlar ve yıkılış sürecine girmişlerdir.
• Gaznelilere, Afgan yerlilerinden olan " Gur " lar son vermiştir.
5. BÜYÜK SELÇUKLULAR VE BAĞLI DEVLETLER
Oğuzlar
• Türklerin en kalabalık ve tarihte en etkin rol oynayan koludur.
• Oğuzlara, Araplar Guz, Bizanslılar Uz, Ruslar Tork demişlerdir. Oğuzlara Müslüman olduktan sonra " Türkmen " ( Yörük ) denilmiştir.
• Oğuzlar, Bozoklar ( Sağ Kol ) ve Üçoklar ( Sol Kol ) olarak iki kola; Kollar ; Yıldızhan-Ayhan-Günhan ( Bozoklar), Denizhan-Dağhan-Gökhan ( Üçoklar ) olarak 6 soya; soylar 4' er boya ( toplam 24 boy ) ayrılmıştır.
BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ ( 1038 - 1157 )
Önemleri :
• Adını Selçuk Bey'den almış, devleti Tuğrul ve Çağrı Bey' ler kurmuştur.
• İslamiyet'i dış saldırılara karşı korumuşlar, İslam ülkelerini bir yönetim altında birleştirmişlerdir.
• Anadolu'nun Türkleşme sürecini başlatmışlardır.
• Türk - İslam kültürünü sentezlemişlerdir. ( Birleştirmişler, harmanlamışlardır)
• İslam uygarlığını geliştirmiş ve yaymışlardır.
• XI. yy.da doğuda Seyhun Irmağı, batıda Akdeniz ve Marmara , güneyde Mısır ve Basra Körfezi ' ne kadar sınırlarını genişletmişlerdir.


Devletin Kuruluşu :
• Devlete ismini veren Selçuk Bey, Oğuzların Üçok kolunun Kınık boyundandır.
• Aşağı Seyhun ile Hazar denizi arasındaki geniş bozkırlarda yaşayan oğuzlar' da ordu komutanı ( Subaşı ) olarak görevli olan Selçuk Bey , Oğuz Yabgu'su ( Hükümdar ) ile anlaşmazlığa düşmüş ve çevresiyle birlikte Seyhun Irmağının aşağı ve doğusunda bulunan " Cent " şehrine yerleşmiştir. Oğuzlar devletine karşı, Samanoğulları' ndan yardım istemiş ve çevresiyle birlikte İslamiyet'i kabul etmiştir.
• Samanoğulları devletinin Karahanlı ve Gaznelilerle mücadelesi sonucu yıkılmasıyla, ve Selçuk Bey'in ölmesiyle dağılan oğuz boylarını Arslan Bey toparladı ise de, Gazneli Sultan Mahmut oğuzların kendisi için tehlikeli olduğunu anlamış ve Arslan bey ve ileri gelenleri tutuklatmıştır.
• Selçuk Bey 'in torunlarından Tuğrul ve Çağrı Bey kardeşler, Selçukluları yeniden toparlamayı ve devleti kurmayı başarmışlardır.
Tuğrul ve Çağrı Beyler Dönemi :
• Horasan bölgesi için, Gaznelilerle ; Nesa ( 1035 ) , Serahs ( 1038 ) , Dandanakan ( 1040 ) savaşlarını yapmışlardır.
• Tuğrul Bey, Nişabur'u Gaznelilerden alarak, kendisine merkez yapmış ve bağımsızlığını ilan etmiştir. ( 1038 )
• Dandanakan Savaşı ( 1040 ) ( Büyük Selçuklular - Gazneliler ) :
Nedeni : Gazneliler' in Selçuklu gücünü Horasan'dan atmak istemesi
Önemi ; Selçuklular , bu savaştan sonra sürekli gelişme aşamasına girerken, Gazneliler zayıflama ve yıkılış sürecine girmişlerdir.
• İran, Irak, Azerbaycan ele geçirilmiştir.
• Merkez Nişabur'dan Rey şehrine taşınmıştır.
• Oğuzların Anadolu'ya akınları Çağrı Bey'in keşif seferiyle başlar ( 1016 ). Anadolu' ya yapılan seferlerin artması üzerine, Pasinler savaşı yapılır.
• Pasinler Savaşı ( 1048 ) ( Büyük Selçuklular - Bizans + Gürcü Kuvvetleri ) :
Nedeni :
Selçuklular' ın Anadolu'ya yönelik akınlarının artması
Bizans'ın, Türklerin Anadolu'ya girme girişimlerini durdurmak istemesi
Bizans'ın Anadolu otoritesini koruma isteği
Önemi : Türkler'in Anadolu'nun fethi için Bizans'la yaptıkları ilk büyük savaş ve kazandıkları ilk büyük zaferdir.
Not : Anadolu'nun fethinde üç önemli savaş görülür ; Pasinler - Malazgirt - Miryokefalon
* Pasinler Savaşı, Bizans'ın Anadolu'daki otoritesini sarsmıştır.
• Abbasi Halifesinin, Şii Büveyhoğulları'nın baskısı üzerine Tuğrul Bey'den yardım istemesiyle, Tuğrul bey iki defa Bağdat seferi düzenlemiş, Büveyhoğullarına son vermiştir. Tuğrul Bey, Abbasi Halifesi tarafından doğu ve batının sultanı ilan edilmiştir.
Önemi : İslam dünyasının koruyuculuğu ve liderliği Selçuklulara geçmiştir.
• Tuğrul Bey döneminde ( 1040 - 1063 ), sınırların Ceyhun' dan Fırat'a kadar genişlediği ; devletin sağlam temeller üzerine oturtulduğu ; Anadolu yönünde gelişmelerin başladığı görülmektedir.
Alp Arslan Dönemi ( 1064 - 1072 )
• Azerbaycan, Kafkasya ve Türkistan seferlerine çıktı.
• Döneminde komutanları tarafından doğu Anadolu'ya seferler düzenlenmiştir.
• Fatımi devletine son vermek ve Mısır'ı fethetmek için, Mısır seferine çıkmışken Bizans İmparatorunun Doğu Anadolu'ya doğru sefere çıkması üzerine geri döndü.
• Malazgirt Savaşı ( 26 Ağustos 1071 ) ( Büyük Selçuklular - Bizans ) :

Nedeni :
• Selçuklular'ın, kendilerine gelen göç dalgalarını yerleştirecek alan için Anadolu'ya yönelmeleri, Anadolu'yu yurt edinme isteği
• Bizans'ın, Anadolu'dan Türkleri çıkarma isteği.

Sonuçları :
• Anadolu kapıları Türklere açıldı. Bu savaştan sonra Türkler, yoğun olarak Anadolu'ya göç etmeye başladılar.
• Anadolu Türk Tarihi başladı, Anadolu'da ilk Türk beylikleri kuruldu.
• Hristiyan Bizans'ın İslam dünyası üzerindeki baskısı sona erdi.
• Türklerin batıya ilerleyişleri üzerine Bizans'ın Papa'dan yardım isteği, Haçlı Seferlerine sebep olmuştur.
Önemi : Türk milletine yeni bir yurt, yeni bir gelecek, yeni bir tarih hazırlayan önemli bir zaferdir.
Melikşah Dönemi ( 1072 - 1092 )
• Büyük Selçukluların en geniş sınırlara ulaştığı, kültür ve uygarlık alanında en parlak düzeye ulaştığı dönemdir.
• Amcası Kavurd' un Sultanlığını tanımaması üzerine, mücadele etmiş ve onu öldürtmüştür.
• Karahanlı ve Gaznelilere egemenliğini kabul ettirdi.
• Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Tutak ve Artuk beyleri, Anadolu'nun fethiyle görevlendirmiştir.
• Suriye, Filistin ve Arabistan'da fetihler yapmıştır.
• Sultan Melikşah bütün müslüman ülkeleri yönetimi altına alma politikası izlemiştir.
• Dönemin en önemli iç olayı "Batınilik" propagandasıdır. Hasan Sabbah, Selçukluları içten parçalama ve yönetimi ele geçirmek için batınilik mezhebini yaygınlaştırmaya ve ileri gelen Türk yöneticilerini öldürtmeye başlamıştır.
• Nizamiye Medresesi bu dönemde önemli bir eğitim-öğretim kurumuna dönüşmüştür.
• Sultan Melikşah adına " Celali Takvimi " düzenlenmiştir.
Devletin Dağılışı :
• Melikşah'ın ölümünden sonra oğulları arasında taht kavgaları çıkması ( Berkiyaruk-Mehmet-Mahmut-Sencer ), devleti yıpratmıştır.
• Son selçuklu sultanı " Sencer " dir. Sencer'in , Katvan savaşında ( 1141 ) Karahıtay'lara yenilmesi ile devletin dağılış dönemi hızlandı.
• Sultan Sencer'in ölmesiyle Selçuklu Devleti parçalanmıştır. ( 1157 )
Selçukluların Parçalanma Nedenleri :
• Veraset anlayışı. ( Ülkenin, hükümdar ailesinin ortak malı sayılması )
• Yönetime küstürülen Oğuzların ( Türkmenlerin ) ayaklanmaları
• Haçlı Seferleri ( Dolaylı )
• Doğudan gelen Moğol akınları
• Batınilerin çalışmaları. ( Batınilik ; Şii mezhebinin radikal siyasi hareketinin doğurduğu hareket )
• Abbasi Halifelerinin egemenlik gücünü geri almak için yaptığı olumsuz çalışmalar
• Atabeylerin, merkezi otoritenin zayıflamasıyla, bağımsızlık ilanları
________________________________________

Büyük Selçuklu Devletine Bağlı Devletler :
1. Horasan Selçukluları : Irak Selçukluları ortaya çıkınca Büyük Selçuklulara denilmiştir.
2. Irak Selçukluları ( 1119 - 1194 ) :
• Kurucu : Mahmut
• Merkez : Merv
• Harzemşahlar son verdi.
3. Kirman Selçukluları ( 1048 - 1187 ) :
• Kuruluş Bölgesi : İran
• Kurucu : Kavurd ( Çağrı Bey'in oğlu )
• Oğuzlar son verdi.
4. Suriye Selçukluları ( 1069 - 1118 ) :
• Merkez : Dımaşk ( Şam )
• Kurucu : Tutuş ( Alp Arslan' ın oğlu, Melikşah' ın kardeşi )
• Dımaşk ve Halep olarak iki kola ayrılmıştır.
• Halep koluna Artuklular son verdi. Dımaşk kolu iç karışıklıklar sonucu sona erdi.
5. Türkiye ( Anadolu ) Selçukluları ( 1075 - 1308 ) :
• Merkez : İznik - Konya
• Kurucu : Kutalmışoğlu Süleyman Şah
• 1243 Kösedağ savaşından sonra Moğollara bağlı duruma gelmişler, Sultan II.Mesut'un ölümüyle son bulmuşlardır.
________________________________________

Atabeylikler :
• Atabey : Selçuklu Şehzadelerini eğitmekle görevlendirilen kişi. ( Osmanlılarda Lala )
• Merkezi Otoritenin zayıflamasıyla bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan ettiler.
1. Salgurlular ( Fars Atabeyliği ) ( İran ) ( 1148 - 1286 ) :
• Merkez : Şiraz
• Kurucu : Sungur
• İlhanlılar son verdi.
2. İldenizliler ( Azerbaycan Atabeyliği ) ( 1146 - 1225 ) :
• Merkez : Tebriz
• Kurucu : Şemsettin İldeniz
• Harzemşahlar son verdi.
3. Beğteginoğulları ( Erbil Atabeyliği ) ( 1144 - 1232 ) :
• Merkez : Erbil
• Kurucu : Beğ-Teginoğlu Ali
• Varisi olmadığı için, vasiyet gereği Abbasi Halifeliğine katıldı
4. Böriler ( Şam Atabeyliği ) ( 1128 - 1154 ) :
• Merkez : Dımaşk ( Şam )
• Kurucu : Böri
• Zengiler son verdi.
5. Zengiler ( Musul Atabeyliği ) ( 1127 - 1259 ) :
• Merkez : Musul
• Kurucu : İmadeddin Zengi
• İlhanlılar son verdi.
________________________________________

