İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OLCAY

Sayfa: 1 ... 433 434 [435] 436 437 ... 495
6511
Biyoloji / Kolloidal
« : Ekim 10, 2007, 03:57:55 ÖÖ »
Kolloidal tam anlamıyla çözelti değildirler. İyon veya moleküllerden daha büyük l nm ile 1000 nm arasında parçacıklar içerirler. Bu parçacıklara kolloid adı verilir. Bir kolloidal dağılım ışık gönderilerek aydınlatıldığı zaman mikroskopla incelenirse her bir parçacığın ışık saçan bir parçacık şeklinde sıvı içinde sağa sola hareketler yaptığı gözlenir. Kolloidal dağılma kuvvetli bir ışık gönderildiğinde dağılmış parçacıklardan yansıyan ışık nedeniyle ışığın geçtiği yol görünür, fakat çözeltide gönderilen ışığın geçtiği yol görünmez. Buna TyndalI olayı denir ve çözeltilerle kolloidal dağılımı ayırdetmede kullanılır. Tyndall olayı sabunlu bir çözeltiye veya tozlu bir havaya güneş ışığı vurduğunda da kolayca farkedilir. Kolloidal dağılım değişik yollarla elde edilebilir. Laboratuarda seyrelfik AgNO3 çözeltisini çeşme suyu üzerine döktüğümüzde beyaz bir bulanıklık görürsünüz. Bu çökmeye fırsat bulamamış AgCI kolloidal dağılımıdır. Beklenirse veya santrifüj lenirse beyaz AgCI dibe çöker üstte berrak sıvı kalır. Büyük parçaların öğütülmesiyle şiddetli karıştırma ile de kolloidal dağılımlar elde edilebilir.

Kolloidal dağılım çeşitleri.

Dağılma ortamı Dağılan madde Kolloidal dağılımın adı Örnek madde
Sıvı gaz köpük bira köpüğü, sabun köpüğü
sıvı emülsiyon süt, mayonez, krem
katı soller ve jeller nişasta, jelatin, kilin suda dağılımı
Gaz sıvı sıvı aerosol sis, aerosol sprey
katı katı aerosol duman
Katı gaz katı köpük yatak süngeri
sıvı katı emülsiyonlar peynir
bazı jeller
katı katı sol yakut cam, bazı alaşımlar
Emülsiyon, bir sıvının parçacıklarının diğer bir sıvıda asılı hali; sis , su damlacıklarının havada asılı hali ve genel olarak aerosol, herhangi bir gaz içindeki kolloidal dağılım halidir. Jel, kolloidin çökmüş halidir. Kolloidal dağılım, şiddetli karıştırılarak, elektrik nötraliteyi bozarak asit veya baz ilave ederek değişik şekillerde çöktürülebilir ve jel haline getirilebilir..
Kolloidal bir dağılımın bir zarla temas eden saf çözücü ile yıkanarak çözünmüş maddelerden temizlenmesine diyaliz denir. Bu, kanın yapay olarak üre gibi çözünmüş maddelerden temizlenmesini sağlar ve suni böbrek cihazı olarak da kullanılır.
Yağlı kirleri sabunla temizlemede kolloidal dağılım oluşumunun önemli bir yeri vardır.


6512
Biyoloji / Protistler
« : Ekim 10, 2007, 03:54:01 ÖÖ »
Protistler (Protista, bazen Protoctista), ayrışık (heterojen) bir canlı grubudur ve hayvan, bitki ya da mantar olarak değerlendirilemeyen ökaryot canlılardan oluşur. Protistler bilimsel sınıflandırma açısından âlem olarak değerlendirilse de tek soylu (monophyletic) değil, kısmi soylu (paraphyletic) bir gruptur. Protistler içinde değerlendirilen canlıların da görece basit yapılı (tek hücreli ya da ileri düzeyde özelleşmiş dokuları olmayan çok hücreli) olmak dışında ortak özellikleri pek yoktur.
Beslenmeleri fotosentez, absorbsiyon ya da fagositoz ile, çoğalmaları ise eşeyli ya da eşeysiz üreme ile gerçekleşen protistlerin hareketsiz olanları olabildiği gibi, kamçı, siller ya da yalancı ayaklarla hareket ederleri de bulunur. Yaklaşık olarak 60.000 yaşayan, 60.000 kadar da soyu tükenmiş fosil türü bilinmektedir.
.


6513
Biyoloji / CANLILARDA DOLAŞIM SİSTEMLERİ
« : Ekim 10, 2007, 03:52:53 ÖÖ »

      Bir hücreli canlılarda, ortamdan oksijenin ve besinlerin alınması ile, karbondioksit ve artıklarının uzaklaştırılması bütün vücut yüzeyiyle yapılır. Bunları gerçekleştirmek için özel bir yapıya gerek yoktur. Sadece, hücre içinde bazı stoplazma hareketleri görülebilir.
Çok hücrelilerde ise alınan besinleri ve oksijeni hücrelere ulaştırmak için bir taşıma sistemine ihtiyaç vardır. Hayvanlarda bu işlemleri gerçekleştiren sisteme dolaşım sistemi denir.

DOLAŞIM ÇEŞİTLERİ

Hayvanlarda dolaşım sistemi değişmeyen bir iç çevrenin oluşturulmasının ve hücreler için gerekli maddelerin taşınmasını sağlar. Basit yapılı çok hücreli hayvanlarda özel bir dolaşım sistemi bulunmaz. Süngerler, sölenterler, yassı ve yuvarlak solucanlar bu grubu oluşturur. Dğer bütün hayvanlarda kalp, damarlar ve dolaşım sıvısından oluşan bir dolaşım sistemi bulunur. Dolaşım sistemleri açık ve kapalı olmak üzere ikiye ayrılır.
Açık Dolaşım:
Omurgasızların büyük bir kısmında görülür. Kalbe kan getiren ve götüren damarlar kısadır.
Kalp yapısı karıncık ve kulakçıklar olarak ayrılmış olabileceği gibi, bazı damarların genişlemesiyle meydana gelmiş basit yapılar halinde de bulunabilir. Bazılarında ise kalp çok bölmelidir.
Sistemin diğer özellikleri ;
• Atar ve toplar damarlar birbirleriyle bağıntılı olmadığı için devemlı değildir. Kan kısmen damarlar içerisinde, kısmen de dolu hücreleri arasında akar.
• Kanın akış hızı sürtünmenin fazla olmasından dolayı yavaştır. Bunu için enerji ihtiyacı az olan küçük yapılı canlılarda görülür.
• Kan kalpten damarlarla çıkar, sinüs denilen boşluklara yayılır ve madde alış verişi yapıldıktan sonra toplar damarlarla kalbe geri döner.
• Bu sistemde atar ve toplar damarlar arasında kılcal damarlar bulunmaz.
• Bu hayvanların bir çoğunda gaz alış verişi trake ile sağlandığı için, kan oksijen ve karbondioksit taşımaz.
• Açık dolaşım yapan hayvanların bazılarında solungaç solunumu gerçekleştirilir. Bu hayvanların sadece solungaçlarında kılcaldamarlar vardır. Ve taşıma sıvısı (kan) oksijen ve karbondioksit taşır. (Kabuklular)
• Kan akışı genellikle, karın tarafında arkaya doğru, sırt tarafında ise arkadan öne doğru gerçekleşir.

Kapalı Dolaşım:
Omurgasızlardan halkalı solucanlarda, bazı yumuşakcalarda, (ahtapot ve mürekkep balığı) ilkel kordalılarda ve bütün omurgalılarda görülür.Bu hayvanlar akçiğer veya solungaç solunumu yaptıkları için kanın önemli görevlerinden birisi de solunum organlarıyla alınan O2 yi dokulara taşımak ve dokularda oluşan CO2 yi solunum organlarına taşımaktır.
Sistemin Diğer Özellikleri
- Atar ve toplar damarlar birbirleriyle bağıntılı olduğu için devamlıdır. Bu bağlantıyı kılcal damarlar sağlar. Kan devamlı olarak damarlar içerisinde dolaşıri dışarıya çıkmaz.
- Kanı akış hızı yüksektir. Bundan dolayı enerji ihtiyacı fazla canlılarda görülür.
- Kan, kalpten atar damarlarla çıkar, kılcal damarlara geçer ve burada dokularla kan arasında madde alışverişi gerçekleşir. Kan toplar damarlarla kalbe geri döner.
- Bu sistemde bütün dokular da kılcal damarlar bulunur.
- Damarlar daha uzun ve daha dallanmış yapıdadır. Kalp yapıları da iyi gelişmiştir.
- Doku hücreleri arasında, taşıma sıvısından farklı olan bir doku sıvısı bulunur. Hücreler her türlü madde değişimini bu sıvı ile yaparlar.

B. OMURGASIZLARDA DOLAŞIM

- Omurgasız olmayan hayvanlarda her hücre, ya dış ortamdaki sıvı (su) ile ya da geniş vucut boşluklarındaki sıvı ile temas halindedir. Her hücre ortamıyla alış verişini difüzyonla sağlayabilmektedir. Bunun için özel bir dolaşım sistemi yoktur, buna ihtiyaç da yoktur.
- Bazılarında (planarya) ise besinlerin iletilmesi dallanmış sindirim kanalıyla, gazların değişimi ise bütün vücut yüzeyiyle gerçekleştirilir.
- Halkalı solucanlarda kapalı dolaşım sistemi vardır. Solunum deriyle yapıldığı için kan O2 ve CO2 taşımakla da görevlidir.
- Kalpten pompalanan kan damar tarafından karın damarına pompalanır. Kan ana damarlardan ayrılan kılcallarla organlara ve deriye taşınır. Kılcallarda kirlenmiş olan kan sırt bölgesinde toplar damara geçer ve arkadan öne doğru akar.
- Kanın temizlenmesi deri altındaki kılcallarla difüzyonla sağlanır.
- Eklem bacaklılar, yumuşakçalar ve derisi dikenlilerde açık dolaşım sistemi vardır.
- Bunların hepsinde besinlerin taşınması, artıkların boşaltım organına iletilmesi ve içi dengenin sağlanması dolaşım sisteminin görevidir.
- Böcekler ve çok ayaklılar trake solunumu yaptığı için kan oksijen taşımaz.

