İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - 3ng1n

Sayfa: 1 ... 13 14 [15] 16 17 18
211
Bilim Haberleri / Yenilenebilir Enerji Nedir?
« : Haziran 18, 2009, 08:55:12 ÖÖ »
Halen çoğu ülkede enerji için ağırlıklı olarak kömür, petrol, doğalgaz kullanılmaktadır. Fosil yakıtlar denilen bu kaynaklar yenilenebilir değildir. Bu kaynaklar hem sınırlıdır bir gün bitebilir, hem de rezervler azaldıkça fiatı pahalanacaktır.
Üretilmesiyle çevre daha fazla zarar görecektir. Bunun aksine yenilenebilir enerji kaynakları ( rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi ) sürekli olarak kendilerini yeniledikleri için tükenmezler. Yenilenebilir enerjilerin çoğu direkt ya da indirekt olarak güneşten kaynaklanır. Güneş ışığı ya da güneş enerjisi ısınmak ve aydınlanmak için evlerde ve diğer binalarda doğrudan kullanılırken, elektrik üretmek, su ısıtmak, soğutmak ve çeşitli ticari ve endüstriyel amaçlarla da indirekt olarak kullanılmaktadır. Güneşin ısıtmasındaki farklılıklar sonucu rüzgarlar oluşur, rüzgardaki enerji rüzgar türbünleri yardımıyla yakalanır. Güneşin ısıtmasıyla okyanus ve derelerden su kütleleri buharlaşır. Bu su buharı yağmur ya da kara dönüşüp tekrar ırmak ya da dere içlerine ulaştığı zaman, hidro enerji hidroelektrik santraller tarafından yakalanabilir. Yağmur ve karla beraber güneş ısı ve ışığı bitkilerin büyümesini sağlar. Bu bitkileri oluşturan organik maddeler biyokütle olarak bilinir. Biyomass elektrik üretmek için kullanılabilir. Biyomass'in kullanılmasıyla biyokütle enerjisi elde edilir. Hidrojen de su gibi, organik bileşiklerin çoğunda bulunur. Yerküremizde en bol bulunan elementtir. Fakat doğal halde gaz olarak bulunmaz. Su için oksijenle birleştiği gibi daima diğer elementlerle bileşik haldedir. Diğer elementlerinden ayrıştırıldığında hidrojen enerjisi bir yakıt olarak kullanılabilir ya da elektriğe dönüştürülebilir. Tüm yenilenebilir enerji kaynakları güneşten kaynaklanmaz. dahil, binaların ısıtılma ve soğutulması gibi çeşitli kullanımlar için, dışarı çıkarılmasıdır. Okyanusların gelgit enerjisi güneş ve ayın birbirlerini kütlesel olarak çekmelerinden kaynaklanır. Gerçekte okyanus enerjisi bir çok kaynaktan meydana gelir. Gelgit enerjisine ilave olarak okyanus dalgalarının, rüzgarlar ve gelgitlerle birlikte oluşturduğu okyanus enerjisi vardır. Güneş okyanusun yüzeyini okyanusun derinliklerinden daha fazla ısıttığı için arada bir sıcaklık farkı oluşur, bu fark bir enerji kaynağı olarak kullanılabilir. Okyanus enerjisinin bütün bu şekilleri elektrik üretiminde kullanılabilir.

Yenilenebilir enerji neden önemlidir?

Yenilenebilir enerjiler sağladığı faydalar yüzünden önemlidir. Esas faydaları şunlardır:

Çevresel Faydaları:

Yenilenebilir enerji teknolojileri çevreyi fosil enerji teknolojilerinden daha az etkiler. Çünkü kirleticisi yoktur. Kaynağının bitmesi söz konusu değildir. Her zaman da var olacaktır. Sera etkisi ve küresel ısınma konuları sebebiyle önem verilmesi gerekmektedir.

Torunlarımızın da kullanacağı bir enerjidir.

Diğer enerji kaynakları sonlu ve sınırlı iken yenilenebilir enerjiler hiç tükenmezler.

İş ve ekonomi:

Yenilenebilir enerji yatırımlarının çoğu, yüksek maliyetli enerji dış alımları yerine, tesislerin kurulması için malzeme ve insan gücüne yapılır. Yenilenebilir enerji için yapılan yatırımlar yapıldığı yörede kalır, iş ve lokal ekonomiler için enerji kaynağı olur.

Yenilenebilir enerji teknolojileri zaman içinde oldukça gelişmiştir, enerji üreten çoğu ülke yenilenebilir enerji ve teknolojilerini satarak ticari açıklarını kapatmaktadırlar.

Enerji güvenliği: 1970'lerin başında petrol teminindeki zorluklardan sonra, bazı ülkeler yabancı petrole olan bağımlılıklarını azaltma girişimlerinde bulundular. Bazıları da azaltmak yerine dışa bağımlılığı artırarak sürdürdüler. Her iki durum, ülkelerde enerji politikalarının üzerinde oldukça etkili olmuştur.

Enerji verimliliği neden önemlidir?

Enerji verimliliği, aynı işi gerçekleştirmek için daha az enerji kullanmak demektir. Enerjinin daha verimli kullanımı, ev sahiplerinin, okulların, devlet dairelerinin, iş ve endüstriyel çevrelerin enerji kaynaklarına daha az para ödemesi demektir. Harcanan fazla paralar, tüketici ihtiyaçlarına, üretime, eğitim ve diğer hizmetlere harcanabilir.Enerjisi verimli bir ekonomi, fazla enerji kullanılmadan da gelişebilir. Bir ekonomi daha az enerji kullanırsa daha az kirletici üretmiş olur. Çünkü
kirlilik ve enerji birbirine sıkıca bağımlıdır. 1999'a kadar enerji kullanımından kaynaklanan sera gazları emisyonunun 1990 seviyesinden %13 daha fazlalığı
rapor edilmiştir. O periyotta enerji kullanımındaki artış da hemen hemen aynı yüzde ile olmuştur. Eviniz ya da küçük işyeriniz için ve diğer binalar için enerji verimliliği binanın ısınma, serinleme ve aydınlanması için daha az enerjinin kullanılması demektir. Enerji koruyucu cihazların satın alınması da
enerji verimliliğini artırır, bilgisayar ve bina ile ilgili diğer donanımlar gibi. Ev sahipleri ya da iş sahipleri için enerjiye daha az para ödenmesi paranın kazanılması demektir. Enerji departmanları enerjiyi kazanmak isteyen ev sahipleri için bir takım örnek uygulamaları ve enerji verimliliği projelerinin listesini sunmalıdır.
Otomobil ve diğer araçlar için, enerji verimliliği, daha gelişmiş teknolojilerin otomobil üretiminde kullanılmasına imkan sağlanması ve üreticilere bu konularda destek olunmasıdır. Enerjisi verimli araçlar için iki örnek; yakıt hücrelerinin kullanılması ve melez gas-elektrik motorlarının kullanılmasıdır. Yakıt ekonomi rehberi ve araç teknolojisi programları ile daha uygun teknolojileri seçme imkanları tüketiciye sürekli sunulmalıdır.

Temiz enerji kullanımıyla ne kazanılır?
Ev sahibi olarak, yenilenebilir enerji ve enerjisi verimli teknolojileri evinizde ya da otomobilinizde kullanmakla, çevre korunmasına yardım etmiş olacak ve uzun süreli kullanımlarda daha fazla tasarruf edeceksiniz. Küçük bir işyeri sahibi olarak yenilenebilir enerji ve enerjisi verimli teknolojileri kullanarak,
enerji faturanızı ve çevreye olan etkinizi azaltmış olacaksınız. Ayrıca temiz enerjide küçük iş fırsatları vardır. Bir elektrik üreticisi iseniz, elektrik üretmek için çok sayıda yenilenebilir enerji teknolojileri vardır. Bu sayede enerji verimliliğinden siz ve müşterileriniz tasarruf etmiş olursunuz. Bir küçük çiftçi yada
çiftlik sahibi olarak yenilenebilir enerji teknolojileri ve enerji verimliliğini kullanarak paradan tasarruf etmiş olursunuz, yenilenebilir enerjideki tarımsal iş fırsatlarından yararlanabilirsiniz. Bir mucit olarak yenilenebilir enerji teknolojileri ve enerji verimliliği kullanımlarında çeşitli fırsatlar mevcuttur.

212
Bilim Haberleri / Irkçılara DNA şoku
« : Haziran 18, 2009, 08:54:07 ÖÖ »
Irkçılara DNA şoku ! Saf Türk yada saf Alman gibi ırkçı kavramlar tarihe mi karışıyor? DNA testleri insan köklerini ortaya koyuyor..

"Müslümanlar ve zenciler geleneklerimizi bozuyor" açıklamasıyla infial yaratan Avustralyalı ırkçı politikacı Pauline Hanson, önceki hafta Sunday Mail gazetesinin talebiyle DNA testi yaptırdı. Pamuklu çubuktaki DNA’sı ABD’deki DNA Print adlı şirkete gönderildi. İngiliz ve İrlandalı kökeniyle övünen Hanson’ın yüzde 9 Ortadoğulu, yüzde 32 İtalyan, Yunan veya Türk ve yüzde 59 Kuzey Avrupalı olduğu anlaşıldı.

Hürriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun, köşesinde test sonuçlarıyla ilgili şöyle yazmıştı: "Ben dünya üzerindeki ırkçılığın ve faşist milliyetçiliğin DNA sayesinde ortadan kalkacağına, çünkü her ülkede var olan faşist milliyetçilerin ne mal olduklarının DNA’lar ile ortaya çıkacağına inanıyorum. Herkes bu testi yaptırmalı." Hanson’a testi yapan Floridalı özel şirketin bilimsel direktörü Dr. Matt Thomas’la testin özelliklerini konuştuk.

CSI GİBİ ÇALIŞIYORUZ

Atalarınızı bulmamız için yapmanız gereken size verdiğimiz pamuklu çubuğu yanağınızın içinde gezdirmek ve bize göndermek. Pamuğa, DNA içeren hücreler yapışıyor. Çubuğu bir tüpe koyuyoruz. Farklı kimyasallar ekleyip DNA’nızı ayrıştırıyoruz. Yani yaptığımız iş TV dizisi CSI’da (Olay Yeri Araştırma) gördüğünüz gibi. Benzer aletlerle DNA kodunu çözüp bilgisayara yüklüyoruz. Olasılık hesabı yapan özel bir program, bu kodu çeşitli istatistikler ve şablonlarla karşılaştırıyor. Örneğin, kişinin DNA’sında birinci bölgede G harfi çıkarsa atası Avrupalıdır. Sonuçta yüzde 80 Avrupalı, yüzde 20 Ortadoğulu çıkabiliyorsunuz. İşlem bir haftada tamamlanıyor.

TESTİMİZİN FARKI HEM ANNE HEM BABA TARAFINI GÖSTERMEMİZ

 

Yöntemi biz keşfetmedik, bu alandaki bilgi birikimini kullanıyoruz. Bu yöntemlerin geçerliliği son 15 yılda birçok bilimsel makaleyle kanıtlandı. Birçok ülkede bu tür DNA testi yapan şirketler var. Diğerlerinden farkımız, testle kişinin atalarını bulabilmemiz, ırksal özelliklerini oranlar halinde çıkarabilmemiz. National Geographic’in başlattığı, yaygın uygulanan mitokondrial DNA testi sadece kişinin anne tarafıyla ilgili bilgi veriyor. Bizimki hem anne hem baba tarafındaki gelişim sürecini gösterebiliyor.

BİZ IRKIN BİYOLOJİK BİLEŞENLERİNİ BULUYORUZ

Irk kavramının farklı birçok tanımı, belirleyici faktörü var. Toplumsal, kültürel etkiler bu faktörler arasında. Biz, ırkın sadece genetik bileşenlerini inceliyoruz. Kişinin zenci ya da beyaz olmasını, atalarının dünyanın farklı yerlerinden gelmiş olmasıyla açıklıyoruz. Aslında DNA, çok basit; dört harflik bir kod. Bir kuşaktan diğerine geçerken değişim gösterir, bunu tespit etmek mümkün. Zaten yaptığımız, bu değişimleri tespit etmek. Örneğin DNA’nızı alıyoruz ve karşımıza "G" harfi çıkıyor. Biliyoruz ki bu harf Avrupalılarda yaygın ama Kızılderililerde çok nadir bulunuyor. Buradan hareketle istatistiksel analizler yapıyoruz, DNA’nızı referans gruplarıyla karşılaştırıyoruz ve atalarınızın nereden geldiğini çözebiliyoruz.

SAFKAN ALMAN VEYA TÜRK POLİTİK BİR TANIM

Kişinin yüzde yüz Kızılderili ya da yüzde yüz Avrupalı kabul edilebilmesi için DNA’sının tamamen bu grubun özellikleriyle örtüşmesi gerekir. Buna çok nadir rastlıyoruz. Çoğunluk karışık ırk özellikleri gösteriyor. Örneğin DNA’larını incelediğimiz Doğu Avrupalıların çoğunda Doğu Asya kodlarına rastladık. Bu, iki toplumun farklı kuşaklar boyunca yakın ilişki kurduğunu gösteriyor. Ülkelerin, ırkların kesin çizgilerle birbirinden ayrıldıkları düşünülür. Testlerimiz, bunun doğru olmadığını, "safkan Alman" ya da "safkan Türk" kavramlarının politik tanımlar olduğunu gösteriyor. Örneğin testlerimizde, ülkenin kuzey ve güneyinde yaşayan Almanlarda farklı DNA özellikleri saptadık. Peki safkan Alman nedir? Bunun cevabını testimiz veremez. Çünkü insanoğlunun yüzyıllar boyunca kurduğu ilişkiler, ulaştığı yerler bugünkü haritalar üzerindeki sınırlarla sınırlı değil.

ARKADAŞINA DNA TESTİ HEDİYE EDENLER VAR

Test için başvuranların birincil nedeni merak. ABD’de bundan dört yıl önce Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı Human Genome Project (İnsan Genetik Haritası Projesi) çok konuşulmuş, medyada çok yer almıştı. DNA’daki 3 milyar bilgiyi çözerek insana dair her şeyi öğrenmeyi amaçlıyor bu proje. Yakında bitecek. Bu proje ve TV’deki CSI dizisi DNA’ya ilgiyi artırdı. Test yaptırmak, DNA’larını görmek isteyenlerin sayısı arttı. Aslında kimim, atalarım nereden geldi, dünyanın farklı yerlerindekilerle ortak biyolojik özelliklerim var mı gibi soruların yanıtlarını arıyorlar. Büyüklerinden dinledikleri aile öyküsünü teyit etmek istiyorlar. Müşterilerimizin büyük kısmı, evlatlık alınan ve biyolojik ailesini hiç tanımayan kişiler. Onların merakı ve köklerini bulma isteği bambaşka. Bu arada test hediyeye dönüştü. Hediye almakta zorlanılan kişiye verilebilecek en güzel hediye bu aslında. Bazıları sonuçları sağlık dosyalarına koyuyor, bazıları da çerçeveletip salonlarına asıyor. Evlatlık olanlar ise sonuçlara göre kökleri neredeyse oraya seyahat ediyor ve araştırmalarını derinleştiriyor.

DÜŞMAN DEDİKLERİNİZLE ORTAK GENLERİNİZ ÇIKARSA ŞAŞIRMAYIN

Test sonuçları çoğunlukla kişinin geçmişiyle ilgili bilgileriyle uyumlu oluyor. Farklı çıktığını da gördük. Beklenmedik sonuç alanların bazıları heyecanlandı, bazıları ise kızdı. "Bu işi bilmiyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz" diyen şikayet mektupları aldık. Bazı kişiler bu tür sürprizleri kaldıramıyor. Özellikle politik yaklaşımını ırk ekseninde belirleyenlerin keyfi DNA testinden sonra kaçabiliyor. Sonuç politik yaklaşımlarıyla çelişebiliyor. Hiç ortak noktanız olmadığını düşündüğünüz, eleştirdiğiniz, hatta düşman gördüğünüz toplumlarla biyolojik özellikler paylaştığını görseniz ne yaparsınız? Ama aynı şekilde bana gelip "Büyükannemin yıllardır anlattığı hikayeleri bilimsel olarak kanıtladınız, teşekkür ederim" diyen çok oldu.

BİLGİLERİ KÖTÜ EMELLERİMİZ İÇİN KULLANMAYACAĞIZ

Kamuoyunda DNA testiyle ilgili birçok çekince var. Topladığımız bilgilerin kötüye kullanılmasından korkuluyor. Veriler sıkı güvenlik önlemleri ve yasaların koruması altında. Bilgilerinizi polis bile istese, onayınızı almadan vermem. Ayrıca şirketimiz müşteri bilgilerini başka alanlarda kullanmama konusunda yasal yükümlülük altında.

Thatcher’ın kızı ve Whoopi Goldberg de yaptırdı

Testi geçen sene eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’ın kızı da yaptırmıştı. Onun DNA’sında yüzde 24 Ortadoğu kodu çıkmıştı. ABD’li aktris Whoopi Goldberg ise testi geçen hafta yaptırdı ve sonuçta köklerinin Afrika’da, Gine Bisau’daki iki kabileye ait olduğunu öğrendi. Gine Bisau’da bu durum sevinçle karşılandı ve Goldberg’e özel bir davet hazırlandı. Ama Goldberg uçak korkusu nedeniyle 20 yıldır çok az seyahate çıkıyor.

ÜLKE DEĞİL BÖLGESEL ORANLAR VERİYOR

DNA Print şirketinin testi DNA’nızdaki 176 genetik göstergeyi inceliyor. Sonuç, oranlarla veriliyor. Örneğin, yüzde 85 Avrupalı, yüzde 15 Ortadoğulu çıkabiliyorsunuz. Ülke, din kriterleri hakkında bilgi vermiyor. Ama Ortadoğulu dendiğinde Suudi Arabistan, Irak, İran, Ürdün ve Kuzey Afrika’nın Arap ülkeleri kastediliyor. Ya da örneğin Kuzey Avrupa dendiğinde İrlanda, İskoçya ve İngiltere; Güneydoğu Avrupa ise Türkiye ve Yunanistan anlamına geliyor. Fiyatı 200 dolar ve posta ücreti.

