İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - OLCAY

Sayfa: 1 ... 431 432 [433] 434 435 ... 495
6481
Komik Resimler / akvaryumdan sehpalar..
« : Ekim 10, 2007, 09:34:54 ÖS »
Bizim eve koysan açlıktan öldürürler vala :yima

6482
Komik Resimler / centilmen erkekler..
« : Ekim 10, 2007, 09:34:06 ÖS »
Vayy tam benim kafadanmış bunlar  :yasa

6483
Komik Resimler / arabada tv keyfi..
« : Ekim 10, 2007, 09:31:12 ÖS »
İstanbul trafiğinde iş yapar gibime gelio  :.8

6484
Manzara Resimleri / köprü resimleri - 1
« : Ekim 10, 2007, 06:10:38 ÖS »
En üsttekini anlamadım. Nası bişi o yaa??  salak amacı ne? ne işe yarıo  :.c

6485
Biyoloji / SÜNGERLER
« : Ekim 10, 2007, 01:42:01 ÖS »
SÜNGERLER

Sünger, bir hayvan türüdür. Ama, ayırımı öylesine güç yaratıktır ki XIX. Yüzyıl başlarına değin bitkimsi hayvan yada hayvan bitki olarak adlandırılmıştır. Sünger, çok hücreli hayvanlar arasında en ilkel yapılılardan biridir. Kas, sinir, ağız ve sindirim boşluğu, kalp gibi herhangi bir organı oluşmamışır. Buna karşın süngerlerin çok uzun zamanlardanberi yaşadığı ve varlıklarını başarıyla sürdürdükleri bilinmektedir. 5000'den çok türü olan bu hayvanlar tatlı suda ve denizlerde, 7500 metreden derin olan yerlerde bile yaşarlar.
Genellikle göze çarpacak derecede güzel, çok çeşitli boy ve renklerde olan süngerlerden binlerce yıldır yararlanılmaktadır. Günümüzde en önemli kullanım alanı ilaç endüstrisindedir. Bir tür süngerin bazı kanserlere karşı yararlılığı üzerinde durulmaktadır.
SÜZME MAKİNELERİ
Süngerler, vücutlarının iç ve dış bölümlerine düzensiz bir şekilde dağılmış birkaç değişik yapıda hücrelerden oluşur. Süngeri diğer hayvanlardan ayıran, vücutlarındaki yaka hücreleri tarafından oluşturulan odacıklardır. Bu tip hücrelere adını veren, hücre merkezinde bulunan ve kamçıya benzeyen küçük çıkıntılardır. Bu kamçıcıklar süngeri baştan başa kaplayan kanallara giren suya, sürekli olarak vurulurlar.
Kuşkusuz su, oksijen ve besin maddelerini getirmektedir. Yaka hücreleri sudaki bakteri, küçük yosun ve organik atıkları yuttuktan sonra bunları besin torbacığı denilen hücrelerine geçirirler. Bunlar kendi başlarına hareket edebilen sindirim hücreleridir. Sindirdikleri besinleri diğer hücrelere iletirler. Tüm hücrelerin birbiriyle oksijen ve karbondioksit değişimi yaptıkları görülmektedir.
On santim boyunda ve iki santim kalınlığında bir süngerin iki milyonu aşkın yaka hücresi vardır. Bu sünger kanallarından günde 110 litre su pompalayabilir. Bu özellikleriyle canlı bir süngeri, etkin bir filtre olarak da niteliyebiliriz.

SÜNGERLERDE ÜREME
Süngerlerin çoğu erselik (çift cinsellikli)'dir. Yani, hem yumurta hem de sperma oluşturur. Böyle bir sünger, yumurta ve spermasını ayrı zamanda bırakır. Bu da bir süngerin spermasının kendi yumurtasını döllemesini önler ve değişik hayvanlar arasında çaprazlama sağlanmış olur. Bazı türlerde sperma ve yumurta bırakma gözle görülür bir yoğunlukta gerçekleşir. Spermalar süt gibi sıvı bir durumdadır.
Bir sperma hücresi başka bir süngerin kanal sistemine girdiği zaman yaka hücreleri tarafından yutulur ve yumurtaya iletilir. İçinde sperma bulunan hücre yumurtayla birleştiği zaman çiftleşme olur ve yumurta döllenir. Bazı türlerde, döllenen bu yumurta hemen suyun içine bırakılır. Ama, çoğu tür süngerde yumurtadan larva oluşuncaya kadar süngerin içinde saklanır. Sonra, larva serbest bırakılır. Serbest kalan larva birkaç saatten birkaç güne kadar değişen süreyle çevrede yüzer ve sonra genç bir sünger olarak yaşantısını sürdürmek için uygun bir yüzeye yerleşir.

Süngerlerin aseksüel olarak (herhangi bir çiftleşme olmadan) yalnız tomurcuk verme yoluyla üreyebilme nitelikleri de vardır. Bazı sünger türleri, çok yüksek ya da çok alçak sıcaklık, kuraklık, çevre kirliliği, besin yetersizliği gibi durumlarla karşılaşınca soylarını sürdürmek için küçük tomurcuk (gemmül) denen bir grup hücre bırakırlar. Tomurcuk uygun olmayan koşullara karşı dayanıklıdır. Gelişmeye uygun koşullar yeniden ouşuncaya değin, tomurcuk durumunda kalır. Bu olaya daha çok tatlı su süngerlerinde rastlanırsa da bazı tür deniz süngerlerinde de görülmektedir.
Süngerlerin dikkati çeken özelliklerinden biri de parçalandıkları zaman yeniden hayata dönmek için birleşebilmeleridir. Bunu kanıtlayan klasik deneyde, bir sünger parçası sık dokunmuş tül ya da ipek kumaştan geçirilip içi deniz suyu dolu bir kaba konulur . bu şekilde binlerce parçaya ayrılan süngerin hücreleri önce dibe çökmekte, birkaç saat ya da birkaç gün sonra yine bir araya gelerek eskisinden küçük ama işlevlerini aynı şekilde sürdüren bir süngeri oluşturmaktadır.

BAŞARILI UYUM

Sünger iskeletleri esnek liflerden, spikül denilen küçük, iğne gibi sert öğelerden ya da bunların her ikisinin birleşiminden oluşmaktadır. Bilim adamları süngerleri iskeletlerine göre başlıca silisli (cam gibi) ya da kalkerli (kireçli) olmak üzere iki sınıfa ayırırlar.
Bir hayvan türü olarak süngerlerin ilk oluşumu, 550 milyon yıl öncelerine kadar dayanır. Büyük bir olasılıkla tek hücreli hayvanlardan bir türün evrimi ile oluşmuş ve o zamandan beri pek az değişmişlerdir. Normal bir süngerin yaşam süresi birkaç yılla 20 küsür yıl arasında değişir. Son zamanlarda katı sünger adı verilen ve birkaç yüzyıla kadar yaşayabildikleri sanılan bir tür sünger bulunmuştur.

DEĞİŞİK ORTAMDA SÜNGERLER

Bir yer edinebilmek için büyük savaşım veren çok çeşitli canlıların yoğun bir şekilde yaşadıkları mercan kayalıklarında süngerler üç değişik türde görülmektedir. En çok rastlanan türü büyük, şekilsiz, uzun ve dallı, boru ya da bazen vazo biçiminde olanlardır. Bu türün büyüyebilmesi için yanlızca küçük bir yere tutunmaları ve orada beslenmeleri yeterlidir.
İkinci tür sünger, mercan ya da diğer katı deniz cisimlerinin alt taraflarında ufak çatlaklar oluşturur, buraya yerleşir. Bu süngerlerden çatlağa yerleşen portakal renkli Mycale leavis adlı türün mercan kayalıklarını, zararlı organizmalara karşı koruduğu saptanmıştır.
Üçüncü tür süngerler kandilerine mercan ya da kireçli kayaları delerek tüneller açar. Kayanı içine önce asit ya da enzim salgılarlar. Bu asit ya da enzim kayadan minik parçaların kopmasına yol açar. Kopan parçaları sünger hücreleri içine alır, hücreden hücreye ve sonra kanallarından geçirerek kayanın dışına atar. Bu şekilde tünel kazan sünger sonunda tüneli kendi vücudu ile doldurur. Ama, içi oyulan ve zayıflanan kaya iskeleti zamanla kuvvetli akıntı ve dalgalara karşı koyamaz duruma gelir.
Bu tür süngerlerin büyük bölümü kayanın içindedir. Yanlızca dışarıdan tünelin giriş ve çıkışında bacamsı papiller (bir çeşit küçük uzantı) görülür. Bazı papiller kayadan ayırt edilemeyecek kadar küçüktür. Kayaların içini tümüyle kaplayan türlerde çok sayıda giriş ve çıkış organına gereksinme duyulacağından, bunlar kayanın üstüne ufak papillerle kaplanmış görüntüsünü verirler. Sünger, kayalıklarda yaşayan bir çok canlının sığınağıdır. Çok büyük tür süngerler, kanallarında binlerce karidesi barındırır. Bir tür deniz yıldızları süngerlere sarılıp dinlenir. Yengeç, balık ve hatta deniz kestaneleri vazo tipindeki süngerlerin dibinde düşmanlarından saklanırlar.
Bazı sünger türleri belli bir yerde durağan yaşamaz. Suberites Domuncula adlı sünger türünün larvası, içinde bir tür küçük yengeç yaşayan bir salyangoz kabuğu üzerine yerleşir ; büyüdükçe kabuğu tümüyle sarar. Zamanla salyangoz kabuğunu eritir ve önceden kabuğun içinde yaşayan küçük yengeç bundan sonra yaşantısını süngerin boşluğu içinde sürdürür.
Dromia vulgaris türü yengeçlerin kabuğu tüylü ve geniş, son çift bacakları yukarı doğru dönüktür. Bunlar, süngerden bir parça koparıp ayakları ile üzeri tüylü kabuklarına takar. Sünger burada yerleşir, gelişerek gizleme yaparmışçasına yengeci örter. Böylece yengeç kendisini yemek isteyen balıklardan korunmuş olur, çünkü balıklar süngeri yemezler. Sünger de yangecin sırtında sürekli yer değiştirip daha çok beslenme olanağı bulur.
İlginç bir Japon göreneğinin kökeni Spangiola (süngerde yaşayan karides) ile cam süngeri (Euplectella ya da Venüs'ün çiçek sepeti) arasındaki ilişkiden gelir. Karides çiftler halinde yaşar ve daha küçükken süngerin içine girer. Sonunda süngerden çıkamayacak kadar büyür. Süngerin içinde yaşamını sürdürür, çünkü o da besinini sudan süzerek alır. Böylece içine karides tutsak olmuş sünger Japonlar tarafından yaşam boyu sadakatin simgesi sayılır ve evlenme hediyesi olarak verilir.
Süngerin düşmanları dostlarına oranla çok azdır. Soğuk ve ılıman kuşak denizlerinde, deniz yıldızı ve deniz sarmaşığı süngerin düşmanlarıdır. Tropik denizlerde ise, bazı balık ve deniz kestaneleri süngeri kemirir ya da parçalarlar. Deniz kaplumbağaları da arada bir süngerden büyük parçaları ısırarak koparır. Ama çoğunlukla, iğne şeklindeki spikülleri ve bazı türlerin zehirli salgıları ile süngerler düşmanlardan korunurlar.

SÜNGERİN YARARLARI
Görünüş güzelliğinin yanı sıra süngerler çok yararlıdır. Günümüzde çoğu yerlerde yapay süngerler kullanılmasına karşın, doğal süngerlere olan istek azalmış değildir. Doğal sünger hiç damlatmadan daha çok suyu tutar, temizlenmesi kolaydır ve daha ağır işte daha uzun süre dayanır. Bu nedenle boyacı, cam silici ve seramikçiler doğal süngerleri yeğlerler. Yüzyıllardır banyolarda ve yıllardır otomobil temizliğinde kullanılan sünger günümüzde ilaç endüstrisi ve hücre dirim bilimcileri (biologlar) tarafından da kullanılmaya başlamıştır. Bir çok deniz omurgasızında olduğu gibi, süngerin de alışılmış anlamda savunma aracı yoktur. Süngerler ne kavga edebilir ve ne de kaçabilirler. Bu nedenle süngerler zehirli ya da zehirsiz çok güçlü sıvılar salgılar. Bu sıvıların bazı insan hastalıklarının iyileştirilmesinde kullanılması, ilaç endüstrisinin yeni bir umudu ve beklentisidir.
Aynı zamanda, hücre düzeyinde yaşamın gizlerini çözmek için bilim adamları süngere her gün daha çok zaman ve dikkatlerini ayırıyorlar. Sünger hücrelerinin hareketleri, karşılıklı ilişkileri ve diğer ayrıntıların incelenmesi insan hücresinin evrimi ile ilgili bigilerin tamamlanması yönünden çok yararlı olmaktadır.
Günlük yaşamımızda çok çeşitli amaçlarla kullandığımız süngerden ayrıca ilaç üretiminde yararlanılması, hücre yapısında çok değerli bilgiler elde edilmesi, doğanın insanoğlu için ne denli bitmez tükenmez bir kaynak olduğunu birkez daha kanıtlamaktadır.