C. OMURGALILARDA DOLAŞIM

Bütün omurgalılarda iyi gelişmiş, kapalı bir dolaşım sistemi vardır. Kalp yapılarının farklılığından ve solunum organının özelliğinden dolayı omurgalıların dolaşım sistemlerinde de farklılıklar vardır.
1. Balıklarda Dolaşım
Balıkların kalbinde bir kulakçık ve bir karıncık bulunur. Damarlarında kirli kan iletemiz kan karışmadan dolaşır. Solungaçlarında temizlenen kan tekrar kalbe dönmeden vucuda pompalandığı için kalpte sürekli kirli kan bulunur. Vücutta ise sürekli temiz kan dolaşır.
Vücutlarında temiz kan dolaşmasına rağmen, değişken ısılı hayvanlardır. Ancak kışuykusuna yatmazlar. Çünkü yaşam alanları olan suyun sıcaklığı 40C nin altına düşmez ve 350C nin üstüne çıkmaz.
2. Kurbağalarda Dolaşım
Kurbağaların kalbi üç odacıklıdır. Bunlardan ikisi kulakçık biri karıncıktır. Kalplerinde ve damarlarında kirli kanla temiz kan karışık olarak bulunur. Kalbin sağ kulakçığında kirli kan sol kulakçığında temiz kan, karıncıkta ise karışık kan bulunur. Vücutta karışık kan dolaşır. Değişken ısılı (soğuk kanlı) hayvanlardır. Kış uykusuna yatarlar. Kurbağalar larva dolaşım yaparlar.
Balıklarda ve kurbağa lavralarında solungaçlarda temizlenen kani kalbe gelmeden vücuda dağıldığı için küçük dolaşım yoktur.
3. Sürüngenlerde Dolaşım
Sürüngenlerde kalp üç olacıklıdır. Ancak kanın hareket dinamiğini artırıcı yarım bir karıncık perdesine sahiptir. Yine sol kulakcık temiz sağ kulakçık kirli kan taşır. Karıncıkta kirli kanla temiz kan karışır ve damarlarında karışık kan dolaşır. Timsahlarda diğerlerinden farklı olarak kalp dört odacıklıdır. Kalplerinde kirli ve temiz kan birbirine karışmaz. Ancak, kalbin karıncıklarından çıkan damarlar arasında bulunan bir kanalda (panizza kanalı) temiz kanla kirli kan birbirine karışır.
4. Kuşlarda ve Memelilerde Dolaşım
Bu canlıların kalpleri dört odacıklıdır ve sıcak kanlıdırlar. Metabolizmaları için gereklienerjiyi kendileri üretirler. Temiz ve kirli kan hiçbir zaman karışmaz. Memelilerde ve kuşlarda dort odacıklı olduğu için damarlarında karışık kan değiltemiz kan veya kirli kan dolaşır. Vucut ısıları sabittir çevreye göre değişmez. Bundan dolayı kış uykusuna da yatmazlar. Bu tip canlilara sıcak kanlı canlılar denir. Sıcak kanlı (sabit ısılı) olmayı sağlayan tek faktör kalp yapısı ve dolaşım sistemi değildir. Esas etkilerden birisi de sinirsel düzenleme ile gerçekleştirilir.
İNSANLARDA DOLAŞIM SİSTEMİ
İnsan, sistemlerden meydana gelmiş en harika canlıdır. Dolaşım sistemimiz, onun ünitesi olan kan ve damarlar; herhalde sistemler arasında, hatta doku ve hücreler arasında en fazla irtibatı olanıdır. İnsanda dolaşım sistemini; kanın yapısı,kalbin yapısı ve çalışması, damarların yapısı ve madde alış verişi, dolaşım çeşitleri, lenf sistemi ve bağışıklık olmak üzere değişik alt bölümlerde inceleyeceğiz.

A. KANIN YAPISI
Kan hücreler için gerekli olan organik ve inorganik maddelerden ve hücrelerden meydana gelen bir çözeltidir. İki kısımdan oluşur.
1. Plazma:
Kanın sıvı kısmıdır. Büyük bir kısmı (%90-92) sudur. Geri kalanıda çözünmüş besinler, gazlar (O2 ve CO2), üre gibi azotlu artıklar hormonlar ve özel kan proteinlerinden oluşur.
Plazma proteinlerinin başlıcaları; albumin, globülin, fibrinojen ve lipoproteinlerdir. Albumin ve globülinler damarlardan dışarı çıkamazlar ve osmotik basıncın oluşmasını sağlarlar. Bu basınç vücut hücreleri ile plazma arasında madde alışverişinin yapılmasında etkilidir.Fibrojen kanın damar dışında pıhtılaşmasını sağlar.
Plazmada bulunan, damar içinde kanın pıhtılaşmasını engelleyen heparin bir polisakkarit bağışıklık maddesi antikorlar ise protein yapısındadırlar.
2. Kan Hücreleri
İnsanda kan hücreleri Alyuvar (=Eritrosit) Akyuvar (lökosit) ve Kan pulcukları (=Trombosit)olmak üzere üç çeşittir.
- Alyuvar (=Eritrosit): Yapılarındaki hemoglobinden dolayı kana kırmızı rengini veren hücrelerdir. Oluştuklarında çekirdeklidirler, ancak olgunlaştıklarında çekirdeklerini kaybederler. Kırmızı kemik iliğinde, embriyo döneminde karaciğer ve dalakta üretilirler. Kısa ömürlüdürler. Yaşlanınca dalakta ve karaciğerde parçalanırlar. 1mm3 kanda yaklaşık olarak 4,5-5,5 milyonalyuvar bulunur.
Deniz seviyesinden yükseklere çıkıldıkça havadaki O2 azaldığından alyuvar sayısı artar.
Alyuvarların görevleri solunum organlarından aldıkları O2 yi dokulara, dokulardan aldıkları CO2 yi solunum organlarına taşımaktır.
Hemoglobin sadece kana kırmızı rengini vermakla kalmaz ayrıca diğer kan proteinleriyle birlikte kan ve vucut sıvısının asit-baz dengesini kurar
Akyuvarlar (Lökosit): Beyaz renkli iri çekirdekli, büyük ve sabit bir şekli olmayan kan hücreleridir. Kemik iliği ile lenf düğümlerinde ve dalak, timüs gibi lenf dokularında üretilirler. Ömürleri birkaç gündür. İnsanın 1 mm3 kanında 8-10 bin kadar akyuvar bulunur.
Vücudun enfeksiyonla karşılaşması ve kan kanseri (lösemi) halinde akyuvarların sayıları geçici veya sürekli olarak artar.
Akyuvarlar sitoplamazlarında taneciklerin olup olmamasına göre granüllü ve granülsüz olmaküzere iki tipe ayrılırlar. Monosit ve lenfositler granülsüz akyuvat, nötrofil, eozonofil ve bazofil granüllü akyuvar çeşitleridir. Akyuvarların %25-30 unu oluşturan lenfositler her türlü mikroorganizmaya karşı savaşırken, % 60 ını oluşturan nötrofiller vücuda girenbakterilere karşı saldırıya geçerler.
Akyuvarların % 2-3 ünü oluşturan eosonofiller ise organizmanın her türlü allerjiye ve parazitlere karşı savunmasından sorumludurlar.
Akyuvarların % 1 ini oluşturan bazofillerde iltihaplanmalara karşı vucudun savunmasından sorumludurlar.
Akyuvarların için de en irisi olan monositler ise organizmada oluşan bakteri kolonolilerini yutmadan sorumludurlar.
Lenfositler zararlı maddelerle (antijen) karşı antikor ve antitoksin üreterek savunma yaparlar. Bu amaçla kan içinde tüm vucuda dağılırlar. Amipsi hareketler yaparak damar dışına çıkabilirler.
Kan Pulcukları (= Trombositler): Kemik iliğindeki iri yapılı hücrelerden (megakaryosit) oluşan kandaki en küçük parçacıklardır. Renksiz ve çekirdeksizdirler. 1 mm3 kanda 200-300 bin kadar trombosit bulunur. Ömürleri kısadır ve kanın pıhtılaşmasında önemli rok oynarlar.
Pıhtılaşma Reaksiyonları
Pıhtılaşma, kanda bulunan fibrojenin aktifleşerek, hava ile teması sonucu katılaşıp, fibrin adı verilen ve suda erimeyen lifli bir proteine dönüşmesidir. Damardan çıktıktan billi bir süre sonra kan pıhtılaşır.
a. Bir damarın parçalanması ve ya zedelenmesi durumunda tromboplastin oluşur.
b. Bu madde, trombositlerin çıkardığı özel bir protein ve Ca +2 iyonlarının etkisiyle protombinaz enzimine dönüşür.
c. Bu enzim karaciğerden gelen ve plazmasında bulunan protrombini Ca+2 iyonlarının etkisiyle trombin haline dönüştürür.
d. Trombin, fibrinojeni, suda çözünmeyen ve lifli bir protein olan fibrin haline getirir.
e. Fibrin yara bölgesini kapatarak kanın akmasını önler.
B. KALBİN YAPISI ve ÇALIŞMASI
Kalp, göğüs boşluğunda, diyaframın üstünde ve iki akciğerin arasında, herkesin kendi yumruğu büyüklüğünde koni şeklinde bir organdır. Kanın akması için gerekli basıncı sağlayan bir pompadır. Yetişkin bayanlarda ortalama 230-280 gr erkeklerde ise 280-340 gr ağırlığındadır.
Kalp, üstte iki kulakçık, altta iki karıncık olmak üzere dört bölmelidir.
Kalbin sağ bölümünde, sağ kulakçık ve sağ karıncık bulunur. Sağ kulakçığa üst ana toplar damar ile alt ana toplar damar bağlanır. Sağ karıncıkta n ise akciğer atar damarı çıkar. Sağ kulakçık ile karıncık arasında üçlü kapakçık (trikuspit) bulunur.
Kalbin sol bölümünde, sol kulakçık ve sol karıncık bulunur. Sol kulakçığa akciğer toplar damarı açılır. Sol karıncıktan aort atar damarı çıkar. Sol kulakçık ile karıncık arasında ikili kapakçık bulunur.
Karıncıklardan çıkan atar damarların ağzında kanın kalbe geri dönmesini engeleyen yarım ay kapakçıkları bulunur.
Kalbin Çalışması: Kalbin çalışması, kalp kasının kasılıp (=sistol) ve gevşemesi (=diastol) ile olur.
Kalp atışı 0,15 sn. de kulakçıklar 0,30 sn. de karıncık kasılır, 0,40 sn. lik sürede kalp dinlenir.
Kalp Atış Hızını Etkileyen Faktörler:
a. Sinirler: Otonom sinir sistemine ait sempatik sinirler kalp atışını hızlandırır, parasempatik (vagus siniri) sinirler ise yavaşlatır.
b. Hormonlar: Asetil kolin hormonu kalp atışını yavaşlatır, adrenalin ve tiroksin hormonu hızlandırır.
c. Sıcaklık Değişmeleri: Vücut içi sıcaklığı arttıkça kalp atışı hızlanır.
d. CO2 Miktarı: Kandaki CO2 nin artması kalp atışını hızlandırır.
Kandaki O2 miktarının azalması da kalp atışını hızlandırır
e. Kimyasal Maddeler: Kafein ve tein kalp atışını etkiler ve hızlandırır.
- Kalbin sağlığını korumak için ağır yamaklarve margarin yenmemelidir. İçki ve sigara içilmemelidir. Aksi halde kalbi besleyen damarlarda daralma olur. Buda göğüste 1-2 dakika süren ağrılara ve kalp krizlerine sebep olabilir.

