İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - merve35

Sayfa: 1 ... 190 191 [192] 193 194 ... 276
2866
Forum Oyunları / Ynt: fark ettim ki..........
« : Ocak 01, 2009, 11:06:33 ÖS »
farkettm ki afyona dönüş yaklaşıo :agla

2867
Forum Oyunları / Ynt: 10.000 den geri sayım....
« : Ocak 01, 2009, 11:05:33 ÖS »
2203

2868
Forum Oyunları / Ynt: 10.000 den geri sayım....
« : Ocak 01, 2009, 11:04:27 ÖS »
2205

2869
Forum Oyunları / Ynt: Eğer bir SiLqi Olsaydın..?
« : Ocak 01, 2009, 11:04:00 ÖS »
herşeyi silerdim :-\

2870
Forum Oyunları / Ynt: bu isim senin neyin oluyo?
« : Ocak 01, 2009, 11:03:05 ÖS »
ben deilim valla bnm adım merfe :P

haqan

2871
Forum Oyunları / Ynt: 10.000 den geri sayım....
« : Ocak 01, 2009, 10:57:18 ÖS »
2207

2872
Örgü Teknikleri ve Takı Sanatı / Ynt: bnm hobilerim
« : Ocak 01, 2009, 10:56:10 ÖS »
tşkkr ederim :_(

2873
Hikaye ve Yazılar / TUZLU KAHVE
« : Ocak 01, 2009, 10:54:55 ÖS »
Kıza bir partide rastlamıştı. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.’ Ben artık gideyim’ demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
‘ Bana biraz tuz getirir misiniz’ dedi.’ Kahveme koymak için..’
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı.
Kahveye tuz!..
Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız merakla ‘ Garip Bir ağız tadınız var’ dedi...
Delikanlı anlattı:
‘ Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve deniz kenarında oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki..’
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.
İçini bu kadar samimi döken, ailesini bu kadar özleyen bir adam , evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak..
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses prensle evlendi. Ve de sonuna kadar mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü..
40 yıl sonra adam dünyaya veda etti. ‘ Ölümümden sonra aç’ diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.. Şöyle diyordu satırlarında..
Sevgilim, bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede.. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve korkmam için bir sebep yok.. İşte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem.O, garip ve rezil bir tat..Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahve borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterdim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da..’
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.
Lafı açıldığında birgün biri, kadına ‘Tuzlu kahve nasıl bir şey’ diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadının..
‘Çok tatlı!.. dedi..

2874
Forum Oyunları / Ynt: 10.000 den geri sayım....
« : Ocak 01, 2009, 10:53:37 ÖS »
2209

2875
Her Telden / Yazı-Tura Atma
« : Ocak 01, 2009, 10:40:32 ÖS »
'Yazı-tura' günümüzde, havaya atılıp yere düşen bir madeni paranın üstte kalacak tarafını önceden bilmeye dayanan basit bir şans oyunu olarak bilinir. Oysa tarihin derinliklerinde çok ciddi bir şekilde insanların kaderlerini tayin etmede kullanılmıştır.

Antik çağlarda insanlar yaşamları konusundaki önemli kararların Tanrılar tarafından verildiğine inanıyorlardı. Tanrıların kararlarını en kısa şekilde, 'evet' veya 'hayır' olarak öğrenebilecekleri yollar arıyorlardı. Gök gürültüsü, şimşek, yağmur gibi tabiat olayları Tanrıların bir mesajı olarak algılanıyordu. Madeni paralar bu şekilde cevap alabilmek için en uygun araçtılar ama kullanılmalarına ilk olarak Lidyalılar tarafından ancak milattan önce onuncu yüzyılda başlanılabildi. Kullanılmaya başlanıldıklarında da zaten Tanrıların karar mekanizmalarının bir aracı olarak düşünülmemişlerdi.

Dokuz yüzyıl sonra Julius Caesar (Sezar) madeni para ile yazı-tura atma olayını başlattı. O zamanlar Romalıların kullandıkları tüm paraların bir yüzünde Sezar'ın kafasının resmi vardı. Para havaya fırlatıldığında 'head' (baş, kafa) denilen Sezar'ın kafası taraflı kısmının üste gelip gelmediğine bakılıyor, bir anlaşmazlığın haklı tarafı tayin ediliyor veya bir dileğin Tanrılar tarafından yerine getirilip getirilmeyeceği anlaşılıyordu.