6486
Biyoloji / GENETİK
« : Ekim 10, 2007, 01:34:50 ÖS »
GENETİK


Yer yüzünde binlerce farklı tür canlı yaşamaktadır. Bu organizmalar bazı özellikleri bakımından birbirlerine benzerlik gösterirken bir çok özellikleri yönünden birbirlerinden farklıdırlar. Aynı türe ait çeşitli bireyler arasında ve aynı ana babanın yavruları arasında bile görülen bu farklılıklara varyasyon adı verilmektedir. Örneğin; kendi aile bireylerimiz arasında gözlenen boy, zeka düzeyi, göz rengi ve saç şekli gibi özellikler bu tür varyasyonlardır. Bu çeşit belirli varyasyonların yanı sıra kulak memesinin bitişik yada ayrı olması, dilin boyuna kıvrılıp kıvrılmaması, bazı kimyasal maddelerin tadını değişik şekillerde algılayabilme, kırmızı yeşil renk körlüğü, el ve ayak parmaklarının normalden fazla olması gibi pek çok fazlaca dikkat çekmeyen varyasyonlarda bulunmamaktadır. Genetik biliminin amaçlarından birini bazısı morfolojik, bazıları da fizyolojik olan bu tür varyasyonların nedenini araştırmaktır. Öte yandan canlılar arasında bazı benzerliklerde bulunmaktadır. Örneğin; bir mısır tohumundan her zaman mısır, döllenmiş tavuk yumurtasından civciv meydana gelir ve meydana gelen bu yavru bireyler bazı özellikleri ile kendi ebeveynlerine benzerler. Ana baba özelliklerinden yavrularına aktarılması olayına kalıtım denir. Genetik bilimin ikinci amacıda kalıtım olaylarının mekanizmasını açıklamaktır. Bu kısa girişten sonra biyolojik bilimlerinden biri olan genetik bilimini; canlının iç ve dış özelliklerini nasıl kazandığını, ebeveynlerine ve diğer akrabalarına niçin benzediğini doğadaki bitki ve hayvanların gösterdiği sonsuz varyasyonun neden ileri geldiğini açıklamaya çalışan bilimdir diye tanımlıyoruz.
Mendel’den önceki dönemde kalıtım olayı ile ilgilenen araştırıcılar bu çalışmalarında pek başarılı olamamıştır. Onların başarısızlıklarının en önemli nedeni yaptıkları denemeler sırasında organizmanın bütün özelliklerini göz önünde bulundurmaları ve gözlemlerinin kayıtlarını güvenilir bir şekilde tutamamış olmalarıdır. Mendel’in başarısı ise;
a) Her çaprazlama sırasında yalnızca bir yada birkaç özellik üzerinde durmasından.
b) Kontrollü çaprazlamalar yaparak gözlediği sonuçların kayıtlarını dikkatle tutmasından.
c) Çeşitli genetik farklılıkları kontrol eden faktör adını verdiği partiküllerin varlığını kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.
Her hangi bir özelliğin kalıtım mekanizmasını öğrenmek için bu özelliğin birbirine zıt iki varyasyonunu ayrı ayrı taşıyan iki ebeveyni çaprazlayıp meydana gelen yavrulardaki varyasyonu yalnızca bu özellik açısından değerlendirmek gerekir.
Yukarıda değinildiği gibi yalnızca bir özellik dikkate alınarak yapılan çaprazlamalara monohibrit çaprazlama, bu olayın kalıtımına da monohibrit kalıtım denir. Mendel bezelyelerle yaptığı çaprazlama deneylerinde bu bitkinin yedi farklı özelliğinin kalıtımını incelemiştir. Bezelye bitkisi nesiller boyu kendi kendisini dölleyerek üretilir. Yani aynı bitki hem anne hem baba olarak kullanılabilir. Bu durumda düz tohum şekline sahip olan bitkiler düz tohumlu bitkileri, buruşuk tohum şekline sahip olan bitkilerde buruşuk tohumlu bitkileri verirler. Bu tür bitkilere saf ırk yada homazigot denir. Mendel’in denemeleri günümüze kadar homozigot iki bireyin çaprazlanmasıyla meydana gelen yavrularda kendisini açık bir şekilde belli eden özelliklere dominant (baskın). Buna karşılık kendini belli edemeyip gizli kalan özelliklere resesif (çekinik) özellikler denilmektedir.
Bir özelliğin organizmanın belirli bir gelişim sürecinde belli koşulla altında ortaya çıkmasını sağlayan ve bu süreci belirleyen bir faktör olmalıdır. Bu belirleyici faktörlere bugün gen adı verilmektedir. Ebeveynlerle yavrular arasında tek bağ eşey hücreleri yani gametler olduğuna göre genler bir nesilden diğerine bu gametlerle taşınmaktadır. Burada akla şu soru gelebilir! Acaba genler gametlerin hangi kısımlarında bulunur? Bu soruya en gerçekçi yaklaşım genlerin çekirdekte bulunduğu tahmin edilir.
Acaba yeni oluşan bireyde erkek ve dişi ebeveynin katkısı eşit midir? Bunu açıklayabilmek için bezelye denemelerinde acaba daha önce erkek olarak alınan bireyin dişi, dişi olarak alınan bireyin erkek olarak alınmış ve çok sayıda deneme çaprazlaması yapılmıştır. Bu çaprazlamalara resiprokal çaprazlama denir. Sonuçların sürekli benzer çıkması ebeveynlerin eşit katkıda bulunduğunu gösterir.
Dominant düz tohum şeklini temsil eden geni D ile, resesif yani buruşuk tohum şeklini temsil eden geni de d ile göstererek ebeveynlerin katkılarını D ve d şeklinde gösterebiliriz. Burada D ve d genleri aynı özelliğin farklı yönlerini temsil eden genler olup bu genlere allel genler denir. Bir yavru annesinden ve babasından aynı allelleri almışsa DD ve dd şeklinde olduğu gibi bu özellik için o bireye homozigot, farklı alleleri alıyorsa Dd bu özellik için bireye heterezigot denir. Heterezigot bireylerde D geni d geninin etkisini tamamen örtmektedir ki bu duruma tam dominantlık denir.
Göz önünde bulundurulan ve incelenmekte olan özellik yada özellikler açısından organizmanın genel görünümüne fenotip bu özellikleri ortaya çıkarttıran gen yapısına ise genotip denir.
D: Düz Tohum
D: Buruşuk Tohum

♀ DD x dd ♂

Genotip: D x d

F1: Dd %100 Düzgün , %100 Heterezigot

Ddx Dd

Genotip: ½ D ½ D

½ d ½ d

F2: ¼ DD , ¼ Dd , ¼ Dd , ¼ dd

Fenotip: ¾ D , ¾ d

3 : 1

Genotip: ¼ DD , ½ Dd , ¼ dd

1 : 2 : 1

Örnek:
Annesi mavi gözlü, babası kahverengi gözlü olan kahverengi gözlü bir erkek kendi genotipinde bir bayan ile evleniyor. Bu evlilikten olmuş olan mavi gözlü kız çocuğu babasının genotipindeki birey ile evlenirse başlangıç noktasındaki anne ve babasının mavi gözlü bir kız toruna sahip olma şansı nedir?
Çözüm:
♀Anne ♂Baba

kk KK (Anne babanın genotipleri)

Genotip

Kk (Doğan çocuğun genotipi)

Kk x Kk (Doğan çocuğun kendi genotipte biriyle evlenmesi)

¼ KK , ½ Kk , ¼ kk (Yapılan çaprazlama sonucu oluşan genotip oranları)

kk x Kk (Mavi gözlü kızın babasının genotipinde biriyle evlenmesi)

½ Kk , ½ kk (Yapılan çaprazlama sonucu oluşan genotip oranları)

Cinsiyet belirlemek için yapılan çaprazlama
XX x XY

½ XX (kız) , ½ XY (erkek)

½ Mavi Göz x ½ Kız = ¼ Mavi Göz , Kız

Geri Çaprazlama (Kontrol Çaprazlaması)
Bu çaprazlamalar genotipi bilinmeyen baskın özellikteki bireyin genotipini belirlemek için yapılır. Baskın özellikteki birey homozigot resesif özellikteki biriyle birkaç kez çaprazlanır. Bu olay az sayıda döl veren canlılar ve sosyal bir varlık olan insanlarda denenmez. Ancak kendi seyrinde olayların sonucuna bakılarak yorum yapılır.
D_ x dd çaprazlaması yapılır. Burada _ yerine yazılacak genin tespiti yapışır yani yapılan tüm çaprazlamalar sonucu baskın karakter gösteriyorsa _ olan yere D, eğer ki yapılan tüm çaprazlamalarda aynı özelliğin resesif genin kontrol ettiği bir karakter ortaya çıkarsa o zaman _ olan yere d yazılır bu şekilde genotipi bilinmeyen baskın karakterde olan birinin genotipi bulunabilir.

Dihibrit Kalıtım:
Bu kalıtım olayında bir birey iki farklı özellik açsından incelenmektedir. Öncelikli olarak bilmemiz gereken şey matematikte kullanılan ve genetikle de doğrudan doğruya faydalınan şu iki prensip bilinmelidir.
a) Bağımsız olayların sonuçları bağımsızdır. Bir bağımsız olayın bir kez gerçekleşmiş olması daha sonraki şansını etkilemez.
b) Birden fazla bağımsız olayın aynı anda birlikte olma şansı ayrı ayrı olma şanslarının çarpımına eşittir.
Örnek:
Bezelyelerde düzgünlük buruşukluk üzerine, sarı renk yeşil renk üzerine baskındır. Homozigot sarı düzgün bezelye ile yeşil buruşuk bezelyenin çaprazlanmasıyla oluşan fertler kendileştirilir ise meydana gelecek olan bireylerin fenotip ayrışım oranlarını bulunuz.
Çözüm:
Sarı: S
Yeşil: s
Düzgün: D
Buruşuk:d

SSDD x ssdd

Genotip: SD x sd

Fenotip: SsDd

SsDd xSsDd

SD
Sd
sD
sd
SD
SDSD
SDSd
SDsD
SDsd
Sd
SdSD
SdSd
SdsD
Sdsd
sD
SDSD
sDSd
SDsD
sDsd
sd
sdSD
sdSd
sdsD
sdsd

Sarı Düzgün Sarı Düzgün : 9

Yeşil Buruşuk Sarı Buruşuk : 3

Yeşil Düzgün :3

Yeşil Buruşuk : 1
Heterezigot çaprazlama :
-Fenotip Çeşidi: 2ⁿ
-Genotip Çeşidi: 3ⁿ
-Kombinasyon Sayısı: 4ⁿ
n: Melez özellik sayısı
SSDD: 1
SSDd: 2
SSdd: 1
SsDD: 2
SsDd: 4
Ssdd: 2
ssDD: 1
ssDd: 2
ssdd: 1

Kısa Yol:
SsDd x SsDd
Ss x Ss Dd x Dd
¼ SS , ½ Ss , ¼ ss ¼ DD , ½ Dd , ¼ dd

Sarı - düzgün : 9/16
Sarı - Buruşuk : 3/16
Yeşil - Düzgün : 3/16 Fenotip
Yeşil – Buruşuk : 1/16

1/16 SSDD 2/16 SsDD 1/16 ssDD
2/16 SSDd 4/16 SsDd 2/16 ssDd
1/16 SSdd 2/16Ssdd 1/16 ssdd