C. KAN DAMARLARININ YAPISI
İnsanın dolaşım sisteminde, diğer omurgalılarda olduğu gibi atar damar, toplar damar ve kılcal damar olmak üzere üç tip damar bulunur.
1. Atar Damarlar
Kanı kalbin kulakçıklarından diğer organlara taşıyan damarlardır. Akciğer atar damarı kirli kan diğer damarlar O2 bakımından temiz kan taşırlar.
Atar damarların karıncıklarından çıktığı yerlerde kanın tek yönde akmasını sağlayan ay kapakçıkları vardır.
En büyük atar damar AORT atar damarı olup çapı 2,5 mm, çeperi 3 mm dir. Atar damarlar içinde kanın hareketi kan basıncıyla sağlanır. Çapları dar ve yapısındaki elastik liflerin miktarı fazladır. Damar duvarı dıştan içe doğru üç tabakadan yapılmıştır.
Atar damar içindeki kanın damar çeperine yaptığı basınca tansiyon, atar damarların bilek, şakak gibi organlarda hissedilen kasılıp gevşemelerine ise nabız denir.
2. Toplar Damarlar
Bunlar dokularda oluşan metabolizma artıklarını ve ince bağısakta emilen besin maddelerini kalbinkulakçıklarına taşıyan damarlardır. Akciğer toplar damarı O2 bakımından temiz kan, diğer toplar damarlar ise kirli kan taşırlar.
Toplar damarların yapısı büyük ölçüde atar damarlara benzer, ancak taoplar damarlardaki basınç, atar damarlardan daha az olduğu için dış kısmında lifli bağ dokusu daha az, orta tabakada ise elastik lif hiç yoktur. Bu nedenle toplar damarların iç yapı, atar damarlarından daha geniş olmasına rağmen kanın akış hızı atar damarlardan daha yavaştır.
Vucudun alt kısımlarındaki toplar damarlarda kanın tek önde (kalbe doğru) ilerlemesini sağlayan ve üste doğru açılan kapakçıklar bulunur.
Toplar damarlar içerisindeki kanın hareketi:
- Kulakçıklardaki gevşeme ile doğan kalbin negatif emme basıncı,
- İskelet kaslarının kasılması
- Soluk alma sırasında göğüs bölgesindeki basıncın azalması,
- Yapılardaki düz kasların kasılması,
- Tek yöne açılan kapakçıkların bulunması,
- Üst kısımlardaki damarlarda yerçekiminin etkisi gibi faktörlerle sağlanır.
3.Kılcal Damarlar
Atar damarlarla toplar damarlar arasında bulunan en ince çaplı damarlardır. Yapıları tek sıralı epitel dokudan meydana gelmiştir.
Kan ile doku sıvısı arasındaki bütün madde alış verişi kılcal damarlarla olur.
Uzun süre ayakta kalan kişilerde kanın toplar damarlarda birikmesi sonucu damarlar bükülüp genişler ve esnekliğini kaybeder. Bu şekilde oluşan bozukluğa Varis denir. Varis çorabı denilen çorapların giyilmesiyle önlenebilir. Gerekirse bu tür damarlar ameliyatla çıkarılabilir.
A. İNSANDA KAN DOLAŞIMI
İnsanda kan dolaşımı, büyük ve küçük dolaşım sistemi olarak ikiye ayrılır. Bu sistemlerde kirli ve temiz kan ayrı ayrı dolaşır.
1. Büyük Kan Dolaşımı
Sol karıncıktan başlar, sağ kulakçıkta sona erer. Karıncıkların kasılması ile sol karıncıktaki temiz kan (oksijence zengin, karbondioksitce fakir) sol karıncıktan aorta pompalanır.
AORT damarı, sola doğru bir yay çizerek ikiye ayrılır. Üste giden damar baş ve kollara, alta ayrılan damar da bir çok yan damarlarla mide, pankreas ve bağırsaklar gibi bütün iç organlara ve bacaklara yayılır. Doku ve organlarar ulaşan bu damarlar, çok sayıda kılcal damarlara dallanır.
Bütün madde alış-verişi, bu kılcallarda akan kan ile doku hücreleri arasında olur. Özellikle temiz kandaki oksijen dokulara, karbondioksit ise kana geçer.
Sol karıncık -AORT-Vücut damarları- Kirki kan - Üst ve alt ana toplardamar - Sağ kulakçık
Kirlenen kan, kılcallardan toplar damarlara iletilir. Vücudun alt bölgesinden toplanan kan alt ana toplar damarda, üst bölgesinden toplanan ise damarla sağ kulaçığa dökülür.
2. Küçük Kan Dolaşımı
Sağ karıncıktan başlar sol karıncıkta sona erer. Büyük kan dolaşımı ile sağ kulakçığa geçer ve karıncıkların kasılması ile kirli kan sağ karıncıktan akciğer atardamarına pompalanır.
Akciğer atardamarı kalpten çıktıktan sonra ikiye ayrılarak sağ ve sol akciğerlere kollar gönderir. Akciğerlere giren bu damarlar alveollerin çeperinde kılcallara ayrılır. Burada kirli kandaki karbondioksit alveollere, alveolerdeki oksijen ise kana geçer. Temizlenen kan, her akciğerden ikişer tane olmak üzere dört akciğer toplardamarı ile kalbin sol kulakçığına döner
Sağ karıncık- Akciğer atar damarı- Akciğerler- Temiz kan - Akciğer toplar damarı- Sol kulakçık
Dolaşım Sisteminin Görevleri;
- Sindirilmiş besinleri dokulara taşımak,
- Solunum organlarından aldığı O2 yi dokulara taşımak,
- Dokulardan aldığı CO2 yi solunum organlarına taşımak
- Metabolizma artıklarını boşaltım organlarına taşımak,
- Hormonları ilgili organlara iletmek,
- Vücut ısısını dözenlemek,
- Vücut sıvılarını asit-baz dengesini (PH) düzenlemek,
- Vücudun zararlı maddelere karşı savunmasını sağlamak,
- Yaralanma halinde pıhtılaşmayı sağlayarak kan kaybını önlemek.

B. İNSANDA LENF SİSTEMİ
Lenf sistemi, lenf damarları, lenf düğümleri, lenf kılcalları ve lenfoid (lenf hücrelerinden oluşan) organlardan meydana gelmiştir. Lenf damarlarıyla taşınan ve içinde akyuvarlar bulunan doku sıvısına lenf denir. Bu sıvıda alyuvar yoktur.
Omurgalılarda ikinci vücut sıvısı lenf sıvısıdır. Lenf sıvısı ayrı bir sistem halinde hücreler arasında, dokular arasında ve lenf damarlarında dolaşır. İnsanda vücut ağırlığının 1/4 ü kadar lenf sıvısı vardır.
Lenf sıvısında çeşitli metabolizma ürünleriyle birlikte kan hücrelerinden sadece lökositler (akyuvarlar) bulunur. Lenf sıvısı beyazımsıdır. Bu yüzden akkan olarak da adlandırılır.
Uçları kaplı olan lenf kılcalları çok geçirgenolduğundan dukular arası sıvıda bulunan amino asitler ve diğer maddeler kolayca lenf kılcallarına geçer. Dolaşım sisteminden doku sıvısına devamlı amino asit kaybı olur. Lenf sistemi bunların dolaşım sistemine geri dönmesini sağlayan tek yoldur.
Lenfin hareketi, toplar damardaki gibi, iskelet kaslarının basıncı ve solunum hareketleri ile sağlanır.

6514
Biyoloji / İskelet, Kas ve Endokrin Sistemi
« : Ekim 10, 2007, 03:50:01 ÖÖ »
( FARKLI BİR KAYNAK)

Canlılarda, vücuda desteklik sağlayan ve hareketi kolaylaştıran sistemdir.
Tek hücrelilerde bu görevi hücre zarı ve hücre çeperi yapar.

Bitkilerde Destek Yapılar

Bitkilerde selüloz hücre çeperi, turgor basıncı, destek dokuyu oluşturan kollenkima ile sklerinkima gibi yapılar desteklik sağlar.

Hayvanlarda İskelet Sistemi

Hayvanlarda iskelet ikiye ayrılır.
1- Dış İskelet: Sadece omurgasız hayvanlarda bulunur. vücudun dışında bulunan ve vücudu dış etkilerden koruyan destek yapıdır. Büyümeyi sınırlar, üzerinde vücut örtüsü bulunmaz. Protein, k.hidrat ve yağ gibi organik moleküller ile kalsiyum karbonat gibi inorganik moleküller oluşabilir.
2- İç İskelet: Omurgasızların bazılarında (süngerler, derisi dikenliler) ve bütün omurgalı hayvanlarda bulunur. İç iskelet vücudun içinde bulunur, vücuda şeklini verir ve iç organları korur. Üzerindeki çeşitli vücut örtüleriyle büyümeyi engellemez.

Köpek balıklarında iç iskelet kıkırdak dokusundan oluşur.
Kemik oluşumu kıkırdak ve bağ dokunun değişimi ile meydana gelir. Minareller, hormonlar (parathormon, kalsitonin, STH) dengeli beslenme vitaminler ve genetik faktörler ile kontrol edilir.
D vitamini kemiklerde Ca ve P birikimi sağlayarak kemiği sertleştirir. Eksikliğinde raşitizm hastalığı meydana gelir.

İnsanda İskelet Sistemi
İnsan iskeletinin temelini kemikler oluşturur. Yapısal olarak iki çeşit kemik vardır.
* Sert Kemik: Bütün kemiklerde bulunan, aralarında boşluk bulunmayan kemiktir. Sertlik ve dayanıklılık verir. Sert kemiklerde sarı ilik bulunur.
* Süngersi Kemik: Yapısında boşluklar bulunur. Bu boşluklarda kırmızı kemik iliği vardır.

Şekillerine göre ise üç çeşit kemik vardır.
* Yassı Kemik: Kafatası, kürek, kalça, göğüs ve kaburga kemikleridir.
* Kısa Kemikler: Omurga kemikleri, el ve ayak bilek kemikleridir.
* Uzun Kemikler: Kol ve bacak kemikleridir.

Kemiklerin en dışında periost (kemik zarı) bulunur. Kemiğin kalınlaşmasını ve onarılmasını sağlar.
Kemikler birbirine eklemlerle bağlıdır. Üç çeşit eklem vardır.
* Oynar Eklem: Hareket yeteneği en fazla olan eklemlerdir. Kol ve bacaklarda vardır. Oynar eklemde birbirine bağlı olan iki kemiğin uçları eklem kapsülü içindedir. Bu kapsül içinde sinovial zar bulunur.
* Yarı Oynar Eklem: Kısıtlı hareketlere izin verir. Omurga kemikleri arasında ve dirdeklerde bulunur.
* Oynamaz Eklem: Harekete olanak sağlamazlar kafa tası kemiklerinde görülür.

Parathormon kemiklerden kana Ca geçişini, tirokalsitonin ise kandan kemiklere Ca geçişini sağlar.
Kemiğin yapısında %25 su, %45 inorganik maddeler ve %30 organik maddeler bulunur.

Kas Sistemi

Kaslar kemik ve eklemlerle beraber hareketi sağlar ve desteklik verir. Kas hücre zarına sarkollemma, sitoplazmasına ise sarkoplazma denir.
Kaslar düz kas, çizgili kas ve kalp kas olmak üzere üç çeşittir. Düz kaslar ile kalp kası otonom sisteme bağlı olarak çalışır, çizgili kasların çalışması ise beynin kontrolündedir.

Kasların çalışması kas telcikleri (miyofibrin) ile olur. Miyofibrinleri oluşturan kas ipliklerinin kalın ve kısa olanlarına miyozin, ince ve uzun olanına aktin denir. Bunların temel yapısı proteindir. Aktin ve miyozin aktinomiyozin kompleksini oluşturur. Aktinomiyozinler iplikleri, iplikler kas telciklerini, kas telcikleri kas tellerini, teller kas demetlerini oluşturur.

Kasların Kasılma Mekanizması

Kaslar miyelinli sinir liflerinin denetiminde çalışır. İmpulslar sinir telerinin motor uç plağına ulaşınca sinir hücrelerinden asetilkolin salgılanır. Bu madde kasları uyarır, Ca iyonlarının aktin ve miyozin iplikleri arasına yayılmasına sebep olur ve kas telcikleri kasılır.
Kasların kasılması için gerekli uyarına şiddetine eşik şiddeti denir.
Sarkomer: Art arda gelen iki Z bandı arasındaki bölgedir.


Kas kasılması ATP, Ca, K, Mg bulunan ortamda aktin ve miyozin ipliklerinin birbiri üzerine kayması ile gerçekleşir.
Çizgili kasların kasılması sırasında;
1- Aktin ve miyozin boyu değişmez .
2- I bandının boyu kısalır.
3- Z çizgileri birbirine yaklaşır.
4- H bölgesi daralır ve görünmez olur.
5- Aktin çubukları birbirine yaklaşır.
6- Kasın boyu kısalır hacmi değişmez.






Kas Sarsılması: Kasın bir kez kasılıp gevşemesidir.