6. HARZEMŞAHLAR ( 1097 - 1231 )
• Merkez : Gürgenç
• Kurucu : Atsız
• Ceyhun nehrinin doğduğu bölgenin iki tarafına Harzem ( Harezm ) denilmiştir.
• Harzemşahlar Moğollarla mücadele ederek yıpranmışlar, batıya çekilmişler, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından ortadan kaldırılmışlardır.
7. EYYUBİLER ( 1174 - 1250 )
• Kuruluş Bölgesi : Mısır
• Kurucu : Selahattin Eyyubi
• Mısır 'da Fatımilere son vererek kuruldular.
• Selahattin Eyyubi , Filistin,Suriye,Irak'ı alarak Güneydoğu Anadolu' ya kadar sınırlarını genişletti.
• Hıttin ( Hattin ) savaşında ( 1187 ) Kudüs kralını yenilgiye uğratarak, Kudüs'ü ele geçirdi. * Üçüncü haçlı seferine sebep olmuştur.
• Eyyubiler ve Moğollar son verdi.
8. MEMLUKLAR ( 1250 - 1517 )
• Kuruluş Bölgesi : Mısır
• Kurucu : Aybey
• Memluk ( Kölemen ) : Eyyubilerin köle olarak alıp yetiştirdikleri Türk Gençlerinden oluşan askerlere verilen isim.Aybey bunlardan birisiydi.
• Moğollar ve Haçlılarla mücadele ettiler.
• Ayn-ı Calut savaşında Moğolları yenilgiye uğratarak, Suriye ve Mısır'a girmelerini engellediler.
• Sultan Baybars, Anadolu'ya yardım'a gelerek Moğolları yenilgiye uğrattı.
• Abbasi Halifeliğini Mısır'da sürdürme politikası izlediler. Amaç İslam dünyası liderliğidir.
• Osmanlılar'la özellikle Ramazanoğulları ve Dulkadıroğulları beyliklerini egemenlik altına alma mücadelesine girdiler.
• Fatih döneminde bozulan ilişkiler, II.Bayezıt döneminde savaşlara dönüştü.
• Yavuz Sultan Selim Mısır seferiyle , Mercidabık ve Ridaniye savaşları sonucu, Memluklar'a son verdi

6848
Tarih / Balkan Savaşları
« : Eylül 14, 2007, 03:09:34 ÖÖ »
Balkan Savaşları

Osmanlı Devletinin Balkanlar’daki dört devlete karşı yaptığı savaşlar.



Birinci Balkan Savaşı

1789 Fransız İhtilâlinin dünyaya yaydığı milliyetçilik akımı neticesinde, imparatorluklar dahilinde bulunan milletler, bağımsızlık için harekete geçmişler ve bazı devletlerin destek ve yardımları ile ayaklanmışlardı. Osmanlı tarihinde 19. yüzyıl, bu tür ayaklanmalar dönemidir. Balkan Yarımadasında çok çeşitli milletler yaşadığı için, milliyetçi ayaklanmalar, en fazla burada görüldü.
Balkanlarda çıkan ayaklanmaları, daha çok 17. yüzyılda gelişmeye başlayan ve en büyük gayesi, Baltık Denizine ve özellikle Akdeniz’e çıkmak olan Rusya kışkırtıyordu. Akdeniz’e inmek için önce Karadeniz’i, sonra İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirmesi gerekiyordu. İşte Rusya, bu gayeye ulaşmak için her yola başvurmaktan geri kalmamıştır. Bu yollardan biri de ırk ve din bakımından akraba olduğu Balkan prensliklerini alet olarak kullanıp, bu genç devletleri Osmanlı Devleti'nin varlığını sona erdirmeleri için kışkırtmaktı. Osmanlılar, Trablusgarp’ta savaşırlarken, Sırbistan’ın başkenti Belgrat’taki Rus elçisi harekete geçerek, Balkanlarda Osmanlı Devletinin elinde kalan son toprak parçalarının Sırbistan ile Bulgaristan arasında paylaşılması için teşebbüste bulundu. Buna karşılık Sırbistan, Bulgaristan’ı bir tarafa iterek kendi menfaatlerini temin için Babıali ile anlaşmaya uğraşıyordu. Balkan devletleri arasındaki menfaat çatışmalarından gafil olan zamanın İttihat ve Terakki hükümeti, Sırbistan’ın bu çok müsait teşebbüslerine aldırış bile etmedi. Üstelik, İkinci Abdülhamid Han'ın Balkan ülkelerinin birleşmesini önlemek için tahrik ettiği kilise ihtilafı, çıkarılan ittihad-ı anasır kanunuyla halledildi. Bu durum ise, Bulgaristan ve Yunanistan’ın arasındaki ihtilafı çözdüğü için, şimdi her ikisi için de ortak düşman, Osmanlı Devleti olmuştu. Neticede kısa bir müddet için önce Sırbistan ve Bulgaristan arasında kurulan ittifaka Karadağ ve Yunanistan da katıldı. Böylece Balkanlarda Osmanlı Devletine karşı harekete geçme hazırlıkları tamamlanmış oldu.
Bu sırada Türk ordusu subayları iki partiye ayrılmış durumdaydı. Hükümet ise, Rusların Balkanlarda savaşa müsaade etmeyeceği hususundaki yalan teminatına inanmıştı. Nitekim Sofya elçiliğinden hariciye nazırı olan Asım Bey, 15 Temmuz’da, Meclis-i Mebusan'da; “Balkanlardan imanım kadar eminim!” tarihi cümlesini ihtiva eden bir nutuk söyleyerek, harp ihtimalinin bulunmadığını iddia etmişti. Ayrıca Asım Beyin yerine gelen yeni Hariciye Nazırı Ermeni Gabriel Noradingiyan da Rusya’nın teminatının kesin olduğunu hükümete bildirmişti. Bu inandırıcı teminatlar neticesinde Rumeli’ndeki en iyi 120 tabur asker terhis edilmişti.
Balkan devletleri ittifaktan sonra Osmanlı Devletine isteklerini bildirdiler. Bu ittifaktan haberi olmayan İttihatçılar, savaş için yüksek öğrenim talebesini kışkırtarak, Babıali önünde “Harb” diye bağırtmış ve hükümet aleyhinde nümayiş yaptırmışlardı. Harbin kolay geçeceğini zannediyorlardı. Halbuki müttefikler, Türkiye’ye karşı uygulayacakları savaşı ve taksim projelerini en ince teferruatına kadar tespit etmişlerdi.
8 Ekim 1912’de Karadağ Prensliği, Osmanlı Devletine savaş açtı. Onu 18 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan takip etti.
İkmal ve Levazım Teşkilatının bozulduğu Osmanlı ordusu, seferberliğini çok geç yapabildi. Terhis edilip Anadolu’ya gönderilen 120 taburu, savaşın sonunda bile yeniden silah altına alamadı.
Bulgaristan’a karşı çıkacak kuvvetler 5 kolordu halinde, “Şark Ordusu” namıyla toplandı ve Birinci Ferik Abdullah Paşanın kumandasına verildi. Edirne mevkiindeki bağımsız kuvvetler Şükrü Paşa'nın emrindeydi. Yunanistan’a karşı, Selanik’te bir kolordu ve Yanya Kalesindeki kuvvetler bırakılmıştı. Karadağ’a karşı kuvvetler İşkodra Kalesinde toplanmıştı. Sırbistan’a karşı Makedonya’yı “Garb Ordusu” kumandanı müstakbel sadrazam Birinci Ferik Ali Rıza Paşa savunacaktı.
Savaşı idare kabiliyetinden mahrum Nazım Paşanın hiçbir hazırlığı olmayan orduyu, hemen Bulgarlara karşı taarruza geçirmesiyle hezimet başladı ve artık arkası alınamadı. Osmanlı orduları, Bulgarlara karşı bütün Trakya’yı bırakarak, Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kaldığı gibi, Sırbistan’a karşı Kumova'da yenilmişti. 6 Kasım’da Preveze’yi alan Yunanlılar, Veliahd Konstantin idaresindeki büyük kuvvetlerini Selanik üzerine gönderdiler. Selanik’i savunmakla görevli jandarma paşası Tahsin Paşa, tek silah atmadan, muazzam kolordusunu bütün silahları ile beraber Yunanlılara teslim etti. Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde ihtilas (devlet malını zimmetine geçirmesi) suçu tespit edilmiş olan Tahsin Paşa, o devirde menkub (rütbe ve haysiyetten düşmüş) olduğu gerekçesiyle, Selanik kolordusunun başına getirilmişti. Bütün Kuzey Arnavutluk da Sırp-Karadağlılar tarafından işgal edildi.
Selanik’in düşmesinden 8 gün önce, artık “Hakan-ı sabık” diye anılan Sultan İkinci Abdülhamid Han, İstanbul’a getirilmişti. Sultan Abdülhamid Hanı Selanik’ten almaya, nazırlarından Vezir Damat Germiyanoğlu, Arif Hikmet ve Damat Çavdaroğlu Mehmed Şerif paşalar gitmişlerdi. Sultan Abdülhamid Han'ın, muhafızlarının yanında, ikisi de bilgin ve değerli eserler sahibi damatlarıyla konuşması meşhurdur. Gazete okuması yasak olduğu için, kulaktan aldığı bilgi dışında, siyasi durumu etraflı bir şekilde bilmeyen “Sabık Hakan”, dört Balkan devletinin ittifakına ve bu ittifakın haber alınmamasına hayret etmiştir. Makedonya’da kiliseler meselesinin İttihatçılar aracılığıyla ortadan kaldırıldığını öğrenince, Balkanların ittifakını bununla izah etmiş, fakat ittifakın öğrenilmesi karşısında elçilerin, ataşelerin ne iş yaptıklarını sormuştur. “Allah, bu hallere sebep olanları, Kahhar ismiyle kahretsin; devleti batırdılar!” diyerek büyük bir teessürle gemiye binmiştir.
Selanik’i ele geçiren Yunanlılar, daha sonra Ege adalarından Bozcaada, Limni, Somatraki ve Taşoz adalarını işgal ettiler.
22 Ekim 1912 tarihinden beri Şükrü Paşa kumandasında Edirne’yi müdafaa eden Osmanlı birlikleri, İstanbul ile bağlantı kesik olduğu için silah, mühimmat noksanlığı ve açlık gibi sebeplerle teslim olmak zorunda kaldılar.
Üst üste gelen mağlubiyetler üzerine Osmanlı Devleti, Bulgaristan’a müracaat ederek ateşkes istedi. Böylece 3 Aralık 1912’de imza edilen ateşkes antlaşması (mütareke) ile silahlı çatışma durmuş oldu. Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında antlaşma, 30 Mayıs 1913’te Londra’da imzalanmıştır. Bu barış antlaşması ile Osmanlı Devleti, Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk’un sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmakta, Girit’i hukuken Yunanistan’a terk etmekte ve Midye-Enez hattının batısında kalan toprakları da Balkan devletlerine vermekte idi. Bu antlaşma ile kendisini kahramanca savunmasına rağmen yiyecek sıkıntısından düşman eline geçen Edirne de Bulgaristan sınırları içerisinde kalıyordu. Böylece Bulgaristan, Kavala ve Dedeağaç arasındaki toprakları da alarak Ege Denizine ulaşıyordu.
2500 yıllık Türk tarihinin büyük felaketlerinden biri olan Balkan Savaşında Türkler, Anadolu’dan sonra ikinci anayurt haline gelmiş olan Rumeli’ni bıraktılar. Rumeli, 550 yıldır Türk yurduydu. Birçok bölgede Türkler, ezici ekseriyet halindeydiler.
93 Harbi'nde görülen göç ve göçmen felaketinin daha şiddetlisi, Balkan Harbinde cereyan etti. Yüz binlerce Türk, bütün varlıklarını bırakarak, eriye eriye, İstanbul’a eriştiler ve Anadolu’ya dağıldılar. Balkanların, bilhassa Bulgarların yaptıkları zulüm, tüyler ürpertici idi. Onbinlerce sivil Türk, kadın, ihtiyar, çocuk ve bebekler dahil olmak üzere, her türlü işkencelerle doğrandı.