O devirlerde iş o kadar ciddi boyutlara ulaştı ki 'head and tail' (tail'de paranın resimsiz kısmına deniliyor) yani yazı-tura atma, arazi, evlilik, cinai suçlar gibi konuların yasal mahkeme sonuçlarına bile uygulanıyor, Sezar'ın kafası olan kısmın üste gelmesi, İmparator'un da kararı onaylaması olarak kabul ediliyordu.

Bizdeki adıyla 'yazı-tura'daki 'tura' kelimesinin kökeni 'tuğra'dır. Tuğra Osmanlı padişahlarının imza yerine kullandıkları özel şekilli işarettir. Tuğra aslında Oğuz Han zamanından kalma bir Türk geleneğidir. Tuğralarda yığma yazı ile padişahın ve babasının adı yazılırdı. 'Orhan bin Osman' gibi. Daha sonraları padişahlar isimlerinin başlarına 'han', 'muzaffer daima' gibi unvanlar da eklemeye başladılar. İkinci Süleyman'dan sonra tuğra, çiçek ve yaprak resimleriyle süslendi.

Tuğra zamanla, bu işle özel olarak uğraşan hattatların elinde, harflerin belirli bir sırayla istiflendiği, karmaşık görünümlü bir biçim aldı. Bu yüzden tuğranın kime ait olduğunu anlamak uzmanlık isteyen bir işti. Halkın gözünde etrafındaki çiçeklerle birlikte sadece güzel bir şekil olarak algılanıyordu.

Tuğra, ferman, berat gibi belgelerle beraber, padişahın bastırdığı paraların da üstünde bulunurdu. Madeni paraların bu resimli tarafı önceleri 'tuğra' sonra 'tura', paranın birimini yazan tarafı da 'yazı' olarak anılmaya başlandı ama yazı-tura hiçbir zaman resmi kararlar için kullanılmadı.


2876
Her Telden / Uyanık Kalmanın Sınırı
« : Ocak 01, 2009, 10:38:59 ÖS »
Bunun deneyle ispatlanmış cevabı 264 saat, yani yaklaşık 11 gündür. Randy Gardner isimli 17 yaşındaki bir lise öğrencisi 1965 yılında, bir bilim fuarında bu kadar süre uyanık kalarak rekor kırmıştır.

Dikkatli gözlem altında yapılan diğer deneylerde insanların 8 ila 10 gün uyumadan durabildikleri ve bu sürede zihin, güdü ve anlayış seviyelerinde gittikçe ilerleyen bir konsantrasyon eksikliği dışında tıbbi, fiziksel ve psikolojik olarak ciddi sorunlarla karşılaşmadıkları gözlemlenmiştir.

Şüphesiz bu deneylerden önce deneklerin ne kadar bir süreyle derin uyku hali yaşadıkları bilinmemektedir. Ancak cephede ateş altında olan askerlerin ve tıbbi müdahale uygulanmış bazı akıl hastalarının da 4 gün süreyle problemsiz olarak rahatlıkla uykusuz kalabildikleri tespit edilmiştir.

Tabii burada uykunun tarifinin doğru yapılması gerekiyor. Yukarıda bahsedilen deneylerde görülen konsantrasyon eksiklikleri sırasında insan tam uyanık sayılabilir mi?

Yorgun bir şekilde araba kullananlar bilirler, insan bir süre sonra yolları nasıl geçtiğini ve oraya nasıl geldiğini hatırlayamaz. Benzeri durum İkinci Dünya Savaşı'nda görev sonrası dönüş yolundaki İngiliz pilotlarında da görülmüş. Yorgun pilotların sebepsiz yere uçaklarıyla yere çakılmaları üzerine yapılan araştırmalarda fiziken uyanık oldukları ama vücut fonksiyonlarına kumanda bakımından tam uyanık sayılamayacakları tespit edilmiştir.

Fareler üzerinde yapılan deneylerde ise, zorla uykusuz bırakılan farelerin iki hafta sonra Öldükleri görülmüş. Ölüm sebebi olarak belirli bir neden bulunamamasına rağmen genel olarak metabolizmanın bozulmasından kaynaklandığı kabul ediliyor.