Anadolu Türkleri’nin genleri Akdenizli

İspanya’daki Madrid Complutense Üniversitesi’nden üç bilimadamı Akdeniz toplumları ile Afrika’da Sahra Çölü’nün altındaki bölgede yaşayan toplumlar arasındaki genetik yakınlıkları inceledi. Sonuçlarını 2002’de Tissue Antigens Dergisi’nde yayımladı. Altı önemli bulgu elde edildi: 1) Anadolu Türkleri’nin genleriyle diğer Akdenizlilerinki arasında belirgin fark yok. Bu veri Asya’dan gelen Türk akınlarının izlerinin bölgedeki genetik yapıya yansımadığını gösteriyor. 2) Kürtlerin ve Ermenilerin genetik yapıları Türklere ve diğer Akdenizlilere çok yakın. 3) Tarihteki Aryan akınlarının izi, bölgedeki genetik özelliklerde görülmüyor. 4) Yunanlar, genetik açıdan Sahra şeridi altındaki toplumlarla (Etiyopyalılarla ve Batı Afrikalılarla) ortak özelliklere sahip. Chr 7 kodlarındaki benzerlik bu tezi doğruluyor. 5) Basklılar dahil, İber Yarımadası’ndaki toplumlarla Kuzey Afrikalı Berberiler arasında yakın bir bağ var. 6) Bugünkü Cezayir ve Fas nüfusunun genetik özelliklerini Berberilerinkinden ayırt etmek imkansız.

213
Bilim Haberleri / Sanal Harp Ortamı Simülasyonu
« : Haziran 18, 2009, 08:52:44 ÖÖ »
Geliştirilmiş Elektronik Harp ve istihbarî harekât teknolojileri üzerine geliştirilecek simülasyon yeni sensör teknolojilerinin uygulamasını ve önizlemesini görme imkânı sağlayacak. Harp yönetim tekniklerinin test edilebileceği simülatör hava kuvvetleri için kullanılacak. Simülasyon çok çeşitli, düzensiz, katastrofik ve geleneksel tehditleri içerecek. RF Sistemleri ve Elektronik Karıştırıcılara karşı geliştirilen sensörlerin uygulama ve önizlemesi bu ortam ile gerçekleştirilecek

214
Bilim Haberleri / Roket Yakıtları
« : Haziran 18, 2009, 08:50:45 ÖÖ »
YAKITTAN İSTENİLEN ÖZELLİKLER
Yanma hızının sabit olması
Yanma sırasında bölgesel patlamalar yapmaması
Özgün ısısının yüksek olması (1 gr yakıt yandığı zaman, daha çok kalori ısı verenin özgül ısısı daha yüksek olur)
Zehirli ve korrozif olmaması (Korrozyon: Bir metalin paslanarak zamanla parçalara ayrılıp dökülerek yok olma olayıdır. Buna sebep olan maddeler korrozif maddelerdir. Nem,tuz vb )
Buhar basıncının düşük olması (Katı yakıtlarda buhar basıncı çok düşüktür)
Donma noktasının alçak olması
Kolay elde edilmesi ve ucuz olması
Yakıtlar için kalite indeksi Q=gVe2 denklemiyle verilir. Burada Q kalite indeksi, g yakıtın yoğunluğu ve Ve ise ekzost hızıdır.

KATI YAKITLI ROKETLER

Bu roketlerin en güzel yani basit yapıda olmalarıdır. Genelde yakıt tankları bir tanedir. Roket basit olarak üç kısımdan oluşmaktadır. Birincisi yük (uydu veya patlayıcı), ikinci kısım yanıcı ve yakıcı maddenin bir arada bulunduğu tek bir yakıt tankı, üçüncü kısım ise eksoz. Genelde atmosfer içinde veya atmosferin üst kısımlarına yük taşımak amacıyla kullanılırlar. Yakıtın yanmasını sağlayan ve kontrol eden bir motor düzenekleri yoktur. Askeri alanda en çok kullanılan roket türleridir. Hacim ve büyüklük bakımından sıvı yakıtlı roketlere nazaran çok küçük olabilirler. Askeriyede, omuz üzerinden tanklara ve uçaklara karşı kullanılan roketler bu tür yakıt kullanırlar. Bunların atmosfer içinde havanın direncinden dolayı rotalarından çıkmamaları için daha büyük kanatları vardır.

Katı yakıtlı roketlerde yanıcı ve yakıcı madde mümkün mertebede homojen olarak karıştırılarak birarada bulunmaktadır. Bu nedenle eğer karışım homojen olmazsa roketin yanma odasında ve eksoz çıkışında bölgesel patlamalar meydana getirmekte, bu nedenle roketin hızı düzenli olmamaktadır. En büyük avantajları ise itme gücünün yüksek olmasıdır. Sıvı yakıtlılardan iki kat daha büyük bir itme gücü sağlarlar. Eksoz ısıları çok yüksek olduğundan, yakıt tankı ve eksozun çok sağlam olması gerekir. Bazı roketlerde eksozu soğutan bazı ek düzenekler vardır. Roketin hızını ve yanma hızını kontrol eden bir düzenek yoktur. Ek düzeneklerin olmaması roketin yükünü azalttığı için bir yerde avantaj olarak kabul edilebilir.

Birçok katı yakıt olmasına rağmen aşağıda yazılı iki karışım tercih edilir:

Yanma hızı içine çeşitli maddeler katılarak azaltılmış nitrogliserin
Amonyum Nitratla karıştırılmış, sentetik lastik

 

Katı Yakıtlı Roketlerin Avantajları

Yakıtın ucuzluğu ve kolay elde edilmesi tercih nedenidir.
Kaldırma kuvvetleri ve hızları çok yüksektir. Bu nedenle askeri roketler genelde katı yakıtlıdırlar. Kısa sürede hedefe ulaşırlar, düşman füzeleri tarafından yakalanması ve düşürülmeleri zordur.
Amaca göre farklı büyüklüklerde imal edilebilirler (omuz üzerinden, uçaktan ve rampa kullanılarak atılabilecek büyüklüklerde olabilirler).
Öz itimleri 250-300 saniye dolayındadır. (Öz itim: Roket motorunun 1 saniyelik çalışması ile yakılan yakıtın bir pound (yaklaşık 0.5 kg) dan elde edilen itme kuvvetinin süresi)
Taşıdıkları yakıt, hedef yükün 20 katına kadar çıkabilir.
Taşınmaları ve saklanmaları kolaydır.
Her zaman ateşlemeye hazır durumda tutulabilirler. Yakıt yüksek basınç altında saklanır.
Yanma süreleri kısadır yüksek eksoz basıncı oluştururlar. Eksoz sıcaklıkları yaklaşık 3000 °C dir.
Genelde tek kademeli roketlerdir ve tek bir hedef yükü taşırlar.
İmal edilmeleri basit ve ucuzdur. Sadece yüksek sıcaklık ve basınca dayanıklı bir döküm ve uygun bir kaplamaya ihtiyaç duyarlar.
Eksoz soğutması ek bir düzenek gerektirmez. Grafit kullanılarak ısının absorblanması sağlanır.
Sıvı yakıtlı roketlere nazaran daha güvenlidirler.
Yanma basınçları 1000-2000 Newton’dur.
Parçalı roketlerin ilk ateşlenen kısımlarında ve kademeli roketlerin birinci bölümünde kullanılırlar.


Katı Yakıtlı Roketlerin Dezavantajları
Yanma hızı kontrol edilemediğinden, rokette birden fazla eksozt bulunur. Buda itme gücünden kayba neden olur.
Yakıt homojen olarak imal edilmediyse, yanma odasında ve eksozda tahribata ve hedef sapmasına yol açar (yakıt vana ve pompa sistemleri yoktur).
Roket ateşlendikten sonra durdurulamaz.


SIVI YAKITLI ROKETLER
Yakıt tankları iki kısımdan oluşan, büyük hacimli ve ağır roketlerdir. Roket gövdesinde yanıcı ve yalıcı sıvı tankları bulunurlar. Önce kullandıkları yakıtları görelim.


a) Yakıcılar

Nitrik asit HNO3
Nitrojen peroksit (azot peroksit) N2O4
Flor F2
Oksijen O2
Hidrojen H2

b) Yanıcılar

Sıvı Hidrojen
Kerosene (parafin oil) CH1.953
Hidrozin N2H4
Propan C3H8
Metan CH4
Hipergolik yakıtlar
MMH: monometilhidrozin
UDMH: antisimetrik dimetilhidrozin N2H2(CH3)2

Hidrojenperoksit kullanıldığı zaman platin bir katalizör yardımıyla hidrojen ve oksijene ayrıştırılır. Daha sonra yanma odasında yakılır. Kullanımı ve depo edilmesi zor bir yakıt olduğundan sınırlı bir kullanım alanı vardır. Uyduların küçük yörünge düzeltmelerinde kullanılır.

Hidrozin, genelde hidrojen ve azot karışımıdır. Uygun bir katalizör yardımıyla sıcak azot ve hidrojen birbirinden ayrılır. Daha sonra oksijen ve flor ilave edilerek yanma sağlanır. Bu yakıt genellikle Ay’a ve gezegenlere giden insansız uydularda yön değiştirmek ve yörüngeye yerleştirmek için kullanılır. Bazı Rus yapımı roketler ilk ateşlemede bu yakıtı kullanırlar.