İkinci Balkan Savaşı

Birinci Balkan Savaşında Osmanlı Devletinin ağır mağlubiyete uğrayıp Balkanlardan çekilmesi sonucunda, Balkanlarda siyasi bakımdan büyük bir boşluk ve dengesizlik meydana geldi. Ganimetin paylaşılmasında anlaşamayan Balkan devletleri, birbirine düştüler.
Sırbistan askeri, hareket dolayısıyla Sırp-Bulgar ittifakının çizdiği ve kendisine ayırdığı arazi parçasından daha büyük bir bölgeyi ele geçirmişti. Sırpların bu arazi bölgelerini geri vermemesi anlaşmazlığın düğüm noktasını teşkil ediyordu. Diğer taraftan Londra Konferansı'nda en büyük payı Bulgaristan’ın alması, diğer müttefiklerin hoşnutsuzluğuna sebebiyet vermişti. Bulgarların Ege kıyısına ulaşmış olmasını, Yunanlılar, sert tepki ile karşılamışlardı. Bu husus, Yunanistan ile Sırbistan’ı birbirine yaklaştırmış ve aralarında ittifak anlaşması akdine sebep olmuştu. Sırbistan ile Yunanistan’ın birbirlerine yaklaştıklarını gören Bulgaristan, bu iki devlete tam hazırlıklarını yapmadan önce 29-30 Haziran 1913’te saldırdı. Ancak Bulgar ordusu, Yunanlılar ve Sırplar tarafından Makedonya’dan çıkarıldı. Bu sırada Bulgaristan’dan pay almak isteyen Romenler de savaşa girdiler ve kısa zamanda Bulgar Dobruca’sını ele geçirdiler. Bulgar orduları, birkaç cephede savaşmak zorunda kaldığı için yenilmeye başladı.
Osmanlı Devleti de bu fırsatı kaçırmadı ve bütün özellikleri ile bir Türk şehri olan Edirne’yi geri aldı.
Bu yenilgiler üzerine Bulgarlar, bir yandan Romanya kralına başvurarak Balkan devletleriyle, bir yandan da Babıali’ye başvurarak Osmanlı Devletiyle barış yapmak istediler.
İkinci Balkan Savaşı sonunda, Bulgaristan’la diğer Balkan devletlerinin imzaladıkları 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması, Romanya ile Bulgaristan’ın yeni sınırını belirliyor, Tuna’nın güneyinde kalan önemli bir arazi parçasını, Güney-Dobruca dahil, Romanya’ya bırakıyordu.
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913 tarihinde, imzalanan İstanbul Antlaşması ile Bulgaristan; Kırklareli, Dimetoka ve Edirne’yi, Osmanlı Devletine geri verdi. Antlaşmada Bulgaristan’da kalan Türklerin de durumu ele alınmakta, Türklerin mülkiyet haklarına saygı gösterileceği de belirtilmekteydi.
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanan 14 Kasım 1913 tarihli, Atina Antlaşması ile, Girit, kesin olarak Yunanistan’a bırakıldı. Ege adalarının ne olacağı da büyük devletlerce kararlaştırılacaktı. Büyük devletler ancak 1914 Şubatında Londra’da bu adalardan İmroz, Bozcaada ve Meis bir yana, diğerlerinin Yunanistan’a ve İtalya işgalinde olanları da İtalya’ya kalmasına karar verdiler. Ancak bu karar üzerinde henüz bir anlaşmaya varılamadan, Birinci Dünya Harbi çıktı. Sırbistan’la antlaşma ise 13 Mart 1914’te İstanbul’da imza edildi. Sırbistan’la Osmanlı Devletinin artık ortak sınırı olmadığından, sadece Sırbistan’da kalan Türklerin durumları düzenlenmiştir. Böylece, Sultan İkinci Abdülhamid Hanın 1909’da tahttan indirilmesinin üzerinden henüz dört yıl geçmeden, Osmanlı İmparatorluğu, Afrika ile ilgisini kesmiş, Balkanlarda ağır toprak kaybına uğramış, Bulgaristan’dan geri aldığı Edirne ile Doğu Trakya’da kalabilmiştir.

6849
Coğrafya / Rüzgar Çeşitleri
« : Eylül 14, 2007, 03:07:50 ÖÖ »
1. SÜREKLİ RÜZGARLAR

a)Alize Rüzgarları: 30 enlemlerindeki Dinamik Y.B. alanlarından Ekvatoral A.B alanına doğru olan hava hareketidirler.
Doğu yönlü oldukları için Tropikal Kuşak karalarının doğusuna sürekli olarak yağış bırakırlar.
Ekvatorda yükselerek üstten 30 enlemlerine doğru esen rüzgarlara Ters Alizeler denir. Bu rüzgarlar dönenceler civarında alçalarak çöllerin oluşmasına neden olurlar.
b)Batı Rüzgarları: 30 enlemlerindeki Dinamik Y.B. alanlarından 60 enlemlerindeki Dinamik A.B. alanlarına doğru esen rüzgarlardır.
Batı yönlü olduklarından Ilıman Kuşak karalarının batısına sürekli bol yağış bırakırlar.
c)Kutup Rüzgarları: Kutuplardaki Termik Y.B alanlarından 60 enlemlerindeki Dinamik A.B merkezlerine doğru esen rüzgarlardır.
60 enlemlerinde Batı Rüzgarları ile karşılaşarak cephe oluşumuna neden olurlar.
NOT:Alize ve Batı rüzgarlarının başlangıçtaki sıcaklık ve nem özellikleri birbirine benzer.
Sürekli rüzgarlar bütün yıl birbirine ters yönde eserler ve okyanus akıntılarına neden olurlar.

2. MEVSİMLİK RÜZGARLAR(Muson )
Görüldüğü yerler: Hint yarımadası , Güneydoğu Asya, Meksika ve Gine Körfezi kıyılarıdır.

Birbirine komşu kıta ve okyanusların mevsimlik ısı farkından doğarlar.
Kışın karadan denize doğru eserler. Bu sebeple soğuk ve kuru olarak eserler.
Yaz mevsiminde denizden karaya doğru estiklerinden beraberinde bol miktarda nem getirirler ve yağış bırakırlar. Dünyanın en fazla yağış alan yeri Muson Asyası'nda Çerapunçi (Hindista'nın K.Doğusundadır. Yıllık ortalama 12.000 mm yağışalır.) dir.
Etkili olduğu adalara rüzgar sürekli olarak denizler üzerinden geldiği için bütün yıl boyunca yağışlıdır.
Yön değiştirdikleri Ocak ve Temmuz aylarında dev dalgalar olur.

3. YEREL RÜZGARLAR
a)Meltemler:Günlük ısınma farkından doğarlar. Etki alanları dardır.
Kara-deniz meltemleri: Kara ve denizlerin günlük ısınma farkı sonucu oluşurlar.

Gündüzdeniz meltemi, gece kara meltemi oluşur. Ege kıyılarında yazın öğleden sonra denizden esen İmbat rüzgarı deniz meltemine örnektir.
NOT: Deniz meltemi kısa mesafelerden sıcak karaya doğru estiği için yağış bırakmaz. Sadece havayı serinletir.
Dağ ve vadi meltemi: Dağ ve vadilerin farklı ısınması sonucu oluşurlar. Bunda güneş ışınlarını alma açısı ve nem oranlarının farklı olması etkilidir.

Dağlarda nem oranı az olduğundan vadi ve ovalara göre daha erken ısınır, daha erken soğur. Gündüz vadi meltemi, gece ise dağ meltemi olur.
NOT: Muson rüzgarları ile meltem rüzgarları arasındaki benzerlik devirli olmalarıdır.
b)Sıcak Yerel Rüzgarlar
1)Föhn Rüzgarları:Bir dağ yamacını aşarak diğer yamaçtan aşağı doğru esen rüzgarın sıcaklığı artar. Çevrede nem açığı oluşur. Bitkilere kurutucu etki yapan bu tip rüzgarlara Föhn rüzgarları denir.

Bu rüzgarların oluşmasında yer şekilleri etkilidir.
Rüzgarlar geldikleri yerin sıcaklığını gittiği yere taşırlar. Föhn rüzgarları bu genellemeye uymaz.
Türkiye’de Kuzey Anadolu dağları ile Toroslar’da etkilidir.
2)Sirokko: Büyük Sahradan İtalya’nın güneyine doğru esen sıcak ve kuru rüzgardır. Akdeniz’den geçerken nem aldığından İtalya’nın güney kıyılarına yağış bırakır.

3)Hamsin: Mısır’dan Akdeniz’in doğusuna doğru esen sıcak ve kuru rüzgardır.
c)Soğuk yerel rüzgarlar:
1)Mistral: Kışın ve ilkbaharda Fransa’dan Akdeniz’e doğru esen soğuk rüzgardır.
2)Bora: Dalmaçya kıyılarının gerisindeki dağlardan Akdeniz’e doğru esen soğuk rüzgardır.
3)Krivetz: Romanya’dan Karadeniz’e doğru esen soğuk rüzgardır.
4)Etezyen:Ege Kıyılarına yazın kuzeyden esen soğuk rüzgardır. Asor Y.B etkisiyle oluşur.
d)Tropikal Siklonlar: Tropikal kuşakta ani basınç düşmesi ile oluşan çok şiddetli rüzgarlardır. Bu rüzgarlara Hurricane, Tornado, Kasırga,Hortum gibi isimler verilir.

TÜRKİYE'DE ETKİLİ OLAN RÜZGARLAR
Türkiye Batı rüzgarları kuşağındadır.Ancak yerşekillerinden dolayı bu rüzgarların etkisi görülmez. Yurdumuz daha çok yerel rüzgarların etkisindedir.

6850
Coğrafya / Marmara Bölgesİ
« : Eylül 14, 2007, 03:06:52 ÖÖ »
KONUMU, SINIRLARI VE KOMŞULARI:
Ülkemizin kuzey-batısında yer alır. Bulgaristan, Yunanistan, Karadeniz, Marmara ve Ege Denizleri, Karadeniz, Ege, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri ile komşudur.

ALANI VE NÜFUSU:
Gerçek alanı 67.306 Km2. Ülke yüzölçümünün %8.5’ini kaplar. 6.Büyüklükteki bölgemizdir.
Nüfusu 2000 sayımına göre 17.3 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2’ye 258 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının altındadır. (Türkiye ortalaması Km2’ye 83 kişi)

BÖLÜMLERİ:
1.Yıldız Dağları (Istranca) Bölümü
2.Ergene Bölümü
3.Çatalca-Kocaeli Bölümü
4.Güney Marmara Bölümü

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ:
Kıyıları:
Karadeniz ne Kuzey Marmara kıyıları fazla girintili-çıkıntılı değildir. Falez (Yalıyar) çok vardır. Fakat Güney Marmara kıyıları girintili-çıkıntılıdır.
İzmit, Gemlik, Erdek ve Saros körfezleri vardır.
Gelibolu, Biga, Kapıdağ, Armutlu, Çatalca-Kocaeli başlıca yarımadalarıdır.
Gökçeada, Bozcaada, Marmara Adaları, İmralı, İstanbul Adaları ise başlıca adalarıdır.
İstanbul ve Çanakkale Boğazları Ria Tipi kıyılardır.
Kapıdağ Yarımadası bir kıyı biriktirme şekli olan Tombolo’dur.
Dağları:
Ortalama yükseltisi en az bölgedir. En yüksek dağı Uludağ’dır (2543 m).
Yıldız Dağları, Koru Dağlar, Işıklar Dağları, Biga Dağları, Samanlı Dağları diğer dağlarıdır.
Yerşekilleri sade olduğu için ulaşımı da kolaydır.
Akarsuları:
Sakarya’nın aşağı kesimi, Susurluk, Meriç ve onun kolu Ergene. Bu akarsular baraj yapımı için uygun değildir. Ağızlarında delta oluşturamazlar. Çünkü akıntı ve yatak eğimi fazladır.