İnsanlar üzerinde yapılan deneyler normal hayatlarında uyku problemi olmayanları kapsıyor. Bir de istedikleri halde uyuyamayanlar var yani bir hastalık olarak uykusuzluk çekenler.

Yine Fransa'da yapılan bir deneyde, bu hastalıktan muzdarip 27 yaşındaki bir erkeğin aylar boyunca hiç uyumadan yaşadığı ve bu sürede hiç uykusunun gelmediği gibi ruh hali ve hafızasında da herhangi bir sorun olmadığı gözlemlenmiş. Ancak her akşam 9-11 saatleri arasında 20-60 dakika süreyle gözlerinde görüş bozukluğu, el ve ayak parmaklarında ağrı ve uyuşma meydana geliyormuş.

Tekrar başlangıca, 'insan ne kadar uyanık kalabilir' sorusuna döndüğümüzde, görüldüğü gibi net ve tatminkar bir cevap henüz bulunabilmiş değil. Bu arada ABD Savunma Bakanlığı karacı, denizci ve havacıları, hiçbir fonksiyonel eksiklik göstermeden uzun süre uyanık tutabilecek araştırma projeleri için bütçesinden para bile ayırmış.

Fare deneylerinden elde edilen sonuç da konuya bir açıklık getiremiyor çünkü dünyada henüz uykusuzluktan kimse ölmemiş. Tabii uykusuzluğun yol açtığı kazaları saymazsak.