Kerozen, Oksijen ve Hidrojen en çok kullanılan yakıtlardır. Bu yakıtı kullanan roketlerin en büyük sorunu H ve O'nin depolanma sorunudur. Depoda çok düşük sıcaklıklarda bulunmak zorundadırlar. Aksi takdirde hemen gaz haline geçerler. Depoda sıvı halde tutulurlar. Depoların yüksek basınca dayanıklı ve ısıya karşı iyi yalıtılmış olmaları gerekir.

Hipergolik yakıtlar ise, kaliteli olmalarına karşın zehirli ve korozen maddelerdir. Kademeli roketlerin ikinci ve üçüncü kısımlarında kullanılır. Neden ilk ateşlemede kullanılmazlar? Hipergolik yakıtlarda yanıcı ve yakıcı madde biraraya geldiğinde bir ateşleme tertibatına gerek kalmadan kendiliğinden tutuşurlar. Yakıcı olarak genelde azottetraoksiti kullanırlar. Delta, Atlas ve Thor roketlerinin ikinci kademe yakıtıdırlar.

Sıvı Yakıtlı Roketlerin Avantajları
Yanma odasında yanma hızı kontrol altında tutulabilir. Yanma odası delikli bir yapıya sahiptir. Deliklerden eşit şiddette püskürtülen madde homojen olarak yakılabilir.
Eksoz soğutması bizzat yakıt tarafından yapılır. Yakıt yanma hücresine gelmeden evvel eksoz çevresinde dolaştırılarak eksoz soğutulur. Aynı zamanda gaz da ısıtılmış olur.
Çok kademeli roketler için ideal bir yakıt türüdür. Birden fazla hedef yük taşıyabilirler (örneğin aynı anda iki veya üç uydu, ya da birden fazla nükleer yakıt başlığı taşımaları).
Yanma süreleri uzundur ve yanma sıcaklıkları 22000 °C kadar çıkabilir.


Sıvı Yakıtlı Roketlerin Dezavantajları
Fırlatılmaları için dev rampalara ihtiyaç duyarlar. Dev yapılı roketlerdir ve ağırdırlar.
Öz itimleri katı yakıtlara nazaran %15 daha azdır.
Yakıt kütlesi, yükün on katından fazla olamaz.
Çok karışık mühendislik gerektirirler bu nedenle çok pahalı roketlerdir. Ariane roketlerinin bir atılışta iki veya üç uyduyu yörüngeye oturmalarının nedeni, roket sisteminin pahalılığından kaynaklanmaktadır.
Yakıtın yanması ve kontrolü, vana ve pompa sistemleri ile yapıldığından ek bir yük getirir.
Kullanılan yakıt oksitleyici özelliğe sahip olduğundan vana ve pompalarda arızaya bu da roketin kontrolden çıkmasına ve düşmesine neden olmaktadır. Bundan dolayı mekanik pompalardan kaçınılır. Bunların yerine mekanik olmayan gazla çalışan pompalar veya yardımcı gazın basıncı ile püskürtme işini sağlayan yollar denenmiştir. (Ariane V’in V63 nolu fırlatılması: 24 Ocak 1994 günkü uçuşun numarası V63 idi ve diğer birçok uçuş gibi 2 uydu taşıyordu: Türksat 1 ve Eutelsat 2F5. Fırlatma aracı Ariane filosunun ikinci en güçlü modeli olan Ariane-4 AR44LP idi. Ancak uçuş başarısızlıkla sonuçlandı. Toplam kayıp 350$ civarında idi. Kaza Ariane’nın 1976’dan beri meydana gelen 6. kazası. Başka bir deyişle 63 fırlatmadan 57’si başarılı, 6’sı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kazaya cryogenic 3. aşama motorunun görevini yapamaması neden olmuştur. Aslında 6 kazadan dördünde suç aynı motorda bulunmuştur. Bu motor Fransız SEP (Societe Europeene de Propulsion) tarafından üretilmekte. Yetkililerin açıklamalarına göre, fırlatmadan 6 dakika 47 saniye sonra (3. aşama motorunun ateşlenmesinden bir dakika sonra) sıvı oksijen turbo pompasındaki bir mil yatağında hızlı bir sıcaklık artması gözlendi. Bu turbo motor 13000 devir/dakika hızla dönmekte ve -170 oC sıcaklıkta tutulmada idi. 20 saniye sonra pompa tamamı ile durdu. Uzmanlar mil yatağının tahrip olduğunu düşünüyorlar. 3. aşama motoru ve iki uydu, Batı Afrika açıklarında Atlantik’e düştü.)
Yakıt çok zehirli ve yanıcı olduğundan olağanüstü güvenlik tedbirlerine ihtiyaç vardır.
Yakıt, roket ateşlenmeden kısa bir süre önce rokete yüklenmelidir. Eğer herhangi bir nedenle fırlatma ertelenirse, yakıt derhal boşaltılmalıdır.
Roket yakıtlarının pahalı olması, taşınmaları ve korunmalarının tehlikeli olması roket mühendislerini daha değişik kaynaklar aramaya sevk etmiştir. Özellikle yörüngeye oturtulan uydularda yörünge düzeltmeleri yapmak, her türlü haberleşme için hep enerjiye ihtiyaç vardır. Enerji uydunun sistemlerindeki elektronik donanım içinde en önemli unsurdur. Bu nedenle enerjiyi sağlayan kaynak ya uydu ile beraber gönderilir ya da uzaydan tedarik edilmeye çalışılır. Eğer uydunun içersine enerji kaynağı konulursa bu hem sınırlı bir kullanım sağlar aynı zamanda uydu içinde bir tehlike oluşturur. Bu nedenle insanlı ve insansız uydularda enerji güneş pilleri yardımıyla sağlanır ya da akü sistemi kullanılır. Böyle oluncada yörünge düzeltmesi için kullanılan motorlar daha özenli ve kullanışlı yapılmak zorundadır. Hangi yolla olursa olsun elde edilen enerjinin büyük bir kısmı yörünge düzeltmelerinde kullanılır.




215
Yeni Üyeler Buraya / Ynt: Mehmet ÖZBAKIR (haldızoğlu)
« : Haziran 18, 2009, 08:17:36 ÖÖ »
mehet bnde yazayim gerci sende bnm gibi yenisin ama bnden eskisin hg kanka  :w :w :w

216
Yeni Üyeler Buraya / Ynt: Slm Bn Engin Kocaman
« : Haziran 17, 2009, 11:28:40 ÖÖ »
hb teskkr ederm  :)

217
Yeni Üyeler Buraya / Ynt: Slm Bn Engin Kocaman
« : Haziran 16, 2009, 11:06:38 ÖS »
BU UCGEN SUPER BI UCGEN ALLAH BOZASUN BIZLERIIIII

218
Bilim Haberleri / Tarihin akışını değiştirdi: Roketler
« : Haziran 16, 2009, 10:51:44 ÖS »
Roketler ve tarihi gelişimi ile ilgili ayrıntılarıyla ilgilenenler için güzel bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

--------------------------------------------------------------------------------


Roketler genellikle ucu hava sürtünmesini azaltacak şekilde yapılmış, yakıt, motor ve eksozdan oluşan silindir şeklinde kaplardır. Roketler çalışmaları sırasında havaya gereksinim duymayan, hareket yönünün ters yönünde sıcak gaz püskürterek hareket eden cihazlardır.

Roketlerin görevi, astronotik açıdan bir uyduyu atmosfer dışına çıkarmaktır. Yani roketlerin işlev gördüğü yer atmosferin içidir. Ancak bazı uydularda yörünge değişimini sağlayan kimyasal yakıt kullanan küçük roketlerde vardır. Ancak biz bunlara motor adını vereceğiz. Roket motorları ile jet motorları arasında büyük farklar vardır. Jet motorları yanıcı maddeyi beraberinde taşırken, yakıcı madde olan oksijen gazını atmosferden tedarik etmektedir. Halbuki roketler (özellikle astronotik amaçlı olanlar) hem yanıcı hem de yakıcı maddeyi beraberinde taşırlar. Bu nedenle bir jet motorunun uzayda çalışması mümkün değildir.

Yüksek hızlarından dolayı askeri amaçlarla da kullanılırlar. Örneğin karadan havaya, havadan havaya, denizden kara ve havaya atılan roketler yapılmıştır. Bir roket astronotik amaçla kullanılıyorsa taşıyıcı veya fırlatıcı adını alır. Askeri amaçla kullanılıyorsa yani taşıdığı yük tahrip amaçlı ise füze adını alır. Füzeler hem saldırı hem de savunma amacıyla kullanılabilirler. Örneğin alçak irtifa hava savunma gayesiyle geliştirilmiş sistemler mevcuttur. SPARROW, ASPIDE, STINGER, ADATS, ROLAND ve CHAPPARAL gibi. Ayrıca orta ve yüksek irtifalar için geliştirilmiş SCUD, FROG, PATRIOT ve ASRAAM gibi saldırı ve savunma amaçlı füze sistemleri geliştirilmiştir. Astronotik açıdan bakıldığında ise TITAN, ARIANE, SATURN gibi fırlatıcılar ile karşılaşmaktayız. Askeri ve astronotik roketler arasındaki en belirgin fark büyüklükleri ve kanat yapılarıdır.