Genotip


6487
Biyoloji / GENLERIN DÜNYASI
« : Ekim 10, 2007, 01:30:27 ÖS »
GENLERIN DÜNYASI
Gen üzerine kisa bilgi:.
Bu bölümde ise DNA dünyasinin birazdaha derinliklerine inerek hem egitici hem de ilgi çekici bilgiler edinecegiz. DNA nin canlilarin genetik sifresi oldugunu siklikla duyariz.Belgesellerde, dergilerde gazetelerde vs.Fakat genlerle ilgili olarak her zaman kafamizda soru isaretleri kalir.DNA ne demek?, genler insanin neresinde bulunur veya genlerle nasil oynarlar gibi sorulardir bunlar.Aslinda pekte bahsedildigi kadar karmasik bir konu degildir.En azindan burada anlatilanlardan DNA ve genler hakkinda kaba ama öz bilgiler edinebilirsiniz. Ilk olarak "DNA" ve "Gen" kavrami üzerinde durarak ne olduklarini izah etmeye çalistik.Sade tanimlarin ardindan ilginç konulara degindik.Zevkle okuyabilirsiniz. DNA nedir, nerede bulunur?: DNA "Deoksi Ribo Nükleik Asit" isimli bir tür molekül grubunun kisaltilmis isimidir.DNA'nin çift zincirli ip merdivene benzediginden bahsetmistik.Çift zincirli yapidaki DNA zinciri oldukça uzun bir zincirdir.Bu zincir hücre içindeki özel enzimler ve proteinler araciligi ile paketlenir. Nasilki uzun bir ipi makaraya düzenli bir sekilde sariyorsaniz, hücrede buna benzer bir mekanizma ile DNA yi paketleyerek çekirdeginin (Nukleus) içine yerlestirir.DNA her hücrede bulunur.Örnegin su an ekrana bakan gözlerinizdeki her hücrenin içinde DNA zinciri paketlenmis bir vaziyette yerlesik olarak bulunur.Veyahut klavyeyi kullanan ellerinizdeki herbir hücrenin içerisinde ayri ayri DNA molekülü bulunur.Böbreklerinizin hücrelerinde, karacigerinizin hücrelerinde, kemik hücrelerinizde kisacasi vücudunuzdaki her hücrede DNA molekülü mevcuttur. DNA uzun bir zincir olmasina karsilik üzerindeki baz siralari bir düzen içerisinde taksim edilmistir. Taksim edilen bu baz gruplarina ise" Gen "denir.Mesela bir canlinin DNA zincirinde 15.000.000 adet baz(Nukleotid) dizisi olsun ve bu baz dizileri 1000 ' er adet olmak üzere 15 gruba ayrilmis olsun.Iste bu 15 tane grubun her biri birer "gen" dir.Insan hücresinde ise yaklasik olarak 3 milyar adet gen bulunur.Tabii her genin içinde binlerce nükleotid dizisi vardir. Bir canlinin bütün karakterleri ise DNA daki genlerde saklidir.Bu genlerin nasil olupta bir canliyi meydana getirdigine ilerleyen bölümlerde deyinecegiz.
Yukaridaki DNA zincirine bakacak olursaniz a,t,g ve c olmak üzere 4 farkli bazin birbirleriyle karsi karsiya gelerek baglandigini görürsünüz.Bu baglanmalar belirli bir düzene göre yapilir. "a=adenin","t=timin","g=guanin" ve "c=sitozin" bazlari arasinda adenin bazi yanlizca timin ile guanin bazi ise yanlizca sitozin© ile bag yapar.Bunun nedeni ise oldukça ilginçtir. Adenin ve Guanin bazlari yapisal olarak büyük boylu moleküllerdir.Timin ve Sitozin ise küçük boylu moleküllerdir.Adenin ve timin bazlarini bir futbol topu, guanin ve sitozin bazlarini ise tenis topu olarak düsünebilirsiniz. Eger adenin bazinin karsisina timin degilde guanin gelseydi heliks yapisinin düzgün ilerlemesi mümkün olmayacakti.Fakat DNA da küçük bazlara karsi büyük bazlarin gelmesiyle aradaki mesafenin her noktada sabit olmasi saglanmistir. DNA nin yapisi bazlarin bu sekilde ardi ardina siralanmasiyla uzayip gider.
Eminizki bazlarin DNA üzerinde bu sekilde siralanmasinin, canliligin "sifresi" ile ne ilgisi oldugunu merak ediyorsunuzdur.Az öncede belirttigimiz gibi bu sifrelerin bir canli organizmayi nasil meydana getirdigini simdi açiklayacagiz. DNA daki sifrelerden canli bir organizmanin meydana gelmesi, aslinda hücre içinde oldukça karmasik bir dizi islem neticesinde meyadana gelir.Fakat yazimizda bu islemleri en kaba haliyle ele aldik. DNA daki sifrelerin desifre olup organizmayi meydana getirmesi asama asama meydana gelmektedir.Bu asamalar ise sirasiyla ;
1-) DNA dan RNA sentezi (Transkripsiyon)
2-) RNA dan protein sentezi (Translasyon)
3-) Proteini üretilen hücrenin farklilasmasi (Morfogenez) Simdi bu asamalari teker teker ele alarak yanlizca bir DNA molekülünden devasal bir canlinin nasil mükemmel bir sekilde meydana geldigini ögrenelim.
1-) DNA dan RNA sentezi (Transkripsiyon) : Erkek bir canlidan gelen spermin tasidigi bir miktar DNA ile disi bir canlidan gelen yumurtanin tasidigi DNA birleserek tam bir DNA yi verir.Bu DNA meydana gelecek yavrunun tüm özelliklerini içinde barindirir.Mesela bu canlinin DNA sinda 1 milyar gen var ise bu genlerin 500 milyontanesi anneden 500 milyon taneside babadan gelir.Yumurta ile spermin birlesmesinin ardindan DNA daki o essiz sifreler çözülerek, küçücük bir yumurta (zigot) dan kocaman bir canliyi meydana getirmeye baslar. Ilk asama RNA sentezidir.Bu islem DNA nin açilmasiyla baslar.Biliyoruzki DNA daki bazlar karsi karsiya gelip el ele tutusarak her iki omurgayi birlestirmislerdi.Fakat bu bazlar ellerini birakarak yani aralarindaki baglari kopararak DNA nin çift zincirli yapisini tipki bir "fermuar" gibi açmaya baslar. DNA çözülmeye basladikça "RNA polimeraz" adi verilen özel bir protein DNA nin üzerinde gezerek onu okumaya ve RNA yi sentezlemeye baslar.
Büyük mavi bölge RNA polimerazi temsil etmektedir.Yesil serit ise sentezlenen RNA dir. Anlasilacagi gibi DNA zinciri açilmis ve RNA polimeraz enzimi vasitasiyla DNA daki bazlara karsilik gelen diger bazlar birbirlerine eklenerek RNA üretilmektedir. Üretilen RNA nin DNA dan tek farki Adenin bazinin karsisina Timin yerin " U " harfiyle gösterilen " Urasil " bazinin gelmis olmasidir.Üretimi tamamlanan RNA daha sonra DNA üzerinden ayrilarak bir dizi isleme tabii tutulur. Bu islemler sirasinda RNA kaba olarak DNA dan üretildikten sonra üzerinde düzeltmeler yapilir.Nasilki bir marangoz kestigi tahtalari düzeltmek için yontuyorsa, hücrede ayni sekilde üretilen kaba RNA yi düzeltmek için bir dizi enzimi görevlendirir. Not: Üretilen bu RNA, mRNA (mesajci RNA) dir
. 2-) RNA dan protein sentezi (Translasyon): Düzeltme islemleri tamamlanmis olan mRNA daha sonra çekirdek (nukleus) den çikarak "Ribozom" adi verilen bir organele dogru yol almaya baslar.Ribozoma ulasan mRNA ribozoma baglanir. mRNA nin bir özelligi ise DNA daki gibi siralanan bazlarin 3 lü gruplar halinde ayrilmis olmasidir.Bir örnek verelim ; DNA üzerindeki kodonlar " AATGCCGATGTA " seklinde ise, sentezlenen mRNA nin görünümü " UUA-CGG-CUA-CAU " seklinde olacaktir.Dikkat ederseniz baz siralamasinda bir degisme yoktur, yanlizca bazlar 3 lü gruplar halinde taksim edilmislerdir.Taksim edilen bu 3 lü gruplara ise "Kodon" adi verilir.Tabii RNA da adenin bazina karsilik urasil bazinin, guanin bazina karsilik ise sitozin bazinin geldigini unutmamak gerekir. Bu sekilde üretilen mRNA ribozoma baglandiktan sonra 3 lü gruplarin okunmasina baslanir.tRNA adi verilen bir baska RNA çesidi ise bildigimiz mRNA veya DNA kadar uzun degildir.tRNA (Tasiyici RNA) üzerinde yanlizca 15-20 baz sirasi bulundurur.tRNA nin diger bir özelligi ise birbiri ardina siralanan bazlarin bir daire olusturacak sekilde baglanmasidir.Bunu halay çeken bir grup insana benzetebilirsiniz. tRNA halkasinin üzerinde iki önemli bölge vardir.Bu bölgelerden ilki, tasiyacagi aminoasidin taninmasini saglayan bölgedir.Diger bölge ise tRNA nin mRNA ya baglanacagi, 3 adet baz sirasindan olusan bölgedir.Bu bölgeye ise " Anti-kodon " adi verilir. mRNA üzerinde bazlarin 3 lü gruplar halinde dizildiginden bahsetmistik.Iste tRNA üzerinde bulunan, " anti-kodon " adi verilen ve yanlizca 3 adet baz sirasindan olusan bu bölge, ribozoma tutunmus mRNA üzerindeki " kodon " adi verilen 3 lü gruplara baglanir.Tabii tRNA larin anti - kodonlari, mRNA üzerindeki kodonlara sirasiyla baglanirken beraberlerinde tasidiklari aminoasitleride getirmislerdir.Bu yüzden tRNA ya bu isim verilmistir." Aminoasiti tasiyan RNA " tRNA lar aminoasitleri tasiyip sirasiyla kodonlara baglandikça, tRNA larin sirtlarindaki aminoasitlerde birbirleriyle baglanmaya baslarlar.
.Görüldügü gibi mRNA daki kodonun baz dizilimi GCC, bu kodona baglanan tRNA nin ise anti - kodonu CGG seklindedir. tRNA üzerinde bulunan pembe halka ise " aminoasit " i temsil etmektedir. Yüzlerce binlerce tRNA yanyana dizildiklerinde, üzerlerindeki aminoasitlerde yanyana gelmis olur.Iste yanyana gelmis olan bu aminoasitler birbirleriyle bag yaparak proteini sentez etmeye baslar.Hatirlarsaniz protein molekülünün aminoasit zincirlerinden meydana geldigini soylemistik. Yukarida anlatmak istedigimiz olaylari yandaki sekil gayet iyi açikliyor.Sag tarafta yaklasmakta olan mavi renkli tRNA lar görülüyor.tRNA larin üzerlerinde ise yesil ve sari renklerle gösterilmis " aminoasit " ler görülüyor.Yesil renkli serit mRNA yi, boynuzlu gri yapi ise ribozomu temsil etmektedir. tRNA lar sirasiyla mRNA üzerine yerlestikten sonra, sirtlarindaki amino asitler bag yapar.Tam bu sirada isi biten tRNA yükünü bosaltmis olarak mRNA dan bagini kopararir ve ribozomdan ayrilir.Fakat tasidigi amino asit, kendinden önceki tRNA nin getirdigi aminoasitle bag yapmis olarak protein zinciri olusumuna katilir. Bu gerçektende insani hayranlik içerisinde birakan bir sistemdir.Bugün dünya üzerinde yapay olarak üretilen proteinler bile canli bir hücre tarafindan üretilen proteinin adi bir taklidi olmaktadir.
3-) Proteini üretilen hücrenin farklilasmasi: Buraya kadar olan asamalar hücrede protein sentezi için gerekli islemleri kapsiyordu.Bundan sonra ise üretilen proteinin çesidine göre hücrenin kazandigi fonksiyondur. Bir yumurta ile bir spermin birlesmesiyle meydana gelen yapi zigot adini alir ve tek bir hücreden ibarettir.Zigot içerisinde DNA kendisinin bir kopyasini çikarir.Dolayisiyla hücrede DNA miktari iki katina çikmis olur.Fakat hücre derhal bölünmeye baslar bu DNA lardan birisi bir hücreye giderken diger DNA ise ikinci yavru hücreye aktarilir.Böylelikle hücre ikiye bölünmüs olur.Bölünmeler ta ki anne karninda bir bebegin meydana gelmesine dek sürer. Yani tek bir hücre, o kadar çok bölünme geçirirki sayilari trilyonlari bulur ve bir canli embriyoyu (anne karnindaki bebek) meydana getirir.DNA sifrelemesi ise bu noktada devreye girer. Bir önceki basamagimiz protein sentezi ile ilgiliydi.Fakat proteinler çesitli hücreler için farkli tiplerde üretilir.Bir yavru anne karninda gelisirken, yavrunun gözlerini olusturacak hücrelerdeki DNA lar yanlizca göz organi ile ilgili proteinleri üretirler.Ayni sekilde yavrunun beynini olusturacak hücrelerin DNA lari ise yanlizca beyin organi ile ilgili proteinleri üretirler. Burada önemli olan nokta sudur.Insanin kemik hücresi olsun, karaciger hücresi olsun, böbrek hucresi olsun kisacasi vücudunun her bolgesindeki hücrelerin içindeki DNA larda insanin bütün organlarini olusturacak bilgiler saklidir.Fakat saklanan bu bilgilerden yanlizca ilgili organ için üretilecek protinlerin meydana getirilmesi saglanir.Yani her hücrede insan vücudunun her organinin protein bilgileri saklanir fakat bu proteinlerin hepsi üretilmez.Yanlizca meydana getirilecek organla ilgili proteinler üretilir.Bir organda, organla ilgili proteinler disinda DNA da saklanan diger proteinlerin üretilmemesi için DNA nin üzeri " Histon " adi verilen özel bir proteinle örtülür. Hücrelerin programlanmis bir sekilde farkli farkli proteinler üretip farkli organlara dönüsmesi olayina Tip dilinde farklilasma (morfogenez) denir.Bugün bilim adamlarinin kafasini kurcalayan en büyük problem ise hücrelerdeki " Histon " larin hangi genlerin üzerini örtüp hangilerinin üzerini açik birakacagini nereden bildigidir.Çünkü proteinlerde birer moleküldür ve moleküllerde atomlardan olusur.Dolayisiyla suursuz atomlarin bu derece zekice düsünülmüs bir mekanizmayi meydana getirmesi beklenemez.