Ovaları:
Kastamonu, Bolu ve Düzce Ovaları. Bafra ve Çarşamba Delta Ovaları
Gölleri:
İznik, Manyas, Sapanca ve Ulubatlı Tektonik göldür.
Terkos, Küçük ve Büyük Çekmece Gölleri Kıyı Seti gölüdür.
Ömerli Baraj gölü de bulunmaktadır.

İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:
Marmara Bölgesi konumu sebebiyle iklim ve bitki çeşitliliğine sahiptir. Karadeniz kıyılarında Karadeniz İklimi ve Ormanlar görülür.
Istrancaların güneyinde Karasal İklim ve bozkır görülür.
Güney Marmara’da bozulmuş Akdeniz İklimi ve Maki görülür. Burada yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve yağışlıdır.

TARIM VE HAYVANCILIK:
Yüzölçümüne göre ekili-dikili alanı en fazla bölgemizdir. Sebebi engebenin az, düzlüklerin fazla olmasıdır. Makineli tarım yaygındır. İklim çeşitliliği yetiştirilen ürünleri de çeşitli kılmaktadır. Ulaşımın kolay olması, sulamanın yaygın olması ve tüketici nüfusun fazla olması nedeniyle tarım gelişmiştir. Fakat kalabalık nüfusa yetmediği için başka bölgelerden de gelmektedir.
Tütün: A.Pazarı (Türkiye’de %8 ile 3.), Ayçiçeği: Ergene Havzası (Türkiye’de 1.)
Zeytin: Güney Kıyılarında (Türkiye’de %27 ile 2.), Pamuk: Balıkesir (Yağışın azalması sayesinde.)
Şekerpancarı: Trakya-Alpullu, Adapazarı ve Susurlukta sulanabilen alanlarda.

Buğday: İç kesimlerde (Türkiye’nin %13’ü), Pirinç: Ergene ve Meriç havzalarında (Türkiye’de 1.)
Mısır: Doğu Marmara ve Trakya’da. (Türkiye’de 2.)
Hayvancılık genellikle besicilik ve ahır hayvancılığı şeklindedir. Bunun sebepleri tarım arazisinin fazlalığı, tüketici nüfusun fazla olması, pazarlama sorununun olmaması ve yer şekilleri ve iklim şartlarının buna uygun olmasıdır. İstanbul ve çevresinde kümes hayvancılığı, Bursa ve çevresinde ipekböcekçiliği yapılmaktadır.

YERALTI ZENGİNLİKLERİ:
Bor: Susurluk, Bigadiç- Balıkesir (Türkiye’de 1.), Volfram (Tungsten):Uludağ-Bursa, Demirköy-Kırklareli (Türkiye’de 1.), Mermer: Güney Marmara, Linyit: Bölgenin genelinde, Barit: Lapseki-Çanakkale, Doğalgaz: Kırklareli, Demir: Kocaeli ve Sakarya, Manyezit-Magnezyum: Bilecik, Krom: Bursa, Kurşun-Çinko: Balıkesir ve Çanakkale, Seramik Kili: İstanbul ve Çanakkale

ENDÜSTRİ:
Bölge ekonomisi gelişmiştir. Milli gelirimizin %20’si bu bölgeden karşılanır. Sanayi işçilerimizin yarısı burada çalışır ve sanayi ürünlerinin 1/3’ü bu bölgeden karşılanır. Ulaşımını kolay olması, hammadde teminin kolay olması, Hinterlandının geniş olması, işgücünün fazla olması, tüketici nüfusunun fazla olması ve pazarlama kolaylığı gibi sebeplerle sanayisi gelişmiştir. Enerji üretimi en az olan bölge olmasına rağmen enerji tüketiminde ilk sıradadır. Türkiye’nin en büyük sanayi kuşağı olan İstanbul-Kocaeli-Adapazarı bu bölgede yer alır. Bursa başka bir sanayi ilidir. İstanbul en işlek ve gelişmiş limanımız olarak en büyük ithalat limanımızdır.

İzmit’te İpraş Petrol Rafinerimiz bulunmaktadır. Ambarlı-İstanbul’da Doğalgaz ve Fuel Oil, Bursa ve Hamitabat’ta Doğalgaz, Kırklareli ve Orhaneli’nde termik santraller vardır.
Bursa’da dokumacılık, otomotiv ve konserve sanayisi vardır. İzmit’te ise kağıt, petro-kimya ve İpraş Rafinerisi vardır.

NÜFUS VE YERLEŞME:
2000 Sayımına göre bölgenin nüfusu 17.3 Milyondur .Nüfus yoğunluğu Km2’ye 258 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının çok üstündedir (Türkiye ortalaması 83 kişidir.) Kentsel nüfusu en fazla olan bölgemizdir. Halkın % 79’u kentlerde yaşar. Nüfusu çok fazla olduğu için diğer bölgelerden ürün alır. Nüfus Çatalca-Kocaeli yarımadasına yoğunlaşmıştır. İstanbul en kalabalık ilidir. İzmit, Adapazarı ve Bursa diğer büyük illeridir. Nüfus artış hızı %o 27’dir (Türkiye %o 18.34). Nüfus ve nüfus yoğunluğunda 1. sıradadır.

TURİZM:
Turizm geliri en fazla olan bölgemizdir. Bölgede başta İstanbul, Bursa ve Edirne olmak üzere Osmanlı eserleri çoktur. Bursa’da kaplıcalar bulunmaktadır. Balıkesir’de Kuş Cenneti bulunmaktadır. Bursa-Uludağ önemli bir kış turizm merkezimizdir. Bölgede bulunan adalar ve kıyılar turist çeken diğer yerlerdir. İstanbul bütün yıl fuar ve kongreler sayesinde önemli sayıda turist çekmektedir.

TARİHİ ÖNEMİ:
Bilecik, Bursa, Edirne ve İstanbul illerinin Osmanlı Tarihinde önemli yerleri vardır. Bu kentler bu devletin başkentliğini yapmıştır. Çanakkale’de 1915te Çanakkale Savaşına sahne olmuş bir kentimizdir.

BÖLGE HAKKINDA NOTLAR:
 Yüzölçümüne göre 6. Sıradadır.
 Ortalama yükseltisi en az bölgedir.
 Nüfus ve nüfus yoğunluğu en fazla olan bölgedir.
 En fazla iç göç alan bölgedir.
 Sanayisi en gelişmiş ve sanayi nüfusu en fazla bölgedir.
 İşçi nüfusu en fazla bölgedir.
 Alanına oranla ekili-dikili alanı en fazla bölgedir.
 İki kıtada toprağı olup iki çok önemli boğaza sahiptir.
 Orman bakımından %19 ile 3. Sıradadır.
 Yünlü ve ipekli dokumada ilk sırada yer alan bölgedir.
 Boğazlar ria kıyı tipidir.
 İstanbul en büyük ithalat limanımızdır.
 En çok vergi veren bölgemizdir.
 Bor üretiminde Türkiye’de ve Dünyada ilk sıradadır.
 Alanına oranla tarım arazisi en fazla bölgedir.
 Ekonomimize katkısı daha çok sanayi alanındadır.
 Hizmet sektörünün en fazla olduğu bölgedir.
 Çayır ve otlakları en az bölgedir. (Alanının 1/10’undan az)
 Ürün vermeyen toprakları en az bölgedir.
 Enerji üretimi en az ama tüketimi en fazla bölgedir.
 Turizm gelirleri en fazla olan bölgedir.
 Şeftali, Ayçiçeği, Pirinç ve Kestane üretiminde ilk sıradadır.
 Madenler bakımından en zengin ili Balıkesir’dir.
 Kağıt sanayisinin en fazla olduğu bölgedir.
 Ortalama sıcaklık 14-16 derece, yağış 600-900 mm’dir.
 En fazla yağışı kışın, en azı yazın alır. Yazın Karadeniz ikliminin etkisiyle yağış alır.
 Okur yazar oranı en fazla bölgedir.
 Ekonomimize katkısı sanayi ve ticaret alanındadır.
 Şehirleri: Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul, Yalova, Kocaeli, Adapazarı, Bursa, Çanakkale, Balıkesir ve Bilecik’tir.

6851
Coğrafya / marmara bölgesindeki göl ve baraj gölleri
« : Eylül 14, 2007, 03:06:13 ÖÖ »
Bölge genelinde, küçük ölçekli olmalarına rağmen sık bir akarsu ağı vardır. Sakarya, Ergene, Susurluk, Meriç ve Biga Çayı bölgedeki başlıca akarsulardır. Bölge'de irili ufaklı bir çok doğal ve yapay göl bulunur. Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece Gölü, Durusu Gölü, İznik Gölü, Sapanca Gölü, Ulubat Gölü ve Manyas Gölü, açık havası olan tatlı su gölleridir. Bunların haricinde özellikle Güney Marmara Bölümü'nde Biga Yarımadası üzerinde sulama amaçlı birçok baraj gölü ve gölet bulunur.
Büyükçekmece Gölü, Marmara Bölgesi'nde, Çatalca yöresinin güney kesiminde kıyı gölü.
Çatalca yöresinden güneye doğru inen derenin (Karasu, Delice Çayı) aşağı çığırının yükselen deniz seviyesi altında kalmasıyla koy halinde oluşmuş, sonra önü, koyun orta kısmında çakıl, kum ve kil gibi maddelerin meydana getirdiği bir dil ile tıkanmıştır. Bu dil üzerinde gölü denize bağlayan bir kesinti bulunur ve bunun üzerinden çok gözlü tarihi bir köprü olan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü geçer. Büyükçekmece Gölünün Marmara Denizi ile birleştiği yerde Büyükçekmece Barajı yer alır. Baraj ile deniz arasında hafif tuzlu bir göl, su odacıkları ve sazlıklar bulunur. Gölde balık da tutulur.
Uzunluk 7 km Genişlik 2 km Yüzölçümü 11 km2
Büyükçekmece Barajı, İstanbul'da, Büyükçekmece Gölü üzerinde, içme-kullanma ve sanayi suyu temini amacıyla 1983-1987 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır.Toprak dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 1.718.000 m3, su yatağından yüksekliği 9,60 m, normal su kotunda göl hacmi 161,61 hm3, normal su kotunda göl alanı 43,00 km2'dir. Baraj yılda 102 hm3 içme-kullanma suyu sağlamaktadır.
Küçükçekmece Gölü, Marmara Bölgesi'nde, İstanbul'da Küçükçekmece ile Avcılar ilçeleri arasında yer alan göl.İstanbul'un 15 km batısında, deniz seviyesinde yer alır. Denizden, kıyı boyunca taşınan kum ve çakılların meydana getirdiği sığ bir dil ile ayrılır. Ancak bu dil, doğu ucunda gölün ayağı olan dere ile kesintiye uğrar. Bu dere gölün fazla suyunu Marmara Denizi'ne boşaltır. Denizin kabardığı zamanlarda da deniz suyunu göle akıtır. Bu sebeple gölün suyu az çok tuzludur. Göle kuzeyden Nakkaş Deresi, Sazlıdere ve Ekşinoz suları karışır. Göl, bu derelerin birleşik aşağı çığırlarının deniz tarafından kaplanmasıyla meydana gelen bir halicin önünün tıkanması sonucu lagün halini almıştır.
İstanbul'un banliyö semtleri, gölün doğu kenarına kadar gelir. (Küçükçekmece, Soğuksu, Menekşe, Halkalı). Göl ağzının doğusunda (Florya) ve dil üzerinde plaj kuruluşları vardır.
Uzunluk 10 km Genişlik 6 km Yüzölçümü 16 km2 En büyük derinlik 20 m
Durusu, İstanbul il'inin Avrupa yakasında bulunan bir göl. Durusu yerkabuğunun şekillendiği dönemlerde Karadeniz’de bir koy iken günümüzde alçak bir kumsalla denizden ayrılmış, içinde yüzlerce canlının barındığı bir göle dönüşmüştür.Fındık Dere, Deli Yunus deresi ve çok sayıda kaynak suyu ile beslenen Durusu’nun, 39 km2 su alanı vardır ve en derin yeri 11 metredir.162 milyon m3/yıl su potansiyeli ile İstanbul çevresindeki tatlı su rezervlerinin %22’sine sahiptir. Şehir kullanım suyunun önemli bir bölümünü karşılamaktadır.

