31
Genel Kültür / Alman (Avrupa) Kültür Tarihi
« : Haziran 05, 2009, 06:51:56 ÖS »
Alman Kültür Tarihi
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Türkiye'de kullandığımız Alman Kültür Tarihi kavramı Almanca "Deutsche Kulturgeschichte" kavramından biraz farklıdır. Bu kavram Almanya'da daha çok "düşünce tarihi" olarak anlaşılırken bizde Almanca eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarında Türk tarihini bilen öğrencilere Alman edebiyatı ve Alman dili öğretilirken tarih boyutu ön plana çıktığı için Alman tarihini öğretmenin bir aracı olarak işlev görmüştür ve görmektedir.
Almanların Kültür Tarihini Avrupa'nın kültür tarihinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü Avrupa'nın merkezinde bulunan bu ülke, tarih boyunca İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya ile birlikte Avrupa'nın, dolayısıyla dünyanın kaderini belirleyen ülkelerden birisi olmuştur. Ayrıca, herhangi bir Avrupa ülkesini (kültür) tarihi ancak diğer ülkelerle ilişkisi içinde anlaşılabilir. Bu nedenle burada anlatılanlar Avrupa Kültür Tarihi olarak da görülebilir.
Aslında Alman Kültür Tarihi bugünkü Almanya'nın siyası sınırları tarafından belirlenen alandan çok daha büyük bir alanı kapsar. Düşünce tarihi açısından Almanca konuşulan ülkeler olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre birbirleriyle çok yakın ilişkiler içindedir. Ayrıca, Almancanın Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaşayan birçok azınlık tarafından da kullanıldığı göz önüne alındığında "Alman Kültür Tarihi" kavramının neredeyse bütün Avrupa'yı kapsadığı ileri sürülebilir. Bu nedenle bu maddede kullanılan "Alman" kavramı Almanca konuşulan bütün ülkeleri ve azınlıkları kapsamaktadır.
Alman Kültürünün Tarihsel Kökenleri
Antik Kültür
Batı kültürünün, dolayasıyla Alman kültürünün de ilk kaynağı Antik kültürdür. Antik dönem ise Yunanistan ve Roma Dönemlerini kapsar. Yunanistan düşünsel ve felsefi açıdan belirleyiciyken Roma Dönemi hukuk ve devlet yönetimi açısında belirleyici olur.
Yunanistan
Yunan kültürünün ilk kaynakları Homer'e kadar uzanır (M.Ö. 800). Homer yazdığı Ilyada ve Odisse adlı destanlarında Antik Yunan kültürünü oluşturur. Homer, dönemin insanları tarafından da bir öğretmen olarak görülür. Kültürel gelişmenin bu ilk aşaması aristokrat tavır tarafından belirlenir. Destanlardan sonraki aşamada trajedi öne çıkar. Aichilos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan oyunlar aracılığıyla siyasal ve dinsel dünya düzeni kavranmaya çalışılır. Avrupa kültürünün temelini oluşturan felsefe işte bu koşullar altında ortaya çıkar. Yunan filozofların en önemlililerinden birisi de Sokrat'tır ve gerçeğe ulaşmak için "sorgulama" yöntemini kullanır. Dönemin önemli filozoflarından Aristoteles (Aristo) ve Platon (Eflatun) da kendi anlayışlarınca düşünsel dünya düzenini kavramak isterler. Platon'un diyalogları sayesinde düşünce, özgürlük, ölümsüzlük, akıl, eros, yasa ve siyasal düzen gibi felsefenin temel kavramları şekillenir. Aristoteles ise varlık alanlarını gözönüne almak suretiyle felsefeyi sistematik hale getirir. Yunan felsefesi insan aklının önemini keşfeder ve bilimin insan için öneminin farkına varır.
Felsefeyle birlikte, hatta onunla içiçe gelişen bir diğer alan da Sofistlerin retorikPolislerdir. Polis, bütün kültür, edebiyat, bilim ve siyaset sanatının merkezidir. Polisler arasında ise Atina özellikle Perikles döneminde öne çıkar. Atina'nın tarihinde neredeyse bütün siyasal sistemler ortaya çıkar, hatta günümüz eşit haklara sahip vatandaşlık anlayışının (demokrasi) temel ilkeleri de orada oluşmuştur. sanatıdır. Hitabet sanatı olan retorik, kamu yararına olmak üzere gençlere bilgi ve deneyimlerin aktarılma bir aracı olarak kullanılır. Eğlencelerde, toplantılarda ya da mahkemelerde yapılan konuşmalarda demokratik yaşam biçimlerinin izleri görülür. Toplumsal ve kültürel faaliyetler yeri
Roma
Antik Roma Döneminde düşünsel alanlardan çok uygulama alanlarında önemli gelişmeler yaşanır. Romalılar dünyayı kavramaktan çok, geniş kapsamlı bir devlet düzeni oluşturmayı düşünce sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Bu nedenle Batı dünyasındaki hukuk ve adalet kavramları zamanla Roma döneminde oluşmuştur.