KLONLAMA (KOPYALAMA)
Kopyalama konusunu açiklamadan önce bazi terimlerin en anlama geldigini belirtelim.
Kromozom : Kromozomlar, genetik materyalin (DNA) ' nin yardimci proteinlerle birlikte dönümler yapip katlanmasiyla ve kisalmasiyla olusan yogunlasmis yapilardir.
Somatik hücre : Insanin veya baska bir canlinin esey hücreleri (üreme) disindaki tüm hücrelere somatik hücre denir.Örnegin deri hücresi, karaciger hücresi, kas hücresi gibi.Bu hücrelerin tasidiklari kromozom sayisi 2n ile gösterilir.
Esey hücresi : Esey hücreleri, bir canlinin disi ve erkek bireyleri tarafindan üretilen ve " n " sayida kromozom tasiyan üreme hücreleridir.Erkek canli tarafindan üretilen esey hücresi " Sperm ", disi canlinin tarafindan üretilen esey hücresine ise " Yumurta " adi verilir. Örnek olarak insanin somatik hücrelerinde daima 46 tane kromozom bulunur.Ve bu 46 kromozom 2n harfiyle gösterilir.Tabii kromozom sayilari canlidan canliya degismektedir.Mesela sigir somatik hücrelerindeki kromozom sayisi 60, farede 40, kurbagada 26 dir.Sayisi ne olursa olsun eger kromozomlar somatik bir hücreye ait ise 2n harfiyle gösterilir. Canlinin esey hücrelerinde ise kromozom sayisi somatik hücrelerindekinin yarisi kadardir ve n harfiyle gösterilir.Insanin somatik hücrelerinde 46 kromozom, esey hücrelerinde ise yarisi sayida yani 23 tane kromozom bulunur.Disi ve erkek esey hücreleri birlestigi zaman (buna döllenme denir) meydana gelecek yavrunun kromozom sayilari yine 46 olacaktir. Bir yavru anne ve babasina genetik materyal düzeyinde hiçbir zaman benzemez.Çünki anne birey, esey hücrelerini (yumurta) meydana getirirken bu esey hücrelerine kendi DNA sinin yarisini nakleder.Ayni sekilde erkek bireyde esey hücrelerini meydana getirirken (sperm) somatik hücrelerindeki DNA nin yari miktarini esey hücrelerine nakleder.Dolayisiyla dünyaya gelecek yavrunun DNA si ne annenin nede babanin DNA sinin aynisidir.Yavrunun DNA si anne ve babasinin DNA larinin karisimi oldugu için bazi karakterleri annesine bazi karakterleride babasina benzer.
Yukaridaki sekilde, n sayida kromozom tasiyan disi ve erkek esey hücreleri rakam ve harflerle gösterilmistir. Disi ve erkek esey hücrelerinden her hangi ikisi birbiriyle birlestigi takdirde meydana gelecek yavru anneye de babaya da benzemez. Disinin somatik hücrelerinde " 1 - 2 " genlerini tasidigini varsayarsak, disinin " 1 " genetik yapili esey hücresiyle erkegin herhangi bir esey hücresinin birlesmesi halinde meydana gelecek yavrunun DNA si ya " 1 - A " olacak yada " 1 - B " olacaktir. Ayni sekilde disinin " 2 " genetik yapili diger esey hücresinin erkegin herhangi bir esey hücresi ile birlesmesi halinde, meydana gelecek yavru erkege de disiye de benzemeyecektir.
Dogadaki çesitliligin diger bir nedeni ise " Krossing - over " olayidir.Krossin - over ' da, kromozomlar arasinda parça degis tokusu yapilarak genetik materyalin çok daha degisik bir yapiya sahip olmasi saglanir.Esey hücreleri, mayoz bölünme ile meydana getirilirken kromozomlar esey hücrelerine dagitilmadan önce krossing - over meydana gelir.Krossing - over ' da parça degis tokusu ise, birbirinin esi olan iki kormozomun kromatidleri arasinda meydana gelir (Bkz.Hücre sayfasi - Bölüm : Hücre bölünmesi). Klonlama yöntemiyle, esey hücrelerinden meydana gelecek olan canlinin anne veya babasinin aynisi olmasi saglanabilmektedir.Klonlama yönteminde temel olarak izlenen yol ise disinin yumurta hücresine, yine disinin somatik hücrelerinden alinan 2n sayidaki kromozomun yerlestirilmesidir.Bu sekilde yumurtaya, DNA si üzerinde hiçbir degisiklik yapilmamis somatik hücre kromozomlari enjekte edilerek yapay bir döllenme saglanmaktadir. Klonlamayi sekil üzerinde görelim.
.Dogal döllenmede disi ve erkek esey hücreleri birleserek genetik düzeyde kendilerinden farkli bir yavru meydana getirirler. Sag tarafta ise klonlama yöntemi görülmektedir.Klonlama yönteminde ilk olarak disi bireyin somatik hücrelerinde bulunan 2n sayidaki kromozom, özel yöntemlerle hücre disarisina çikarilir ve izole edilir.Daha sonra yine disi bir bireyin yumurta hücresinin n kromzom sayidaki genetik materyali çikarilir. Yumurtadan çikarilan n sayidaki kromozomlarin yerine, disinin somatik hücrelerden izole edilen 2n sayidaki orijinal kromozomlari yerlestirilir.Bu kromozomlar annenin tüm genetik bilgilerini tasimaktadir.Somatik hücre kromozomlari yumurta hücresine yerlestirildikten sonra, yumurta hücresine elektrik sinyalleri gönderilir.Bünyesinde 2n kromozom bulunan yumurta hücresi bu elektrik sinyallerini aldiginda sperm tarafindan döllendigini zanneder.Çünki sperm hücresi n sayidaki kromozomunu yumurtaya aktarirken yumurta zari üzerinde bir elektrik gradiyent meydana getirir. Yapay olarak elektrik sinyalleriyle aktif hale geçirilen yumurta hücresi, sahip oldugu enzimlerle içerisine yerlestirilen DNA yi replike edip çogalmaya baslar
.Hücrenin bölünerek çogalmasiyla nihayetinde embriyo (anne karininda gelismekte olan yavru) olusmaya baslar. Klonlanmis embriyo ile dogal yolla meydana gelen embriyo arasindaki fark DNA sinda yatmaktadir.Dogal yolla meydana gelen embriyonun genetik özellikleri, anne ve babasinin genlerinin karisimi oldugu için her iki bireydende farkli bir genoma sahiptir.Fakat klonlanmis embriyonun DNA si annesinin DNA sinin aynisidir.Yani aralarinda en ufak bir baz sirasinda bile fark yoktur.Dolayisiyla dünyaya gelecek olan yavru, annenin genetik ve morfolojik tüm özelliklerini tasir. Mesela annesinin DNA sindan bir insan embriyosu kopyalandigini var sayalim.Dünyaya gelecek yavrunun göz rengi, saç rengi, yüz sekli, deri rengi, kafa yapisi, genlerinde tasidigi hastaliklari, vücudunun üzerindeki benleri, kaslarinin uzunlugu kisacasi vücudunun tamami annesinin aynisi olacaktir.Tipki tek yumurta ikizlerinde oldugu gibi. Klonlama islemi burada anlatildigi kadar basit olmayip oldukça karmasik islemler vasitasiyla gerçeklestirilir.Öyle ki yumurtanin yapay olarak döllenmesi için ortam sartlarinin olabildigince ana rahmine benzetilmesi gerekmektedir.Mesela ortamin pH ' i, iyon konsantrasyonu, sicakligi vb. gibi.Klonlamanin zor olmasi nedeniyle yanlizca tek bir yumurta hücresi üzerinde degil yüzlerce hatta binlerce yumurtasi üzerinde deneyler yapilmakta, bu klonlama deneylerinden yanlizca bir kaç tanesinden netice alinabilmektedir.
MUTASYONLAR
Mutasyonlar, bir canlinin DNA si üzerinde yani genetik bilgileri üzerinde meydana gelen degisikliklerdir.Dogada mutasyonlara çok nadiren rastlanilmasina karsin meydana geldigi canli üzerinde agir tahribatlara neden olmaktadir. Mutasyonlar "nokta" mutasyonu ve "kromozom" mutasyonu olmak üzere iki ana sinifa ayrilir.Bu iki ana mutasyon haricinde de mutasyonlar meydana gelmektedir fakat yazimizda diger çesitlerine yer vermedik."Nokta" mutasyonlari, DNA nin yanlizca çok kisitli bir bölümünde meydana gelen mutasyonlardir.Bir veya birkac baz sirasinin kopmasi veya yerlerinin degismesi nokta mutasyonlarina örnek verilebilir."Kromozom" mutasyonlarina asagidaki sekillerden sonra deyinecegiz.
Iplik gibi görünen bu yapi upuzun bir baz sirasindan olusur.DNA daki nokta mutasyonlari, bu uzun baz sirasindaki bir veya birkaç bazin kopmasi veya yer degistirmesi seklinde meydana gelir. Sagdaki resimde ise DNA ipliginin dönümler yaparak paketlenmis hali görülmektedir (birisi solda birisi sagda iki karmasik yapi).Iste DNA nin bu sekilde paketlenmis haline " Kromozom " adi verilir. Kromozom mutasyonlarinda ise, kromozomun bir parçasinda kopma veya crossing-over sirasinda yanlis bir kromozomla parça degis tokusu meydana gelmektedir.Dolayisiyla kromozom mutasyonlari, nokta mutasyonlarindan daha agir hasarlara neden olur.
Yukaridaki küçük resimde ise nokta mutasyonunu temsil eden bir çizim görülüyor. Mutasyonlarin gunumuzdeki en iyi örneklerine Down sendromu, Palindromi(alti parmaklilik), Albinizm (Beyaz saç ve beyaz tenlilik) ve Kan kanserini verebiliriz. Bunlarin herbiri birbirinden korkunç hastaliklar olup çogu mutasyonlar canlinin ölümüne bile neden olabilmektedir. Dogada hiçbir yararli mutasyon yoktur.Meydana gelen mutasyonlar çesitlerine göre ya canlida agir bir hasara neden olur, yada canli üzerinde etkisiz kalir. Asagidaki iki ayri karede görülen resimler "Kan kanseri"ne yakalanmis bir insandaki kan hücrelerini göstermektedir.
Fakat kanserli bir insanin kan hücreleri "orak" sekline dönüsmüstür. Bunun nedeni, kan hucrelerinin üretiminden sorumlu DNA molekülünün üzerinde bulunan sifrelerden birisinin dejenere olmasindan dolayidir.Bu hata kan hücresinin üretildigi proteinin 6.aminoasitinin yerine baska bir aminoasidin baglanmasina neden olur. DNA üzerindeki bu küçücük hata bile canli bir organizma üzerinde korkunç sonuçlar dogurabilmektedir. Belki zaman zaman televizyonlarda görmussünüzdür , 6 ayakli koyun, iki basli sigir veya yapisik ikizler.Bu canlilarin hepsi mutasyonlar sonucunda sakat kalmislardir.Özellikle "Çernobil" faciasindan sonraki kusaklarda korkunç derecede sakatliklar görülmüstür. Bunun temelinde ise "mutasyona yol acan etmenler" yatar.Bu etmenlerin basinda ise kimyasal maddeler, fiziksel etkiler ve radyoaktif isima gelmektedir.Radyoaktif isinlar çok yüksek enerjili olup gen dizilerinde kopmalara neden olurlar.Çernobil ve Hirosima sehirlerinde meydana gelen her iki nükleer facianin üzerinden yillar geçmesine ragmen halen birçok çocuk ya sakat yada kanserli olarak dünyaya gelmektedir.
Dogada nadiren de olsa kendiliginden mutasyonlar meydana gelebilmektedir.Fakat canli hücrelerindeki kusursuz kontrol sistemleri sayesinde DNA üzerinde herhangi bir hataya yer vermemek için bir çok enzim görevlendirilmistir.Bu enzimler DNA üzerinde sürekli dolasarak kompa, kayma veya yer degistirme gibi hatalari düzelterek mutasyonun meydana gelmesini engellerler. Olaganüstü kusursuz bir sistemin yürüyüp gittigi canlilar ve onlarin hücrelerinde, mutasyon gibi agir hasarlarin meydana gelmesi, canlilarin iç yapilarinin ne kadar kompleks oldugunu ve canli hücrelerinde kesinlikle hata ve tesadüfe yer verilmedigini gözler önüne sermektedir.

