İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - aksaa

Sayfa: 1 ... 127 128 [129] 130 131 ... 164
1921
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Bir Kalp Bir Sevgi
« : Temmuz 02, 2008, 05:06:13 ÖS »
Şah-ı Nakşibend k.s. Hazretleri anlatır:

Seyyid Emir Külâl k.s. Hazretleri’ni görme arzusu gönlümü sarmıştı. Onu bir kez daha görebilmek için Nesef şehrine doğru yola koyuldum. Cîrân Ribatı’na ulaştığımda, elinde uzun bir sopası ve başında da keçeden yapılmış bir külahı bulunan bir atlıyla karşılaştım. Bu kişi bana yaklaştı, elindeki sopasıyla bana hafifçe dokunup:


– Halil’i gördün mü, diye sordu.

Kendisine cevap vermek istemedim. Ama o kişi tekrar yolumu keserek çevremde dolanıp durdu. Kendisine:

– Senin kim olduğunu biliyorum! Fakat sana ayıracak ne vaktim ne de sevgim var. Benim bir kalbim var, onu da mürşidime verdim. Başkasına verecek ikinci bir kalbim yok, dedim.

O zat benimle sohbet etmek istiyordu. Ama oralı olmadım ve yanından ayrıldım.

Seyyid Emir Külal Hazretleri’nin huzuruna vardığımda:

– Yolda karşılaştığın zat Hızır a.s.’dı. Niçin ona iltifat etmedin, diye sordu. Ben:

– Evet onun Hızır a.s. olduğunu biliyordum ama sizi görmek arzusuyla yola düşmüşken,

sizden başkasıyla meşgul olamazdım, dedim.

Seyyid Emir Külal Hazretleri yaptığımın doğruluğunu tasdik edip, verdiğim cevaptan memnuniyetini belirtti. (Ahmed Sıddıkî, Şah-ı Nakşibend, Arifler Yolunun Edepleri)

1922
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Bu Kadin Defnedilemez.....
« : Temmuz 02, 2008, 05:05:29 ÖS »
Ebu Hanife’nin meclisine gelen biri şöyle bir suâl sordu:

– Hamile bir kadın doğum sırasında vefat etti. Onu yıkamak üzere tahtanın üzerine koyduklarında karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın böylece defnedilecek mi, yoksa bekletilecek mi? Kadın şu anda yıkama tahtası üzerinde beklemektedir. Mecliste hazır bulunanlar birbirlerine bakıştılar.

Bazıları:

– Bu kadın defnedilemez. Ancak bekletilir. Ola ki bekleme sırasında çocuk dünyaya gele, dediler.

Bazıları da:

– Cenaze bekletilmez. Efendimizin hadisi vardır, cenazenizi bir an önce toprağa verin, buyurdu, dediler. Böyle söylenmesine rağmen yine de gözler Ebu Hanife Hazretleri’ndeydi. O, söylenenleri dikkatle dinledikten sonra fikrini açıkladı:

– Bu cenaze, ne defnedilir, ne de çocuğun doğması için bekletilir?
Dinleyenler şaşırdılar.

– Ne yapılır öyleyse? Geride başka ihtimal mi var sanki?

Evet, Hazret-i İmam’a göre asıl ihtimal geridedir ve olması gerekeni şöyle dile getirmiştir:

– Bu hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, sonra defnedilir!

Dinleyenler hep birden bu görüşe iştirak ettiler. Doktor geldi. Hamile kadının karnı yarılıp çocuk sağ olarak çıkarıldı. Sonra defnedildi, çocuk bakıma alındı.

Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu çocuk büyüdü, sıhhatli ve akıllı bir çocuk olup, Ebu Hanife’nin ilminden, irşadından istifade etti. Ebu Hanife’nin gösterdiği fıkhî çare ile hayata gelişinden dolayı halk ona Ebu Hanife’nin oğlu adını takmıştı.

1923
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / çobanın aşkı......
« : Temmuz 02, 2008, 05:04:34 ÖS »
Çobanın Aşkı!...


Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi,
konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi
gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor, son
bir çare diye geldik size. Halbuki "sen bir garip çobansın, o padişahın
kızı, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde
aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim...
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir
zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara
dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı
süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren
delikanlıya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane
anlatmaya başladı.

İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu kulübesinde dertlerine derman
aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her
meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp
sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve
kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyar,
gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla
eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu
garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin
bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz
teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde
tesbih, kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla
evlenebilir miyim?
- Evet, dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin,
kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman,
yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tesbih, gönlünde
aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu.
Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini
kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihi aldı ve dudakları
kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah...
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi
kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı.
Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten
bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada
işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah´a adamış, gece gündüz
durmadan Allah diyormuş, Allah Allah..."
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya
geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı,
dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü.
Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce
de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam,
karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını
birbiri ardına anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o
durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir
ümit kırıntısı... Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine
bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor,
avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun
gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye
bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu
artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi,
an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah...
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün
ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu. Meselenin
aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli
kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp
edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun
bahsetti başveziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl
yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ
kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini
anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi
veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
- Hünkârım, gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler,
demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür,
birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar
ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma
sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler
mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının
üstünden... Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların
arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir
mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye
başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tesbihiyle
öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir
şey bulamasalar şaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine
bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim, dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık, sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en
ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan
içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar...
Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru
uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne
vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim, diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim,
zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi
bahtiyar edersiniz...
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık
maşukuna kavuşacak, murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten
ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye
yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün
gözler genç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra,
gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir
ifadeyle:
- Hayır, dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk
hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm
ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri
atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen,
neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah
padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah
deseydim...




1924
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Kalbi Öldüren 10 şey
« : Temmuz 02, 2008, 04:42:47 ÖS »
-ALLAHI TANIYORSUNUZ,ALLH'I TANIDIĞINIZI İDDA EDİYORSUNUZ ONUN HAKKINI VERMİYORSUNUZ.ALLAHIN HAKKI FUKARAYA YARDIMDIR
2-KUR'ANI OKUYORSUNUZ,ONUN EMİRLERİNİ VE NEHİYLERİNİ TUTMUYOR ONUNLA AMEL ETMİYORSUNUZ.
3-ŞEYTAN DÜŞMANIMIZDIR DİYORSUNUZ,ONA UYUYOR VE İTAAT EDİYORSUNUZ.
4-ÜMMETİ MUHAMMEDDENİZ DİYORSUNUZ,RASÜLÜN SÜNNETİNE TABİ OLMUYORSUNUZ.
5-CENNETE GİRMEK İSTİYORSUNUZ,ORAYA GİRMEK İÇİN LAZIM OLAN AMELLERİ İŞLEMİYORSUNUZ.
6-ATEŞTEN KURTULMAK İSTİYORSUNUZ YAPTIĞINIZ KÖTÜ AMELLERDEN ÖTÜRÜ NEFSİNİZİ ATEŞE ATIYORSUNUZ.
7-ÖLÜMÜN HAK OLDUĞUNU BİLİYORSUNUZ VE ÖLÜM HAKTIR DİYORSUNUZ.ONA HAZIRLIĞINIZ YOK.
8-DİN KARDEŞİNİZİN AYIPLARI İLE MEŞKUL OLUYORSUNUZ AMA,KENDİ AYIPLARINIZI GÖRMÜYORSUNUZ.
9-RABBİMİZİN NİMETİNİ YİYİYORSUNUZ,ONA ŞÜKÜR ETMİYORSUNUZ(BUNUN ŞÜKRÜ YEDİRMEKLE OLUR)
10-ÖLÜLERİNİZİ GÖMÜYORSUNUZ DA, HİÇ İBRET ALMIYORSUNUZ.SANKİ SİZİN BAŞINIZA GELMİYECEKMİŞ GİBİ
BÖYLE SÖYLİYEREK BASRALILARI VE BİZLERİ VE KIYAMETE KADAR GELECEK OLAN MÜ'MİNLERİ İRŞAD BUYURDULAR
YARABBİ BİZE KEREMİNLE İMANI NASİP EYLE,BİZİ KURTULUŞA ERMİŞLERDEN ATEŞTEN KURTULUŞ BULANLARDAN EYLE AMİN.
ALINTIDIR (İRŞAD KİTABINDAN)

1925
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / mecnunun devesinden hz.mevlana
« : Temmuz 02, 2008, 04:41:57 ÖS »
MECNUN LEYLA?sının köyüne gitmek için, dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldı. Mecnun?un tek derdi, bir an önce Leyla?sına kavuşmaktı. Dişi deve ise, geride bıraktığı yavrusunu düşünmekteydi ve onun tek derdi ise, geriye dönmekti.
Mecnun bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hisseder ve geriye döner geldikleri köye yani yavrusunun olduğu yere doğru giderdi.