I- Gizli Evre: Uyarının verildiği zaman ile kasın kasılmaya başladığı zaman arasındaki süredir.
II- Kasılma Evresi: Kasılmanın başlaması ile gevşemenin kasılması arasında geçen süredir.
III- Gevşeme Evresi: Gevşemenin başlaması ile kasın eski halini almasına kadar geçen süredir.

Bir sarsılmanın olabilmesi için uyarının ya eşik şiddetine eşit yada fazla olması gerekir.

Kas Tonusu: Kasların dinlenme durumunda bile az da olsa kasılı olması durumudur. Bu durum organizmanın uyartılara çabuk cevap vermesini sağlar.

Fizyolojik Tetanoz: Eğer kas arka arkaya sık sık uyarılırsa gevşemeden tekrar kasılır. Bu durumda kas kasılı kalır. Buna fizyolojik tetanoz denir.

Kasların kasılması ve gevşemesi için enerji gereklidir. Bu enerji ilk olarak ATP`den sonra kreatin fosfat, glikoz ve glikojenden sağlanır. ATP`nin yeniden oluşması için kullanılan ilk enerji kaynağı kreatin fosfattır.
Kreatin fosfat + ADP = kreatin + ATP
ATP elde etmenin diğer bir yolu da kastaki glikojenin glikoza, glikozunda ATPye dönüştürülmesidir.
Kas kasılması sırasında glikojen, O2, ATP ve kreatin fosfat azalır, laktik asit, CO2, inorganik fosfat, ADP ve kreatin azalır.
Eğer kasılan kaslar gerekli enerjiden yoksun ise kasılı durumda kalır.

Tetani: Kasların gevşemesini sağlayan kasılmalardır. Ca tuzlarının eksikliğinde ortaya çıkan ellerde ve parmaklarda gözlenen ağrılı kasılmalardır.

Antagonist kaslar: Birbirine zıt çalışan kaslardır. Biri kasılırken diğeri gevşer.

Sinerjit kaslar: Aynı anda kasılıp gevşeyen kaslardır. Bu durumda eklem dik ve hareketsiz kalır.


6515
Biyoloji / Suyun Fiziksel Özellikleri
« : Ekim 10, 2007, 03:45:08 ÖÖ »
Su bütün sıvılar içinde doğada en çok bulunandır. Su çok yaygın bulunması nedeni ile adeta -değersiz olarak düşünülür. Oysaki su benzer molekül yapısı ve ağırlığına sahip bileşiklerden eşsiz özellikleri nedeni ile ayrılmakta ve öne çıkmaktadır. Su renksiz, kokusuz ve tatsız bir sıvıdır. Normal atmosfer koşulları altında 100°C’de kaynar ve 0 °C’de donar. Düşük molekül ağırlığa sahip bileşikler içinde suyun eşsiz özelliklere sahip olması hidrojen bağlarından ileri gelmektedir. Çünkü hidrojen bağları her bir molekül grubu ile dayanıksız üniteler oluşturur, böylece tek bir molekülden daha yüksek etkili moleküler kütle olmasını sağlar.
Buz 0 °C’ye ısıtıldığı zaman uygulanan ısı miktarına oranla sıcaklık da artar. Bu durum spesifik ısı (öz ısı) ile tanımlanır. Öz ısı (Spesifik ısı); 1 gram suyun sıcaklığını 1° C arttırmak için gerekli olan (kalori veya joule cinsinden) enerjidir. Nitekim suyun spesifik ısısı diğer bileşiklerle karşılaştırıldığı zaman hidrojen bağları nedeni ile nispeten yüksektir.
Buzun 0 °C’de iken, sıvı haline dönüşmesi için hidrojen bağlarının kırılması gerekir ve bu nedenle enerjiye gerek vardır. Buz sıvıya dönüşünceye kadar sıcaklıkta değişme olmaz.
0° C’ deki 1 gram buzun suya dönüşmesi için gerekli enerji gizli füzyon ısısından sağlanır ki bu 80 kaloridir. Yani donma noktasındaki 1 gram buz sıvı duruma dönüşmek için yaklaşık 80 kalori absorbe etmektedir.
1 gram suyun 100° C’de buhara dönüşmesi için enerjiye gerek vardır ki bu gizli buharlaşma ısısıdır ve 540 kaloridir. Yani 1 gram su kaynama noktasında yaklaşık 540 kalori absorbe eder ve buhar haline gelir.
Suyun öz ısısı ve gizli ısısı bir çok bileşikten yüksektir ve bu nedenle su bir ısı taşınma ortamı olarak kullanılır. Önemli bir miktarda enerji ısıtılmış suya verilir ve bu enerji besinlere taşınabilir (aktarılır). Suda ısıtılan besinler ısıyı yavaş yavaş alırlar. Su buharlaşmak için önemli bir ısı da alır. Bu durumda çevredeki ısıyı alır ve iyi bir soğutucu ajandır.


6516
Biyoloji / HÜCREDE MADDE ALIŞVERİŞİ
« : Ekim 10, 2007, 03:43:26 ÖÖ »
HÜCREDE MADDE ALIŞVERİŞİ
• Hücre zarında gerçekleşen bir olaydır.
• Canlılığın devamı için gereklidir.
• Hücre zarından geçebilenler :
O2,CO2,CO,su,mineraller,glikoz,fruktoz,galaktoz,ya ğ asidi,gliserol,a.asit,vitamin,alkol
• Hücre zarından geçemeyenler :
Protein,yağ,karbonhidrat
• 4 yolla olur.
1) DİFÜZYON
• Bir maddenin çok olduğu (yoğun olduğu) ortamdan az olduğu ortama (az yoğun ortama) doğru hareket etmesine denir.
• Porlardan geçebilecek büyüklükteki maddeler difüzyona uğrar.Porlardan büyük maddeler difüzyon yapamaz.
• Enerji harcanmaz.
• Enzim kullanılmaz.
• Canlı ve cansız ortamda görülebilir.Canlılık delili değildir.
• Denge sağlanana kadar devam eder ve durur.
ÖRNEK : Odaya dökülen kolonyanın her tarafa dağılması.Akciğerdeki oksijenin kana geçmesi.İnce bağırsaktaki glikozun kana geçmesi.

DİFÜZYONU ETKİLEYEN FAKTÖRLER
1) Küçük moleküller,büyük moleküllere göre daha kolay geçerler.
2) Nötr moleküller iyonlara göre daha kolay geçer.Çünkü zarın dış kısmı da iyonik yapıdadır.
Negatif iyonlar biraz daha kolay geçer.
3) Yağda çözünen maddeler de çözünmeyenlere göre daha kolay geçer.(A,D,E,K vitaminleri)
4) Yağı çözen maddelerde kolay geçer.(Alkol ve eter gibi.)
5) Por sayısı ve sıcaklık arttıkça difüzyon hızı da artar.
6) İki ortam arasındaki yoğunluk farkı ne kadar çoksa difüzyonda o kadar hızlı olur.
7) Akışkanlığı fazla olan ortamlarda difüzyon hızlı olur.
DİYALİZ : Suda çözünmüş maddelerden bazılarının yarı geçirgen zardan difüzyonuna denir.Böbrekleri çalışmayan insanlarda suni olarak oluşturulan bir ortamla kandaki üre temizlenir.
2) OSMOZ
• Suyun difüzyonudur.Suyun çok olduğu yerden az olduğu yere geçmesidir.

HİPERTONİK ORTAM(ÇOK YOĞUN ORTAM)
• Bir hücre kendisinden daha yoğun bir ortama konursa su kaybederek büzülür.Bu olaya
plazmoliz denir.ÖRNEK : Tuzlanan derinin su kaybederek büzülmesi.

HİPOTONİK ORTAM(AZ YOĞUN ORTAM)
• Bir hücre kendisinden daha az yoğun bir ortama konursa su alarak şişer.Bu olaya deplazmoliz denir.
• Bitki hücrelerinde deplazmoliz devam ederse hücre şişer ve turgor durumuna geçer.
• Hayvan hücrelerinde deplazmoliz devam ederse hücre patlar.Buna hemoliz denir.

İZOTONİK ORTAM(DENGE ORTAM)
• Bir hücre izotonik bir ortama konursa hiçbir değişikliğe uğramaz.

OSMATİK BASINÇ
• Hücre içerisindeki çözünmüş maddenin hücre zarına yaptığı basınçtır.Yada (etki=tepkiye
göre)hücre dışındaki suyun yoğunluk farkından dolayı hücre içerisine girmek için zarlara
yaptığı basınçtır.
• Çözünmüş madde miktarı (hücrenin yoğunluğu) arttıkça osmatik basınç artar.
TURGOR BASINCI
• Hücre içerisindeki suyun hücre zarına (yada çepere) yaptığı basınçtır.
• Kofullar tarafından ayarlanır.
• Turgor çok artarsa su girişi durur.
• Turgor, otsu bitki ve yaprakların dik durmasını sağlar.
• Turgor, stomaların açılıp kapanmasını sağlar.
• Turgor, bazı nasti(ırganım) hareketlerini sağlar.
• Suyun hareketi daima O.B' ın fazla olduğu yere doğrudur.
3) AKTİF TAŞIMA
• Bir maddenin az olduğu yerden çok olduğu yere geçmesidir.
• Porlardan geçebilecek büyüklükteki maddeler aktif taşıma ile taşınır.
• Enzim kullanılır.
• Enerji harcanır.
• Sadece canlı hücrelerde görülür.
• Denge yoktur.
• Taşıyıcı moleküller kullanılır.
ÖRNEK:İnce bağırsaktaki glikozun kana geçmesi.Böbrekteki geri emilim.
NOT 1 : Hücre zarından geçebilecek büyüklükteki bir maddenin miktarı hücre içi ile hücre
dışı arasında farklılık oluşturuyorsa burada aktif taşıma var demektir.
NOT 2 : Sıcaklık artışı,molekülün alınmasını hızlandırmaz.
4) ENDOSİTOZ VE EKZOSİTOZ
• Hücre zarından geçemeyecek büyüklükteki maddelerin oluşturulan ceplerle içeri alınmasına endositoz;yine aynı yolla dışarı atılmasına ekzositoz denir.
• Hücre zarından geçemeyecek büyüklükteki katı maddelerin içeri alınmasına fagositoz;sıvı maddelerin içeri alınmasına pinositoz denir.

ENDOSİTOZUN ÖZELLİKLERİ
• Enerji harcanır.
• Enzim kullanılır.
• Hücre zarı azalır.Hücrenin içeriği artar.
• Hücreye alınan bu büyük maddeler lizozomdaki ve besin kofulundaki hücre içi enzimlerle parçalanır.
• Tek hücrelilerde ve akyuvarlar da çok görülür.
• Canlılık delilidir.
• Denge yoktur.
• Bitki hücrelerinde ve diğer çeperi olan hücrelerde görülmez.

EKZOSİTOZUN ÖZELLİKLERİ
• Enerji harcanır.
• Enzim kullanılır.
• Hücre zarı artar.Hücrenin içeriği azalır.
• Canlılık delilidir.
• Denge yoktur.
• Boşaltım kofulu ve golgi yardımıyla atılır.
• Bitki ve hayvan hücrelerinde görülür.
NOT 3 : Tatlı sularda yaşayan bir hücrelilerde fazla suyu dışarı atan kontraktil koful
bulunur.Hücre içerisindeki fazla suyun nedeni suyun osmozla içeri girmesidir.
NOT 4 : Bir bitki hücresinin turgor durumuna geçmesinde a)Ortamın yoğunluğu
b)Hücre içindeki madde yoğunluğu c)Çeperin selülozdan yapılmış olması etkilidir.
NOT 5 : Endositoz ve ekzositozda yoğunluk farkı yoktur.Ama aktif taşıma,difüzyon ve
osmozda vardır.