Dönemin düşünsel ve kültürel merkezi, tarihi çok eskilere dayandığı için "Roma aeterna" (ebedi Roma) diye adlandırılan Roma kentidir. Roma giderek büyüyen bir dünya imparatorluğunun merkezi olmuştur. Böylece, tarihsel gelişimin belirleyicisi olarak kavimler ya da kentler ya da ülkelerin ötesinde, bünyesinde birçok topluluğuimparatorluk düşüncesi ortaya çıkmıştır. barındıran
Romalıların devlet yönetimindeki becerisi sayesinde ticaret ve ekonomi gelişmiş, düşünsel alanda yapılan karşılık alışverişler sonucunda Antik uygarlığın geniş çerçevesi oluşmuştur. Bugün bile Roma kentlerinde Romalıların caddelerin ve su yollarının ne kadar başarıyla inşa edildiğini görmek mümkündür. Limanlar ve deniz fenerleri ile deniz ulaşımının güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Gümüş ve altının değişim aracı olarak kullanılması pazar ekonomisinin gelişmesini sağlamıştır.
Böylesine büyük bir imparatorluğun ayakta kalabilmesi için belirli siyasal ve dinsel kuralların uygulanması gerekir. Uzunca bir süre Roma vatandaşları kırsal özellikler tarafından belirlenmiştir. Ama Roma vatandaşları kendilerini res publika (toplum) içinde özgür bireyler olarak görür ve Antik Kültür kapsamındaki dünyada içsel ve dışsal barışı (pax Romana) korumayı en önemli görevi sayar. İşte bu düşünce bütün çalkantılı Roma dönemi boyunca sabit kalmış ve kültürel gelişmede sürekliliği sağlamıştır.
Roma kültürü Yunan kültürü üzerinde şekillenir, hatta öyle ki Helenistik dönemde Roma'da Latince yerine Yunanca konuşulmaya başlanmıştır. Ama daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan Vergil, Cicero, Tacitus gibi büyük şair, yazar ve tarihçiler Latinceyi sanatsal düzeye yükseltmiştir.
Bu nedenle: vatandaş toplumunun en önemli bağı yasa olduğuna göre, hukuk ise yasalarda eşitlik anlamına geldiğine göre, vatandaşların koşulları eşit değise vatandaş toplumu hangi hukukla sağlanabilir? Eğer vatandaşların varlıkları eşitlenmek istenmiyorsa, vatandaşların yetenekleri birbirine eşit olamayacağına göre, aynı topluluğa ait vatandaşların en azından hakları birbirine eşit olmalıdır. Eğer vatandaşların hukuksal birliği değilse devlet nedir o halde? (Cicero, De re publica)
Hıristiyanlık
Avrupa kültürünü derinden etkileyen bir din olarak Hıristiyanlık tarihsel olarak kendisinden önce gelen Musevilik ile birlikte kavranmalıdır, çünkü Eski Akit'i de içinde barındırır. Avrupalılar Hıristiyanlık ile Antik kültürden çok farklı bir dünya anlayışıyla karşılaşır. İnsanın kaderinin tanrının elinde olduğu bilinci... Bütün tek tanrılı dinler gibi Hıristiyanlık da insanlığın tarihinde tanrının müdahalesini görür; yani tarih suçlar ve bağışlamalardan ibarettir.
Kutsal kitaplardan oluşan ve Eski Akit'i de kapsayan Yeni Akit kitapların kitabı, yani İncil olarak adlandırılır. İncil, kutsal kitaplardan birisi olmasının yanı sıra kültür tarihi açısından dünya edebiyatının önemli belgelerinden birisi olarak da görülebilir. Nazaretli İsa'nın hayatı ve yaptıkları Hıristiyanlık için din anlayışında önemli bir dönüm noktasıdır. Hıristiyanlar İsa için sadece bir peygamber değildir, hakkındaki bilgiler din hakkındaki bilgilerin aktarılmasını sağlamıştır. Bu nedenle, İsa hakkındaki bilgiler artıkça yorumlar da çoğalır ve tanrının oğlundan sosyal devrimciliğe kadar uzanan farklı yorumlar getirilir.