Mecnun kendine gelip baktığında, bulundukları yerden çok daha geriye gittiklerini farkediyordu.

Bu yolculuk iki-üç gün böyle sürdü. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırmış kalmıştı.

Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, deveden indi ve:

?Ey deve!? dedi. ?İkimiz de aşığız. Fakat, aşklarımız birbirine zıt, birbirine aykırı! Demek ki biz, birbirimizle yol arkadaşlığı yapmaya uygun değiliz.

Senin sevgin de, yuların da bana uymuyor. O halde en iyisi ayrılalım!? diyerek deveyi bıraktı.



Bu hîkayede geçen ?Mecnun? insan ruhunu temsil ediyor. Ve ruh, Ezelî bir Sevgiliye yani Rabbine muhtaç ve müştaktır. ?Deve? ise, nefistir. Maddî arzuların sembolüdür. O da, yavruları olan heveslerin ardında koşmaktadır.

1926
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Halil İbrahim Bereketi
« : Temmuz 02, 2008, 04:40:54 ÖS »
Büyük din ve bilim adamlarindan Ulu Arif Çelebi anlatiyor...Vaktiyle birbirini çok seven iki kardes varmis.... Büyügü Halil....Küçügü ise Ibrâhim...

Halil, evli, çocuklu. Ibrahim ise bekârmis...
Ortak bir tarlalari varmis iki kardesin...
Ne mahsul çikarsa, iki pay ederlermis..
bununla geçinip giderlermis...
Bir yil, yine harman yapmislar bugdayi.
Ikiye ayirmislar....Is kalmis tasimaya....
Halil, bir teklif yapmis İbrahim kardesim ; Ben gidip
çuvallari getireyim. Sen bugdayi bekle.
Peki abi demis Ibrahim...

Ve Halil gitmis çuval getirmeye....
O gidince, düsünmüs Ibrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok bugday laz?m onun evine
Böyle demis ve Kendi payindan bir miktar atmis onunkine...
Az sonra Halil çikagelmis.
Haydi Ibrahim...! Demis, önce sen doldur da tasi ambara.
Peki abi...!
Ibrahim, kendi yiginindan bir çuval doldurup düser yola..
O gidince, Halil'i düsünür bu defa:
Der ki: Çok sükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardesim bekâr. O daha çalisip, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düsünerek, Kendi payindan atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasil , biri gitti?inde, öbürü, kendi payindan atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider...Ama birbirlerinden habersizdirler..
Nihayet aksam olur.Karanlik basar.Görürler ki, bitmiyor bugdaylar.
Hatta azalmiyor bile....Hak teala bu hali çok begenir.
Bugdaylarina bir bereket verir, bir bereket verir ki ..
Günlerce tasir iki kardes , bitiremezler.sasarlar bu ise...
Aksine çogalir bugdaylari.Dolar tasar ambarlari.
Bugün 'Bereket' denilince, bu kardesler akla gelir.
Bu bereketin adi Halil Ibrahim bereketi

1927
DİNİ BİLGİLER / Flört / İslamda Flört
« : Temmuz 02, 2008, 02:21:39 ÖS »
Kadın-erkek arasındaki duygusal ilişki. Flört etmek, kadın ve erkeğin duygusal ilişki kurması. Batı toplumlarında flört, gençlerin duygusal açıdan olgunlaşmalarını, çeşitli komplekslerinden kurtulmalarını, cinsellik konusunda bilgilenmelerini, eşlerin evlilik öncesinde birbirlerini tanıyarak bilinçli bir beraberlik oluşturmalarını sağlayacak bir tecrübe ve eğitim biçimi olarak kabul edilmiş ve hoş görülmüştü. Fakat duygusal ilişkiler, kendisine ilişkin bütün düşünce ve varsayımların iflasını ilan edercesine büyük bir hızla fiziksel ilişkiye dönüşerek gündemden düştü. Batılı toplumlar günümüzde bir yandan bir süre önce son derece masumane ilişkiler olarak baktığı flört olayının önüne yığdığı toplumsal sorunlarla boğuşurken, bir yandan da artık duygusal ilişkinin yerini alan cinsel özgürlük gibi kavram ve olguları tartışmaya başladı.