Uzaya, bir zıpkın gibi fırlayıp giden insanlı ve insansız araçlar gönderme hayali ve uygulaması ilk uçakların yapılışından da eskiye dayanıyor. Roketlerde kullanılan ilk katı yakıt baruttur. Barutun ilk kullanımına ilişkin kayıtlar, İsa’dan önce 3. yüzyılın sonlarına, Çin’e işaret ediyor. İlk barut türüyle doldurulan bambu borucukları, kötü ruhları korkutup kaçırmak amacıyla dini törenlerde patlatılıyordu. Büyük olasılıkla, iyice kapatılmamış olan bazı borucuklar, oldukları yerde gürültüyle patlamak yerine ateş saçarak fırlayıp gidiyordu. Adını tarih sayfalarında kaybettiğimiz bir veya birkaç gözlemci mucidin ilk roketleri keşfetmesi güç olmamıştır. Bugün, Çinliler’in ilk roketleri 1045 yılından önce keşfettikleri kesin olarak biliniyor. Ne yazık ki bu tarihten önce 'ateş oku' adıyla kaydedilen roketlerin gerçek roketler mi yoksa yanıcı madde taşıyan oklar mı oldukları konusu belirsiz. 13. yüzyılın başında, Sung Hanedanı hüküm sürerken Moğol baskısını hissetmeye başlayan Çin, savaş teknolojisine ağırlık vermişti. Bu çalışmaların ilk meyveleri ise el bombası ve toplardı. İlk güçlü roketler, yine Moğol istilacılara karşı MS.1232 yılında, Kaifung-fu savaşında kullanılmıştı. Kayıtlara göre bu roketler kalkarken kopardıkları gürültü yaklaşık 25 kilometreden duyulabiliyordu. Bu dev roketler, şaşılacak büyüklükte bir alanı tahrip gücüne sahipti. Şarapnelle tahrip yönteminin kullanıldığı bu örnekler, roketlerde kullanılan ilk yanma odalarını da barındırıyorlardı.

Roket teknolojisi kısa süre sonra, M.S.1241 dolaylarında Avrupa'ya kadar ulaştı. Moğolların Buda kentini ele geçirdikleri 25 Aralık 1241 tarihli Sejo savaşında Moğollar'ın Macarlara karşı kullandıkları en önemli silah, Çinliler’den miras aldıkları roketti. Roketlerin Arap literatüründe ortaya çıktığı tarih M.S.1258 yılıdır. Arap metinlerinde 15 Şubat 1258 tarihinde Bağdat kentine saldıran Moğol istilacılarının kullandığı roketlerden söz edilir. Roketlerin sırrını ele geçirmekte gecikmeyen Araplar, roketi 1268 yılında 7. Haçlı Seferi sırasında Fransız Kralı 7.Lui’nin ordusuna karşı kullanırlar. 1300’leri geçmeden roketçilik Avrupa’da da yayılmaya başlar. 1500 yılında İtalya’ya ve kısa sürede Almanya ve İngiltere’ye ulaşır. 1647 yılında İngiltere’de yayınlanan 'Topçuluk Tarihi' kitabının 43 sayfası roketçiliğe ayrılmıştı. Bu yapıtta, İtalyanlar’ın, askeri amaçlı roketleri sivil kullanıma uyarlayarak havai fişeği keşfettiği yazar. Böylece ilk havai fişekleri bu tarihten 1700 yıl önce bulan Çin uygarlığının başlattığı döngü, bir anlamda Amerika’nın yeniden keşfiyle tamamlanır ve roketler bir kez daha kısa bir süre için sivil amaçlarla kullanılır.

Hollanda, ilk ciddi askeri roketi 1650’de kullanmaya başlar ve 1668’de Almanya da ilk askeri roket deneylerini başlatır. Hindistan’ın zenginliklerine göz koyan Fransa ve İngiltere, bir yandan birbirleriyle, bir yandan da Moğolların 1792 ile 1799 yılları arasında İngilizlere karşı kullandıkları roketlerden biri, bugün Londra yakınlarındaki Woolwich Silahhanesi Müzesi’nde bulunuyor. Bu çatışmalarda dersini alan İngiltere de roketlerin önemini kavramakta gecikmez.

Bu konuda hem insan gücü hem de mali kaynaklar açısından en ciddi ve en kapsamlı çalışmaları yürüten Almanya olmuştur. Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden önce roketleri operasyonel olarak konuşlandırıp kullanabilecek bir seviyeye ulaşmıştır. Nazi Almanya’sının 1942’nin sonlarından itibaren hava hakimiyetini kaybetmeye başlamasıyla beraber, Alman toprakları Müttefik hava bombardımanlarının hedefi haline gelmiştir. Buna karşılık Alman Hava Kuvvetlerinin bu saldırılara misilleme yapabilecek imkanlardan yoksun oluşu, Adolf Hitler’in 'İntikam Silahı' adını verdiği V1 ve V2 roketlerini kullanıma sokulması sonucunu doğurmuştur.

Bir Alman olan Wernher von Braun, roketlerle uğraşmaya 17 yaşında başlamış kısa sürede yükselip Alman askeri roket geliştirme programının başına geçmiş ve ilk uzun menzilli balistik roketleri V1 ve V2 yi geliştirmiştir. 'Uçan Bomba' adı verilen V1, esasen pilotsuz bir jet uçağıdır ve günümüzdeki 'cruise' füzelerinin atası olarak değerlendirilebilir. Küçük bir jet motoruyla donatılan yaklaşık 8 metre uzunluğundaki V1, içine yerleştirilen ilkel bir otomatik pilot sistemi yardımıyla 800-1000 metre irtifada, 500 km/saat’lik bir hızla uçabilmekte ve 1 ton patlayıcı maddeyi içeren savaş başlığını 250 km uzaklığa ulaştırabilmekteydi. İlki 13 Haziran 1944’de olmak üzere Belçika, Kuzeybatı Fransa’dan İngiltere’deki yerleşim merkezlerine yaklaşık 9000 adet V1 ateşlenmiştir. Ancak V1’ler kendilerinden beklenileni verememişlerdir. Düz bir hat üzerinde uçtukları ve çok gürültü çıkardıkları için, V1’lerin önemli bir kısmı kolayca tespit edilebilmiş ve zaten çok hızlı yol alamadıkları için İngiliz avcı uçaklarınca hedeflerine varamadan düşürülmüştür.

Askeri teknoloji alanında yeni bir çığır açan ve askeri stratejiyi geri dönülemeyecek şekilde değiştiren gelişme V2 roketlerinin kullanımı olmuştur. V2’lerle katı yakıt kullanımından sıvı yakıt kullanımına geçilmiştir. 15 metre boyunda olan V2’ler fırlatıldıktan sonra yere dikey olarak yükselip 100 km’lik bir irtifaya ulaşınca, bu kez neredeyse 90 derecelik bir açıyla hedefe doğru dalışa geçmekteydi. Başka bir deyişle, V1 gibi yatay olarak birkaç bin metre irtifada uçmak yerine, V2 parabol şeklinde uçuş yolu izleyerek hedefe ulaşmaktaydı. Bu parabole benzeyen uçuş yolu dolayısıyla V2’ler 'balistik füze' terimini askeri terminolojiye sokmuştur. Uçuşunun ikinci kısmında motorunun itme gücünün yanı sıra, yerçekimi etkisini de kullanarak 2500 km/saat’lik bir dalış hızına ulaşan V2; çok yüksek hız ve neredeyse 90 derecelik bir açıyla hedefine yaklaştığı için, o günün teknolojik imkanlarıyla durdurulması imkansız bir silahtı. Dahası 950 kg’lık savaş başlığını 330 km uzağa taşıyabiliyordu. Almanya 8 Eylül 1944’den başlayarak İngiltere üzerine 4000 ve Belçika’nın Antwerp şehrine karşı 1600 adet V2 roketi fırlatmıştır. Hem V1 hem de V2’ler askeri açıdan kendilerinden beklenilen verimi verememişlerdir. Her iki roketinde isabet oranları düşüktü. Bu roketlerin dairesel yanılgı payı 17.7 km idi. Bu nedenle vurulması zor askeri ve stratejik hedeflere karşı fazla başarılı olamamışlardır. Ancak Almanlar, bu roketleri 'terör silahları' olarak sivil hedeflere karşı kullanmayı tercih etmişlerdir. Böylece çıkardıkları yüksek ses ve tahrip gücü sayesinde halkın morali üzerinde olumsuz bir etki yaratmaya çalışmışlardır. Ancak 1945 Nisanında Alman orduları bütün cephelerde geri çekilmeye başlar, Hitler, roket bilgisinin Amerikalıların eline geçmesini önlemek üzere Von Braun ve ekibinin ortadan kaldırılmasını emreder. Ancak Von Braun ve 100 meslektaşı Amerikaya kaçmayı başarınca roket teknolojisinde liderlik Amerika’nın eline geçer. Bu liderlik fazla uzun sürmez çünkü Sovyet bilim adamı Korolev, 1961’den itibaren pek çok Sovyet kozmonotunu yörüngeye taşıyacak olan Vostok, Voskhod ve Soyuz uzay araçlarını geliştirecektir.

1957 yılına gelinilene kadar hem Amerika hem de Sovyetler Birliğinde çok ciddi roket projeleri geliştirildi. 4 Ekim 1957’de Sovyetler Birliği ilk uydu Sputnik-1 yörüngeye oturttular. Bu uydu 4 Ocak 1958’de düştü. Daha sonra 3 Kasım 1957’de Sputnik-2 ile ilk canlıyı (Leika adlı bir köpek) uzaya gönderenlerde Sovyetler Birliği oldu. Sputnik-2’de 14 Nisan 1958’de düştü. ABD ise ilk uydusunu 1 Şubat 1958’de fırlattı. Bu portakal büyüklüğünde bir uydu idi.