Hıristiyan tanrı anlayışındaki ödünsüzlük mutlaklık ve evrensellik düşüncelerini engeller. Hıristiyanlığın dünya anlayışı, dünya üzerindeki olaylardan insanları sorumlu tutar. Bu nedenle Hıristiyanlık kendi anlayışına uygun olarak dünyayı biçimlendirmeye çalışır ve mevcut otoriteye teslim olmadıkları için Hıristiyanlar ilk başlarda Roma İmparatorluğunda takibe uğramışlardır.
Hangi tabakadan olursa olsun diğer insanlara duyulması gereken sevgi, topluluk oluşturmada itici güç olmuştur. Antik kültürün aksine acı ve ölüm düşüncesi, İsa'nın çarmıha gerilmesi ile etkisinin son bulmadığı göz önüne alınarak kutsanma ve kurtuluş olarak görülür. Bu nedenle ilk yüzyılda ortaya çıkan ve bugün de kutlanan Hıristiyan bayramları (Noel, Paskalya, Pantkot) İsa'nın yaşamı ile ilgilidir.
Cermen Kültürü
Cermenler hakkındaki ilk bilgilerimiz bize bir Roma tarihçisi olan Publius Cornelius Tacitus tarafından verilmiştir. Tacitus yazdığı Germania adlı eserde Germenlerin yaşayış biçimlerine ve Avrupa'daki nerede yaşadıklarına dair zengin bilgiler vermektedir.
Bugünkü Almanların dedeleri olan Germenler, bundan 2000 yıl önce Ren Nehrinin batısında yaşıyordu. Germenler, savaşçı ve barbar bir kavimdi. Genellikle avcılık ve basit ziraatla geçinirlerdi. O çağda Romalılar Orta Avrupa'ya düzenli ordular göndererek buraları istila etmek istiyorlardı. Germenler Romalıların bu istila hareketlerini durdurabilmek için onlarla bir çok savaşlar yaptılar ve Romalıları yenerek Orta Avrupa'yı almalarını önlediler. Daha sonra Romalılar zayıflamaya yüz tutunca, Germen kabileleri sel gibi Roma'ya akmaya başladılar. Bunun bir sebebi de Hunların Avrupa'ya yayılmaya başlamalarıdır. Roma İmparatorluğu topraklarını işgal eden Germen kabileleleri Romalıların geleneklerini, kültürlerini ve hatta dinlerini benimsediler. Yalnız Ren ile Elbe nehirleri arasına yerleşmiş olan asıl Germenler kendi dillerini geleneklerini koruyabildiler. Büyük Karl (Şarlman) zamanında Saksonlar, Büyük Karl'ın 800 yılında papa tarafından Roma İmparatoru ilan edilmesiyle zorla Hıristiyan yapıldılar.
Cermenler, Kavimler Göçü sonucu İ.S.6.yy.'a kadar Almanya'nın ilk sakinleri olan Keltlerle, Ortaçağ boyunca da Doğu Almanya'daki Slavlar ile karışarak Alman halkını oluşturmuşlardır.
Başlangıç Dönemi (1150'ye kadar)
Romalılar Dönemi
Roma’nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. Güçlü kalelerle korunmasına karşın sınır hiçbir zaman ticareti ve insanları engellemedi. İS 50’de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi.Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma’ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı. Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150’de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167’de İtalya’ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa’ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251’de İmparator Decius’u öldürdüler. Yaklaşık 280’de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370’e kadar sınırını korudu. Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa’daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma’yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350’de Ulfilas’ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma’nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes’in Got diline çevirisini yaptı. Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376’da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378’de Vizigotlar Adrianopolis’te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens’i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma’ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika’da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya’ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410’da Roma’yı yağmaladılar. Roma İmparatorluğu’nun hala Avrupa’da önemli bir güç olması Hunlardan kaçan Germenleri barış istemeye yöneltti; 418’de Vizigotlar bile Galya’ya yerleştirilmeyi kabul etti. Bu dönemde Germen kabilelerinde bir ‘ulus’ bilinci yoktu; dolayısıyla da birbirlerine karşı kullanılabiliniyorlardı.Yaklaşık 450’ye kadar Hun korkusu Roma’nın hiç değilse Vizigotları, Frankları ve bu 439’da Galya’ya yerleştirilen Burgonları kendi savunması için seferber etmesine olanak verdi. 435’te Attila’nın ölmesinden ve Hun imparatorluğu’nun parçalanmasından sonra ise Roma bu diplomatik silahını yitirdi. Ayrıca toprak kayıplarıyla gelirleri azaldı. Koşulların yardım ettiği Germenler zamanla Roma’dan bağımsızlaştı. 470’lerde Galya’nın güneybatısında Vizigot, güneydoğusunda Burgonya krallıkları kuruldu. Kuzey’de Clovis Frank Krallığı ‘nı kurdu, Kuzey Afrika Vandalların, İspanya’nın bir bölümü Suevlerin denetimindeydi. 489-493 arasında Ostrogotlar İtalya’yı fethetti. Tuna boylarına Gepid ve Lombard krallıkları egemen oldu. Böylece Batı Roma İmparatorluğu ortadan kalktı. Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi. Böylece Batı Roma İmparatorluğu’nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak ortaçağ Avrupa’sını biçimlendirecek yeni bit aristokrasinin doğmasını sağladı.