6517
Biyoloji / HÜCRENİN YAPISI VE ORGANELLER
« : Ekim 10, 2007, 03:34:23 ÖÖ »
HÜCRE


Hücre, bir canlının bütün özelliklerini taşıyan, en küçük birimidir. Canlıların hepsi hücrelerden oluşur, cansız varlıkların hücresel bir yapısı yoktur. Yani hücrelerden oluşma ayrı canlı ve cansız varlıklar için en belirgin ayırt edici özelliktir.
Canlıların hepsinin hücreye sahip olması aynı hücreye sahip olacağı anlamına gelmez. Canlıların farklı hücrelere sahip oluşu canlıların yapıları hakkında bilgi verir. (Yaşam tarzı, ömrü, beslenişi…) Örneğin, bir bitki hücresi incelendiğinde, hücrede kendi bensini kendi yaptığı anlamına gelen yapıcıklar görülür.
Hücrelerin hepsi başka bir hücrenin bölünmesiyle oluşur. Hücrede bölünme, hücrenin gelişmesiyle beraber hücre zarının bölünme emri vermesi sonucu oluşur ve ortaya önceki hücrenin tüm özelliklerini taşıyan yeni bir hücre çıkar. Hücrelerin bazıları belli bir zamana kadar bölünme yeteneği taşırlar, bir süre sonra kaybederler.
Hücreler bağımsız hareket ettikleri halde birlikte iş görürler. Bu iş gruplarına doku denir dokular aynı işleri yapan hücrelerin birleşmesiyle oluşmuştur. Dokular vücudun her yerini sarmıştır ve farklı görevler üstlenmiştir.Birçok dokunu birleşimi organları oluşturur. Organlar birleşerek sistemleri, sistemler birleşerek canlı organizmayı oluşturur. Hücrenin canlının temel taşı olduğunu bu şekilde de anlamış oluruz.
Canlıları, kolay incelenmek amacıyla hücresel olarak iki gruba ayırırız. Bu gruplar, ilkel ve gelişmiş hücre gruplarıdır. İlkel hücre grubuna “Prokaryot hücre”, ya da “prokaryotik hücre” denir. Gelişmiş hücrelere ise, “Ökaryot hücre” ya da “ökaryotik hücre” adı verilir.
1. PROKARYOTİK HÜCRELER

İlkel hücre grubudur, gelişmemiştir. Bakteriler ve mavi-yeşil alglerdeki hücre tipleri bu gruba girer. Bunların çekirdek zarı ile çevrili çekirdekleri yoktur. Sitoplâzmalarında mitokondri, lizozom gibi organelleri barındırmazlar. Kalıtım maddesi olan DNA sitoplâzma içerisine dağılmış durumdadır. Ribozomları vardır. Bu hücrelerin hayati faaliyetleri sitoplâzmada ve hücre zarında cereyan eder.
Tek hücreliler de bu gruptadır. En basit çok hücreli ya da en karmaşık tek hücreli Volvox’ tur. Volvox' ta işbölümü vardır ama doku oluşumu yoktur. Volvox gibi tek hücrelilerin oluşturduğu dokusu yapıya koloni denir.
Bunlara ek olarak, prokaryotik hücreye sahip olan bakterilerde hücre, cansız bir çeperle (murein) sarılıdır. Bazı bakterilerde hücre çeperinin dışında kapsül bulunur. Kapsül bakterinin dirençliliğini ve hastalık yapabilme (patojen olma) özelliğini artırır.

2. ÖKARYOTİK HÜCRELER

Zar, sitoplâzma, çekirdek ve organellerden meydana gelmişlerdir. Organeller, sitoplâzma içinde farklı görevlere ve yapıya sahiptirler ve serbesttirler. DNA çekirdekte bulunur. Hücreler gördükleri işe göre farklı şekil ve büyüklüktedirler. Bunlara örnek olarak kas, sinir ve kemik hücreleri gösterilebilir. Kan hücrelerinden olan alyuvarların çekirdekleri yoktur. Fakat farklılaşmaları sırasında çekirdeklerini kaybettiklerinden bunlar da ökaryotik hücrelerden sayılırlar.
Ökaryotik hücreler, hayvan ve bitki hücresi olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Hayvan Hücresi: En gelişmiş hücre tipidir. Hayvan hücresi bitki hücresinden daha farklı yapılara sahiptir.

2. Bitki Hücresi: Hayvan hücresi kadar gelişmiş değildir. Bitki hücrelerinde bulunur, hayvan hücrelerinden farklı olarak bu hücreler fotosentez yapabilir.

Hayvan hücresi
1-Hücre duvarı bulunmaz.
2-Sentriol bulunur.
3-Kloroplast, lökoplast, kromoplast (plastidler) bulunmaz.
4-Kofullar küçüktür.
5-Glikojen bulunur.
6-Hücreler bağımsızdır.(Doku sıvısı)
7-Hücre şekli ovaldir.

Bitki hücresi
1-Hücre duvarı bulunur.
2-Sentriol bulunmaz.
3-Kloroplast, lökoplast, kromoplast (plastidler) bulunur.
4-Kofullar büyüktür.
5-Nişasta ve selüloz bulunur.
6-Hücreler sürekli birbirine hücre duvarı ile bağlıdır.
7-Şekli köşelidir.

Hücrelerde üç ana bölüm bulunur. Bunlar, hücre zarı, sitoplazma ve hücre çekirdeğidir.
1. HÜCRE ZARI: (sızı mozaik zar modeli)

Kalınlığı en fazla 120 A° (1 angström = 1/10.000 mm.) dur, sabittir. Protein, yağ ve az miktarda karbonhidrat moleküllerinden (özellikle memelilerde) meydana gelmiştir. Yapısı bir lipit denizinde yüzen, proteinden ve glikoproteinlerden yapılmış, almaç denen özel bölgelerle dışarıya açılan bir "Mozaik Zar Modeli"ndendir.
Zarın yapısındaki lipitler çoğunluk fosfolipitlerdir ve zarın orta kısmında iki tabakalı olarak bulunur. Bir tabakadaki fosfolipidin suda erimez lipofil (apolar) kutbu (yağ asitlerini taşıyan polarize olmamış kutbu) öbür tabakadaki fosfolipidin lipofil kutbuna dönüktür. Dolayısıyla ışınsal bir şekilde lipofil kutuplar karşı karşıya gelmiştir. Suda eriyen hidrofil (polar) kutupları ise dışa dönüktür. Bu tabakalar, polipeptitterden meydana gelmiş bloklarla ya da adacıklarla kesilmiştir. Bu haliyle hücre zarı, içinde proteinlerden yapılmış adalar taşıyan bir lipit denizi gibi görünür.
Bir amip ya da silli hayvan yaralanırsa; bu yara yeni bir zarla hemen kapatılır. Bu yeni zara plazmalemma denir. Plazmalemmayı hücre arasına salgılanan maddelerle ya da bir çeşit hücre iskeletini oluşturan hücre dışındaki daha katı selüloz (bitkilerde) ya da mukopolisakkarit ve albuminoid yapılarla karıştırmamak gerekir.
HÜCRE ZARININ ÖZELLİKLERİ:

A. Canlıdır: Hücre zarı canlı bir yapıya sahiptir.
B. Saydamdır: Hücre zarı saydam bir yapıya sahiptir.
C. Esnektir: Hücre zarı esnek bir yapıya sahiptir.
D. Akışkandır: Hücre zarı akışkan bir özelliğe sahiptir.
E. Seçici geçirgendir: Hücre zarı seçici geçirgendir ve seçici geçirgenliği sayesinde büyük molekülleri içine almaz.


Hücre Zarından Madde Giriş-Çıkışı:

Hücreye madde giriş-çıkışı hücre zarı tarafından yönetilir. Hücrenin seçici geçirgenlik adı verilen bir özelliği vardır. Bu özelliğe bağlı olarak, hücrenin üzerinde “por” adı verilen gözenekler bulunur. Bu gözenekler oldukça küçüktür. Hücre zarından porlardan daha büyük maddeler geçemez. Yediğimiz besinlerine sindirilmesinin nedeni budur, eğer sindirim olmasaydı, maddeler hücre zarından geçemezdi.
Eğer besinler hücre içine enerji harcanarak alınıyorsa buna aktif taşıma denir, enerji harcanmadan alınıyorsa, buna pasif taşıma denir.
• Yağda çözünen moleküller (A, D, E, K vitaminleri gibi) suda çözünen maddelerden daha kolay geçer.
• Yağı çözen moleküller (alkol, eter gibi) hücre zarından daha zor geçer.

2. SİTOPLAZMA


Sitoplâzma, çekirdek ve hücre zarı arasında bulunan yumurta akı kıvamında sıvı kısımdır. %60 - %90 arası sudan oluşur. Kalan %40 - %10’luk kısım da protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve minerallerden meydana gelmiştir. Yarı sıvı matriks olup, plazma zarı ile nükleus arasını doldurur.
Bir canlıda saptanan her türlü canlılık olayları sitoplazma içerisinde geçer. Genellikle saydam ve homojen bir kitle oluşturur.

Sitoplazmanın Görevleri:
A. Biyokimyasal reaksiyonlar için zemin oluşturmak.
B. Organellere yataklık etmek.( Organeller: Özel yapı ve görevi olan sitoplazmik cisimlerdir)
C. Rotasyon ve sirkülasyon hareketleri ile organellerin hareketini sağlamak.

İki kısma ayrılır:
İç Sitoplazma
Dış Sitoplazma

1. İç Sitoplazma:

Hücre zarını hemen altında yer alan kısımdır. Buna Ektoplazma da denir. Bu kısım yoğun ve granülsüzdür. Dış sitoplazma kolloit yapısını belirgin olarak gösterir; reversibkolloit özelliğini daima korur; gel halinden sol haline ya da zıt yönde kolayca değişebilir.
2. Dış Sitoplazma:

Daha sulu, fakat yoğunluğu sudan daha yüksektir. Bu canlı maddenin özünü proteinler ve su oluşturur. Ayrıca çeşitli enzimler, lipitler, karbonhidratlar ve mineraller de vardır. Suyun bir kısmı bağımsız halde protein moleküllerinin arasını doldurmakta, az bir kısmı ise protein moleküllerine bağlanmış durumda bulunmaktadır.
Sitoplazma, organellere yataklık eden bir yapıdır. Sitoplazma içinde çok çeşitli organeller bulunur, bunlar:
• Mitokondri
• Endoplazmik Retikulum (E.R.)
• Golgi Aygıtı (Golgi Cisimciği)
• Ribozom
• Sentrozom
• Plastitler
• Koful
• Lizozom
• Flagella
A. MİTOKONDRİ
Mitokondri; Yunanca, mitos = iplik; chondros = tane, buğday anlamına gelmek
tedir.