2877
Her Telden / Elektrik Şoku
« : Ocak 01, 2009, 10:37:36 ÖS »
İnsanı gerilimin değil akımın öldürdüğü söylenir. Bu ifadenin ikinci kısmı doğru olmakla beraber, akıma yol açan etkenin gerilim olduğunu da unutmamak gerekir. Bir elektrik şoku halinde insan vücudundan geçen akımın miktarını vücut direnci belirler. Vücut direncinin büyüklüğü; kişiye, cinsiyete, şoka yol açan temasın hangi vücut noktaları arasında yer aldığına, canlı uçla temas biçimine, derinin kuru yada ıslak olmasına ve havadaki nem oranı gibi ortam koşullarına bağlıdır. Dirence en büyük katkıyı, genelde ilk temasa konu olan derinin en dış katmanı olan ‘epidermis’in ölü hücrelerden oluşan en üst katmanı oluşturur. Ancak, insan vücudu genelde, ağırlıkça %70 oranında sudan oluşmaktadır. Damıtık su iyi bir iletken olmamakla birlikte, hücre sıvıları, başta tuz olmak üzere çözünmüş iyonlar içerdiğinden, üzere çözünmüş iyonlar içerdiğinden, hayli iletkendir. Yağlardan oluşan hücre zarları ise, hücreler arası iletkenliği engeller. Dolayısıyla, dokuların iletkenliği, içerdikleri yağ oranına bağlıdır ve vücut direnci açısından cinsiyetler arasındaki fark, burada kaynaklanır. Hatta bu nedenle, vücut direncini ölçmek, vücuttaki yağ oranını belirlemenin dolaylı bir yöntemini oluşturur. Kan ise, plazması çoğunlukla tuzlu su çözeltisinden oluştuğundan ve başta mineraller olmak üzere iletken kimyasallar içerdiğinden, iletkenliği oldukça yüksek bir ‘elektrolit’tir. Sinir ve kas lifleri, elektrokimyasal süreçlerle çalıştıklarından, keza iyi iletkendirler... şokun etkisi ve sonuçları; vücuttan geçen akımın büyüklüğüne ve etkinlik süresine, dolayısıyla aktardığı enerji miktarına ve bunun yanında, hangi patikayı izlediğine, kişinin şok öncesi sağlık durumuna, vücudun o anki kimyasal bileşimine ve kalp atışı döngüsünün hangi aşamasında bulunduğuna göre değişir. insan vücudunun direnci, cildin kuru olması halinde, 0,1-1 ‘milyon ohm’ (MÙ) arasındadır. Gerçek değer, gerilimin hangi iki nokta arasına uygulandığına bağlıdır. Örneğin iki elin parmakları arasındaki direnç, elle ayaklar arasındakinden daha düşük olduğundan, elektrikle çalışırken tek eli kullanmak daha güvenlidir. Ayrıca, canlı uca iki elle birden dokunmak, temas yüzeyini arttırır ve vücut direncini, paralel bağlı iki direnç haline getirdiğinden, yarı değerine indirir. Hem de göğüs kısmında bulunan, başta diyaframınkiler olmak üzere solunum kasları ve kalp, akımın izleyeceği patika üzerinde kalır. Güvenlik açısından, canlı ucun elle nasıl tutulduğu da önemlidir. Örneğin avuçla kavrama, parmak ucuyla dokunmaya oranla daha düşük direnç anlamına gelir. Öte yandan parmaktaki bir yüzük, hem temas yüzeyini genişletip, hem de daha sıkı bir temas sağlayacağından tehlikelidir. Her durumda, 220 V’luk gerilim, 0,22-2,2 miliamper (mA) arasında akıma yol açar. Yandaki tablodan da görüldüğü üzere, 1mA civarındaki akımı, insan güçlükle fark edebilir. Oysa cildin ıslak olması halinde, vücut direnci kilo ohm (kΩ) düzeyine iner. Bu yüzden, giysiler ıslakken elektrikle çalışmak, çok daha tehlikelidir. Hele ıslaklık ter biçiminde ise, suda çözünmüş tuzun iletkenliği arttırması nedeniyle, direnç 1 kΩ’a kadar düşer. Bu durumda, 220 V’luk gerilimin aktardığı elektrik enerjisi, P=V.I=V2/R=48,4 W hızıyla ısıya dönüşmektedir ve yol açtığı akım 220 mA kadardır. Oysa, koldan geçen ak›m 16 mA’i aştığında, elin açılmasını sağlayan ‘uzatıcı’ (‘extensor’) ve kapanmasını sağlayan ‘bükücü’ (‘flexor’) kaslarda istem dışı kasılmalar oluşmaya başlar. Canlı uç elle tutulmuşsa eğer, daha güçlü olan ‘bükücü’ kaslar baskın çıkacak ve şoka uğrayan kişi, elindeki canlı ucu bırakamayacaktır. Bu yüzden, 16 mA’den sonra, ‘bırakabilme eşiği’ aşılmış olur. Ancak bu, daha düşük akımların tehlikesiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü, irkilme sonucunda insan, bulunduğu yerden düşerek bir yerini kırabileceği gibi, rastgele tutunmaya çalışırken daha yüksek gerilimli başka yerlere okunabilir. 20 mA’de, solunum kasları yetenek kaybına uğrar. Ayrıca, istem dışı kas gerilmeleri, kasların bağlı olduğu kemikleri kırabilir. 100 mA, kalbin atışlarını düzenleyen ‘sinüs düğmesi’ninetkilenmeye başladığı ve kalbin üst yarısındaki kan pompalayan ‘atar’ odacıkların (‘ventrikül’) çalışma düzeninde aksamaların (‘fibrilasyon’) baş gösterdiği eşiktir. Beyne giden oksijen miktarını azaltan bu durum, elektrik şokuyla ölümlerde başlıca nedeni oluşturur. Vuku bulduğunda, ilk yardım gelene kadar geçici önlem olarak, yapay solunum uygulanarak, beyne giden oksijen miktarının arttırılmasına çalışılır. ilk yardımda, bir kapasitörün yüklenmesiyle sağlanan 200 ile 1.700 V arasındaki gerilim atımı (‘puls’), iki elektrot aracılığıyla göğüs üzerine uygulanır. Amaç, çalışma düzeni bozulmuş olan kalpteki tüm etkinlikleri bir an için durdurmak ve kalbin yeniden, kendi sinüs düğümünün doğal uyarılarına uyarak atmaya başlamasını sağlamaktır.


2878
Her Telden / Dolunayın Davranışı Etkilemesi
« : Ocak 01, 2009, 10:36:08 ÖS »
İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Hatta birçok ülkede polisler ve hastanelerin acil servis personeli, dolunay oluştuğu zaman işlenen suçların, intiharların, trafik kazalarının daha çoğaldığını, insanların renkleri görme yeteneklerinin azaldığını, sara nöbetlerinin sıklaştığını, sinir hastalarının uykusuzluktan daha çok yakındıklarını söylemektedirler ama bilim insanları bu görüşlere katılmıyorlar.