Karolinler İmparatorluğu
476’ da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren’in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor,aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti. İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış,bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya’daki Ostrogot kralları da Alpler’in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı. Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya’da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotların liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis’in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya’yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya’daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı.Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya’daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey’de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler’de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.
Frank-Cermen İmparatorluğu ve Büyük Karl (Şarlman)
Şarlman (Karl I.Grosse) Frank ve Lombard kralıdır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir. Şarlman'ın babası Frankların kralıydı. Öldüğünde krallığın topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdı. Şarlman kardeşinin ölümüyle krallığın tek hakimi oldu. Ayrıca Lombardiya ve Saksonya'yı da kattı. Batıda Endülüslerle doğuda ise Avar ve Macarlar'la çarpışarak ülkesinin sınırlarını genişletmiştir. Şarlman 800 yılının noel günü Papa III. Leon tarafından Roma İmparatoru ilan edilmiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, 843 yılında Verdun Anlaşması ile Almanya, İtalya ve Burgonya'da kurulan ve 1806 yılında Napolyon Savaşları ile yıkılan Orta Avrupa'da 963 yıl hüküm sürmüş olan bir imparatorluktur. Bu imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştığında Almanya, İsviçre, Liechtenstein, Lüxemburg, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Avusturya, Hırvatistan, Belçika, Hollanda'nın tamamını ve Polonya, Fransa ile İtalya'nın bir kısmını kapsıyordu. İmparatorluk çöküş dönemine girdiğinde Voltaire "Kutsal Roma İmparatorluğu artık ne kutsaldır, ne Romalıdır ne de imparatorluktur." demiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun yöneticilerinin hepsi Almandı. Bütün Kutsal Roma İmparatorları katolikti. Ama soylu aileler ve üst seviyelerdeki devlet görevlilerinin çoğu Almanca konuşmayan ırklara mensuptu. Ülkede sadece Almanca] değil Slav dilleri, Fransızca, Flemenkçe ve İtalyanca da konuşuluyordu. Büyük sayılarda dini azınlık gruplar bulunmaktaydı. Bunlar; Yahudiler ve Ortodokslardı. Ayrıca imparatorluk Protestanlığın ortaya çıktığı ülkedir. Büyük Otto'nun 2 Şubat 962'de taç giymesinden sonra, bu imparatorluk Batı Roma İmparatorluğu'nun mirasını resmen devralmış oluyordu; "Romanorum İmperium" terimi ancak Konrad II döneminde kullanılmaya başlandı. Friedrich I, imparatorluk unvanının Sancta Ecclesia karşısındaki kutsal niteliğini vurgulamak amacıyla "Sacrum İmperium" kavramını getirdiyse de (Besançon diyeti,1157), bu terim krallık belgelerine ancak 1254'te girdi. Nihayet, "Nationis Germanicae" nitelemesi, Almanların imparatorluk üzerindeki ulusal haklarını belirtmek için 15. yüzyılda kondu, ama tam anlamıyla 17. yüzyılda yaygınlık kazandı.
Kronolojik olarak:
* I. Alman İmparatorluğunun Kuruluşu
* Orta Çağda Almanya (1150-1450)
* Yeni Çağa Geçiş (1450-1648)
* Mutlakiyet ve Barok Dönemi (1648-1770)
* Aydınlanma, Devrimler ve Alman Milliyetçiliğinin Doğuşu (1770-1850)
* Ulusal Alman Devletinin Oluşması (1850-1871)
* II. Alman İmparatorluğu (1871-1918)
* 1. Dünya Savaşı (1914-1918)
* Weimar Cumhuriyeti (1918-1933)
* III. Alman İmparatorluğu ve Faşizm (1933-1945)
* 2. Dünya Savaşı (1939-1945)
* Savaş Sonrası (1945-1989)
* Almanya Federal Cumhuriyeti
* Demokratik Alman Cumhuriyeti
* Yeniden Birleşme (1990)
* Bugünkü Almanya (1990'dan beri)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Türkiye'de kullandığımız Alman Kültür Tarihi kavramı Almanca "Deutsche Kulturgeschichte" kavramından biraz farklıdır. Bu kavram Almanya'da daha çok "düşünce tarihi" olarak anlaşılırken bizde Almanca eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarında Türk tarihini bilen öğrencilere Alman edebiyatı ve Alman dili öğretilirken tarih boyutu ön plana çıktığı için Alman tarihini öğretmenin bir aracı olarak işlev görmüştür ve görmektedir.