Astronotik tarihine baktığımızda ilk adım: İlk uydunun atılması (1957), ikinci adım: İlk insanın uzaya çıkışı ve ilk yürüyüş (1965), üçüncü adım: Ay’a gidiş (1969) dir. Bu tarihten sonra astronotik baş döndürücü bir hızla gelişmiş ve bugün astronotiğin nimetlerinden faydalanmayan hiçbir bilim dalı kalmamıştır.

219
Bilim Haberleri / Umut Buz Dağlarında mı
« : Haziran 16, 2009, 10:47:10 ÖS »
Antarktika Okyanusu’nda son 10 yıldır yüksek sıcaklıklar nedeniyle buz kütleleri giderek daha sık ana karadan kopuyor. Bu da buz dağlarının sayılarında artış görüldüğü anlamına geliyor. Bu buz dağlarının çevreye ne gibi etkileri olduğu üzerine ilk kez bir araştırma yapıldı. Science dergisinde yayımlanan bu araştırmaya göre, aslında buz dağları çevre üzerinde olumlu bir rol oynuyorlar. Araştırmayı yürüten bilim adamları, buz dağlarının eridikleri sırada demir yönünden zengin bir madde saçtığını söylüyor. Bu madde deniz canlılarını kendisine çeken bir plankton türünün yetişmesini sağlıyor.Bilim adamları buz dağları üzerinde kuş, balık, yosun ve kril gruplarının yaşadığını tespit etti. Bu eko sistemler, özellikle de yosun ve kril, atmosferdeki karbondioksitin emilmesine büyük oranda yardımcı olabilir.

Çalışmanın baş yazarlarından Doktor Ken Smith, araştırmanın henüz ilk aşamalarında olduğunu söylüyor. Ancak buz dağlarının karbondioksit gazı üzerindeki etkisinin şüphe götürmez olduğunu ifade ediyor. Araştırmada yer alan bilim adamları, çalışmalarını iki büyük buz dağını inceleyerek tamamlamış.

İncelemeler, buz dağlarının hayli uzağında, deniz altında bir araç kullanılması süretiyle gerçekleştirilmiş.

Ve araştırmaları ışığında, bu buz dağlarının çevresinde üç kilometrelik alan boyunca kuşların ve deniz canlılarının biriktiği tespit edilmiş.

220
Bilim Haberleri / Evrendeki Hız
« : Haziran 16, 2009, 10:46:25 ÖS »
Evrendeki hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akılları durduracak boyutlardadır.

Örneğin dünya kendi ekseni çevresinde saatde 1670 km hızla döner.Ses hızının 1224 km olduğu düşünülürse bu oldukça büyük bir hızdır.

Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise saatde 108.000 km dir.Bu da merminin hızının yaklaşık 60 katıdır.(Bu süratde bir araç yapılsa dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)

Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir.Güneş sistemi ise daha ilginçtir.Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş hızı 720.000 km dir.

İçinde 200 milyar yıldızı bulunduran Samanyolu galaksisinin uzay içindeki hızı ise 950.000 km.dir.

Evrende sistemler büyüdükçe hızlar artmaktadır.Evrende Samanyolu gibi 100 milyar civarında galaksi bulunduğu tahmin edilmektedir Bu galaksiler içinde insan aklının alamayacağı sayıdaki yıldızlar inanılmaz hızlarla hem kendi içlerinde hem de bağlı olduklar sistemler etrafında dönmektedirler.Hatta bazen galaksiler birbirlerinin içinden geçmektedir.

İşin en ilginci Kuran'da evrendeki bu inanılmaz dönüşün belirtiliyor olması. "Dönüşlü olan evrene and olsun" (Tarık suresi,11.ayet)

221
Bilim Haberleri / Sekiz soruda iklim değişikliği
« : Haziran 16, 2009, 10:34:43 ÖS »
İklim değişiyor, dünya ısınıyor. Bilim adamları kuraklık, seller ve olağanüstü hava koşulları konusunda sürekli olarak uyarılarda bulunuyor. Giderek artan etkilerin en büyük sebebi ise insan.

1) İklim değişikliği nedir?

Dünyanın ısısı düzenli olarak artıyor. Küresel ortalama yüzey ısısı şu anda 15 santigrat derece civarında. Jeolojik ve diğer bilimsel kanıtlar, geçmişte yüzey ısısının en yüksek 27 santigrat, en düşük de 7 santigrat derece olduğunu gösteriyor.

Fakat bilim adamları doğal dengenin, insanlardan kaynaklanan yoğun bir ısınma süreciyle bozulduğunu ve bu durumun dünyadaki hayatın büyük bölümünün tabi olduğu iklimin istikrarı için önemli çıkarımlara yol açacağını söylüyor.

2) Sera etkisi nedir?

Sera etkisi, atmosferde oluşan bir tabakanın yarattığı etki. Bu tabaka Güneş'ten gelen ışınların dünyadan yansıdıktan sonra tekrar atmosferin dışına çıkmasını engelliyor. Sera etkisi olmasaydı dünya son derece soğuk bir gezegen haline gelirdi.

Sera etkisini artırarak dünyanın normalden fazla ısınmasına neden olan gazlardan bazıları karbondioksit, metan ve azotoksit. Bu gazlar modern endüstride ve tarımda kullanılıyor, fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkıyor.

Atmosferin konsantrasyonu her geçen gün artıyor. Örneğin atmosferdeki karbondioksit konstanstrasyonu 1800'lü yıllardan beri yüzden 30'dan daha yüksek bir seviyede arttı.

Bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu sera etkisi yaratan gazların salımındaki artışın, dünyanın ısısının yükselmesine neden olacağını düşünüyor.

3) Isınmanın kanıtı ne?

Sıcaklık kayıtları 19'uncu yüzyıl sonlarında tutulmaya başlandı. Ortalama küresel sıcaklık 20'nci yüzyılda yaklaşık 0.6 santigrat derece arttı. Sıcaklığın artmasıyla buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyeleri de 10-20 santinmetre arasında yükseldi.

Arktik deniz buzları, son birkaç 10 yılın yaz ve sonbahar döneminde yaklaşık yüzde 40'a varan oranda inceldi. Buna karşılık Antarktika'nın bazı bölümleri daha da soğudu. Yüzey ısısı ve troposferdeki ısı arasında bazı çelişkiler göze çarpıyor.

4) Sıcaklık ne kadar yükselecek?

Sera etkisi yaratan gazların salımı engellenmezse, 2100'e kadar ortalama küresel sıcaklık 1.4-5.8 santigrat derece artacak. Olayın vehameti şöyle açıklanabilir: Medeniyetin ortaya çıkışından beri küresel ortalama sıcaklık sadece 1 santigrat derece arttı.

Sera etkisi yaratan gazların salımı hemen kesilse bile, bilim adamları etkinin uzun bir süre daha devam edeceğini söylüyor. Çünkü büyük buz ve su parçalarını da içeren iklim sisteminin normale dönmesi yüzlerce yıl alabilir.

Bazı bilim adamları, Grönland buzullarında yaşanan erimenin hemen önlem alınsa bile geri dönülmez olduğunu düşünüyor. Yüzlerce yıl sürecek bu işlem, deniz seviyelerinde yedi metrelik bir yükselmeye neden olabilir.

5) Hava durumu ne olacak?

Küresel anlamda çok daha sert hava olayları ortaya çıkacak. Kıyı bölgelerde yağış miktarı artarken, iç bölgelerde sıcak havanın etkisiyle kuraklık baş gösterecek.

Artan fırtınalar ve deniz seviyeleri nedeniyle daha çok sel meydana gelecek. Bununla birlikte, hava sıcaklıkları bölgelere göre çok büyük farklılıklar gösterecek. Ve bu durumun sonuçları tahmin edilmeyecek kadar güç.

6) Etkileri neler olacak?

Tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarındaki genel değişiklikler ve seller, fırtınlar, sıcak dalgaları ve kuraklık nedeniyle ölümlerde yaşanacak artış gibi potansiyel tehlikeler gündeme gelecek.

Bu durum en çok, hızlı iklim değişimine karşı hazırlık yapamayan yoksul ülkeleri etkileyecek.

Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türünün nesli yok olacak. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek.

7) Ne bilmiyoruz?

Isınmaya insan etkisinin ne kadar olduğunu ve ısınmanın zincirleme etkilerinin neler olabileceğini bilmiyoruz.

Küresel ısınma, sabit buzulların erimesi ile sera etkisi yaratan metan gazının yüksek miktarda salımı gibi, gelecekte ısınmayı tetikleyecek değişikliklere yol açabilir.

Daha sıcak koşullar nedeniyle büyüme hızları artan bitkilerin, büyüdükçe atmosferden daha çok karbondioksit çekmesi gibi ısınmayı hafifletici etkiler de olabilir.

Ancak bilim adamları, karmaşık dengenin, bu olumlu ve olumsuz etkilere nasıl bir tepki verebileceği konusunda emin değil.

8 ) Şüpheciler ne diyor?

Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar bile dünyanın giderek ısındığını inkar etmiyor. Şüphelerinin dayanağını, küresel ısınma etkisinin insan aktiviteleri nedeniyle ortaya çıkmış olması.

Bazıları şu an tanık olduğumuz değişikliklerin olağandışı olmadığını söylüyor. Buna en büyük dayanakları ise insan var olmadan önce küresel iklim koşullarında yaşanmış olan değişiklikler.

Bazı şüpheci bilim adamları, ısınmayı bir süredir Güneş'te olan yüksek aktivitelere bağlıyor. Bununla beraber, iklimin doğal değişimlerinin en tepesinde bile bir şeyler olduğu ve bunda insanın suçlanması gerektiği yönünde görüşbirliği artıyor.

222
Bilim Haberleri / Bilgisayara karşı beyin
« : Haziran 16, 2009, 10:33:45 ÖS »
Beyindeki elektrik akımlarının hızının, bilgisayarlardaki sinyal hızından 100 milyon kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz?

Bir insan, arkadaşını hemen tanırken, bir bilgisayarın bir yüzü tanıması genellikle çok zor oluyor. Beynin pek çok işlemi aynı anda yaptığını söyleyen bilim adamları, beynin bütün bölgelerinden gelen bilgilerin tek bir bölgede birleşmediğini, ancak bu farklı bölgelerin kendi aralarında güzel bir "işbirliğine" girdiklerini ve bir ağ, yani "network" oluşturduklarını belirtiyorlar. Bizim de dünyaya olan bakış açımız işte bu karmaşık network sayesinde oluşuyor.

Öte yandan bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin, sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar. Bizi onlardan ayıran farklarsa, beynimizin karanlık dehlizlerinde gizli.

223
Bilim Haberleri / Bor
« : Haziran 16, 2009, 10:32:17 ÖS »
# Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Kütahya illerine dağışmış olan bor yataklarının rezervi, dünyanın şu ana kadar bilinen en büyük rezervidir.
# Türkiye bor rezervi, dünyanın ilgisini Tanzimattan bu yana çekmektedir.
# Gerek Türkiyenin, gerekse diğer ülkelerin BOR POLİTİKASI oldukça ilgi çekicidir.
# Türkiye, bor cevherini stratejik maden olarak ilan etmiştir.

* Bor önemli bir endüstriyel hammaddedir.
* Türkiye bor ihracatı, değişik ürünler bazında olup madencilik sektöründe ana gelir kaynaklarından birisidir.
* Bu potansiyelin değerlendirilmesi, hem ülke, hemde dünya teknolojisi ve ekonomisi açısından önemlidir.
* Ülkemizde bu cevherin kullanım alanlarının genişletilmesi için çalışan kişi ve kuruluşları destekleyen BOREN-Bor Enstitüsü kurulmuştur.
* Türkiye bor yatakları, Etibor tarafından işletilir.


Üretilen bor minerallerinin % 10'a yakın bir bölümü doğrudan mineral olarak tüketilirken, geriye kalan %90 oranındaki kısmı bor cevherlerinden üretilen borat ürünleri elde etmek için kullanılmaktadır.

Dünyada bor tüketimi yüksek olmasına karşın tüketim alanları ülkelere göre çarpıçı şekilde sektörel bazda değişim göstermektedir.

A.B.D'de ana tüketim sektörü izolasyon ve cam sanayi iken avrupa ülkelerinde ise sabun ve deterjan sektörü, Japonya'da fiberglas ve tekstil sektörüdür.

Ayrıca:

Cam ve Seramik Sanayi

Yanmayı Önleyici Maddeler

Sabun ve Deterjan Sanayi

Metalürji

Tarım

Nükleer Sanayi

Diğer Sanayi Sektörleri

Dünyanın en büyük bor üreticisi ve tüketicisi olan A.B.D'de bor üretimi üç firma tarafından yapılmaktadır.

United States Borax and Chemical Corporation (U.S. Borax)

Türkiye'de de faaliyet gösteren, ingiliz R.T.Z. (Rio Tinto Zinc) adlı çok uluslu şirketin bir kolu olup dünyanın en büyük bor üreticisidir. Boraks üretimi Kaliforniya'nın tinkalden çözme, koyulaştırma, (tiknerleme) ve yıkama işlemlerinden sonra vakum kristalizatörlerde soğutulma işlemi sonucu bor türevleri elde edilmektedir. Kristallendirilen bor türevlerinin kısmen veya tamamen kristal suyu uçurularak satış ürünü elde edilmektedir.

U.S. Borax"in rezervlerinde bulunan kernit (razorit) minerali önceleri kalsine edilip, öğütüldükten sonra sınıflandırılarak % 65 ve % 46 B2O3 içeren ürünler olarak yeni bir proses ile borik asit olarak değerlendirilmektedir. Yıllık kapasitesi 200.000 ton borik asit olan bu tesis Boran bölgesinde isletmeye alındıktan sonra Millington'daki borik asit tesisleri kapatılmış, sadece özel ürünler ve yüksek saflıktaki ürünler Millnington'da üretilmeye devam edilmektedir.

Kerr-Mc Gee Chemical Corporation

Kerr-Mc Gee firması Kaliforniya'daki Searles Lake göl sularından üç ayrı üretim yöntemi ile boraks üretmektedir. Trona'da bulunan ve tesiste gölün alt ve üst kısımları ayrı ayrı işleme tabi tutulmasına rağmen temel işlem ürünlerin sırayla fraksiyonel kristalizasyon yöntemi ile ayrıştırılması metoduna dayanır. Potas, boraks pentahidrat ve borik asit gölün üst kısımlarından evaporatif (buharlaştırma) yöntemi ile elde edilir. Gölün alt kısımlarından ise karbonasyon yöntemi ile boraks elde edilir. Zayıf göl sularından ise özütleme (solvent ekstraksiyon) yöntemiyle de borik asit ve potasyum sülfatlar elde edilmektedir. Sodyum klorür ve diğer artıklar göle geri gönderilir.

American Borate Company (A.B.C)

Owens-Corning Fiberglas firmasının bir kuruluşu olan A.B.C. 1983 yılında kolemanit üretmek amacıyla Death Valley'de Billie madenin yeraltı işletmeciliği yöntemi ile çalıştırmaya başlamış ve çıkarılan % 18-20 B2O3 tenörlü kolemaniti Amargosa'daki flotasyon ve kalsinasyon tesisinde % 38-42 B2O3 tenörüne kadar zenginleştirmeye başlamıştı. Madende ayrıca üleksit ve probertit çıkarılmış olup basit bir eleme işleminden sonra satışı yapılmaktadır.

Türkiye'den ithal edilen üleksitin daha ucuza gelmesi nedeniyle tekrar açılabilecekmiş gibi korumaya alınarak 1986 yılı sonlarına doğru üretimi durdurmuştur. Tenörün düşüklüğü, üretim maliyeti, zenginleştirme maliyeti ve ürünün A.B.D.'nin doğu kıyılarına nakliyat maliyetinin yüksekliği bu kararda önemli rol oynamıştır.

TÜRKİYE BOR TEKNOLOJİSİ

Dünya rezervinin %65'inin bulunduğu, aynı zamanda da dünyanın ikinci büyük üreticisi olan Türkiye'de, bor ETİBOR tarafından üretilir.

Etibor ürünleri, ham cevher, konsantre cevher ve son ürün (bor türevleri) olarak üç gruptur.

Hammadde ve Konsantre Ürün

Türkiye'de üretilen bor hammaddesi ve konsantre ürün tamamen Etibor tarafından, Kırka ve Emet'te bulunan konsantratörlerde konsantre cevher elde edilmektedir. Emet'te bulunan konsantratörde kırma ve titreşimli eleme işlemleri sonrasında seperatörlerden geçirilen cevher; 25-100 mm iri cevher, 3-25 mm orta ürün ve 0-3 mm ince taneli ürün olarak klasifiye edilir. Kırka tesisinde de bor cevherleri, benzer şekilde zenginleştirilmeye tabi tutulmaktadır.Emet ocaklarından yılda 480.000 ton ham cevher üretilir. Emet'te ise 200.000 ton Hisarcık konsantre cevheri ve 56.000 ton Espey arsenikli cevheri olmak üzere iki farklı ürün elde edilir.

Konsantre Ürün ve Borik Asit
Emet ve diğer bölgelerden üretilen cevherlerin bir kısmı, Bandırma Asit Borik tesisine gönderilerek burada bulunan iki üniteden oluşan tesiste; çözme, evaporatör ve tiknerleme vb yöntemlerle son ürünler üretilir.

Kırka'da bulunan Bor Türevleri Tesisinde de Borat Türevleri Ürünleri üretimi yapılmaktadır. Kırka Tesislerinde Tincal cevheri üretilir.

Etibor'un mamul ürünleri Bandırma Asit Borik Tesislerinde üretilmekte ve dünya pazarına sunulmaktadır.