6488
Biyoloji / Insan Vücudu
« : Ekim 10, 2007, 01:28:56 ÖS »
* Vücudumuzda bulunan yağla 7 iri sabun kalıbı yapabiliriz.

*O kadar çok karbon taşırız ki bunları bîr araya toplayıp kullanmak mümkün olsa; 9000 adet kurşun kalem yapabiliriz.2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz, 250 gramdan fazla sürfürümüz, bir kaşık dolusu muz mağnezyummuş, 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz vardır.

*Vücudumuzda 25 milyar oksijen alıcı kırmızı kan yuvarlakları bulunmaktadır. Bunları bir yüzey üzerine yayacak olursak 2570 metre karelik bir alanı kaplar.

*Bebekken 270'den fazla kemiğimiz varken, büyüdükçe bunların bazısı birbiriyle kaynaşarak sonunda sadece 206 kemikle kalırız.

*Kalbimiz normal olarak dakikada 70-72 kere atar. Bu atışa göre, 70 yaşındaki insanın kalbi 2500 milyon kere atmış ve bu süre içindede 167561600000 kilo kan, damarlarımıza pompalamıştır

*Normal bir vücut ısısı ile, insanın dayanabileceği en sıcak suyun ısısı 110°Cdir.

*Normal bir insan vücudunda bulunan elektrik, 25 Wattlık bir lambayı dakikalarca yakabilir.
*Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 25.000 arasında saç teli kopar ve yerine yine aynı sayıda yenileri çıkar.

*Tek bir dakika içerisinde 1025 cm küplük havayı içimize çeker, 4 kilograma yakın kanı vücudumuz içinde devrederiz.

*Yapılan araştırmalara göre 6 dakika su altında kalabilir, 20 dakika nefesimizi tutabilir, sıfırın altında 103 derecelik bir soğuğa karşı koyabiliriz. 30 gün aç 110 saat da uykusuzluğa dayanabiliriz.
*Tırnaklarımız bir yılda 3,75 metre kadar uzar.

*İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiç birşey duymayacak kadar sağırdır.


6489
Biyoloji / BAKTERİLER
« : Ekim 10, 2007, 01:16:09 ÖS »
(FARKLI BİR KAYNAK)

GENEL ÖZELLİKLERİ
Monera alemini oluşturan prokaryot canlıların en yaygın ve en çok bilinen grubu bakterilerdir. O kadar yaygındır ki bugün dünyamızda bakterinin bulunmadığı yer yoktur diyebiliriz. En çok organik atıkların bol bulunduğu yerlerde ve sularda yaşarlar. Bununla beraber, -90 0C buzullar içinde ve +80 0C kaplıcalarda yaşayabilen bakteri türleri de vardır. Hava ile ve su damlacıkları ile çok uzak mesafelere taşınabilirler. Deneysel olarak ilk defa 17. yüzyılda bakterileri gözleyebilen ve onların şekillerini açıklayan Antoni Van Lövenhuk olmuştur. Bakteriler bütün hayatsal olayların gerçekleştiği en basit canlılardır. Hepsi mikroskobik ve tek hücrelidirler. Büyüklükleri normal ökaryotik hücrelerin mitokondrileri kadardır.

HÜCRE YAPISI
Prokaryot olduklarından zarla çevrili çekirdek, mitokondri, kloroplast, endoplazmik retikulum, golgi gibi organelleri yoktur. Ribozom bütün bakterilerin temel organelidir. DNA, RNA, canlı hücre zarı ve sitoplazma yine bütün bakterilerin temel yapısını oluşturur. Bunlara ek olarak bütün bakterilerde hücre, cansız bir çeperle (murein) sarılıdır. Çeperin yapısı, bitki hücrelerinin çeperinden farklıdır. Selüloz ihtiva etmez.
Bazı bakterilerde hücre çeperinin dışında kapsül bulunur. Kapsül bakterinin dirençliliğini ve hastalık yapabilme (patojen olma) özelliğini artırır.

GENEL BİR BAKTERİ ŞEKLİ

Bazı bakteriler kamçılarıyla aktif hareket edebilirken, bazıları kamçıları olmadığı için ancak bulundukları ortamla beraber pasif hareket edebilirler.
buna göre bakteriler, kamçısız, tek kamçılı, bir demet kamçılı, iki demet kamçılı ve çok kamçılı olarak gruplandırılır. Bazı bakteriler "mezozom" denilen zar kıvrımları bulundurur. Burada oksijenli solunum enzimleri (ETS enzimleri) vardır. Oksijenli solunum yapan, ancak mezozomu bulunmayan bakterilerde ise solunum zinciri enzimleri hücre zarına tutunmuş olarak bulunur. bakterilerde genel yapının % 90'ı sudur. suda çözünmüş maddeler hücre zarından giriş-çıkış yaparlar. DNA'lar sitoplazmaya serbest olarak dağılmıştır. Bakteriler ökaryot hücrelere göre daha çok ve daha küçük ribozom içerirler. bu sayede protein sentezleri çok hızlıdır.
Bakteriler çeşitli özellikleri bakımından gruplandırılırlar. Bu özelliklerin başlıcaları ; şekilleri, kamçı durumları, beslenmeleri ve boyanmaları olarak sayılabilir.

ŞEKİLLERİ ve BOYANMALARI
Bakteriler ışık mikroskobunda bakıldığında başlıca şu şekillerde görülürler.
a. Çubuk şeklinde olanlar (Bacillus):Tek tek veya birbirlerine yapışmışlardır. Tifo, tüberküloz ve şarbon hastalığı bakterileri bu şekildedir.
b. Yuvarlak olanlar (Coccus): Genellikle kamçısızdırlar. Zatürre ve bel soğukluğu bakterileri bunlara örnektir.
c. Spiral olanlar (Spirullum): Kıvrımlı bakterilerdir. Frengi bakterileri ve dişlerde yerleşen Spiroketler bunlara örnektir.
d. Virgül şeklinde olanlar (Vibrio): Virgül biçiminde tek kıvrımlıdırlar. Kolera bakterisi gibi.

Bakterilerin boyanmaları: Danimarkalı Bakteriyolog Gram tarafından geliştirilen boyalarla boyanan bakterilere Gram (+), boyanmayanlara ise Gram (-) bakteriler denir.

BAKTERİLERİN BESLENMELERİ
Bazı bakteriler ototrof olup, fotosentez veya kemosentez yaparlar. Çoğunluğu ise heterotrof olup, saprofit veya parazit yaşarlar.
a. Saprofit Bakteriler: Bakterilerin çoğunluğunu oluşturur. Besinlerini bulundukları ortamlardan hazır sıvılar olarak alırlar. Nemli, ıslak ve çürükler üzerinde yaşarlar. en çok amino asit, glikoz ve vitamin gibi besinleri ortamdan alırlar. Bu tür bakteriler dış ortama salgıladıkları enzimlerle bitki ve hayvan ölülerini daha basit organik maddelere parçalayarak onların çürümesini sağlarlar. Böylece hem toprağın humusunu artırırlar, hem de kendilerine besin sağlarlar. çürütme sonucu çeşitli kokular meydana gelir. Bu yüzden bu olaya kokuşmadenir. Bazı saprofit bakteriler, sütün yoğurt ve peynir olarak mayalanmasını sağlarlar.
Saprofitler, dünyada madde devrinin tamamlanmasında önemli rol oynadıklarından hayat için mutlaka gereklidir.
b. Parazit Bakteriler: Besinlerini cansız ortamdan değil de üzerinde yaşadıkları canlılardan temin ederler. Çünkü sindirim enzimleri yoktur. Bunların bazıları konak canlıya fazla zarar vermeden yaşayabilirler. Sadece onun besinlerine ortak olurlar. Kalın bağırsağımızdaki Escherichia coli bunun en iyi örneğidir. Bazı parazit bakteriler ise konak canlının ölümüne bile sebep olabilen hastalıklara yol açarlar. Bunlara Patojen Bakteriler denir. Patojenler ya toksin çıkararak ya da konak canlının enzim ve besinlerini kullanarak zarar verirler. toksinler ya dışarı atılır (Ekzotoksin), ya da Bakterinin içinde kalır (Endotoksin). İçinde kalan toksinler bakteriler ölünce zararlı hale geçerler. Canlıların patojen bakterilere ve toksinlerine karşı oluşturdukları savunmaya "Bağışıklık" denir. Parazit bakterilerinin üremeleri oldukça hızlıdır.
Escherichia coli bakterisi

c. Fotosentetik Bakteriler: Sitoplazmalarında serbest klorofil taşırlar. Fotosentezlerinde elektron kaynağı olarak H2O yerine H2S ve H2 kullanırlar.
• CO2 + H2O ------> Besin + O2 (Mavi-yeşil algler)
• CO2 + H2S ------> Besin + S + H2O (Kükürt bakterileri)
• CO2 + H2 ------> Besin + H2O (Hidrojen Bakterileri)
d. Kemosentetik Bakteriler
Bu bakteriler de madde devrinde çok önemlidirler. Bazı inorganik maddeleri oksitleyerek onları zararsız hale getirirler. oluşan maddeler ise bitkilerce mineral tuzlar olarak kullanılır. bu oksitleme sonucunda açığa kimyasal enerji çıkar. Bu enerjiyle de CO2 indirgemesi yaparak besinlerini sentezlerler. ışık ve klorofil gerekli değildir. Oksijen kullanılır. Kemosentetik bakteriler en çok azotlu, kükürtlü, demirli maddeleri oksitlerler.
NH3 + O2 ---------> HNO2 + H2O + Kalori (Nitrosomanas)
HNO2 + O2 ---------> HNO3 + Kalori (Nitrobacter)
H2S + O2 ---------> H2O + S + Kalori (Kükürt Bakterileri
FeCO3 + O2 + H2O ---------> Fe(OH)3 + CO2 + Kalori (Demir Bakterileri)
N2 + O2 ---------> NO2 + Kalori (Azot bakterileri)
Kemosentez sonucu:
• Bazı zararlı maddeler ortadan kaldırılmış,
• Bitkilerin alabileceği tuzlar oluşturulmuş,
• Kimyasal enerji kazanılmış
• Organik besin sentezlenmiş olmaktadır.