Almanların Kültür Tarihini Avrupa'nın kültür tarihinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü Avrupa'nın merkezinde bulunan bu ülke, tarih boyunca İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya ile birlikte Avrupa'nın, dolayısıyla dünyanın kaderini belirleyen ülkelerden birisi olmuştur. Ayrıca, herhangi bir Avrupa ülkesini (kültür) tarihi ancak diğer ülkelerle ilişkisi içinde anlaşılabilir. Bu nedenle burada anlatılanlar Avrupa Kültür Tarihi olarak da görülebilir.
Aslında Alman Kültür Tarihi bugünkü Almanya'nın siyası sınırları tarafından belirlenen alandan çok daha büyük bir alanı kapsar. Düşünce tarihi açısından Almanca konuşulan ülkeler olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre birbirleriyle çok yakın ilişkiler içindedir. Ayrıca, Almancanın Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaşayan birçok azınlık tarafından da kullanıldığı göz önüne alındığında "Alman Kültür Tarihi" kavramının neredeyse bütün Avrupa'yı kapsadığı ileri sürülebilir. Bu nedenle bu maddede kullanılan "Alman" kavramı Almanca konuşulan bütün ülkeleri ve azınlıkları kapsamaktadır.
Alman Kültürünün Tarihsel Kökenleri
Antik Kültür
Batı kültürünün, dolayasıyla Alman kültürünün de ilk kaynağı Antik kültürdür. Antik dönem ise Yunanistan ve Roma Dönemlerini kapsar. Yunanistan düşünsel ve felsefi açıdan belirleyiciyken Roma Dönemi hukuk ve devlet yönetimi açısında belirleyici olur.
Yunanistan
Yunan kültürünün ilk kaynakları Homer'e kadar uzanır (M.Ö. 800). Homer yazdığı Ilyada ve Odisse adlı destanlarında Antik Yunan kültürünü oluşturur. Homer, dönemin insanları tarafından da bir öğretmen olarak görülür. Kültürel gelişmenin bu ilk aşaması aristokrat tavır tarafından belirlenir. Destanlardan sonraki aşamada trajedi öne çıkar. Aichilos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan oyunlar aracılığıyla siyasal ve dinsel dünya düzeni kavranmaya çalışılır. Avrupa kültürünün temelini oluşturan felsefe işte bu koşullar altında ortaya çıkar. Yunan filozofların en önemlililerinden birisi de Sokrat'tır ve gerçeğe ulaşmak için "sorgulama" yöntemini kullanır. Dönemin önemli filozoflarından Aristoteles (Aristo) ve Platon (Eflatun) da kendi anlayışlarınca düşünsel dünya düzenini kavramak isterler. Platon'un diyalogları sayesinde düşünce, özgürlük, ölümsüzlük, akıl, eros, yasa ve siyasal düzen gibi felsefenin temel kavramları şekillenir. Aristoteles ise varlık alanlarını gözönüne almak suretiyle felsefeyi sistematik hale getirir. Yunan felsefesi insan aklının önemini keşfeder ve bilimin insan için öneminin farkına varır.
Felsefeyle birlikte, hatta onunla içiçe gelişen bir diğer alan da Sofistlerin retorikPolislerdir. Polis, bütün kültür, edebiyat, bilim ve siyaset sanatının merkezidir. Polisler arasında ise Atina özellikle Perikles döneminde öne çıkar. Atina'nın tarihinde neredeyse bütün siyasal sistemler ortaya çıkar, hatta günümüz eşit haklara sahip vatandaşlık anlayışının (demokrasi) temel ilkeleri de orada oluşmuştur. sanatıdır. Hitabet sanatı olan retorik, kamu yararına olmak üzere gençlere bilgi ve deneyimlerin aktarılma bir aracı olarak kullanılır. Eğlencelerde, toplantılarda ya da mahkemelerde yapılan konuşmalarda demokratik yaşam biçimlerinin izleri görülür. Toplumsal ve kültürel faaliyetler yeri
Roma
Antik Roma Döneminde düşünsel alanlardan çok uygulama alanlarında önemli gelişmeler yaşanır. Romalılar dünyayı kavramaktan çok, geniş kapsamlı bir devlet düzeni oluşturmayı düşünce sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Bu nedenle Batı dünyasındaki hukuk ve adalet kavramları zamanla Roma döneminde oluşmuştur.