* Boraks Dekahidrat (Na2B4O7.10H2O)

* Boraks Pentahidrat (Na2B4O7.10H2O)

* Borik Asit (H3BO3)

* Sodyum Perborat (NaBO3.4H2O)

TÜRKİYE BOR YATAKLARININ TARİHÇESİ

Türkiye bor yataklarının tarihçesi 1860'lı yıllara, Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarına kadar uzanır. Sözkonusu tarihçe için bazı ön bilgiler verildikten sonra, değişik ülkelerin ilgi alanına girmesi nedeniyle, bu cevherin işletilmesi için padişaha ve dönemin yönetimine yapılan başvuruları açıklıkla ortaya koymaktadır. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet döneminde bor madenlerinin durumu bu makalede incelenmektedir. makaledeki bazı söylemlerin, makalenin yazıldığı 1967-68'li yılların dünya ekonomisine bakış açısından ele alındığında, sosyo-politik sorunları vurgulaması da, ayrıca başlı başına incelenmeye değer bir niteliktedir. Bu nedenle, o yılların politik koşulları açısından da makalenin değerlendirilmesinin dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir noktadır. İlgi çekeceği bir makale.

Bir diğer kaynak ise, Devlet Planlama Teşkilatı'nın 1977 yılında yayınlanan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu tarafından hazırlanmış olan Tarihçesidir. Bu da oldukça ilgi çekicidir.

Günümüzde ise çıkarılmış yasalara göre durum şöyledir:

* Bor madenlerinin ruhsat ve saha işletme hakları 01.10.1978 tarih ve 2172 sayı ve 10.06.1983 tarih ve 2840 sayılı kanunlar gereğince ETIHolding Anonim Şirketi'ne aittir.
* "2172 sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkındaki Kanun"a dayanarak, bu kanunun 2. maddesinde yeralan "bor tuzları, uranyum ve toryum madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır"

Türkiye bor yatakları, bilinen dünya bor rezervinin yaklaşık %70'ine sahiptir.

TESİSİN YERİ ÜRÜN CİNSİ ÜRETİMİ (T/Yıl)
KIRKA Konsantre Tinkal 800.000
EMET Konsantre Kolemanit 400.000
BIGADIÇ Konsantre Kolemanit-Üleksit 400.000
BIGADIÇ Öğütmüş Kolemanit 60.000
KESTELEK Konsantre Kolemanit 100.000
TOPLAM 1.760.000

Bor ürünleri üreten tesisler,Bandırma ve Kırka'da bulunmaktadır. Toplam bor konsantresi ürünü üretimi 1.760.000 ton/yıldır.

Ürün cinsine göre üretimde ise durum şöyledir:

ÜRÜN CİNSİ ÜRETİM (T/Yıl)

Boraks Dekahidrat 47.000
Susuz Boraks 60.000
Sodyum Perborat Tetrahidrat 20.000
Sodyum Perborat Monohidrat 4.500
Boraks Pentahidrat 320.000
Borik Asit 85.000

Kurulmakta olan tesislerin kapasiteleri:

TESİSİN YERİ ÜRÜN CİNSİ KAPASİTESİ

EMET Borik Asit 100.000
KIRKA Boraks Pentahidrat 500.000

224
Bilim Haberleri / Belirsizlik İlkesi
« : Haziran 16, 2009, 10:31:32 ÖS »
Nicem fiziğinde Heisenberg'in Belirsizlik İlkesine göre, bir parçacığın etmeni ve konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemez (etmenin değişimi = kütle değişimi çarpı hız değişimi). Belirsizlik ilkesini 1927 yılında Werner Heisenberg buldu. Belirsizlik ilkesini daha da genellenmiş olarak anlatmak istersek şunları söyleyebiliriz. Kökleşik fizikten ayrı olarak Nicem fiziğinde her fiziksel niceliğe denk

Enerji niceliği ne denli azsa, aynı oranda dalga boyuyla bağlantılı olarak bekleme süresi uzar ve ölçülen zaman belirsizleşir. Tersine; Enerji niceliği ne denli çoksa, aynı oranda dalga boyuyla bağlantılı olarak bekleme süresi azalır ve ölçülen zamanın belirsizliği azalır.emiyorsa bu iki niceliğin (örneğin: etmen ve konum) aynı anda ölçülmesi olanaksızdır. Bu durumda kesin sonuçlardan değil, bir ortalama değer yakınlarında dalgalanan değerlerden sözedebiliriz.


Genel bakış


Bir parçacığın konumu ne denli doğrulukla ölçülürse (yani konumunun belirsizliği ne denli küçük olursa), buna karşılık etmeninin belirsizliği aynı oranda büyük olur. Tersine, etmendeki belirsizlik küçüldükçe, aynı oranda konumunun belirsizliği büyür. Ancak bu belirsizlik deneysel ölçümlerden değil doğrudan matematikten elde edilmiştir. Fourier analizinde x ve k uzayları arasındaki dönüşümler ele alınırsaeşitsizliğinden yola çıkılarak De Broglie-Einstein denklemlerinden etmen ile ilgili anlatım yerine konulursaelde edilir. Burada Δx, x konumunda ki belirsizliği, Δpx ise x yönündeki etmendeki belirsizliği temsil eder. Görüldüğü üzere birbirine dik eksenlerde herhangi bir belirsizlik yoktur, diğer bir deyişle y yönündeki konumla x yönündeki etmen aynı anda sonsuz duyarlılıkla elde edilebilinir.

Belirsizlik ilkesi enerji ve zaman ilişkisi için de geçerlidir. Belirsizlik ilkesinin daha iyi anlaşılması için benzer bir örnek: Bir elektromanyetik dalganın sıklığını (titreşim sayısını) ölçmek için belli bir süre beklemek gerek. Yani dalganın sıklıgını belli bir anda ölçmek olanaksızdır. Bekleme süresi uzadıkça zaman belirsizleşir.

Titreşim sayısı ve enerji nicelği az \Rightarrow Dalga boyu uzun \Rightarrow Bekleme süresi uzun \Rightarrow Belirsizlik büyük

Titreşim sayısı ve enerji nicelği çok \Rightarrow Dalga boyu kısa \Rightarrow Bekleme süresi kısa \Rightarrow Belirsizlik küçük

Enerji niceliği ne denli azsa, aynı oranda dalga boyuyla bağlantılı olarak bekleme süresi uzar ve ölçülen zaman belirsizleşir. Tersine; Enerji niceliği ne denli çoksa, aynı oranda dalga boyuyla bağlantılı olarak bekleme süresi azalır ve ölçülen zamanın belirsizliği azalır.

225
Bilim Haberleri / Dalton Atom Modeli
« : Haziran 16, 2009, 10:28:03 ÖS »
Dalton Atom Modeli, John Dalton'un 1805 yılında bugünkü atom modelinin ilk temellerini attığı modelidir.

Atomlardaki proton ve elektron dizilişini üzümlü keke benzetilebilir. Kek tamamen protondan oluşmakta ve üzerindeki üzümler ise elektronlara benzetilebilir.

Daltona göre:

1. Elementler atomlardan oluşur. (Doğru)
2. Atomlar belirli oranlarda birleşerek molekül oluştururlar. (Doğru)
3. Bir elementin bütün atomları özdeştir. (Kısmen doğru, atomların izotopları varsa yanlıştır.)
4. Atomlar bölünemez. (Yanlış)

Detay:

Dalton Atom Teorisi

Daltonun atom kuramına göre elementler kimyasal bakımdan birbirinin aynı olan atomlar içerirler. Farklı elementlerin atomları birbirinden farklıdır. Bu atom teorisine göre kimyasal bir bileşik iki veya daha çok sayıda elementin basit bir oranda birleşmesi sonucunda meydana gelir. Kimyasal tepkimelere giren maddeler arasındaki Kütle ilişkilerine istinaden, Dalton atomların bağıl kütlelerini de bulmuştur. Modern atom kuramı Dalton'un kuramına dayanır ancak bazı kısımları değiştirilmiştir. Atomun parçalandığını, elementlerin birbirinin aynı atomlardan değil, izotoplarının karışımından meydana geldiğini biliyoruz. Daltonun atom teorisi kimyasal reaksiyonların açıklanmasına, maddenin anlaşılmasına ve atomun temel özelliklerinin ortaya atılmasına oldukça büyük yararlar sağlamıştır. Bu sebeple ilk bilimsel atom teorisi olarak kabul edilir.

Dalton Atom kuramı üç varsayıma dayanır;

1. Elementler Atom adı verilen küçük bölünemeyen taneciklerden oluşmuştur. Atomlar kimyasal tepkimelerde oluşmazlar ve bölünmezler.

2. Bir elementin tüm atomlarının kütlesi ve diğer özellikleri aynı, diğer elementlerin atomlarından farklıdır.

3. Kimyasal bir bileşik iki ya da daha fazla elementin basit bir oranda birleşmesi ile oluşur.

Dalton atom teorisi kimyasal değişme konularının da daha iyi tanımlanmasına olanak sağlar:

1. Kütlenin korunumu: Bir kimyasal reaksiyonda reaksiyona giren maddelerin kütleleri toplamı, çıkan maddelerin (ürünlerin) kütleleri toplamına eşittir.

2. Sabit oranlar Yasası: İki element birden fazla bileşik meydana getiriyorsa, birleşen iki elementin farklı miktarları arasında ağırlıkça tam sayılarla ifade edilen basit bir oran bulunur. Örneğin: H2O da 2 g hidrojenle 16 g oksijen birleşirken, OH de 1 g hidrojenle 16 g oksijen birleşmiştir. Buradan her iki bileşikte de aynı miktar oksijenle birleşen 2 g hidrojen ve 1 g hidrojeni birbirine oranlarsak 2 sayısını elde ederiz.

Sayfa: 1 ... 13 14 [15] 16 17 18