BAKTERİLERİN SOLUNUMLARI
a. Anaerob Bakteriler
Bakteriler organik besinleri parçalayarak enerjilerini elde ederken genellikle oksijen kullanmazlar. Bunlar havasız yerlerde de yaşayarak çoğalırlar. ( Konservelerde olduğu gibi) Bunlardan bazıları oksijenin olduğu yerde hiç gelişemezler. Örnek: Clastrodium tetani (Tetanos bakterisi)
b. Aerob Bakteriler
Bazı bakteri grupları (Escherichia coli, Zatürree ve Yoğurt Bakterisi gibi) ancak oksijenli ortamda yaşayabilir. Bunlarda mitokondri olmadığı için solunum hücre zarının iç kısmındaki kıvrımlarda (mezozom) gerçekleştirilir. Örnek: Azot Bakterileri.
c. Geçici Aerob veya Geçici Anaerob Olanlar
Asıl solunumları oksijensiz olduğu halde kısa süre için aerob olanlara "Geçici Aerob" denir. Normal solunum şekli aerob olanlar ise havasız kalınca fermantasyona başvururlar. Bunlara "Geçici Anaerob" denir.
BAKTERİLERİN ÜREMELERİ
a. Bölünerek Çoğalma
Bütün bakteri türlerinin esas üreme şekli bölünmedir. bölünme eşeysiz üreme biçimidir. Su, besin maddesi ve sıcaklığın uygun olduğu ortamlarda çok hızlı bölünürler. bu bölünmeler her 20 dakikada bir gerçekleşir. Böylece geometrik olarak artmaya başlarlar. ancak bu artış sürekli değildir. Çünkü zamanla ortam sıcaklığı artar, asitler ve CO2 birikir, besin maddeleri tükenir. Bunlar bakteriler için öldürücü doza ulaşınca geometrik artış bozulur. belli değerden sonra artış yerine azalma görülür. Böylece bakteri populasyonları da dengelenmiş olur.
bölünmekte olan bakteriler

Bakterilerin bölünmeleri mitoza benzer. ancak çekirdek zarı ve belli bir kromozom sayısı olmadığı için tam bir mitoz değildir. Buna Amitoz Bölünme denir.
b. Sporlanma
Bazı bakteri türleri yaşadıkları ortam şartları bozulunca endospor oluşturarak kötü şartları geçirirler. Endosporlar, kalıtım materyalinin çok az bir sitoplazmayla beraber çevrilmiş halidir. ortam şartları normale dönünce çeper çatlar, endospor gelişerek normal bakteriyi meydana getirir.
Endosporlarda metabolik faaliyetler minimum seviyededir. bu şekilde uzun yıllar yaşayabilirler. olumsuz şartlar olan yüksek ısıdan, kuraklıktan, donmadan ve besinsizlikten etkilenmezler. 60 yıl canlı kalan bakteri sporları tespit edilmiştir. Normal bakteri hücrelerinin tamamı 100OC'de ölürken endosporlar ancak 120OC'de 15-20 dakika kalırsa ölürler. Soğuk ortamlarda da aynı oranda dayanıklıdırlar. Bazı türlerde bir bakteriden birden çok endospor meydana gelebilir.
spor oluşturmuş bir bakteri

c. Eşeyli Üreme (Kojugasyon)
bakteriler bölünerek çok hızlı üremelerine, olumsuz şartları da endospor oluşturarak geçirmelerine rağmen, düzensiz de olsa eşeyli üremeyi gerçekleştirirler. Çünkü bu sayede kalıtsal çeşitliliklerini artarak değişen ortamlara uyum yapma imkanı bulurlar. Bu çeşitliliğe ise Kalıtsal Varyasyon denir.
bakterilerde konjugasyonla üreme

Konjugasyon (kavuşma) esnasında DNA yapısı farklı iki bakteri yan yana gelerek aralarında geçici bir zardan köprü oluştururlar. bu köprü aracılığı ile DNA parçalarını değiştirirler. Sonra ayrılarak bölünmelerine devam ederler. Dikkat edilirse çok hücreli canlılarda görülen eşeyli üremeden çok farklı bir eşeyli üreme oluşmaktadır. Bunlarda gamet oluşumu ve döllenme yoktur.
Bakteriler diğer canlılara göre daha kolay mutasyona uğrarlar. Mutasyon genellikle zararlı ve öldürücü olmakla beraber, bakterilerde bazen olumlu sonuçlar veren faydalı mutasyonlar oluşabilmektedir. Bugün bakteriler besin (kültür) ortamlarında yetiştirilerek incelenmektedir. En iyi geliştikleri kültür ortamı et suyudur.


6490
Biyoloji / BİTKİ VE HAYVAN HÜCRESİ
« : Ekim 10, 2007, 01:10:57 ÖS »
BİTKİ VE HAYVAN HÜCRESİ


Işık mikroskobunda yapılan gözlemlerde bile bitki ve hayvan hücresi arasındaki farklar izlenebilir.
Aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi bitki hücresinin çeperinde selüloz vardır. Hayvan hücresi ise selüloz çeper içermez. Selüloz bitki hücresine belli bir dayanıklılık ve şekil verir. Hücre çeperi vakuolleşen protoplastların yüksek osmotik basıncına karşı koyar. Turgor ve hücre zarı arasındaki dengeyi sağlar ve hücrenin patlamasını önler. Hayvan hücresi ise değişken şekillidir.
Bitki ve hayvan hücresi genelde aynı organellere sahiptir. Bunlardan çekirdek ve mitokondriler çift tabakalı membran taşır.
Plastid membranı da çift tabakalıdır ve sadece bitki hücresinde vardır. Bitki hücresinde olupta hayvan hücresinde olmayan bir diğer organel de merkezi vakuol (büyük koful) dür. Tek tabakalı membran taşıyan endoplazmik retikulum (ER), diktiyozom, lizozom ve küçük vakuoller hem bitki hemde hayvan hücresinde görülür. Ribozom membransız olup her iki hücre tipinde de görülür. Sentriyoller hayvansal hücrelerin çoğunda bulunur fakat bitkilerde bulunmaz.

6491
Biyoloji / DOLAŞIM SİSTEMİ
« : Ekim 10, 2007, 01:07:37 ÖS »
DOLAŞIM SİSTEMİ


Canlılık olayları için gerekli besinleri ve oksijeni hücreler kandan alır. Hücrelerde oluşan atık maddelerden karbon dioksidi hücreler kana verir. Karbon dioksit kan yolu ile akciğere gider. Hücrelerde karbon dioksitten başka zararlı maddelerde oluşur. Hücreler bu zararlı maddeleri de kana verir. Bu zararlı maddeler dışarı atılmak üzere kan yolu ile böbreklere gider.

Dolaşım Sistemi Organları:

İnsanlarda dolaşım sistemi; kalp, kan, kan damarları, lenf ve lenf damarlarından oluşmuştur.

Kanın Yapısı ve Görevleri:

Kan; plazma ve kan hücreleri olmak üzere iki gurupta incelenir.

Plazma:

Büyük bir kısmı (% 90) sudur. İçinde erimiş halde besin maddeleri bulunur. Bunlar proteinler, amino asitler, mineraller, vitaminler vb. Bunların dışında, mikroplara karşı koyan antikorlar ve pıhtılaşmayı sağlayan fibronojenler bulunur.

Kan Hücreleri:
. Alyuvarlar (eritrositler)
. Akyuvarlar (lokositler)
. Kan pulcukları (trombositler)

Alyuvarlar: 1 milimetre küp kanda 4-5 milyon civarındadır. Çekirdekleri yoktur. Ortalama ömürleri 120 gün civarındadır. Kemik iliğinde, karaciğer ve dalakta üretilirler. Hemoglofin maddesinden dolayı kana kırmızı rengini verirler. Hücre ve dokulara oksijen taşınmasını sağlarlar. Çocuklarda çok yaşlılarda azdır. Yükseklere çıkıldıkça sayıları artar.

Akyuvarlar: 1 milimetre küp kanda 8-10 bin civarındadır. Akyuvarların çekirdekleri vardır. Lenf düğümlerinde, dalakta ve kemik iliğinde üretilirler. Görevleri vücudu mikroplara karşı korumaktır. Bunu iki şekilde yaparlar. Bunlar:

1- Mikropları Yiyerek.
2- Antikor Çıkararak.


Kan pulcukları: Alyuvarlar ve akyuvarlardan daha küçüktür. Bu nedenle ışık mikroskobunda görülemez. Kan damarları kesildiğinde dışarı akan kanın pıhtılaşmasını sağlarlar. Böylece kanamanın uzun sürmesi engellenir. 1 milimetre küp kanda 250-300 bin civarındadır.


Kalbin Yapısı ve Görevleri:

Kalp, iki akciğer arasına yerleşmiş bir organdır. Çift karlı özel bir zar ile sarılmıştır. Bu zara perikard denir. Bu zarların arasında zarın çalışmasını kolaylaştıran özel bir sıvı vardır.
İnsan kalbi dört odacıklıdır. Üsttekiler kulakçık, alttakiler karıncıktır. Kulakçıklarla karıncıklar arasında kapakçıklar bulunur. Bu kapakçıklar, kanın kulakçıklardan karıncıklara geçmesine izin verirler. Ancak kanın karıncıktan kulakçıklara gitmesine engel olurlar.

KALBİN ŞEKLİ

Kanın vücuda dağılmasını sağlayan damarlar vardır. Kan bu damarlar ile gerekli yerlere gönderilir. Kalbin sol odacıklarında temiz kan, sağ odacıkların kirli kan bulunur. Kan kalbe, kulakçıklara açılan büyük toplardamarlardan gelir. Kalp kasılıp gevşeme hareketi yapar. Kuvvetli kaslardan yapılmış karıncıklar kasıldığı zaman içindeki kanı atardamarlara iter. Bu kasılma hareketinden kalp sesi oluşur. Karıncıklar gevşerken kulakçıklardaki kanı emer. Kulakçıklarda toplardamarlardan kan çeker. Kalp kası çizgili kastır. Fakat isteğimiz dışında çalışır. Kalp insanlarda normal olarak dakikada 72-80 kaz kasılır ve gevşer.

Damarlar:

Vücutta kanın dolaşmasını sağlayan damarlar, düz kaslardan yapılmıştır. Atardamarlar, toplardamarlar ve kılcal damarlar olmak üzere üç çeşit damar vardır.

Atardamarlar: Kanı kalpten diğer organlara taşıyan damarlardır. Atardamarların iç çeperleri bir lastik boru gibi düzdür. Çeperleri geniş, esnek ve sağlamdır. Atardamarlar genellikle temiz kanı vücuda taşır. Sadece akciğer atardamarı kirli kanı akciğere taşır.

Kılcal Damarlar: Atardamarlar ile toplardamarlar arasında bulunur. Kılcal damarlar, bütün vücut hücrelerinin aralarını ağ gibi kapsar. Hücrelerle kan arasındaki alış veriş kılcal damarlarda gerçekleşir. Kandaki oksijen ve besin, hücrelere geçerken hücrelerdeki karbon dioksit ve diğer atık maddeler kana geçer. Böylece vücudumuzdaki kılcal damarlarda kan kirlenir.
Akciğerlerdeki kılcal damarlarda kandaki karbon dioksit alveollere alveollerdeki oksijen ise kana geçer. Böylece kan temizlenir.

Toplardamarlar: Kanı, diğer organlardan kalbe getiren damarlardır. Toplardamarlar, akciğerlerden temiz (oksijeni bol) kanı, vücuttan ise kirli (karbon dioksitce zengin) kanı kalbe getirir. Atardamarlardan farlı olarak toplardamarlarda kanın geriye akmasını önleyen kapakçıklar vardır.


TOPLARDAMARLARIN ÇALIŞMA ŞEKLİ


Küçük ve Büyük Kan Dolaşımı:

Kanın kalpten pompalandıktan sonra kalbe geri dönmesine dolaşım denir. küçük kan dolaşımı ve büyük kan dolaşımı olmak üzere iki çeşit dolaşım vardır.

Kalbin sağ karıncığından pompalanan kirli kanın, akciğer atardamarı ile akciğere giderek temizlendikten sonra kalbin sol kulacığına dönmesine küçük kan dolaşımı denir. Temiz kanın, kalbin sol karıncığından çıkıp vücutta kirlendikten sonra sağ kulakçığa dönmesine, büyük kan dolaşımı denir.

Küçük kan dolaşımı; kalbin sağ karıncık ventrikül denilen odacığıyla sol kulakçık denilen odacık ararsında gerçekleşir. Büyük dolaşımdan vena kanallar yoluyla sağ kulakçığa taşınmış olan kan, sağ kulakçığın kasılmasıyla sağ karıncığa pompalanır. Böylece pis kan sağ karıncığa girerek, küçük dolaşım sistemine katılmış olur. Sağ karıncık kasılarak içindeki pis kanı pulmoner delikten geçirerek,trunkus pulmonalise pompalar. Trunkus pulmonalis, biraz yukarıda sağ ve sol akciğerlere giden iki dala ayrılır. Sağa giden dala “Sağ pulmoner arter” denir. Böylece sağ karıncıktaki pis kan, özellikle oksijen yönünden zenginleşmesi için akciğere ulaşmış olur. Akciğerlere gelen kan, buradaki hava keseciklerinin duvarlarındaki (alveol aptumları) kılcal damarlara yayılır. Bu düzeyde akciğer hava keseciklerindeki temiz havayla kılcallardaki kan arasında büyük bir hızla gaz alışverişi gerçekleşir. Kan, karbon dioksidini akciğer havasına verirken, ondan oksijeni alır. Böylece vücudun karbon dioksitten zengin toplardamar kanı, akciğerlerde karbon dioksidini azaltıp oksijenden zenginleşerek; atardamar kanına, yani temiz kana dönüşmüş olur. Akciğerlerde atardamar kanı mahaline gelmiş olan kan, daha sonra pulmoner venalar denilen dört toplardamarlar aracılığıyla kalbin sol kulakçık denilen odacığına taşınır. Böylece küçük dolaşım son bulmuş olur. Sol kulakçık daha sonra kasılıp kendisine getirilmiş olan temiz kanı sol karıncığa pompalayarak, bu kanın büyük dolaşıma katılmasını sağlar.