Dönemin düşünsel ve kültürel merkezi, tarihi çok eskilere dayandığı için "Roma aeterna" (ebedi Roma) diye adlandırılan Roma kentidir. Roma giderek büyüyen bir dünya imparatorluğunun merkezi olmuştur. Böylece, tarihsel gelişimin belirleyicisi olarak kavimler ya da kentler ya da ülkelerin ötesinde, bünyesinde birçok topluluğuimparatorluk düşüncesi ortaya çıkmıştır. barındıran
Romalıların devlet yönetimindeki becerisi sayesinde ticaret ve ekonomi gelişmiş, düşünsel alanda yapılan karşılık alışverişler sonucunda Antik uygarlığın geniş çerçevesi oluşmuştur. Bugün bile Roma kentlerinde Romalıların caddelerin ve su yollarının ne kadar başarıyla inşa edildiğini görmek mümkündür. Limanlar ve deniz fenerleri ile deniz ulaşımının güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Gümüş ve altının değişim aracı olarak kullanılması pazar ekonomisinin gelişmesini sağlamıştır.
Böylesine büyük bir imparatorluğun ayakta kalabilmesi için belirli siyasal ve dinsel kuralların uygulanması gerekir. Uzunca bir süre Roma vatandaşları kırsal özellikler tarafından belirlenmiştir. Ama Roma vatandaşları kendilerini res publika (toplum) içinde özgür bireyler olarak görür ve Antik Kültür kapsamındaki dünyada içsel ve dışsal barışı (pax Romana) korumayı en önemli görevi sayar. İşte bu düşünce bütün çalkantılı Roma dönemi boyunca sabit kalmış ve kültürel gelişmede sürekliliği sağlamıştır.
Roma kültürü Yunan kültürü üzerinde şekillenir, hatta öyle ki Helenistik dönemde Roma'da Latince yerine Yunanca konuşulmaya başlanmıştır. Ama daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan Vergil, Cicero, Tacitus gibi büyük şair, yazar ve tarihçiler Latinceyi sanatsal düzeye yükseltmiştir.
Bu nedenle: vatandaş toplumunun en önemli bağı yasa olduğuna göre, hukuk ise yasalarda eşitlik anlamına geldiğine göre, vatandaşların koşulları eşit değise vatandaş toplumu hangi hukukla sağlanabilir? Eğer vatandaşların varlıkları eşitlenmek istenmiyorsa, vatandaşların yetenekleri birbirine eşit olamayacağına göre, aynı topluluğa ait vatandaşların en azından hakları birbirine eşit olmalıdır. Eğer vatandaşların hukuksal birliği değilse devlet nedir o halde? (Cicero, De re publica)
Hıristiyanlık
Avrupa kültürünü derinden etkileyen bir din olarak Hıristiyanlık tarihsel olarak kendisinden önce gelen Musevilik ile birlikte kavranmalıdır, çünkü Eski Akit'i de içinde barındırır. Avrupalılar Hıristiyanlık ile Antik kültürden çok farklı bir dünya anlayışıyla karşılaşır. İnsanın kaderinin tanrının elinde olduğu bilinci... Bütün tek tanrılı dinler gibi Hıristiyanlık da insanlığın tarihinde tanrının müdahalesini görür; yani tarih suçlar ve bağışlamalardan ibarettir.
Kutsal kitaplardan oluşan ve Eski Akit'i de kapsayan Yeni Akit kitapların kitabı, yani İncil olarak adlandırılır. İncil, kutsal kitaplardan birisi olmasının yanı sıra kültür tarihi açısından dünya edebiyatının önemli belgelerinden birisi olarak da görülebilir. Nazaretli İsa'nın hayatı ve yaptıkları Hıristiyanlık için din anlayışında önemli bir dönüm noktasıdır. Hıristiyanlar İsa için sadece bir peygamber değildir, hakkındaki bilgiler din hakkındaki bilgilerin aktarılmasını sağlamıştır. Bu nedenle, İsa hakkındaki bilgiler artıkça yorumlar da çoğalır ve tanrının oğlundan sosyal devrimciliğe kadar uzanan farklı yorumlar getirilir.