İznik Gölü, Marmara Bölgesi'nin güneydoğusunda, Bursa ilinin sınırları içerisinde kalan Türkiye'nin 5. büyük gölü. Eskiçağda Askania adıyla anılan göl.Bugünkü adını kıyısındaki İznik kasabasından alır. Gemlik Körfezi'nin doğusunda bir çukur alanın ortasındadır. Yüzölçümü 298 km², denizden yüksekliği 85 m'dir. Genişliği en dar yerinde 11 km, doğu-batı doğrultusunda uzunluğu 32 km'dir. Derinliği kuzeyden güneye doğru artan gölün en derin yeri 65 m'dir. Gölün suyu tatlıdır. Artık sularını batı kenarındaki kum ve çakıl yığınları arasından sızarak Garsak Deresi'yle Gemlik Körfezi'ne boşaltır. Kış ve ilkbahar mevsimlerinde yükselen suları yaza doğru alçalır ve sonbaharda en düşük düzeyine ulaşır. Gölün suyu tuzsuz olmakla birlikte tarlaların sulanması için elverişli değildir. En çok sazan balığı yetiştirilir. Çevresi zeytinlikler, bağlar, meyve ve sebze baçeleriyle kaplıdır.
Koordinatlar 40.43° K 29.52° D Göl türü Tatlı su Uzunluk 32 km Genişlik 11 km Yüzölçümü298km2 En büyük derinlik 65 m Yüzey rakımı 85 m
Sapanca Gölü, Adapazarı ile İstanbul arasında Kocaeli sınırına yakın bölgede, Sapanca ilçesi içinde yer alan bir göldür.Yazın ve kışın seyahat eden yolcuların uğrak noktası olan Sapanca Gölü kıyısında çeşitli balık restoranları ve pansiyonlar bulunur. Kaynağını dağlardan gelen kar suları ve Derbent deresinden alan gölde, turna balığı, yayın balığı, sazan türleri ve alabalık bol miktarda bulunur.

Uluabat Gölü, (Apolyont veya Öka olarak da bilinir), Bursa ilinde bir göldür.13.500 ha alana sahiptir. Deniz seviyesinden yüksekliği 9 metredir. Kirmasti çayından beslenmekte olup ayrıca Uluabat deresi ile Susurluk Nehri'ne karışır. En derin yeri 4 metre civarında genelinde ise 1-2 metreyi geçmemektedir.Günden güne çevreden ortaya doğru sığlaşmakta olan göl kirli beyaz bir renge sahiptir. Dibi çamurlu bir yapıya sahiptir, rüzgarlı havalarda bulanıklaşır.1996 Ocak ayında yapılan sayımda 429.423 sukuşu sayılmıştır. Bu 1970'ten bu tarafa bir gölde sayılan en yüksek sukuşu sayısıdır.
1996 Sayımına Göre Gözlenen Kuş Türlerinden Bazıları Kuş türü Kuş sayısı
Karabatak 300 çift
Alaca Balıkçıl 30 çift
Kaşıkçı 75 çift
Küçük Karabatak 1078 adet
Tepeli Pelikan 136 adet
Elmabaş Patka 42.500 adet
Tepeli Patka 13.600 adet
Sakarmeke 321.550 adet

Manyas Gölü, Balıkesir, il sınırları içerisinde bulunan bir göldür.Yüzölçümü, 166 km²'dir. Bandırma ve Erdek körfezlerinden 15 km kadar güneyde yeralır. En derin yeri 5 kulacı geçmez. Göl, güneyinden Kocaçay'la beslenirken, suyunu Karadereyle Susurluk Çayı'na boşaltır. İlkbaharda çevresine yayılarak geniş bataklıklar oluşturur. Manyas Gölü'nden yayın, sazan, turna balığı ve karides avlanır. Kuzeydoğusunda birçok kuş çeşidinin barındığı Manyas Kuş Cenneti, bilim adamları ve turistlerin ilgi noktasıdır.

Baraj gölleri:Elektrik enerjisi elde etmek, sulama yapmak ve içme suyu sağlamak için, bazı akarsuların önü bentlerle kesilir. Böylece biriken sular baraj gölünü oluşturmaktadır.

6852
Coğrafya / Depremler
« : Eylül 14, 2007, 03:05:44 ÖÖ »
Deprem, yer sarsıntısıdır. İnceleyen bilim sismoloji, ölçen alet sismoğraftır. Şiddeti Richter Ölçeğine göre belirlenir.
Depremin kaynağını aldığı yere İç merkez (Hiposantr),yer yüzünde buna en yakın noktaya da dış merkez (Episantr) denir.

Okyanus veya deniz diplerinde olan depremin etkisiyle dev dalgalar oluşur. Bunlara Tsunami denir.
Oluşumlarına Göre Depremler
1)Çöküntü Depremleri: Yer altındaki mağaraların veya maden ocaklarının çökmesi ile oluşan depremlerdir.
2)Volkanik Depremler : Volkanizma olayı sonucunda etkili olan depremlerdir.
3)Tektonik Depremler: Kıta ve dağ oluşumu hareketleri sırasında yer kabuğunda meydana gelen sıkışma ve kırılmalar sırasında olur. En fazla görülen deprem çeşididir. Etki alanı çok geniştir.
Not: Dünya üzerindeki volkanik alanlarla; deprem bölgeleri, fay hatları, genç kıvrım dağları ve sıcak su kaynakları arasında bir paralellik vardır. Sebebi bu alanlarda yer kabuğunun hareket halinde olmasıdır.


Türkiye’deki Deprem Bölgeleri

1)Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı: Saroz körfezinden başlar, Marmara denizinden geçtikten sonra Kuzey Anadolu Dağlarının güneyini takip ederek Van Gölünün kuzeyine doğru uzanır.
2)Batı Anadolu Deprem Kuşağı: Güney Marmara’dan başlar Ege Bölgesindeki çöküntü ovalarını takip eder.
3)Güney Anadolu Deprem Kuşağı: Hatay’dan başlar, Güney Anadolu Toroslarını takip ederek Van gölünün güneyine doğru devam eder.
Deprem Tehlikesinin En Az Olduğu Alanlar:
1)Konya, Karaman, Taşeli Platosu ve İçel çevresi.
2)Mardin-Şırnak çevresi.
Dünya Üzerindeki Deprem Bölgeleri


1)Atlas Okyanusunun orta kesimi,
2)Akdeniz ve çevresi
3)Büyük Okyanus çevresi (En fazla bu bölgede görülmektedir. Sebebi katı haldeki yerkabuğunun (Sial) ince ve zayıf olmasıdır.)

Deprem Tehlikesinin Az Olduğu Yerler
1. K.Batı Avrupa-Grönland adası
2. Asya'nın kuzeyi (Sibirya)
3. Kanada'nın K.Doğusu
4.Güney Afrika
Depremlerin Meydana Getireceği Zarar Derecesinde;
1)İç ve dış merkezlere olan uzaklık,
2)Depremin süresi ve şiddeti,
3)Zeminin özelliği,
4)Konutlarda kullanılan yapı malzemesinin özelliği etkilidir.
Depremlerden Korunma Yolları
1)Fay hatları üzerinde büyük yerleşim merkezleri kurulmamalı ve yüksek katlı binalar yapılmamalı.
2)Binalardaki yapı malzemesi ve yapı tekniği sarsıntılara dayanıklı olmalıdır.
3)Deprem konusunda halk eğitilmelidir.
4)Binaların yapıldığı zemin sağlam olmalı. Yer altı suyu bakımında zengin olan alüvyal alanlara çok katlı bina yapılmamalıdır.
5)Deprem sırasında merdiven ve tavan boşluklarında durulmamalı. Bina içinde üzerimize düşüp altında kalabileceğimiz mobilya ve eşyalardan uzak durulmalıdır.
6)Bina dışında ise ağaç, duvar ve elektrik telleri gibi devrilebilecek şeylerden uzak durmalıyız.
7)Deprem sırasında mümkünse, yanan sobalar söndürülmeli,elektrik ve su kapatılmalıdır
Kapalı Havza: Sularını denizlere kadar ulaştıramayıp kuruyan veya göle dökülüp kalan
akarsulardır. Kapalı havzaların oluşmasında; yer şekillerinin oluşumu ve iklim etkilidir.
Kapalı havzalar genellikle iç kesimlerde, kurak iklim bölgelerinde görülür. Açık havzalar
ise kıyı kesimlerde ve nemli iklim bölgelerinde görülür.
Türkiye’deki başlıca kapalı havzalar; Van gölü, Tuz gölü, Göller yöresi, Konya ovası, Eber kapalı havzası gibidir.
Kapalı Havza: Sularını denizlere kadar ulaştıramayıp kuruyan veya göle dökülüp kalan
akarsulardır. Kapalı havzaların oluşmasında; yer şekillerinin oluşumu ve iklim etkilidir.
Kapalı havzalar genellikle iç kesimlerde, kurak iklim bölgelerinde görülür. Açık havzalar
ise kıyı kesimlerde ve nemli iklim bölgelerinde görülür.
Türkiye’deki başlıca kapalı havzalar; Van gölü, Tuz gölü, Göller yöresi, Konya ovası, Eber kapalı havzası gibidir.
Boğaz (yarma ) vadi: Akarsular tarafından dağların enine yarılması sonucu oluşan ve
profilleri “u” harfine benzeyen vadilerdir. Türkiye’de en fazla Karadeniz ve Akdeniz
Bölgelerinde görülür. Kıyı ile iç kesim arasında önemli geçit yollarıdır.
Kanyon Vadi: Oluşumu boğaz vadilere benzer. Fakat kalkerli arazi üzerinde oluştukları için yamaçları basamak basamak düzlüktür. Ör: Göksu vadisi ve Köprülü kanyonu. Dünyanın en
büyük kanyonu A.B.D’de Colorado kanyonudur.
Tabanlı vadi:Akarsu yatak eğiminin az olduğu alanlarda yana aşındırmanın etkisiyle oluşur.
Ör: Ege Bölgesi akarsu vadilerinde olduğu gibi.
MENDERES (BÜKLÜM): Akarsu yatak eğiminin az olduğu alanlarda , akarsuyun büklümler yaparak akması sonucu oluşurlar.
Menderesler oluşturan bir akarsuyun özellikleri
1) Yatak eğimi azdır.
2) Akış hızı azdır.
3) Aşındırma gücü azalmıştır.
4) Boyu uzamıştır.
5) Sık sık yatak değiştirir.
6) Hem aşındırma hem de biriktirme yapar.

*Akarsularda menderes olayı en fazla Ege Bölgesinde görülür.

PERİBACALARI: Volkanik arazilerde ( kalın tüflü arazilerde) sel aşındırması sonucu oluşur.
Tüfler içindeki lavlar yüzeyi kaplayarak akan sel sularının aşındırıcı etkisine karşı
altlarındaki tabakaları korurlar. Zamanla çevresine göre aşınmamış yer şekilleri oluşur.
Bunlara peribacaları denir. Ör: Ürgüp, Göreme, Avanos, ıhlara Vadisi çevresinde (Nevşehir) görülür.
KIRGIBAYIR (Badlands: Kötü arazi): Eğimin fazla , bitki örtüsünün seyrek olduğu milli,
tüflü arazilerde sel sularının araziyi çok sık bir şekilde yarması ile oluşan yer şekilleridir.
En fazla İç Anadolu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde görülür.