Eskilerin Ay'ın dönemlerine bağladıkları etkilerin büyük bir kısmının boş inançlar olduğu bir gerçektir. O zamanlar insanların uykularında gezinmeleri dolunay ışığı tarafından çekilmelerine bağlanıyordu. Dolunayın ışığının yatak odasından içeri girmesinin uyuyanın rüyasını etkilediğine, dolunay ile birlikte cinsel içgüdü fonksiyonlarının, insanların üremelerinin ve tarlaların bereketlerinin arttığına hatta 'kurt adam' efsanesine bile inanılıyordu.

Bilim insanları yine de Ay'ın evrelerinin ve özellikle dolunayın insanları etkilemesi olayına ciddiyetle yaklaşıyorlar. Ay'ın evreleri ile cinayetler, kazalar, dünyamızda oluşan kasırgaların dağılımı, magnetik alanlarda bozulma, kadınların aybaşları ve sara nöbetleri arasındaki ilişkileri yakından takip ediyorlar, devamlı istatistiki bilgi topluyorlar. Ancak kesin bir sonuca varılmış, Ay'ın evreleri ile bahsedilen olaylar arasında henüz bilimsel bir ilişki saptanmış değildir.

Yapılan bir çalışmada dolunay süresince oluşan trafik kazalarının alışılmadık bir şekilde fazla olduğu saptanmış fakat daha sonra olayların zaman aralıkları incelendiğinde çoğunun hafta sonu günlerine denk geldiği görülmüştür. Hafta sonu tatiline giderken ve dönerken sürücülerin acele etmeleri kazaların en önemli nedenidir. Yani tatil aceleciliğinin yarattığı trafik kazalarının yanında dolunayın etkisinin sözü bile edilemez.

Bilindiği gibi Ay'ın dünyada okyanuslardaki 'gel-git' denilen, suların alçalması ve yükselmesi olayı üzerinde doğrudan etkisi vardır. Vücudumuzun da çoğu su olduğuna göre Ay vücudumuzu da etkileyebilir mi? Vücudumuzdaki suyun oranı, okyanuslardaki su miktarı ile kıyaslanamayacağı gibi 'gel-git' olayı günde iki kez oluşmaktadır. Yani Ay'ın çekim gücü insanı etkilese bile bunun sadece dolunay safhasında değil her gün olması gerekir.

Dolunay safhasında iken Ay'ın parlaklığı da pek önemli bir etken değildir, çünkü bu safhada Ay'ın dünyaya gönderdiği ışık miktarı Güneş'in gönderdiğinin 600 binde biri kadardır.

Peki dolunayı bu kadar özel kılan nedir? Dolunay, Güneş Dünya'nın bir tarafında, Ay ise tam aksi tarafta aynı hizaya gelince oluşur. Bu durumda Güneş'in, Ay'ın Dünya üzerindeki etkisini arttırıp arttırmadığı da incelenmiştir. Bir miktar arttırdığı doğrudur ama Güneş o kadar uzaktadır ki bu etkileme de fazla kayda değer değildir.

Öyle görülüyor ki, her gün olan olaylar, Ay'ın dolunay safhasında da olunca sebep ona bağlanmaktadır.

2879
Her Telden / Dalgalar Neden Paralel
« : Ocak 01, 2009, 10:35:08 ÖS »
Deniz kıyısında oturduğunuzda, karşıdan gelen rüzgarın açısı, dalgaların yönleri, deniz kıyısının şekli ne olursa olsun, dalgaların hep kıyıya paralel gelip çarptıklarını görürsünüz.

Denizdeki dalgaları rüzgar oluşturur. Deniz yüzeyine çarpan rüzgar suyun hareketlenmesini sağlar. Ancak dalgaların sahile arka arkaya paralel bir şekilde gelip çarpmalarının sebebi rüzgar değildir.

Açık denizde dalgalar, bizim sahilden seyrettiklerimiz gibi düzgün değillerdir. Rüzgar bir yönden ve düzgün şekilde esmez. Hava şartlarıyla birlikte karışık yönlerden su yüzeyine çarpan hava düzensiz dalgalar oluşturur.