Hıristiyan tanrı anlayışındaki ödünsüzlük mutlaklık ve evrensellik düşüncelerini engeller. Hıristiyanlığın dünya anlayışı, dünya üzerindeki olaylardan insanları sorumlu tutar. Bu nedenle Hıristiyanlık kendi anlayışına uygun olarak dünyayı biçimlendirmeye çalışır ve mevcut otoriteye teslim olmadıkları için Hıristiyanlar ilk başlarda Roma İmparatorluğunda takibe uğramışlardır.
Hangi tabakadan olursa olsun diğer insanlara duyulması gereken sevgi, topluluk oluşturmada itici güç olmuştur. Antik kültürün aksine acı ve ölüm düşüncesi, İsa'nın çarmıha gerilmesi ile etkisinin son bulmadığı göz önüne alınarak kutsanma ve kurtuluş olarak görülür. Bu nedenle ilk yüzyılda ortaya çıkan ve bugün de kutlanan Hıristiyan bayramları (Noel, Paskalya, Pantkot) İsa'nın yaşamı ile ilgilidir.
Cermen Kültürü
Cermenler hakkındaki ilk bilgilerimiz bize bir Roma tarihçisi olan Publius Cornelius Tacitus tarafından verilmiştir. Tacitus yazdığı Germania adlı eserde Germenlerin yaşayış biçimlerine ve Avrupa'daki nerede yaşadıklarına dair zengin bilgiler vermektedir.
Bugünkü Almanların dedeleri olan Germenler, bundan 2000 yıl önce Ren Nehrinin batısında yaşıyordu. Germenler, savaşçı ve barbar bir kavimdi. Genellikle avcılık ve basit ziraatla geçinirlerdi. O çağda Romalılar Orta Avrupa'ya düzenli ordular göndererek buraları istila etmek istiyorlardı. Germenler Romalıların bu istila hareketlerini durdurabilmek için onlarla bir çok savaşlar yaptılar ve Romalıları yenerek Orta Avrupa'yı almalarını önlediler. Daha sonra Romalılar zayıflamaya yüz tutunca, Germen kabileleri sel gibi Roma'ya akmaya başladılar. Bunun bir sebebi de Hunların Avrupa'ya yayılmaya başlamalarıdır. Roma İmparatorluğu topraklarını işgal eden Germen kabileleleri Romalıların geleneklerini, kültürlerini ve hatta dinlerini benimsediler. Yalnız Ren ile Elbe nehirleri arasına yerleşmiş olan asıl Germenler kendi dillerini geleneklerini koruyabildiler. Büyük Karl (Şarlman) zamanında Saksonlar, Büyük Karl'ın 800 yılında papa tarafından Roma İmparatoru ilan edilmesiyle zorla Hıristiyan yapıldılar.
Cermenler, Kavimler Göçü sonucu İ.S.6.yy.'a kadar Almanya'nın ilk sakinleri olan Keltlerle, Ortaçağ boyunca da Doğu Almanya'daki Slavlar ile karışarak Alman halkını oluşturmuşlardır.
Başlangıç Dönemi (1150'ye kadar)
Romalılar Dönemi
Roma’nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. Güçlü kalelerle korunmasına karşın sınır hiçbir zaman ticareti ve insanları engellemedi. İS 50’de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi.Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma’ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı. Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150’de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167’de İtalya’ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa’ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251’de İmparator Decius’u öldürdüler. Yaklaşık 280’de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370’e kadar sınırını korudu. Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa’daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma’yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350’de Ulfilas’ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma’nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes’in Got diline çevirisini yaptı. Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376’da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378’de Vizigotlar Adrianopolis’te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens’i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma’ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika’da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya’ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410’da Roma’yı yağmaladılar. Roma İmparatorluğu’nun hala Avrupa’da önemli bir güç olması Hunlardan kaçan Germenleri barış istemeye yöneltti; 418’de Vizigotlar bile Galya’ya yerleştirilmeyi kabul etti. Bu dönemde Germen kabilelerinde bir ‘ulus’ bilinci yoktu; dolayısıyla da birbirlerine karşı kullanılabiliniyorlardı.Yaklaşık 450’ye kadar Hun korkusu Roma’nın hiç değilse Vizigotları, Frankları ve bu 439’da Galya’ya yerleştirilen Burgonları kendi savunması için seferber etmesine olanak verdi. 435’te Attila’nın ölmesinden ve Hun imparatorluğu’nun parçalanmasından sonra ise Roma bu diplomatik silahını yitirdi. Ayrıca toprak kayıplarıyla gelirleri azaldı. Koşulların yardım ettiği Germenler zamanla Roma’dan bağımsızlaştı. 470’lerde Galya’nın güneybatısında Vizigot, güneydoğusunda Burgonya krallıkları kuruldu. Kuzey’de Clovis Frank Krallığı ‘nı kurdu, Kuzey Afrika Vandalların, İspanya’nın bir bölümü Suevlerin denetimindeydi. 489-493 arasında Ostrogotlar İtalya’yı fethetti. Tuna boylarına Gepid ve Lombard krallıkları egemen oldu. Böylece Batı Roma İmparatorluğu ortadan kalktı. Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi. Böylece Batı Roma İmparatorluğu’nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak ortaçağ Avrupa’sını biçimlendirecek yeni bit aristokrasinin doğmasını sağladı.