PLATO: Akarsular tarafından derince yarılmış yüksek düzlüklere denir. En fazla İç Anadolu Bölgesinde görülür.
İç Anadolu Bölgesi: Haymana, Cihanbeyli, Obruk, Bozok, Uzun yayla.
Akdeniz Bölgesi: Taşeli ve Teke platoları.
G.Doğu Anadolu Bölgesi: G. Antep ve Ş.Urfa platoları
Doğu Anadolu Bölgesi: Erzurum-Kars platoları.
Ege Bölgesi:Bayat (Yazılı kaya ) platosu

Delta ovası:Akarsuların denize döküldüğü yerde taşıdığı malzemeleri biriktirmesiyle
oluşan düzlüklerdir. Ör: Çukurova, Bafra, Çarşamba, Göksu gibi.
Delta ovasının oluşabilmesi için:
1) Döküldüğü deniz sığ olmalı (kıta sahanlığı geniş olmalı) .
2) Kıyı akıntısı olmamalı.
3) Gel-git olayı kuvvetli olmamalı.
4) Bol miktarda alüvyon taşınmalı.

*Kuzey batı akarsularının hiç birisi döküldüğü yerde delta ovası oluşturamaz. Sebebi gel-git
olayıdır.
*Türkiye’de gel-git olayının etkili olmadığına kıyılarda oluşan delta ovaları delil olarak gösterilebilir.
TÜRKİYE AKARSULARININ GENEL ÖZELLİKLERİ

1)Yatak eğimleri fazladır. Bunun sonucunda; *Akış hızları fazladır. *Aşındırıcı etkileri fazladır. *Enerji potansiyelleri yüksektir. *Ulaşıma elverişli değillerdir.
2)Rejimleri düzensizdir.
3)Akımları düşüktür. Yağışların az, havzalarının dar olmasından dolayı.
4)Boyları kısadır. Türkiye’nin bir yarım ada olması ve dağların kuzeyde ve güneyde kıyıya paralel olmasıdır.
5)Denge profiline kavuşmamışlardır. Türkiye’nin bugünkü yer şekillerinin yakın bir
dönemde oluşmuş olmasıdır.
6)Ulaşıma elverişli değildirler. Yatak eğimlerinin fazla , akımlarının düşük , rejimlerinin
düzensiz olmasından dolayıdır. Üzerinde kısıtlı da olsa ulaşımın tek yapılabildiği
akarsuyumuz Bartın Çayıdır.
7)Akarsularımızdan daha çok enerji üretiminde, içme ve sulama suyu elde edilmesinde yaralanmaktayız.

Fay Kaynağı: Fay hattı boyunca yeryüzüne çıkan kaynaklardır. Halk arasında bu
kaynaklara ılıca, kaplıca,çermik, içme ve maden suları denilmektedir.

Ör: Manisa (Kurşunlu, Urganlı, Alaşehir, Demirci), Denizli (Pamukkale, Karahayıt,
Sarayköy, Buldan), Kütahya (Simav),Balıkesir (Edremit, Gönen), Sivas (Balıklı Çermik)
gibi merkezlerde vardır. Bu yerlerin ortak özelliği yer yapılarının özelliğidir.
Kolay eriyebilen kayaların (kalker, jips,kayatuzu) kimyasal yolla erimesi ve tekrar
çökelmesi ile oluşan yer şekilleridir. En fazla Akdeniz Bölgesin’de görülür. Sebebi kalkerli arazinin geniş yer tutmasıdır

6853
Coğrafya / GÜNEY DOĞU ANADOLU BÖLGESİ
« : Eylül 14, 2007, 03:05:09 ÖÖ »
KONUMU, SINIRLARI VE KOMŞULARI:
Ülkemizin güney doğusunda yer alan bölge nüfus ve yüzölçümü en küçük bölgemizdir. Akdeniz, Doğu Anadolu Bölgeleriyle, Suriye ve Irak Devletleriyle komşudur.
Gerçek Yüzölçümü 59.176 km2’dir. Alan bakımından ülkemizin % 7,5’ini kaplar en küçük bölgemizdir.
Nüfusu 2000 sayımına göre 6.6 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2’ye 112 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının üstündedir (Türkiye ortalaması Km2’ye 83 kişi)

BÖLÜMLERİ:
1.Dicle Bölümü 2.Orta Fırat Bölümü

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ:
Dağları ve Düzlükleri: Bölgenin yüzey şekilleri sadedir. Genellikle platolarla ve ovalarla kaplıdır. Yer şekilleri tarıma elverişlidir. Batıdan doğuya gidildikçe yükseklik artar. İki bölümün ortasında Karacadağ Sönmüş Volkan dağı bulunur. Bu bölgenin tek ve en yüksek dağıdır. Dicle Bölümünde Gaziantep ve Şanlıurfa Platoları vardır. Orta Fırat Bölümünde Diyarbakır Havzası ve Mardin Eşliği (Yüksek bir düzlüktür.) vardır.
Akarsuları Ve Gölleri: Fırat ve kolları Göksu ve Nizip, Dicle ve kolları Botan, Garzan ve Batman kolları başlıca akarsularıdır.
Bölgede doğal göl yoktur. Akarsularının hidroelektrik gücü fazladır. Bu nedenle bir çok baraj gölü vardır. Fırat Nehri’nin üzerinde Atatürk, Karakaya, Hancağız Baraj Gölleri, Dicle nehri üzerinde Kıralkızı, Ilısu, Cizre Baraj Gölleri.

İLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:
Bölgenin batısında Akdeniz ikliminin etkileri hissedilir. Yazları sıcak ve kurak geçer. Fakat kışları Akdeniz Bölgesine göre daha serindir. Bu bölümde don ve karada rastlanır. Yağışların çoğu kışın düşer. Yıllık yağış 500-600 mm’dir. Yağışın az olmamasına rağmen sıcaklık ve güneyden esen çöl rüzgarları yüzünden buharlaşma meydana gelir ve bu da kuraklığa sebep olur. Ülkemizin en yüksek sıcaklıkları bu bölgede ölçülür. Tarımda sulama ihtiyacı çok olur. Bölgenin doğusuna gidildikçe deniz etkilerinden uzaklaşılır ve yükseklik artar, sıcaklıklar düşer. Kar ve don olayları daha çok görülmeye başlar.
Bölgenin alçak kesimlerinde ve batısında bozkır görülür. Dağ yamaçları, yüksek yerler ve akarsu kenarlarında orman ve çalılık ağaçlara da rastlanır.

TARIM VE HAYVANCILIK:
Bölgenin ekonomisi tarıma dayanır. Ülke ekonomisine katkısı da bu alandadır. Tarıma elverişli tarım alanları ve düzlüklere sahip olmasına rağmen yaz kuraklığı ve sulama ihtiyacı nedeniyle tarım zorlaşır. GAP Projesinin yapılması ile birlikte artan sulama imkanları bölgenin tarımını artırmaya başlamıştır.
Bölgenin tarıma karasal iklim ürünlerine daha çok elverişlidir. En çok yetiştirilen ürünler şunlardır.
Mercimek: Türkiye üretiminde ilk sırada yer alır.
Buğday, Keten, Pamuk, Çeltik (Pirinç), Nohut ve Susam yetiştirilen bazı ürünlerdir.
Gaziantep Platosunda Antepfıstığı, Zeytin ve Üzüm yaygıdır.
Siirt’te Antepfıstığı üretimi başlamıştır.
Akarsu kenarlarındaki sulanabilen ovalarda sebze ve meyvede (Başta Karpuz olmak üzere) yetiştirilmektedir.
Bölgede platolar ve bozkırlar çok görüldüğü için küçükbaş Hayvancılık (Koyun, Keçi) çok yapılır. Keçi daha çok yüksek alanlarda yaygındır. Bu sayede bölgede hayvansal ürünler ticareti de yapılmaktadır.

YER ALTI KAYNAKLARI:
Fosfat: Mardin-Mazıdağı, Doğalgaz: Mardin-Çamurlu
Petrol: Batman- Beşiri ve Batman, Siirt-Kurtalan-Baykan ve Barzan, Adıyaman-Kahta ve Diyarbakır.
Linyit: Adıyaman-Gölbaşı, Manganez: Kilis



NÜFUS VE YERLEŞME:
Nüfusu 2000 sayımına göre 6.6 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2’ye 112 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının üstündedir (Türkiye ortalaması Km2’ye 83 kişi). Yoğunluk bakımında en yoğun 2. bölgedir. Nüfus artış hızı %o 25’tir (Türkiye %o 18.34). Bölgede kentsel nüfus % 62’dir (Türkiye ortalaması %65). Bölgede toplu yerleşme ve kerpiç evler yaygındır. Nüfus batı kesiminde, dağ etekleri ve akarsu boylarında yoğunlaşmıştır.

TURİZM:
Adıyaman-Nemrut Dağı, Şanlıurfa- Balıklı Göl ve Tarihi Eserler.

TÜRK EKONOMİSİNE KATKISI:
Türkiye Petrolünün 1/7’si bu bölgeden sağlanır. Geri kalanı dış ülkelerden ithal edilir. Batman’da Petrol Rafinerisi vardır. GAP Projesinin bitirilmesi ile tarımdaki su ihtiyacı karşılanacak ve bölge ekonomisi daha zenginleşecektir. Bunun ülke ekonomisine büyük katkısı olacaktır.


BÖLGENİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
 Alan bakımından en küçük bölgedir.
 Nüfus bakımından sonuncu olmasına rağmen alanı küçük olduğu için yoğunluk fazladır.
 Orman bakımından % 1 ile son sırada yer alır.
 Ekili-Dikili alan bakımından % 20 ile 4. Sıradadır.
 Ekonomisi tarıma dayanır. Hayvancılık 2. Sırada yer alır.
 Antepfıstığı, mercimek ve karpuz üretiminde ilk sırada yer alır.
 Fosfat ve Petrol üretiminde ilk sıradadır.
 Buharlaşma ve yaz kuraklığının en fazla olduğu bölgedir.
 Hiç doğal gölü yoktur.
 En yüksek yeri Karacadağ Sönmüş Yanardağıdır.
 GAP Projesi bölgede halen sürmektedir.
 Türkiye’nin en büyük ve önemli baraj gölleri bölgede yer alır.

6854
Coğrafya / EROZYONLA MÜCADELE
« : Eylül 14, 2007, 03:04:27 ÖÖ »
Erozyonla mücadele ülkemiz için olmazsa olmaz bir durum haline gelmiştir. Ancak gerekli çalışmaların tam olarak yapıldığı söylenemez.
Erozyonla mücadele konusunu sosyal-idari ve teknik olarak üç bölüm halinde ele almak gerekir.
Erozyonla Mücadelenin Sosyal Boyutu
Eğitim
Tüm dünyada erozyonun en büyük amili insanlardır. İnsan etkisinin ve zararının olmadığı, bitki örtüsünün bozulmadığı yerlerde erozyondan bahsetmek pek de doğru olmaz. Problemin kaynağı insanlar olduğuna göre, çözüme de buradan başlamak gerekir. Bu konuda yapılması en kolay, en ucuz ve en etkili tedbir �doğal kaynakları kullanan insanların� eğitilmesidir.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de erozyondan en fazla zarar gören insanlar, bu zararın doğmasına neden olan kırsal kesimde yaşayan insanlardır. Bu olgu sonucunda zaten düşük olan gelirleri hepten düşmektedir. Bulundukları yerde geçim imkanı kalmayınca çaresizlik içinde büyük şehirlere göç etmekte, hazırlıksız ve birikimsiz yapılan göçler şehirleri de yetersiz hale getirmektedir.