Büyük kan dolaşımı; Sol karıncıktan başlar. Sol karıncık kasılıp içimdeki temiz kanı aorta pompalar. Aorta ve ondan kaynaklanan pek çok uç dal, bu kanın dokular yüzeyindeki kılcal damarlara ulaşmasını sağlar. Kılcal damarlar düzeyinde dokuyla temiz kan arasında madde alışverişi gerçekleştikten sonra kan, kılcalları terk edip toplardamarlara girer. Toplardamarlardaki kan halk arasında pis kan olarak bilinir. Vücuttaki tüm toplardamarlar, sonunda “Vena kava süperior” ya da “Vena kava inferior” a boşalırlar. Vücudun tüm toplardamar kanını toplatan bu iki büyük toplardamar sonunda kalbin sağ kulakçık denilen odacığına açılır. Böylece büyük kan dolaşımı tamamlanmış olur.

Nabız ve Tansiyon:

Nabız: Kalbin sol karıncığının kasılmasıyla kan aort atardamarına pompalanır. Atardamarlara pompalanan kan, Atardamarların çeperinde daralıp genişleme hareketi oluşturur. Kalp atışlarını atardamarların çeperlerinde oluşturduğu bu harekete nabız denir.
Parmaklarımızı bileğimize koyarsak nabzımızı hissederiz. Kalbi normal çalışan bir insanda nabız dakikada 70-80 arasında değişir.
Tansiyon:Kanın damarlara yaptığı basınca tansiyon denir. Tansiyon, tansiyon aleti ile ölçülür. Kanın kalpten damarlara pompalanması sırasındaki kan basıncına büyük tansiyon denir. Kanın kalbe dönerken gevşeme anındaki basıncına küçük tansiyon denir.

Lenf Dolaşımı:
Lenf sistemi; lenf damarları ve lenf düğümlerinden oluşur. Lenf damarlarıyla taşınan ve içinde akyuvar bulunan doku sıvısına lenf denir. Kan damarlarına göre daha ince darlı olan lenf damarları dokular arasındaki alanlara yayılmış olan kapalı uçlu lenf kılcallarıyla başlar. Doku hücreleri arasındaki kılcallarda bulunan ve çok geçirgen olan bu doku sıvısı, özel bir damar sistemiyle toplanarak lenf düğümlerine getirilir. Lenf düğümleri, lenf damarlarının kan damarlarıyla birleştiği yerdir. Burada doku sıvısı lenf damarlarında kan damarlarına geçer. Lenf düğümlerinde akyuvar üretir. Ak yuvarlar doku sıvısındaki bakterileri yok eder. Böylece doku sıvısı mikroplardan temizlendikten sonra kan damarlarına geçer. Doku sıvısındaki mikrop çok olduğu zaman lenf düğümleri şişer.( Örnek: vücudumuzda çoğalan mikropları yok eden bademciklerimiz şişer)

Lenf Sisteminin Görevleri:

- Madde alış verişinde aracılık eder,
- Doku sıvısı hücrelerinin zarlarını yıkar,
- Bağırsaktan emilen yağ asitleri ve gliserolü dolaşıma katar,
- Düğümlerde lenf sıvısı süzülerek temizlenir, mikroplar öldürülür,
- Akyuvar üretip, kana verir. Böylece savunma sistemimizin temel yapısına katkı sağlar.
- Doku sıvısını kana taşır. Kanın sıvı miktarının düzenlenmesine yardımcı olur. Bu sistemle kılcal damarlar ile doku sıvısı içerisindeki maddeler yeniden dolaşım sistemine dahil edilir.


Dolaşım Sisteminin Sağlığı ve Korunması:
Dolaşım sisteminin sağlığını korumak için düzenli ve dengeli beslenmek, temiz hava almak, spor yapmak, alkol, sigara gibi zararlı alışkanlıklardan uzak durmak gerekir.
Katı yağ içeren besinler, damarların iç yüzeylerinde damar serliğine neden olur. Damar sertliğinden korunmak için katı sağlı yemekler yarine, sıvı yağlı yemekler tercih edilmelidir.
Toplardamarların genişlemesi ve dolaşımın bozulması varise neden olur. Genellikle varis ayakta fazla duranlarda görülür ve ameliyatla düzelir.
Aşırı dar giyecekler dolaşımı engeller. Bu nedenle kalbin rahat çalışabilmesi için dar giysiler giyilmemelidir. Çorap lastiklerin ve kemerlerin sıkı olmamasına dikkat edilmelidir.
Kazalar sonucunda meydana gelen hafif yaralar temiz pamukla silinmeli ve gazlı bezle sarılmalıdır. Açık yaralara tentürdiyot sürülmelidir. Kanama varsa kanayan yerin üzerine temiz bir tampon koyularak sarılmalıdır.
Ağır yaralanmalarda, yaralı; en yakın sağlık kuruluşuna ulaştırılmalıdır. Bu arada kanayan yerin üzerine gazlı bez yada temiz pamukla tampon yapılmalıdır. Tamponun üstünü temiz bir bezle iki defa sardıktan sonra düğüm yapılır. Ayrıca kalp ile kanayan yer arası bir bez yada lastikle sıkıca bağlanarak kan kaybı önlenmelidir. Bu önleme turnike denilir. Mümkünse kanayan yer kalp seviyesinden daha yüksekte tutularak kanama azaltılır.
AIDS, tetanos, kuduz, sıtma, tifüs, sarılık gibi tehlikeli hastalıklar kan yolu ile bulaşabilir. Bu nedenle enjektörler bir defadan fazla kullanılmamalıdır. Ayrıca hastaya verilecek kanın yukarıda sayılan hastalıkların mikroplarını taşıyıp taşımadığı kontrol edilmelidir.

6492
Biyoloji / BİTKİSEL DOKULAR
« : Ekim 10, 2007, 01:04:24 ÖS »
BİTKİSEL DOKULAR



Sürgen Doku ve Özellikleri

1-Sürekli bölünen hücrelerden oluşur.

2-Hücreleri ince çeperli , bol sitoplazmalı , küçük , iri çekirdekli , koful hiç bulunmaz veya küçük ve az sayıdadır.

3-Hücreler arası boşluk bulunmaz.

4-Bitkide kök , gövde ucu , tomurcuk ve yaprak uçlarında bulunur,ayrıca dikotiledon ve ağaçsı bitkilerin gövdesinde yer alır.

5-Vegetatif üremede filiz oluşumu bu doku tarafından gerçekleştirilir.



Kökenlerine Göre İkiye Ayrılır

A-Pirimer Meristem: Bitkilerde ömür boyu var olan ,kök ,gövde ve yaprak uçlarında bulunan dokudur.

B-Sekonder meristem:Sadece dikotiledon’larda bulunur. Değişmez dokuların bölünme yeteneği kazanarak oluşturdukları dokudur. Kök ve gövde ucunda meristem dokudan oluşan hücreler zamanla farklılaşarak değişmez doku hücreleri haline gelirler. Büyüme konisi adı verilen bu bölgelerde meristem doku gövdede koruyucu yapraklar kökte ise kaliptra tarafından dış etkilere karşı korunur.

Büyüme bölgelerinde hücresel farklılaşmalarla üç farklı katman oluşur. Bunlar dıştan içe doğru

1-Dermatogen -------------- Epidermis

2-Periblem ------------- Kabuk

3-Pelerom ------------- Merkezi silindir

Sekonder meristem değişmez doku hücrelerinin yenden bölünme yeteneği kazanmasıyla oluşur. Kambium ve mantar meristemi kök ve gövdede kalınlaşmayı sağlar.Kambium sürekli bölünerek içe doğru ksılem , dışa doğru floemi oluşturur. Ağaçsı bitkilerdeki yaş halkalarının nedeni budur.



Değişmez Dokuların Özellikleri

a-Meristem hücrelerinin özelleşmesiyle oluşurlar.

b-Hücrelerde büyüme , koful oluşumu , sitoplazma azalması , çeper kalınlaşması , hücreler arası boşlukların oluşumu görülür.

c-Bölünme yeteneklerini kaybetmişlerdir.

d-Bazıları ölüdür.



Çeşitleri:

A) Koruyucu Doku :

a-Epidermis

1-Hayvanlardaki epitel dokuya karşılıktır.

2-Bitkilerde genç dal , yaprak ve genç kökleri çevreler.

3-Tek sıralı hücrelerden oluşur. Hücreler canlıdır.

4-Hücre arası boşluk yoktur.

5-Kloroplast taşımazlar.

6-Dışa bakan yüzlerinde çeper kalınlaşır ve kalın kütikula birikmiştir.

7-Kökte sitoplazma az , kofullar büyüktür.

8-Transpirasyonun kontrolü,gaz alış verişinin kontrolü,topraktan suyun emilimi,genç yapıların fiziksel-kimyasal-biyolojik olumsuzluklardan koruması gibi önemli görevleri gerçekleştirebilecek yapı ve özelliklere sahiptir.



Koruyucu sisteme ait özelleşmeler:

1-Stomalar 2-Salgı,örtü,koruma,tırmanma tüyleri 3-Emme tüyleri (Kökte) 4-Kutiküla-mum 5-lentisel



Kök Epidermisin Özellikleri:

1-Dışa bakan çeperleri incedir.

2-Stoma taşımazlar.

3-Hücreler büyük koful taşırlar.

4-Hücrelerin osmotik değeri fazladır.

5-Emici tüyler taşırlar.

6-Kütikula birikimi görülmez.

7-Dış ortamla madde alış verişini engellemezler



Gövde Epidermisinin Özellikleri:

1-Dışa bakan çeperleri kalındır.

2-Stoma içerirler.

3-Hücrelerde küçük kofullar bulunur.

4-Savunma , tırmanma , korunma ile ilgili tüyler taşırlar.

5-Dışa doğru bakan çeperde kütikula birikir.

6-Dış ortamla madde alış verişi stomalarla yapılır.



b-Periderm

1-Ağaçsı bitkilerin kök ve gövdesinde bulunur.

2-Epidermisin parçalanmasıyla oluşur.

3-Çok sıralı hücrelerden oluşur.

4-Dış yüzeyde mantar kambiumundan oluşan mantar hücreler vardır.

5-Mantar hücreleri ölüdür. Hücre çeperi suberin biriktirmiştir.İçleri hava ile doludur.

6-Stoma yerine lentiseller bulunur.





B) Parankima :

1-Hayvanlardaki bağ dokusuna özdeştir.

2-Hücreleri canlı , bol sitoplazmalı , küçük kofuldur.

3-Diğer dokular arasını doldurur.

4-Hücre çeperleri incedir.

5-Yaraları onarır.(Regenerasyon yeteneği fazladır.)

6-Bölünme yeteneklerini korurlar.



Yaptıkları Görevlerine Göre

1-Özümleme Parankiması: Kloroplast taşırlar,fotosentez yaparlar,yaprak , tomurcuk gibi genç yapılarda bulunur.

2-Havalandırma Parankiması: Bataklık ve sulak alan bitkilerinde boşluklarında O2 birikimi sağlar.

3-İletim Parankiması: İletim demetlerin etrafını çevirip iletim demetleri ile diğer hücreler arası madde taşır.

4-Depo Parankiması: Kök ve gövdede bulunur. Fotosentezle oluşan organik maddeleri depolar.



C) İletim Dokusu :

1-Bitkilerde toprak üstü organlarla toprak altı organlar arasında madde iletişimini sağlar.

2-Hayvanlardaki dolaşım sistemine özdeştir.

3-Hücrelerinde kloroplast taşımazlar.

4-Kök ucundan , yaprak ucuna kadar devamlılık gösterir.

5-Bitkilerde destek dokusuna yardımcıdır.



Yaptıkları iş ve özelliğine göre iki grupta incelenir.



a-Ksilem:

1-Hücrelerde sitoplazma ve çekirdek yoktur.

2-Silindirik hücrelerde enine çeperler kalkmış kılcal damarlar oluşmuştur.

3-Yanal çeperleri kalınlaştırmıştır.

4-Topraktan kökle emilen su ve suda emilmiş maddeleri yaprak ve gövdeye taşır.

5-Taşıma tek yönde olur



Ksılem elemanları:

1-Trakeitler 2-Trakeler

3-Parankima 4-Sklerenkima

1-Trake : Su taşırlar , ölüdürler , enine çeperler yoktur , silindir ve tüpler şeklinde dizilirler.

2-Trake id : Ölü bağımsız hücrelerdir. Su taşırlar destek dokusu görev ide görürler.

NOT :Açık tohumlularda yalnız trake idler bulunur.

3-Ksilem parankiması : Canlı hücrelerdir , besin depolamak ve kısa iletimler yaparlar.