Oksijenli solunum yapan tüm hücrelerde bulunur. Boyları 0,2 – 5 mikron arasında; şekli, ovalden çubuğa kadar değişir Sayıları hücre başına birkaç taneden 2500'e (karaciğer hücresinde) kadar çıkar. Genellikle 5 – 6 tanesi ucuca gelerek bir iplik şekli meydana getirir. Canlı hücrelerde incelendiğinde, şeklinin ve büyüklüğünün değiştiği, diğer mitokondrilerle birleştiği ve hareket ettiği görülür. Bakteri, yeşil alg (çekirdeksiz hücrelerde) ve memelilerin alyuvarında bulunmaz. Kalınlıkları 70 A°olan zarla çevrilmiştir içteki zar iç yüzeyin artırılması için yaklaşık 200 A’luk aralıklarla birçok kıvrım meydana getirmiştir; bu kıvrımların tarak şeklinde olanlarına "Krista ( Cristae)" (Latince, cristae tarak demektir), tüp şeklinde olanlarına da "Tubulus" (Latince, borucuk demektir) denir. Buna göre de mitokondri tipi tanımlanır. Kristaların iki zar birimi arasındaki Aralık 60 A'dur.
B. ENDOPLAZMİK RETİKULUM

Hücre sitoplazması, sentez işlevlerinin yürütülmesinde çok büyük bir önemi olan ve endoplazmik retikulum (ER) denen kanalcıklar ve borucuklarla donatılmıştır (endo = Yunanca iç; retikulum = Latince küçük ağ demektir). Bu sisteme "Ergastoplazma" da denir. Kanalcıklar (sisternalar) ve borucuklar çekirdek zarının hücre zarına kadar çeşitli şekillerde uzamasıyla meydana gelmiştir. Bu ince borucukların çeperi 5–6 nm. Kalınlığındaki zar biriminden yapılmıştır; lümenlerinin çapı en azından 50 nm.'dir. Kanallar (sisternalar) hücre içi madde dağıtımını ve taşınımını, hücrede asidik ve bazik tepkimelerin birbirini etkilemeden bir çeşit odacıklar içinde oluşmasını ve hücrenin mekanik etkilere karşı daha dayanıklı olmasını sağlar. Dolayısıyla borucukların lümeni, çekirdek porlarına doğrudan açılır. Bununla beraber ER'un iç ve dış zarı, çekirdeğin iç ve dış zarına bağlanmış, dolayısıyla ER ve çekirdek zar arası boşlukları ağızlaşmıştır. Bu nedenle çekirdekle yakından ilişkisi vardır. Her hücrenin endoplazmik retikuler sistemi kendine özgüdür. Kanalcıklar sistemi sabit değildir, gelişim ve işlev durumuna göre yapışı hızla değişebilir. Hücre bulunurken kaybolur, daha sonra yeniden oluşur. Hücre yaşlandıkça ER'un işlevleri ve kanalcıkların birbiriyle ilişkisi azalır, iki tip endoplazmik retikulum ayırt edilir.
Granüllü (Tanecikli) endoplazmik retikulum

Özellikle protein sentezi yapan hücrelerde çok görülür. Çünkü protein sentezi, çoğunluk ER'un borucuk ve kanalcıklarının dış yüzüne bağlanmış ribozomlarda gerçekleştirilir. Bu nedenle protein sentezlenen kısımları tanecikli görülür. Fakat ribozomların ER'a bağlanma zorunluluğu yoktur. Bakterilerde ER bulunmamasına karşın, ribozomca zengindirler. ER diğer maddeleri de sentezlemektedir (örneğin, yağ).
Granülsüz (Düz) endoplazmik retikulum

Daha çok yağ sentezi yapan hücrelerde, özellikle steroyit hormonları sentezleyen endokrin bezlerde bulunur. Kural olarak ribozom içermezler. Fakat düz ER sistem ile granüllü ER sistem arasında belirgin yapısal bir fark yoktur. Bu sentezleri yapan enzimleri, ER sistemin zarlarından ayırmak mümkün olmamıştır.
C. GOLGİ AYGITI (GOLGİ CİSİMCİĞİ)

Golgi aygıtı birçok alt birimlerden meydana gelmiştir. Bu birimlerin her birine diktiyozom denir (Yunanca diktiyon = ağ, soma = vücut demektir). Diktiyozomların tümü Golgi Aygıtını oluşturur.
Ergin sperma ve kan hücreleri hariç tüm hayvan ve keza bitki hücrelerinde bir ya da birkaç tane bulunur. Sentezleme, özellikle salgı yapan hücrelerde iyi görülür (ipekböceğinin ipek salgı bezlerindeki hücrelerde çok gelişmiştir). Genellikle sentriyolün civarında ve çekirdeğin üzerine yakın olarak bulunur. Düz ER'dan çok farklı değildir. Düz ER'a göre tüpçük ve lamelcikleri daha yoğun olarak içerir. Birbirinin üzerine katlanmış 5–30 kadar kanalcık (Cistern = Sisterna = Latince yağmur suyu toplayan çukur demektir) taşır. ER'dan osmium ve gümüş içeren boyalarla boyanmasıyla ayrılır, ilk defa 1898 yılında italyan bilim adamı Calmio Golgi, gümüşlü boya ile sinir hücrelerinde üstüste dizilmiş plakaları tanımladığından, bu yapıya, bilim adamının ismine adanarak "Golgi Aygıtı" dendi, önemi elektron mikroskobuyla ortaya çıktı.



GA’nın yapısında, kanalcıklar orta ve tabana yakın kısmında bulunur. Uç kısmına gittikçe bu plakçıkların ve kanalcıkların, hücre zarına doğru göç eden veziküllerle (keseciklerle) kullanılıp bitirildiği gözlenir. Özünde burada akıcı ve sürekli bir denge vardır. Bir taraftan (proksimalden) sentezlenmeye başlayan maddeler uca (distale) doğru itilerek uzaklaştırılır. GA'nın zarları zar birimine benzer; fakat daha incedir (6–10 nm.). Bu ise GA'nın, ER ile hücre zan arasında bir geçit ödevi gördüğünü kanıtlar, öyle ki ER'un üzerinde sentezlenen protein, bazı maddelerin de eklenmesiyle (GA'nda) zar birimleri ya da pulcukları halinde hücre zanna iletilir ve onun yapışma katılır. GA'nda basit şekerlerden kendine özgü polisakkaritlerin sentezlendiği saptanmıştır. Böylece hücre zarının yapışma katılarak onun özgüllüğünü saptayan karbonhidrat¬lar, GA'nda sentezlenmektedir. Salgının attimasından başka, hücredeki fazla suyun (birhücrelilerde) vurgan koful aracılığıyla atılması da GA'nın görevleri arasındadır. Çünkü vurgan (kontraktil) koful GA'ndan meydana gelir. Bununla beraber GA'nın hücreden hücreye değişiklikler gösterdiğim unutmamak gerekir.

İşaretlenmiş glikoz ve sülfatlarla yapılan gözlemlerde, proteinlere şeker ve sülfat eklenmesinin GA'nda gerçekleştiği kanıtlanmıştır. Mukopolisakkaritlerin de GA'nda sentezlendiği bilinmektedir. Bu madde bir iç salgı olup kıkırdak hücrelerinin yapışma katılır. Ayrıca tüm dış salgı hücrelerinin salgı yapımının yanısıra, iç salgı hüc¬relerinin (paratiroitteki glikoprotein salgısı gibi) birçok maddesinin, keza bitkilerdeki selülozun, karaciğer hücrelerinde lipoproteinferin sentezlenmesine katıldığı açık bir gerçektir. Bazı hücrelerde de lizozom granüllerini yaparak sitoplâzmaya vermektedir.

Uzun zaman, pek önemli bir organel olmadığı gerekçesiyle, dikkate alınmayan GA, son zamanlarda hücre zannın özgüllüğünü saptamada önemli görev almaşı nedeniyle, dikkatleri üzerine çekti. Çünkü hücre zannın özgüllüğü karbonhidratlarla saptanmaktadır ve karbonhidratlar da GA'nda sentezlenmektedir. Bazı karbonhidratların, proteinler gibi kalıtsal denetim altında sentezlendiğine ilişkin kanıtlar vardır. Kan grupları ve immunokimyasal incelemeler bunu göstermektedir.

Karbonhidrat taşıyan proteinler ve diğer maddeler özellikle hücre yüzeyinde bulunurlar ve hücrelerin birbirlerini tanımasın) (kendi doku türünden olanlar), diğer hücrelerle ilişki kurmasını, morfogenetik hareketlerin (embriyolojik hücre hareketleri) oluşmasını sağlarlar. Birhücrelilerin konjugasyon yaparken birbirini tanıması ve birbi¬rine yapışması hücre yüzeyindeki özel karbonhidratlarla olur. Embriyonik gelişim sırasında farklılaşmış hücrelerin bir araya toplanması için de bu karbonhidratlar önemlidir.

Hücre yüzeyindeki bazı glikoproteinlerin bozulmasıyla kanserleşmenin ortaya çıktığı bulununca, araştırmalar bu konu üzerinde yoğunlaştı. Virüslerin konukçu hücreleri tanıması (hücreye özgü virüsler) da bu karbonhidratlarla ya da karbonhidratlı proteinler aracılığıyla olmaktadır. Hücre içerisine endositosisle alınacak madde¬lerin lizozomlarda parçalanıp parçalanmayacağı ya da hangi asamaya kadar parça¬lanacağı bu endositoz zarın özgüllüğü ile saptanır. Bu zar da hücre zarından oluşur ve dolayısıyla GA'nın dolaylı denetimi altındadır.
Sonuç olarak hücreye girecek ve çıkacak tüm maddeler, hücrenin bölünmesi, gelişmesi, farklılaşması, işlevleri ve diğer hücrelerle olan ilişkileri, hücre zan tarafından saptanır. Zarın özelliği de proteinlerle birlikte, karbonhidratlar tarafından sağlanır ve karbonhidratlar (glikozamin ve mannoz hariç; bunlar protein molekülüne ribozomlarda eklenir), özellikle terminal şekerler (galaktoz, fukoz ve sialik asit) protein zincirlerine GA'nda eklenir. Golgi aygıtının sistemleri ER'dan meydana gelmiştir.
D. RİBOZOM

Virüsler hariç tüm canlılarda bulunur. Yaklaşık 15 – 20 nm. (150 – 200 A°) çapında, hepsi birbirinin benzeri, küremsi ya da oval bölekçiklerdir. Hücrelerin en küçük organelidir. Özünde taban kısımlarıyla birbirine mRNA (messenger RNA) aracılığıyla yapışmış biri büyük (moleküler ağırlığı yaklaşık 1.300.000 dalton) diğeri küçük (moleküler ağırlığı yaklaşık 600.000 dalton) iki alt birimden meydana gelmiştir.


E. SENTROZOM

İlkel bitkilerde ve hayvan hücrelerinin büyük bir kısmında bulunur, interfazda kural olarak çekirdeğin yanındadır. Üç ile beş milimikron uzunluğunda, birbirine dik, ER ve ribozom taşımayan, ortası saydam; çevresi her biri 9 mikrotubulus tripletinden oluşmuş iki silindir halinde görülür. Sayıları çoğunluk iki tanedir (Dip-losoma); bazı hücrelerde çok sayıda olabilir. Sentriyoluma, etrafındaki sentroplazma ile birlikte "C e n t r o s o m a" denir. Bölünme başlarken, kutup ipliklerinin (iğ iplikleri) merkezinde bulunduğu için "C e n t r i o l= Sentriyol" adım alır. Hücre bölünmesi sırasında sentriyol de ikiye bölünerek, her biri bir kutba gider ve aralarında oluşan iğ ipliklerine, çekirdek zannın dağılmasıyla ortaya çıkan kromozomlar takılır. Fakat bölünme ne basit bir ikiye bölünmedir ne de DNA replikasyonunda olduğu gibi bir kontak sentezlenmedir. Belki eski kalıbın doğrudan doğruya okunmasıdır. Yeni sentriyolün mikrotubulusları, genellikle eski sentriyolden 100 nm. kadar uzaklıkta ve ona dik olarak ortaya çıkar. Büyük bir olasılıkla bilgi, var olan sentriyolden, oluşmakta olan kopyasına herhangi bir şekilde aktarılmaktadır. Fakat bu bilgi aktarılma düzeneğinin nasıl olduğu açıklanmamıştır.