Ülkemizdeki temel problem, erozyonun zararlarının tam olarak anlaşılamamasıdır. Teşhisi konulmayan hastalığın tedavisi mümkün değildir. Bir çevre problemi olarak erozyonla daha çok şehirde yaşayan insanlar ilgilenmekte, çözüm arayışlarına girmektedir. Ancak bu duygu henüz kırsal kesime ulaşmamıştır. Kırsal kesimde doğal olarak hayvanın biraz daha otlaması, kışlık yakacak ihtiyacının karşılanması önemlidir.

Ancak,işin bu ekonomik ve zaruri boyutu yanında alışkanlık ve ilgisizlik boyutu da vardır. Boş zamanlarını kahvede değerlendiren insanımız �ağaç dikmeyi� veya dikilen ağaçları koruyucu önlemler almayı düşünmemektedir. Mesela her köyde var olan ve genelde de çevrili olan mezarlıklara bile ağaç dikilmemektedir. Köy yollarında başıboş akan sular küçük bir tedbirle uygun mecraya yönlendirilecekken bir yerler göçene kadar kimse ilgilenmemektedir.

Başka acı bir örnek, devlet kurumları tarafından yapılan ağaçlandırma çalışmalarına en büyük engeli orada yaşayan insanlar çıkarmaktadır. Mesela bir köyde yapılacak ve tüm köylünün menfaatine olan bir çalışmayı 25-30 keçisi olan bir insan sabote edebilmekte, diğerlerinden herhangi bir tepki gelemeyebilmektedir.

Bunun en etkili çözümü; problemin bu insanlarımıza tam olarak anlatılmasıdır. Başka bir önlem de buralarda yapılacak her türlü çalışmada insanların fikirlerini almak, bu doğrultuda plan ve uygulama yapmak ve çalışmalarda mümkün mertebe yerel işgücünü kullanmaktır. Devlet tarafından yapılacak tüm projelerde projelerin uygulanacağı yerlerde oturan insanlar için eğitim bütçesi konulmalı, ayrıca çalışacak personel öncelikle eğitilmelidir.



Sivil Toplum Örgütlerinin Desteklenmesi
Zamanımızda STÖ� ler gün geçtikçe önem kazanmakta ve etkileri artmaktadır. Olması gereken de budur. Ormancılık sektörü ile ilgili "Sivil Toplum Örgütleri" özellikle son yıllarda erozyonla mücadele ve ağaçlandırma faaliyetlerine maddi ve manevi olarak katkıda bulunmak, doğal yapının korunması ve rehabilite edilmesi konusunda çalışmalar yapmakta ve ayrıca uygulamalara yardımcı olmak üzere tanıtım ve kamuoyu oluşturma fonksiyonlarını yerine getirmektedir.
Erozyonla mücadelede Devlet tarafından uygulamaya konulan Havza Islah Projeleri, özellikle rakımı yüksek orman alanlarında yaşayan ve yaşamlarını sadece orman kaynaklarından sağlayan yerel halkın, bütün güçlerini bir araya getirerek ormana zarar veren ortamdan kurtarıp, ormanı seven bireyler haline gelmesini amaç edinmektedir. Böylece projelerin başlangıç yıllarında ve uygulama süresince halkın bu yönde bilinçlendirilmesinde ve eğitilmesinde sivil toplum örgütlerine ve bunların desteğine ihtiyaç vardır.
Ancak sivil toplum örgütleri kendi aralarında ve kurum ve kuruluşlar arasındaki ilişkilerinde işbirliğinden uzak çalışma yapmaktadır. Hatta bazen kurumlarla sivil toplum örgütleri arasında çalışma konularında duplikasyonlar ortaya çıkabilmektedir.
Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin (STÖ) iyi organize olmaları halinde sorunun çözümü bir şekilde daha kolay olacaktır. Özellikle erozyon kontrolü çalışmaları için gerekli fınans temininde faydalı olabilecekleri gibi, toplumda çevre bilincinin yerleşmesinde, önemli kanunların çıkarılmasında eğitim ve kamuoyu bilincinin geliştirilmesinde önemli katkı sağlayabilecekleri bir gerçektir.
Bu nedenle sivil toplum örgütleri, yerel halk örgütleninceye kadar, projede yaşayan halkın arazi kullanım ve tarımsal üretim tekniklerini doğru biçimde kullanmasında ve ürünlerinin pazarlanmasında, katılımcı kuruluşlarla beraber havza ıslah projelerinin uygulamalarında yardımlarını sürdürmeleri büyük önem taşımaktadır.
Erozyonla Mücadelenin Kanuni Boyutu
Erozyonla mücadele konusunda, değişik tarihlerde çıkarılan kanunlar vardır.
Bunlar;

a. 6831 Sayılı Orman Kanunu
b. 4122 Sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolu Seferberlik Kanunu
c. 4856 Sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
d. 3202 Sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kuruluş Kanunu.
e. 6200 Sayılı Devlet Su İşleri Kuruluş Kanunu
6831 Sayılı Orman Kanunu
TBMM tarafından 31.07.2003 tarihinde kabul edilen 4965 sayılı kanunla Orman Kanunun 58. Maddesi aşağıdaki gibi düzenlenmiştir.

Orman Kanununun 58. Maddesi

MADDE 11. - 6831 sayılı Kanunun 58 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 58. - Orman rejimine dahil veya yeniden orman tesis edilecek yerlerde havza bazında yapılacak ağaçlandırma, erozyon ve sel kontrolü, çığ ve heyelanların önlenmesi, ekosistemlerin korunup geliştirilmesi ve havzada yaşayan insanların hayat şartlarının iyileştirilmesi faaliyetleri, Çevre ve Orman Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili kuruluşlarla birlikte hazırlanan entegre projeler halinde uygulanır.
Ancak, Devlet ormanı içinden geçen mevcut demiryolu, karayolu ve köy yollarının tamiri, tahkimi ve bakımı orman idaresine bilgi verilerek ilgililer tarafından yapılır.

4122 Sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolu Seferberlik Kanunu
Bu kanun münhasıran ağaçlandırma ve erozyon kontrolu çalışmaları için çıkarılmıştır. Kanunun amaç ve kapsamına belirleyen birinci maddesi aşağıdaki gibidir.

4122 Sayılı Kanunun Amaç ve Kapsamı
Madde 1 - Bu Kanunun amacı; Devlet ormanlarında, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki arazilerde, göl ve akarsu kenarlarında, tüzel kişilerin mülkiyet ve tasarrufundaki arazilerde, orman sahasını ve ağaç servetini çoğaltmak, toprak, su ve bitki arasında bozulan dengeyi kurmak, geliştirmek ve çevre değerlerini korumak maksadıyla, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usulleri düzenlemektir.
4856 Sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Kanunun 2/ö fıkrası, Çevre ve Orman Bakanlığını �erozyonu önleyici her türlü tedbiri almak� la görevlendirmiştir.

3202 Sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kuruluş Kanunu.
Kanunun 11/b maddesi, Genel Müdürlüğe �Toprak erozyonunu önleyici, giderici ve azaltıcı, toprak ve su dengesinin kurulması ve korunmasını sağlayıcı tedbirleri almak, gerekli tesisleri yapmak ve yaptırmak� . görevini vermektedir. (Köy Hizmetleri genel Müdürlüğü kapatılmış, ancak görevleri İl Özel İdare Müdürlüklerine devredilmiştir.)

Ayrıca 4122 Sayılı Kanunun 4. maddesi aşağıdaki gibidir.

4122 Sayılı Kanunun 4. maddesi
Başbakanlık; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü vasıtasıyla, sulama göletlerinin su toplama havzalarındaki tarım arazilerinde gerekli havza ıslahı tedbirlerini alır. Toprak erozyonunu önleyici, giderici ve azaltıcı tedbirler ile toprak ve su dengesinin kurulması ve korunmasını sağlar. Köy yolları kenarlarında tarım arazilerinde rüzgar erozyonunun önlenmesi için ağaçlandırma çalışmaları yapar. Rüzgar perdeleri oluşturur. Devletin hüküm ve tasarrufu altında veya özel mülkiyetinde bulunan yabani fıstıklık, zeytinlik, harnupluk, makilik, çayır ve meraların geliştirilmesinde altyapı çalışmalarını yapar veya yaptırır.

6200 Sayılı Devlet Su İşleri Kuruluş Kanunu
Kanunun 2/a maddesi Genel Müdürlüğü �taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek� ten sorumlu tutmuştur.
4122 Sayılı Kanun ise �barajların su toplama havzalarında mülkiyeti kendisine ait veya 6200 sayılı Kanunla kendisine verilen görevler için tahsis edilen veya izin veya irtifak hakkı tesis edilen sahalarda ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarını ve bakım ile koruma işlerini yapar veya yaptırır.� Demektedir.

Erozyonla Mücadelenin İdari Boyutu
Ülkemizde erozyonla mücadele faaliyetleri birkaç Bakanlık tarafından yürütülmektedir. Bunlardan özellikle uygulamada çalışan kurumları şöyle sıralayabiliriz.;
* Çevre ve Orman Bakanlığı
a. Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolu Genel Müdürlüğü (Doğrudan tedbir alarak)
b. OR-KÖY Genel Müdürlüğü. Kırsal fakirliği azaltıcı tedbirler yoluyla.
c. Orman Genel Müdürlüğü
* Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
* Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
Türkiye'de erozyon, sel kontrolu, rusubat ve taşkın faaliyetleri; orman sınırları içinde kalan veya orman rejimine alınması gereken yerlerde Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, tarım alanlarında erozyon kontrolu çalışmaları ise Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. Ayrıca, sel ve taşkınları önlemek amacıyla dere meralarında erekli taşıntı barajlarının inşaatı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nce yürütülmektedir
Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolu Genel Müdürlüğü
4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 11. maddesi aşağıdaki gibidir.

AGM� nin Erozyonla Mücadele Görevi
MADDE 11.- Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Bozuk orman alanlarında ve gerektiğinde verimli orman alanlarında ağaçlandırma, erozyon kontrolü, orman içi mera ıslahı, sosyal ormancılık faaliyetlerine ait plân ve projeler ile bu plân ve projelerin gerektirdiği her türlü çalışmayı yapmak ve yaptırmak.
b) Orman rejimine alınacak yerlerde yeniden orman tesis etmek ve doğal dengeyi sağlayacak erozyon kontrolü tedbirlerini almak.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 3202 Sayılı Kuruluş Kanunu'nda "Toprak erozyonunu önleyici, giderici ve azaltıcı, toprak ve su dengesinin kurulması ve korunmasını sağlayıcı tedbir almak, gerekli tesisleri yapmak ve yaptırmak" görevleri arasında bulunmaktadır.Ancak, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bu kanun çerçevesinde tarım alanlarında ve değişik derecelerde erozyon problemi olan sahalarda çalışmaktadır. Çalışma tekniği genellikle tarım amaçlı seki inşa etmek ve taşlı arazilerin temizlenerek tarıma açmak, sulama göleti inşa etmek gibi tarla içi çalışmalar yanında rüzgarın yol açtığı aşınmaları önleme, kumul ıslahı ile gölet havzalarında gerekli erozyon tedbirleri almak şeklinde olmaktadır. (Köy Hizmetleri genel Müdürlüğü kapatılmış, ancak görevleri İl Özel İdare Müdürlüklerine devredilmiştir.)

6855
Coğrafya / DÜNYA’NIN ŞEKLİ VE HAREKETLERİ
« : Eylül 14, 2007, 03:02:25 ÖÖ »
A. DÜNYA’NIN ŞEKLİ
Dünya, kutuplardan hafifçe basık, Ekvator’dan şişkin kendine has bir şekle sahiptir. Buna geoit denir. Dünya’nın geoit şekli, kendi ekseni etrafında dönüşü sırasında oluşan, merkez kaç kuvvetiyle savrulması sonucu meydana gelmiştir.