Karolinler İmparatorluğu
476’ da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren’in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor,aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti. İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış,bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya’daki Ostrogot kralları da Alpler’in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı. Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya’da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotların liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis’in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya’yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya’daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı.Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya’daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey’de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler’de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.
Frank-Cermen İmparatorluğu ve Büyük Karl (Şarlman)
Şarlman (Karl I.Grosse) Frank ve Lombard kralıdır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir. Şarlman'ın babası Frankların kralıydı. Öldüğünde krallığın topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdı. Şarlman kardeşinin ölümüyle krallığın tek hakimi oldu. Ayrıca Lombardiya ve Saksonya'yı da kattı. Batıda Endülüslerle doğuda ise Avar ve Macarlar'la çarpışarak ülkesinin sınırlarını genişletmiştir. Şarlman 800 yılının noel günü Papa III. Leon tarafından Roma İmparatoru ilan edilmiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, 843 yılında Verdun Anlaşması ile Almanya, İtalya ve Burgonya'da kurulan ve 1806 yılında Napolyon Savaşları ile yıkılan Orta Avrupa'da 963 yıl hüküm sürmüş olan bir imparatorluktur. Bu imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştığında Almanya, İsviçre, Liechtenstein, Lüxemburg, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Avusturya, Hırvatistan, Belçika, Hollanda'nın tamamını ve Polonya, Fransa ile İtalya'nın bir kısmını kapsıyordu. İmparatorluk çöküş dönemine girdiğinde Voltaire "Kutsal Roma İmparatorluğu artık ne kutsaldır, ne Romalıdır ne de imparatorluktur." demiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun yöneticilerinin hepsi Almandı. Bütün Kutsal Roma İmparatorları katolikti. Ama soylu aileler ve üst seviyelerdeki devlet görevlilerinin çoğu Almanca konuşmayan ırklara mensuptu. Ülkede sadece Almanca] değil Slav dilleri, Fransızca, Flemenkçe ve İtalyanca da konuşuluyordu. Büyük sayılarda dini azınlık gruplar bulunmaktaydı. Bunlar; Yahudiler ve Ortodokslardı. Ayrıca imparatorluk Protestanlığın ortaya çıktığı ülkedir. Büyük Otto'nun 2 Şubat 962'de taç giymesinden sonra, bu imparatorluk Batı Roma İmparatorluğu'nun mirasını resmen devralmış oluyordu; "Romanorum İmperium" terimi ancak Konrad II döneminde kullanılmaya başlandı. Friedrich I, imparatorluk unvanının Sancta Ecclesia karşısındaki kutsal niteliğini vurgulamak amacıyla "Sacrum İmperium" kavramını getirdiyse de (Besançon diyeti,1157), bu terim krallık belgelerine ancak 1254'te girdi. Nihayet, "Nationis Germanicae" nitelemesi, Almanların imparatorluk üzerindeki ulusal haklarını belirtmek için 15. yüzyılda kondu, ama tam anlamıyla 17. yüzyılda yaygınlık kazandı.
Kronolojik olarak:
* I. Alman İmparatorluğunun Kuruluşu
* Orta Çağda Almanya (1150-1450)
* Yeni Çağa Geçiş (1450-1648)
* Mutlakiyet ve Barok Dönemi (1648-1770)
* Aydınlanma, Devrimler ve Alman Milliyetçiliğinin Doğuşu (1770-1850)
* Ulusal Alman Devletinin Oluşması (1850-1871)
* II. Alman İmparatorluğu (1871-1918)
* 1. Dünya Savaşı (1914-1918)
* Weimar Cumhuriyeti (1918-1933)
* III. Alman İmparatorluğu ve Faşizm (1933-1945)
* 2. Dünya Savaşı (1939-1945)
* Savaş Sonrası (1945-1989)
* Almanya Federal Cumhuriyeti
* Demokratik Alman Cumhuriyeti
* Yeniden Birleşme (1990)
* Bugünkü Almanya (1990'dan beri)