Spermanın orta kısmında bulunan sentriyol kamçının kaide taneciği olarak görev yapar. Keza Sillerin ve kamçıların kaide taneciği de sentriyollere homologtur (kökendeş) ve onlardan doğrudan doğruya türemiştir. Keza duyu hücrelerindeki almaçın yapısına katılan birçok oluşum da sentriyollerden meydana gelmiştir. Tüm bu organeller bilgi aktarımı ile birbirinden doğrudan doğruya oluştuğuna göre, acaba, sentriyol ya da kaide taneciği yeniden meydana getirilebilir mi? Bu olanak partenogenetik çoğalan denizkestanesinin yumurtalarında gösterilmiştir. Olgunlaşma bölünmesi sırasında, sentriyolünü yitiren denizkestanesi yumurtası, sitoplazma içerisinde yeniden bir sentriyol meydana getirerek, spermanın getireceği sentriyolün iğ ipliklerindeki yerini almaktadır. Her ne kadar zorunlu durumlarda kendi kendine böyle otonom bir üretim gözlenmişse de, bugüne kadar ne sentriyolde ne de kaide taneciğinde DNA'ya rastlanmamıştır. Hayvansal ve bitkisel birhücrelilerdeki ve çok hücrelilerdeki sillerin, kamçıların ve kaide taneciklerinin mikrotubulus sayısı, hayret edilecek derecede birbirine benzerdir ya da aynıdır. Bu gözlem, adı geçen organların monofiletik olduğunu (aynı kökten geldiğini) kanıtlayabilir. Genellikle formülleri (9+2) ya da (9+0) şeklindedir. Sentriyolün esas görevi, çevresindeki mikrotubulusların oluşumunu sağlamak, kendisini çoğaltmak ve iğ ipliklerini meydana getirmek için organize etmektir. Kaide tanecikleri içindeki mikrotubulusların da doğrudan bunlardan meydana geldiği saptanmıştır. Sentriyolün, kromozomun anafaz hareketlerine katılıp katılmadığı bilinmemektedir. Buna karşın kaide tanecikleri sil hareketleri için bulunmak zorundadır.

Bazı kitaplarda iğ ipliklerinin kasılgan olduğu belirtilerek, bazı maddelerin katılmasıyla kısalıp uzadığı ve buna bağlı olarak sentromerine bağlı olduğu kromozomu kutuplara doğru kaydırdığı savunulmaktaysa da, bunu kanıtlayan herhangi birşey bulunamamıştır.


MiKROTUBULUSLAR VE MiKROFİLAMENTLER


Sitoplazmanın farklılaşmasıyla oluşan 10–25 nm. (10–9 m. = nanometre) çapındaki borucuklardır. Yapıtaşları, molekül ağırlığı 40.000 olan glo-büler bir proteindir. Bu proteine "T u b u l i n" denir. Tubulin monomerelerinin her birinin çapı 4-5 nm.'dir. Bunlar birbirine, en azından, belirli mikrotubuluslarda (örneğin iğ ipliklerinde), tekrar çözülüp ayrılacak şekilde bağlanmıştır (polimer yapmışlardır). Zincirler, büyük bir olasılıkla, birbirine, "D y n e i n" denen, diğer bir proteinle bağlanmıştır. Bu sonuncu protein, tubulusların yanlara doğru yaptıkları çıkıntının materyalini oluşturur ve kas filamentleri arasındaki enine bağların işlevini görür. Birçok durumda 13 tubulus zinciri bir borucuk oluşturmak için birleşmiştir. M i k rotu buluşlar (çoğulu mikrotubuli) yani borucuklar da birbirlerine ikili ve üçlü bir şekilde bağlanmıştır. Böylece tüm zincir dizileri bir arada tutulmuştur.

Mikrotubuluslar, hücrede birçok farklı görevi yüklenmiş ve buna ilişkin olarak da bazı yapısal değişikliklere uğramıştır. Hücrenin yapısal değişikliğinde (morfogenezinde) büyük önemleri vardır. Hücre bölünmesinde görev alan iğ ve kutup ipliklerini yapar ve keza sinir liflerindeki aksonların içinde boydan boya uzanır. Daha önce de değindiğimiz gibi hayvanlar ve az da olsa bitkiler âleminde bulunan sil ve kamçı, keza güneşsilerin (Heliozoa) yalancı ayaklarındaki eksen çubuğu mikrotubulusların katılmasıyla oluşmuştur. En önemlisi, bunların, sentriyol ve türevlerini yapmasıdır. Bir alkoloyit olan "C o l c h i c i n" (= karçiçeği özütü), tubulinle stökiyometrik (belirli oranlarda) olarak birleşir. Bu birleşme mikrotubulusların bütünlüğünü bozar (örneğin, iğ ipliklerini). Buna karşın sil mikrotubulusları bu maddeye dirençlidir. Mikrofilamentler, aktin ve diğer proteinlerden yapılmış 7 nm. çapındaki iplikçiklerdir. Bunlar hücre hareketinden ve sitoplâzma akıntılarından sorumludurlar. Sitokalazin ile bloke (felç) edilebilirler.
F. PLASTİTLER

Mantar ve hayvan hücrelerinde bulunmazlar. Plastidler hücreyle beraber gelişerek görevine uygun şekil ve renk kazanırlar. Renklerine ve görevlerine göre plastidler üç grupta incelenirler.
1. Kloroplastlar:
Kloroplastta fotosentezi gerçekleştirmek üzere bulunan thylakoidler, iç zar ve dış zar, stomalar, enzimler, ribozom, RNA ve DNA gibi oluşumlar vardır. Bu oluşumlar hem yapısal hem de işlevsel olarak birbirlerine bağlıdırlar ve her birinin kendi bünyesinde gerçekleştirdiği son derece önemli işlemler vardır. Örneğin kloroplastın dış zarı, kloroplasta madde giriş-çıkışını kontrol eder. İç zar sistemi ise "thylakoid" olarak adlandırılan yapıları içermektedir. Disklere benzeyen thylakoid bölümünde pigment (klorofil) molekülleri ve fotosentez için gerekli olan bazı enzimler yer alır. Thylakoidler "grana" adı verilen kümeler meydana getirerek, güneş ışığının en fazla miktarda emilmesini sağlarlar. Bu da bitkinin daha fazla ışık alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesi demektir.

Bunlardan başka kloroplastlarda "stroma" adı verilen ve içinde DNA, RNA ve fotosentez için gerekli olan enzimleri barındıran bir de sıvı bulunur. Kloroplastlar sahip oldukları bu DNA ve ribozomlarla hem kendilerini çoğaltırlar, hem de bazı proteinlerin üretimini gerçekleştirirler. Fotosentezdeki başka bir önemli nokta da bütün bu işlemlerin çok kısa, hatta gözlemlenemeyecek kadar kısa bir süre içinde gerçekleşmesidir. Kloroplastların içinde bulunan binlerce "klorofil"in aynı anda ışığa tepki vermesi, saniyenin binde biri gibi inanılmayacak kadar kısa bir sürede gerçekleşir.

Bilim adamları kloroplastların içinde gerçekleşen fotosentez olayını uzun bir kimyasal reaksiyon zinciri olarak tanımlarlarken, işte bu hız nedeniyle fotosentez zincirinin bazı halkalarında neler olduğunu anlayamamakta ve olanları hayranlıkla izlemektedirler. Anlaşılabilen en net nokta, fotosentezin iki aşamada meydana geldiğidir. Bu aşamalar "aydınlık evre" ve "karanlık evre" olarak adlandırılır.
Fotosentez:
Bitkiler besinlerini kendileri üretmek zorundadır. Bu nedenle yapraklarındaki klorofil aracılığı ile güneş ışığını toplarlar. Toplanan güneş ışığı kimyasal enerjiye dönüştürülerek, genelde nişasta olarak depolanır ve gelişmek, büyümek için yakıt olarak kullanılır. Bitki güneşten aldığı ışık enerjisi ile karbondioksit ve sudan yararlanarak zengin içerikli bir besin olan glikoz (şeker) elde etmektedir. Besin elde etme adına gerçekleşen bütün bu kimyasal süreç Fotosentez olarak ifade edilir. Fotosentez için en temel şart, ışık ve ısıdır. Bitkiler ışık olmadan asla yaşayamazlar.

Yapraklar, bitkilerin besin üretim merkezidir. Bitki yapraklarını oluşturan hücrelerin içinde kloroplast denilen, çok küçük yapılar vardır. Bu yapıların içindeki yeşil renkli boyar madde (pigment) olan klorofil maddesinin görevi ışık yakalamaktır. Kloroplastlar güneş ışınlarını bir panel gibi toplayıp, kollektör gibi enerjiye dönüştürerek besin üretirler... Üretilen besin yapraklardan, bitkinin beslenmesi gereken diğer bölümlerine götürülür.

Uzunca bir MEŞE ağacının yaprakları, 1000 m2 lik bir panele eşdeğer 250 bin civarında mini enerji merkezi konumundadır...
Fotosentez denklemi:
6CO2 + 12H2O + Işık enerjisi → C6H12O6 + 6O2 + 6H2O + 673 Kalori


2. Kromoplastlar:
Bitkilerde sarı, kırmızı, turuncu renkte olan plastidlerdir. Yaşlı yapraklarda, meyvelerde ve bazı yüksek yapılı bitkilerin köklerinde bulunur.
Sarı renkte kromoplastlar —> Limon, Muz vb.
Kırmızı Renkte olan Kromoplastlar: —> Domates vb...
Turuncu Renkte olan Kromoplastlar —> Havuç vb.
3. Lökoplastlar: [indent]Renksizdirler. Bitkilerin ışık görmeyen kısımlarında (kök, yumru vb.) bulunurlar. Nişasta depolarlar. Fotosentez sonucu husule gelen glikoz, iletim sistemi vasıtasıyla depo yeri olan lökoplastlara gelir. Burada glikoz molekülleri birleşerek nişasta molekülleri meydana gelir. Nişastanın sentezi esn
asında, su açığa çıkar. N sayıda glikoz molekülünün birleşmesi esnasında (n–1) sayıda H2O molekülü açığa çıkar. Nişasta taneciklerinin şekil ve büyüklükleri bitkinin çeşidine göre farklılık gösterir.

G. KOFUL (VAKUOL)
Vakuol olarak da bilinir, sitoplazmada bulunan içi sıvı dolu boşluklardır. Endoplazmik retikulumdan, golgiden, hücre zarındar meydana gelebilir.

Sitoplazmadan ince bir zar ile ayrılır. Bu zar gerek yapı, gerekse geçirgenlik bakımından sitoplazma zarına benzer. Bunlar bir hücreli protistler ve bitki hücreleri için karakteristik ve önemlidir. Golgi aygıtından meydana gelirler. Yüksek organizasyonlu hayvan hücrelerinde de bulunabilirler. Bazı hücrelerde vakuoller, hücrenin değişmez bir organeli olduğu halde, diğer bazılarında gerektiğinde oluşan ve işi biter bitmez kaybolan yapılardır.

Tatlı sularda, yoğunluk farkından dolayı, vücut içerisine giren fazla suyu pompalayarak küçük kanalcıklar aracılığıyla dışarıya atmaktır. 4 çeşit koful vardır. Besin kofulu, sindirim kofulu, boşaltım kofulu ve kontraktil(vurgan)koful.