4-Ksilem sklerenkima sı : Destek görevi gören çeperleri kalınlaşmış ölü hücrelerdir.



b-Floem :

1-Silindirik canlı hücreden oluşur.

2-Sitoplazma taşırlar ancak olgunlaştıklarında nukleuslarını kaybederler.

3-Büyük kofulları vardır.

4-Enine çeperleri kalbursu yapı kazanıştır.

5-Yaprakta oluşan organik bileşikleri köklere , kökte üretilen azotlu maddeleri yapraklara taşırlar.

6-Taşıma çift yönlüdür.



Floem elemanları:

1-Kalburlu hücreler 2-Arkadaş hücreleri

3-Parankima 4-Sklerenkima



1-Floem hücreleri : Büyük geçitli , canlı , uzun hücrelerdir. Organik madde taşırlar.

2-Arkadaş hücreleri : Yuvarlak köşeli , bol sitoplazmalı , büyük nukleus lu yardımcı hücrelerdir.

3-Floem parankiması : İnce , uzun , ince çeperli besin depolayan nişastaca zengin hücrelerdir.

4-Floem sklerenkima sı : Çeperleri kalınlaşmış ve odunsulaşmış destek görevi gören ölü hücrelerdir.



NOT : İletim demetleri arasında kambium varsa ( dikotiledon’larda ) açık demet , kambium yoksa ( monekotiledon’larda ) kapalı demetler meydana gelir.



D) Destek Dokusu :

1-Omurgalılarda iskelet sistemine özdeştir.

2-Turgorla beraber bitkiye destek ve direnç kazandırır.

3-Çeperleri kalınlaşmış hücrelerden meydana gelmiştir.

4-Hem canlı hemde ölü hücreler görev alır.



Bulunduğu yer ve görevlerine göre iki çeşittir.

a-Kollenkima :

1-Hücreler canlı bol sitoplazmalı ve çekirdeklidir.

2-Bazılarında kloroplast bulunur.

3-Bitkilerde genç ve büyüyen kısımlarda bulunur.



Hücre çeperi kalınlaşmasına göre ikiye ayrılır.

1-Köşe kollenkima sı : Tütün, Kabak , Begonya gibi

2-Levha kollenkima sı : Adaçayı , Mürver gibi



b-Sklerenkima :

1-Hücrelerinde sitoplazma ve çekirdek yoktur.

2-Tüm çeper kalınlaşmıştır.

3-Kök , gövde ve yaprak sapında bulunur.



Yapısal özelliğine göre ikiye ayrılır.

1-Sklerenkima lifleri : Keten , Kenevir gibi

2-Taş hücreleri : Armut , Ayva gibi



E) Salgı Dokusu :

1-İri çekirdekli bol sitoplazmalı canlı hücrelerden oluşur.

2-Tek veya gruplar halinde bulunabilirler.

3-Metabolizmaları sonucu özel salgılar oluştururlar.

4-Salgılar bitkide çeşitli görevlerin gerçekleşmesinde rol oynar.

a- Tozlaşmada: Bal özü ve kokulu maddeler. (Çiçeklerde)

b- Çürümeden koruma: Reçine (Çamlarda)

c- Korunma: Yakıcı salgılar. (Isırganda)

d- Beslenme: Sindirim öz suyu. ( Böcekgillerde)

e- Yaralanan kısmı onarım: Süt. (Kauçuk,Sütleğen , Haşhaş)



Salgılar ya bitki dışına atılır.

1-(Dış salgı)(nektar,Sindirim öz suyu)yada özel hücre ve kanallarda depolanır.

2-(İç salgı) (Hormon , Kauçuk , Protein , Glikozitler vb.)

6493
Her Telden / biraz uzun ama gerçekten okumaya değer....
« : Ekim 10, 2007, 12:59:41 ÖS »
çok duygulandım..harika.. :agla :agla :agla :agla :agla
ağlama beni de ağlatacan  :-\

Aslında çocuğa kızdım yaa >:( madem durum böle ne fantazi yapıon di mi?   :bune Ben bu kadar kolay bırakmazdım savaşırdım. Kaybetme uğruna da olsa  :,S

6494
Her Telden / çapkınlık taktikleri
« : Ekim 10, 2007, 12:45:18 ÖS »
 >:D

6495
Biyoloji / SİNİR SİSTEMİ
« : Ekim 10, 2007, 11:54:51 ÖÖ »
SİNİR SİSTEMİ

Sinir Sistemi Merkezi sinir Sistemi ve Periferik Sinir Sistemi olmak üzere ikiye ayrılır.

MERKEZI SINIR SISTEMI:
Merkezi Sinir Sistemi 2 ana parçadan oluşur: beyin ve omurilik. Ortalama bir erişkinin beyni 1300-1400 gramdır. Beyin 100 milyar sinir hücresi (nöron) ve trilyonlarca “glia” denilen destek hücrelerinden oluşur. Omurilik ise yaklaşık olarak kadınlarda 43 cm erkeklerde ise 45 cm uzunluğunda ve 35-40 gram ağırlığındadır. Omurilik Kolumna Vertebralis denilen birçok kemikten oluşmuş bir kemik yapı içinde bulunmaktadır. Kolumna Vertebralis 70 cm uzunluğundadır, yani omurilik kolumna vertebralisten oldukça kısadır.

BEYNI OLUSTURAN YAPILAR:

Serebral Korteks: Korteks kelimesi latince “kabuk” kelimesinden gelmektedir. Kalınlığı 2-6 mm arasındadır. Serebral korteksin sağ ve sol yarısı korpus kallosum denilen, kalın bir bant oluşturan sinir lifleri ile birbirine bağlanmıştır. İnsanlarda serebral korteksin yüzeyi pek çok girinti ve çıkıntıyla kaplıdır. Korteksdeki çıkıntılara girus girintilere ise sulkus denir. Yüksek seviyeli bir memeli olan insanlarda bu girinti ve çıkıntıların sayısı çok fazlayken fare, sıçan gibi düşük seviyeli memelilerde bu girinti ve çıkıntıların sayısı daha azdır.
Fonksiyonu: Düşünme, istemli hareket, dil, sonuç çıkarma, algılama.
Serebellum (Beyincik): Serebellum kelimesi latince “küçük beyin” kelimesinden gelmektedir. Serebellum beyin sapının hemen arkasındadır. Serebellum serebral korteks gibi hemisferlere ayrılır ve bu hemisferleri saran bir korteksi vardır. Serebellumun fonksiyonu hareket, denge ve postürün sağlanmasıyla ilgilidir.
Beyin sapı: Beyin sapı, talamus ile omurilik arasında kalan bölgeye verilen isimdir. Beyin sapındaki yapılar, medulla, pons, tektum, retiküler formasyon, ve tegmentumdur. Beyin sapındaki bazı alanlar kan basıncı, kalp hızı ve solunum gibi hayati fonksiyonların düzenlenmesinden sorumludur.
Hipotalamus: Bir bezelye tanesi büyüklüğündeki bu küçük yapı beynin tabanında yer alır. Beynin üç yüzde birini oluşturmasına rağmen çok önemli davranışlardan sorumludur. Hipotalamus vücudun termostatıdır. Eğer vücut çok ısınırsa, hipotalamus bunu algılar ve derideki kapiler damarların genişlemesini sağlar, bu da vücudun soğumasına yol açar. Hipotalamus ayni zamanda hipofiz bezini de kontrol eder. Duyguların, açlığın, susuzluğun ve sirkadian ritmin düzenlenmesinde rol oynar.
Talamus: Talamus periferden gelen duyusal bilgiyi alıp bunu serebral kortekse ileten bir röle gibidir. Ayrıca serebral korteksden gelen bilgileri de omurilik ve beynin diğer kısımlarına iletir. Fonksiyonu duyusal ve motor integrasyondur.
Limbik Sistem: Limbik sistem amygdala, hipokampus, mamilari kitleler ve singulat girusun da dahil olduğu bir gurup yapıdan oluşur. Bu alanlar verilen bir uyarıya karsı gösterilen duygusal cevabi kontrol etmede önemlidir. Bu sistemin pir parçası olan hipokampusun ise öğrenme ve hafıza olaylarında önemli fonksiyonu vardır.
Bazal Ganglia: Ganglia kelimesi ganglion kelimesinin çoğuludur, yani ganglionlar anlamına gelir. Bazal ganglia hareketin koordinasyonundan sorumludur. Globus pallidus, kaudat nükleus, subtalamik nükleus, putamen ve substantia nigra denilen yapılardan oluşur.
Orta beyin: Orta beyin superior ve inferior kollikuli ve red nükleustan oluşur. Orta beyin görme, duyma, göz ve vücut hareketlerinden sorumludur.
PERIFERIK SINIR SISTEMI:
Periferik Sinir Sistemi somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemi olmak üzere ikiye ayrılır.
a)Somatik Sinir Sistemi: Merkezi sinir sistemine duyusal bilgi gönderen periferik sinirlerden ve iskelet kaslarını inerve eden motor sinir liflerinden oluşur.
b) Otonom Sinir Sistemi (OSS): Otonom sinir sistemi üçe ayrılır: sempatik sinir sistemi, parasempatik sinir sistemi ve enterik sinir sistemi. Otonom Sinir Sistemi salgı bezlerini ve iç organların düz kaslarını kontrol eder. Çoğu zaman OSS nin çalıştığının farkında bile değilizdir, çünkü OSS refleks bir şekilde istemsiz olarak çalışır. Örneğin kan basıncımızdaki yada kalp hızımızdaki değişiklikleri fark etmeyiz bile. Bazı insanlar OSS nin kan basıncı ve kalp hızı gibi bazı fonksiyonlarını eğitimle kontrol edebilirler. OSS iki durumda çok önemli fonksiyon yapar. Birincisi “kaç veya savaş” denilen acil durumlarda ve ikincisi de “dinlen ve sindir” denilen acil olmayan durumlardır. OSS salgı bezlerini ve bazı kasları kontrol eder. Bu kaslar şunlardır.
1. Derideki kaslar: Saç follikülerindeki düz kaslar.
2. Kan damarlarındaki düz kaslar.
3. Gözdeki iris (düz kas).
4. Mide, bağırsaklar ve idrar kesesindeki düz kaslar.
5. Kalp kası.
Somatik sinir sisteminde merkezi sinir sistemi ile hedef organ arasında yalnızca bir nöron varken otonom sinir sisteminde 2 nöron vardır.
1. Sempatik Sinir Sistemi:
Sinir sisteminin bu bölümüne sempatik denilmesinin sebebi duygularla paralel hareket etmesindendir.Güneşli güzel bir günde parkta dolaşırken, karsınıza kuduz bir köpek çıkarsa ne yaparsınız? Ya kaçar ya da köpekle dövüşürsünüz. Bu reaksiyona “dövüş ya da kaç cevabı denir. Bu tür reaksiyonlarda SSS i aktive olur, kan basıncı artar, kalp hızlanır ve sindirim yavaşlar. Sempatik preganglionik nöronlar omuriliğin torasik ve lumbar kısımlarının lateral gri boynuzundadır. Buradan çıkan lifler sempatik ganglion zincirine gelir. Burası postganglionik sempatik nöronların bulunduğu yerdir. Normal bir yetişkinde 3 servikal, 12 torasik, 4-5 lumbar ve değişik sayıda sakral ganglia vardır.
SSS ekstiremitelerdeki kan damarları üzerine tonik (sürekli) konstriktör etkide bulunur. Korku ve öfke gibi uyaranlarla vücudu “dövüş yada kaç” reaksiyonuna hazırlar. Kalp hızlanır, göz bebekleri genişler, deri terler. Kan deri ve sindirim sisteminden iskelet kaslarına yönlendirilir, sindirim ve üriner kanallardaki sfinkterler kapanır.
2. Parasempatik Sinir Sistemi:
Parasempatik sinir sistemi genelde sempatik sinir sistemini dengeleme yönünde fonksiyon gösterir. Preganglionik nöronları, beyin sapı nükleuslarında ve sakral omuriliktedir. Parasempatik sistem kalbi yavaşlatır, tükürük ve barsak salgılarını artırır ve barsak hareketlerini artırır.


3)Enterik sinir sistemi: Enterik sinir sistemi iç organları innerve eden sinir liflerinden oluşmuş bir ağdır.
Merkezi sinir sistemi ile periferik sinir sistemi arasındaki farklar:

1. Merkezi sinir sistemindeki nöron topluluklarına nükleus denir.
2. Periferik sinir sistemindeki nöron topluluklarına ganglion denir.
3. Merkezi sinir sistemindeki akson topluluklarına traktus denir.
4. Periferik sinir sistemindeki akson topluluklarına sinir denir.

Sayfa: 1 ... 431 432 [433] 434 435 ... 495