Bu düzensiz dalgalar sahile değişik açılarla yaklaşırlar. Sahile yaklaşan dalga, sanki bunu hissetmiş gibi, kırılıp köpürmeden önce aniden yönünü değiştirir ve sahile düzgün paralel çizgiler halinde vurur.

Denizdeki dalgalar bize sadece su üstünde oluşuyorlarmış gibi görünürler. Halbuki dalga hareket ederken, su altında bir miktar su kütlesi de dalga ile beraber hareket eder. Sualtı belgesellerinde de görüldüğü gibi su altında yüzeye yakın balıklar dalganın hareket etkisinde kalırlar, suyun altında dalgayla beraber salınıp dururlar. Suyun üstündeki ve altındaki su kütleleri hep beraber, bir mani olmadığı sürece, rüzgar ittikçe hareket ederler.

Kıyıya, sığ yerlere yaklaştıkça, dalganın suyun altında kalan kısmı dibe sürtmeye başlar. Dibe değen bu kısmın hızı azalır. Örneğin, sağa doğru bir açıyla kıyıya gelen dalganın Önce sol tarafı kıyıya ulaşır ve deniz dibi tarafından frenlenir.

Bisikletle giderken sol ayak yere değdirildiğinde nasıl bisiklet yavaşlar ve sola dönerse dalga boyunca da aynı şey olur. Dalganın diğer kısımları da aynı derinliğe ulaşıp dibe değdikçe dalga tamamen yüzünü sola yani kıyıya doğru döndürür. Bu hareket bütün dalga boyunca ve sonra da arkadan gelen dalgalarda devam eder durur.

Kıyıya iyice yaklaşan dalgada alttaki kısım artık hareket edemez. Üstteki kısım çelme takılmış bir insan gibi kapaklanır ve köpükler oluşur. İşte bu nedenle 'U' şeklindeki bir koyda bile dalgalar her yönde sahile paralel olarak gelip vururlar.

2880
Genel Kültür / Bazı Aylar Neden 31 Çeker?
« : Ocak 01, 2009, 10:33:33 ÖS »
Olay, Sezar döneminde geçiyor. Julius Sezar, takvimdeki karışıklıkları çözmesi için Mısırlı astronomi bilgini Sosigenes'e emir veriyor. O zamanlarda 1 yılın 365 gün 6 saat sürdüğü biliniyor.


Sosigenes de çözüyor:
HER YIL 365 GÜN ÇEKECEK. HER YILDAN 6 SAAT ARTACAK. ARTAN SAATLER 4 YILDA BİR TAKVİME EKLENECEK VE O YIL 365 + 24 SAAT = 366 GÜN OLACAK. 366 gün 12 eşit parçaya bölünmediği için 6 ay 30 gün, diğer 6 ay 31 gün çekecek. Peki 365 gün çeken yıllarda aylara göre dağılım nasıl olacak?
Yüce Sezar emir veriyor: 365 GUN CEKEN YILLARDA EN SON AYDAN 1 GÜN DÜŞÜLSÜN. O zamanlar yılbaşı, Mart ayında. Yani Şubat, yılın son ayı. (September=7, October=8, November=9, December=10 da buradan geliyor) böylece Şubat ayı, 4 yılda bir 30 gün, diğer yıllarda 29 gün olmuş. Yüce Sezar, bununla da yetinmeyip aylardan birine kendi ismini vermiş: JULIUS, yani JULY.
Sonradan imparator olan Augustus, Sezar'dan aşağı kalmamış ve sonraki aya kendi ismini vermiş: AUGUSTUS, yani AUGUST. Ancak Julius Sezar'ın ayı 31 günken Augustus'un ayı 30 gün olur mu ? O da emir vermiş: YILIN SON AYINDAN 1 GÜN DAHA ALIN, BENİM AYIMI DA 31 GÜN YAPIN. Zavallı Şubat'tan 1 gün daha Alınmış ve Ağustos'a eklenmiş. O gün bu gündür Şubat ayı, 4 yılda bir 29 gün, diğer yıllarda 28 gün, Sezar'ın ayı Temmuz ve Augustus'un ayı Ağustos da peşpeşe 31 gün çeker oluvermiş.


Sayfa: 1 ... 190 191 [192] 193 194 ... 276