H. LİZOZOM

Mitokondriterin büyüklüğünde (0,5 mikron çapında); sayıca onlardan az ve daha düşük yoğunlukta; lipoprotein yapısında tek tabakalı bir zarla çevrilmiş, içle-rinde litik enzimler (hidrolazlar, proteazlar, lipaztar ve fosfatazlar; toplam kırktan fazla enzim saptanmıştır) içeren, çoğunluk küremsi keseciklerdir (Şekil 3,1 ve 5). İlk defa 1955 yılında fare karaciğerinde saptanmış, daha sonra alyuvarlar hariç, tüm hayvansal hücrelerde, özellikle vücudun savunmasından sorumlu olan akyuvarlarda ve makrofajlarda, bol miktarda bulunduğu görülmüştür. Bitki hücrelerinde, mantar¬larda ve mayalarda lizozom benzeri yapıların olduğuna ilişkin bazı kanıtlar vardır. Bakterilerde ise lizozom yoktur; fakat litik enzimler bulunmuştur.

Hücrelerdeki bileşikleri, özellikle protein, polisakkarit ve çekirdek asitlerin, hidroliz ederek parçalayabilen bu litik enzimler, bir zarla çevresinden ayrılmakta ve büyük bir olasılıkla da, lizozom İçerisinde etkisiz (inaktif) durmaktadır. Tahrip edilen bir fizozomdan dışanya akan enzimler, kısa bir sürede tüm hücre içeriğini liziz ederek (parçalayarak), onu ölüme sürükler. Bu olaya "Otoliz" denir, ölümden kısa bir süre sonra kokuşmanın ortaya çıkması, bu lizozomların bozulması nedeniyledir. Lizozom enzimleri ribozomlarda sentezlenerek ya ER aracılığıyla doğrudan doğruya ya da GA aracılığıyla dolaylı olarak paketlenerek, yani bir kesecik içerisine alınarak sitoplazmaya verilir, içi tanecikli, lamelli ya da homojen yapıda olabilir. Yumurtanın spermle birleşmesi sırasında, spermanın akrozomundan çıkarılan (yumur¬tayı delmek için) enzimler lizozom içeriğidir. Lizozomların iyi işlev görmemesi hücrelerin ve dokuların yaşlanmasına neden olur. Metamorfoz (başkalaşım) geçiren canlıların hücrelerinin bir çeşit eriyerek yeniden şekillendirilmesinde, erime işlemim gerçekleştiren lizozomlardır. Keza dokulardaki programlanmış (zamanı gelmiş) hücre ölümleri de yine bunlar tarafından yapılır.


I. FLAGELLA

Flagellin adı verilen proteinden oluşan bakterilere özgü hareket organeli. İnce, uzun ve iplik benzeri organeller olup hücrelerin yüzeyinden çıkar, hareket ve beslenmede kullanılır. Aynı zamanda akıcı madde ve tanecik nakline yararlar.
3. HÜCRE ÇEKİRDEĞİ

Kimyasal ve yapısal homeostazın korunması için gerekli olan ve genetik hafızayı meydana getiren veriler hücre çekirdeğinde toplanmıştır.

Morfolojik olarak deliklere benzeyen bu haberleşme yöreleri, moleküler boyutlarla ilgili olarak basit bir yayılma eğilimi değil de, sadece moleküllerin seçici bir geçişini sağlayan daha karmaşık yapılardır. Çekirdeğin içinde tek veya çok olabilen; yoğunluk ve renk bakımından çekirdekten farklı, genellikle yuvarlağımsı bir yapı şeklinde gözüken nükleol (çekirdekçik) vardır. Giriş safhasında çekirdeğin büyük kısmı, dezoksiribonükleoprotein liflerinden meydana gelir. Lifler, asit proteinlerle örtülü bir DNA molekülünden oluşmaları nedeniyle farklı çaplara sahiptir.

DNA molekülünün bazı yörelerinde protein bulunmayabilir; böylece lifin bazı yöreleri daha ince çapta olur. Liflerin uzunluğu, doğal olarak DNA molekülüne bağlıdır ve pek çok santimetreye ulaşabilir. Giriş safhasında nukleus materyalinin, spiralimsi bir oluşumla çok daha yoğun bir yapıya sahip olan ve yine dezoksiribonükleoprotein liflerinden oluşan kromozomlarda çözüldüğü görülür. Asit proteinler tarafından düzenlenen bu süreç, kuvvetli hidrofobik karşılıklı etkilerin oluşumuna bağlıdır. DNA molekülü içinde bazılarının birbiri ardına gelmesi, genetik hafızanın korunması için kod oluşturur. Bilgi karmaşık bir süreç aracılığıyla DNA'dan RNA'ya aktarılır. Etkili protein sentezinde kodun okunması, özel bir RNA şeklinin oluşturduğu kompleks düzeyinde gelişir.

Mesajcı RNA (mRNA) ve ribozomlar etkilidir. Ribozomlar, sitoplazma içinde poliribozomlar ve polizomlar adı verilen komplekslerle ilişkili olarak ya da serbest halde bulunan küresel yapılardır. Ayrıca pürtüklü endoplazmatik retikül zarlarına da bağlanabilirler. Her ribozom, farklı boyutlarda ancak her ikisi de ribonükle-oproteinlerden meydana gelen iki parçadan oluşur. İki parçanın gerek RNA molekülleri, gerekse protein molekülleri kendi aralarında farklıdır. Mesajcı RNA, ribozomun en küçük parçasına bağlanır, bir mRNA molekülü çok değişik sayıda ribozoma (polizomlar) bağlanabilir. Bu sayı, en az 4 ribozomdan en fazla 100 ribozoma kadar değişebilir.

Hücre başına ribozom sayısı, sözü edilen büyüme ve farklılaşma safhalarına göre değişiklik gösterir. Bununla birlikte hücre başına toplam ribozom sayısı, o hücrenin protein üretme gücüyle de oldukça ilgilidir. Polizomların sayısı veya R.E.R. gelişimi de ilgili protein sentezi ile ilişkisi bir başka konudur. Böylelikle serbest ribozomların sayısı ile poliribozomların sayısı arasında niceliksel ilişkinin ve başkalaşımlarının incelenmesi sonucunda sentetik-protein faaliyetinin değişimi hakkında bilgi alınabilir.

Bundan başka ribozomlar, pürtüklü retikül zarlarına bağlanabilirler. Bu sistemde, ribozom düzeyinde oluşan polipeptid zinciri, tübül zarından geçerek tübül boşluğunun içine doğru hareket eder. Yeni oluşmuş materyal, elektron mikroskobunun sınırında, tübül boşluğunun içinde görülür. Tübül içinde veya Golgi sistemine doğru hareket edebileceği gibi hücre dışı alana doğru da hareket edebilir.


Olgun akyuvar hücreleri ve mavi-yeşil alg hücrelerinde hücre çekirdeği yoktur.
4 kısımdan oluşur:

1. Çekirdek Zarı:

Çekirdek zarı, endoplazmik retikulumun devamı şeklinde olup endoplazmik retikulumun zarı ile bağlantı halindedir. Yapısında porlar bulunur. Bu porlar çekirdek plazması ile sitoplazm arasında serbest geçişe ve madde alış-verişin imkân sağlar. Çift katlıdır. Hücre zarına benzer. RNA ve ribozomları geçirme özelliğine sahiptir.
2. Çekirdek Özsuyu:

Yarı saydam ve akışkan yapıdadır. Su, protein, DNA, RNA, ribozom ve diğer maddeleri tutucu bir özelliktedir Çekirdek özsuyu %50 – 80, protein % 39. DNA % 10, RNA % 1, mineral ve diğer maddelerden oluşur.
3. Kromatin Ağ:

Nukleus (çekirdek) içinde bulunup özel boyalarla boyandığı zaman görülebilir, iplikçik şeklindekl bir ağ sistemidir. Kısalıp kalınlaşarak kromozomları oluşturur. Kalıtsal bilgiler kromozomlarda depolanır.
4. Çekirdekçik:

Çekirdekçik, çekirdek içinde zar içermeyen ve interfaz aşamasındaki hücrelerde D grubu (13.14.15 ) ve G grubu (21 ve 22) no’lu kromozomların uç bölgelerindeki rRNA gen kümeleri nin (NOR) oluşturduğu, daha yoğun bir bölge olarak görülen bir bölümdür. Mitokondrial ribozomlar dışında ökaryotik hücrelerin tüm ribozomları, çekirdekçikte oluşturulur. Çekirdekçiğin büyüklüğü, aktivitesini gösterir. Ökaryotik ribozomların büyük altbirimi 5.8S,5S ve 28S rRNA’ların çeşitli proteinlerle birleşmesi sonucu, küçük altbirimi ise 18S rRNA ve proteinlerden oluşur. Bu bölgede insan hücreleri (haploid genomda) 200 kadar rRNA geni içerir. Bu genlerden RNA polimeraz I enzimiyle başlangıçta 45S’lik öncül rRNA’lar sentezlenir, daha sonra ribozomun yapısına katılacak olan 5.8S,18S ve 28S rRNA’lara parçalanır. Ribozomun yapısına katılan ve en küçük rRNA olan 5S rRNA genleri ise çekirdekte 2000 kopya şeklinde bulunur. Bu genlerin rRNA’ya yazılımı yine çekirdekçikte gerçekleşir. Çekirdekçik, mitoz bölünme sırasında çekirdek zarının dağılmasıyla birlikte bütünlüğü bozularak çözülür. İnterfazda yeniden ortaya çıkar.


6518
Ödev Arşivi / KİREMİTİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ
« : Ekim 10, 2007, 03:11:59 ÖÖ »

6519
Ödev Arşivi / İngilizce Ders Notları
« : Ekim 10, 2007, 03:05:50 ÖÖ »
Tıkla ve indir

Dosya indirme şifresi:www.bykus.org

6520
Deney Raporları / Deneyin Adı: Hook Yasası
« : Ekim 10, 2007, 03:00:53 ÖÖ »
      :bakk   Bu deney raporları raporların nasıl yazılacağına örnek olunması için eklenmiştir. Aynısı kullanmak kesinlikle yasaktır.  :.8



       Raporu indirmek için aşağıdaki ek'e tıklayabilirsiniz.

6521
Deney Raporları / Deneyin Adı: Sönümlü Harmonik Hareket
« : Ekim 10, 2007, 03:00:19 ÖÖ »
      :bakk   Bu deney raporları raporların nasıl yazılacağına örnek olunması için eklenmiştir. Aynısı kullanmak kesinlikle yasaktır.  :.8



       Raporu indirmek için aşağıdaki ek'e tıklayabilirsiniz.

6522
Deney Raporları / Deneyin Adı: Girişim
« : Ekim 10, 2007, 02:59:39 ÖÖ »
      :bakk   Bu deney raporları raporların nasıl yazılacağına örnek olunması için eklenmiştir. Aynısı kullanmak kesinlikle yasaktır.  :.8



       Raporu indirmek için aşağıdaki ek'e tıklayabilirsiniz.

6523
      :bakk   Bu deney raporları raporların nasıl yazılacağına örnek olunması için eklenmiştir. Aynısı kullanmak kesinlikle yasaktır.  :.8



       Raporu indirmek için aşağıdaki ek'e tıklayabilirsiniz.

6524
      :bakk   Bu deney raporları raporların nasıl yazılacağına örnek olunması için eklenmiştir. Aynısı kullanmak kesinlikle yasaktır.  :.8



       Raporu indirmek için aşağıdaki ek'e tıklayabilirsiniz.

6525
Deney Raporları / Deneyin Adı: Mercekler
« : Ekim 10, 2007, 02:57:03 ÖÖ »
      :bakk   Bu deney raporları raporların nasıl yazılacağına örnek olunması için eklenmiştir. Aynısı kullanmak kesinlikle yasaktır.  :.8



       Raporu indirmek için aşağıdaki ek'e tıklayabilirsiniz.

Sayfa: 1 ... 433 434 [435] 436 437 ... 495