Dünya’nın Şeklinin Sonuçları
• Ekvator’un uzunluğu tam bir meridyen dairesinin uzunluğundan daha fazladır.
• Ekvator yarıçapı, kutuplar yarıçapına göre 21 km daha uzundur.
• Dünya’nın şeklinden dolayı, güneş ışınları yeryüzüne farklı açılarla düşer.
• Sıcaklık dağılışını etkiler. Ekvator’dan kutuplara doğru gidildikçe sıcaklık değerleri düşer.
• Dünya’nın şeklinden dolayı, Dünya’nın bir yarısı karanlıkken diğer yarısı aydınlıktır. Aydınlanma çizgisi daire biçiminde olur. Buna aydınlanma çemberi de denir.
• Kutuplar, Dünya’nın merkezine (Ekvator’a göre) daha yakındır. Bunun sonucu olarak, yerçekimi Ekvator’da az, kutuplarda daha fazladır.
• Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı Ekvator’dan kutuplara gidildikçe azalır.
• Ekvator’dan kutuplara gidildikçe, paralel boyları ve meridyenler arası mesafe azalır.
• Dünya’nın şeklinden dolayı, harita çizimlerinde hatalar meydana gelir.
• Kutup yıldızının görünüm açısı bulunduğumuz yerin enlem derecesini verir.
B. DÜNYA’NIN HAREKETLERİ
1. Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafında Dönmesi (Günlük Hareket)
Dünya kendi ekseni etrafındaki dönüşünü, batıdan doğuya doğru 24 saatte tamamlar. Buna 1 gün denir.
Dünya, kendi ekseni etrafında atmosfer ile birlikte döndüğü için bu dönüş hissedilmez. Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki hızı en fazla Ekvator üzerindedir. Bu hız saatte 1670 km/saattir. Kutuplarda hız sıfırdır.

Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafındaki Dönüşünün Sonuçları
• Gece ve gündüz birbirini takip eder.
• Güneş ışınlarının günlük geliş açıları değişir.
• Günlük sıcaklık farkları meydana gelir. Bunun sonucunda;
– Fiziksel çözülme oluşur.
– Günlük basınç farkları oluşur.
– Meltem rüzgârları oluşur.
• Merkez kaç kuvveti meydana gelir. Bunun sonucunda;
– Sürekli rüzgârların (Alize, Batı, Kutup) yönlerinde sapmalar meydana gelir.
– Okyanus akıntıları (Gulf - stream, Labrador, vs.) halkalar oluşturur ve yönlerinde sapmalar olur.
• Yerel saat farkları meydana gelir.
• Cisimlerin gün içindeki gölge uzunlukları değişir.
• Güneş doğuda erken doğar, batar ve batıda geç doğar, batar.
• Dinamik basınç kuşakları meydana gelir.
2. Dünya’nın Güneş Etrafında Dönmesi (Yıllık Hareket)
Dünya, kendi ekseni etrafındaki günlük dönüşünü sürdürürken, bir yandan da Güneş’in çevresinde dolanır. Dünya, Güneş etrafındaki dönüşünü elips şeklindeki bir yörünge üzerinde 365 gün 6 saatte tamamlar. Buna 1 yıl denir.
Dünya, 939 milyon km lik yörüngesi üzerinde saatte 108 bin km. hızla hareket eder.,

Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığı sabit değildir. Bazen yaklaşırken, bazen uzaklaşır. Bunun nedeni, Dünya yörüngesinin elips şeklinde olmasıdır. Dünya’nın Güneş’e en yakın olduğu 3 Ocak tarihine Perihel (Günberi) denir. Dünya’nın Güneş’ten en uzak olduğu 4 Temmuz tarihine ise Afel (Günöte) denir.
Dünya’nın Güneş’e yaklaşıp uzaklaşması, Dünya üzerindeki sıcaklık dağılışını belirgin olarak etkilemez. Sıcaklık dağılışını etkileyen temel etken güneş ışınlarının geliş açısıdır.
Dünya’nın hızı sabit değildir. Hız, günberi tarihinde artarken, günöte tarihinde azalır. Bunun sonucunda;
– Mevsim süreleri farklıdır.
– Eylül ekinoksu iki günlük gecikmeyle gerçekleşir.
– Şubat ayı iki gün kısa sürer.
Dünya’nın Güneş Etrafındaki Dönüşünün Sonuçları
• Mevsimlerin oluşmasına ve değişmesine neden olur.
• Mevsimlik sıcaklık farkları meydana gelir.
• Kara ve denizler arasında sıcaklık farkları oluşur.
• Muson rüzgârları meydana gelir.
• Gece - gündüz uzunlukları değişir.
• Güneş’in ufuk üzerinde doğduğu yer ve saat ile, Güneş’in ufukta battığı yer ve saat değişir.
• Güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açıları değişir.
• Cisimlerin gölge boyları değişir.
• Aydınlanma çemberi mevsimlere göre yer değiştirir.
• Güneş ışınları yıl boyunca dönencelere bir kez, dönenceler arasına iki kez dik düşer.
Dünya’nın Eksen Eğikliği
Dünya’nın elips şeklindeki yörüngesinden geçen düzleme Ekliptik (yörünge) düzlemi, Ekvator’dan geçen düzleme ise Ekvator düzlemi denir.

Bu iki düzlem birbiriyle çakışmaz. Çünkü, Dünya’nın ekseni ekliptik düzleme tam dik değildir. Başka bir ifadeyle, Dünya ekseni ile ekliptik düzlemi arasında 66° 33′, Ekvator düzlemi ile ekliptik düzlemi arasında 23° 27′ lık bir açı vardır.
İşte yukarıda, Dünya’nın Güneş etrafındaki hareketinin sonuçlarında sayılanların asıl nedeni, Dünya’nın ekseninin eğik olmasıdır. Buradan, “Dünya’nın Güneş çevresinde dönüşünün sonuçları, eksen eğikliği ile birlikte ortaya çıkar” sonucunu çıkarabiliriz.
Dünya ekseninin 23°27′ eğik oluşunun sonuçları şunlardır:
• Güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı yıl boyunca değişir.
• Güneş’in doğuş ve batış saatleri ile yerleri değişir.
• Aydınlanma çemberinin sınırı mevsimlere göre değişir.
• Mevsimlerin oluşumuna neden olur.
• 21 Aralık’ta Güney Yarım Küre’nin, 21 Haziran’da ise, Kuzey Yarım Küre’nin Güneş’e daha dönük olmasına neden olur.
• Gece ile gündüz süreleri arasındaki farkın, Ekvator’dan kutuplara gidildikçe artmasına neden olur.
• Yıl içinde cisimlerin gölge uzunlukları değişir.
• Dönencelerin ve kutup dairelerinin sınırlarını belirleyerek, matematik iklim kuşaklarının oluşumuna neden olur.
Ekvator çizgisi üzerinde yıl boyunca gece ve gündüz süreleri değişmez.

EKİNOKS - SOLSTİS GÜNLERİ VE ÖZELLİKLERİ
Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi ve eksen eğikliğine bağlı olarak dört önemli gün ortaya çıkar. Bu günler aynı zamanda mevsimlerin başlangıcıdır.
21 Mart ve 23 Eylül tarihlerine ekinoks (gece - gündüz eşitliği) tarihleri, 21 Aralık ve 21 Haziran tarihlerine de solstis (gündönümü) tarihleri denir.

a. Kuzey Yarım Küre
• Güneş ışınları Yengeç Dönencesi’ne 90°lik açı ile düşer.
• Yaz mevsiminin başlangıcıdır.
• En uzun gündüz, en kısa gece yaşanır.
• Yengeç Dönencesi’nden kuzeye gidildikçe gündüz süresi uzar, gece süresi kısalır.
• Bu tarihten itibaren gündüzler kısalmaya, geceler uzamaya başlar. Fakat 23 Eylül tarihine kadar gündüzler gecelerden uzundur.
• Aydınlanma çemberi Kuzey Kutup Dairesi’ne teğet geçer.
• Yengeç Dönencesi’nin kuzeyi, güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dik açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları küçülmeye başlar.
• Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde en kısa gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları uzamaya başlar.
b. Güney Yarım Küre
• Güneş ışınları Oğlak Dönencesi’ne 43°06′ lık açı ile düşer.
• Kış mevsiminin başlangıcıdır.
• En uzun gece, en kısa gündüz yaşanır.
• Oğlak Dönencesi’nden güneye gidildikçe gece süresi uzar, gündüz süresi kısalır.
• Bu tarihten itibaren geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar. Fakat 23 Eylül tarihine kadar geceler gündüzlerden uzundur.
• Aydınlanma çemberi Güney Kutup Dairesi’ne teğet geçer.
• Oğlak Dönencesi’nin güneyi güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dar açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları büyümeye başlar.
• Oğlak Dönencesi’nin güneyinde en uzun gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları kısalmaya başlar.
23 EYLÜL

Kuzey ve Güney Yarım Küre
• Güneş ışınları öğle vakti Ekvator’a 90°lik açı ile düşer.
• Gölge boyu Ekvator’da sıfırdır.
• Güneş ışınları bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre’ye dik düşmeye başlar.
• Bu tarihten itibaren Kuzey Yarım Küre’de geceler, gündüzlerden uzun olmaya başlar. Güney Yarım Küre’de ise tam tersi olur.
• Bu tarih Kuzey Yarım Küre’de Sonbahar, Güney Yarım Küre’de İlkbahar başlangıcıdır.
• Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte Güneş her iki kutup noktasında da görülür.
• Dünya’da gece ve gündüz birbirine eşit olur.
• Bu tarih Kuzey Kutup Noktası’nda 6 aylık gecenin, Güney Kutup Noktası’nda ise 6 aylık gündüzün başlangıcıdır.
21 ARALIK

a. Kuzey Yarım Küre
• Güneş ışınları Yengeç Dönencesi’ne 43°06′ lık açı ile gelir.
• Kış mevsiminin başlangıcıdır.
• En uzun gece, en kısa gündüz yaşanır.
• Yengeç Dönencesi’nden kuzeye gidildikçe gece süresi uzar, gündüz süresi kısalır.
• Bu tarihten itibaren geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar. Fakat 21 Mart tarihine kadar, geceler gündüzlerden uzundur.
• Aydınlanma çemberi Kuzey Kutup Dairesi’ne teğet geçer.
• Yengeç Dönencesi’nin kuzeyi güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dar açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları büyümeye başlar.
• Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde en uzun gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları kısalmaya başlar.
b. Güney Yarım Küre
• Güneş ışınları Oğlak Dönencesi’ne 90° lik açı ile gelir.
• Yaz mevsiminin başlangıcıdır.
• En uzun gündüz, en kısa gece yaşanır.
• Oğlak Dönencesi’nden güneye gidildikçe gündüz süresi uzar, gece süresi kısalır.
• Bu tarihten itibaren gündüzler kısalmaya geceler uzamaya başlar. Ancak 21 Mart tarihine kadar, gündüzler gecelerden uzundur.
• Aydınlanma çemberi Güney Kutup Dairesi’ne teğet geçer.
• Oğlak Dönencesi’nin güneyi güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dik açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları küçülmeye başlar.
• Oğlak Dönencesi’nin güneyinde en kısa gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları uzamaya başlar.
21 MART

Kuzey ve Güney Yarım Küre
• Güneş ışınları öğle vakti Ekvator’a 90° lik açı ile düşer.
• Gölge boyu Ekvator’da sıfırdır.
• Güneş ışınları bu tarihten itibaren Kuzey Yarım Küre’ye dik düşmeye başlar.
• Bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre’de geceler, gündüzlerden uzun olmaya başlar. Kuzey Yarım Küre’de ise tam tersi olur.
• Bu tarih Güney Yarım Küre’de Sonbahar, Kuzey Yarım Küre’de İlkbahar başlangıcıdır.
• Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte Güneş her iki kutup noktasında da görülür.
• Dünya’da gece ve gündüz süreleri birbirine eşit olur.
• Bu tarih Güney Kutup Noktası’nda 6 aylık gecenin, Kuzey Kutup Noktası’nda ise 6 aylık gündüzün başlangıcıdır.

Sayfa: 1 ... 455 456 [457] 458 459 ... 495