Kadın-erkek arasında serbestçe kurulan ilişkilerin farklı bir sonuca varması mümkün değildir. Çağımızın önde gelen ruhbilimcilerinden Erich Fromm izlenerek söylenirse, karşıt cinsler arasındaki duvarın yıkılması durumunda duygusal ilişkilerin karşı konulmaz bir cinsel isteğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu cinsel isteğin tek amacı da birleşmektir. Bu nedenle bu tür ilişkiler düşünüldüğünün tersine sürekli değildir ve utanç, umut kırıklığı, nefret ve düşmanlıkla noktalanır. Böylesine olumsuz bir biçimde sonuçlanan ilişkiler doğal olarak birçok bireysel ve toplumsal soruna neden olur. Ruhsal bunalımlar, aileden kopmalar, kötü yollara düşmeler, çocuk denilecek yaşta ortaya çıkan gebelikler, terkedilmiş gayr-i meşrû çocuklar, intiharlar bu tür ilişkilerin Batı toplumlarının önüne yığdığı sayısız sorundan yalnızca birkaçıdır.



İslam Açısından Flört
İslâm, yalnızca ortaya çıkan sorunlara çözümler getiren bir inanç ve hukuk sistemi değil, aksine, getirdiği kurallarla öncelikle sorunların ortaya çıkmasını önleyen bir dindir. İslam'ın bu özelliği kadın-erkek ilişkileri alanında da kendini göstermekte, İslâm toplumlarında, Batı örneği câhili toplumların karşı karşıya geldiği sorunların ortaya çıkmasına imkan tanımamaktadır.

İslâm, toplumun çürümesine neden olan başlıca amillerden birisi kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi (zina, fuhuş) yasaklamış, caydırıcı bir etken olarak cezaî müeyyideler getirmiştir. Fakat asıl önemlisi bireyleri bu tür fiillere götürecek bütün yolları kapatması, oluşmasını önleyici tedbirler almasıdır. Bu tedbirlerin başında karşıt cinsteki yabancı kişilerin yalnız başlarına bir arada bulunmaması kuralı gelir. Hz. Peygamber, böyle bir durumun doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmek üzere, "Çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır" (Ibn Hanbel, Müsned, I, 227, III, 339) buyurur. Diğer bir önleyici kural da tesettür ve sürekli bakış gibi uyarıcı davranışlardan kaçınma (en-Nur, 24/30-31) kuralıdır. Dokunma, el sıkışma ve benzeri fiziki temas yasağı da başka bir önlemdir (el-. Mavsılî, el-Ihtiyarî Ta'lili'l-Muhtar, IV, 156). İslam'ın kadın-erkek ilişkileri hakkında getirdiği hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle İslâm sınırlan dışında kaldığı görülür: Çünkü, biçimi, şartlan ve sonuçlan bakımından İslam'ın hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.

İslâm insanın cinsel yönünü görmezden gelip bu alandaki ihtiyaçlarını yok saymaz. Tersine, bu yönünün meşrû' ve hem birey, hem de toplum için yararlı olabilecek biçimde tatminini öngörür. Evlilik kurumunun önemli varlık nedenlerinden birisi de insanın cinsel ihtiyaçlarının böyle bir yönde karşılanmasıdır. Bu nedenle İslâm'da evlilik teşvik edilmiş, olabildiğince kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.

1928
DİNİ BİLGİLER / Müstehcenlik & Fuhuş ___ (Dikkat !)
« : Temmuz 02, 2008, 02:18:46 ÖS »
Dinimizde yasak edilen kötü huylardan birisi de müstehcenlik ve fuhuş söylemektir, insan vücudunda bakılması yasak olan yerler vardır ki, buraları açmak, başkalarına göstermek haramdır.

Erkeklerin, göbek ile dizlerinin arasını örtmesi lâzımdır.

Kadınların da, eli ve yüzü hariç her tarafını örtmeleri şarttır.

Hayası (utanması) olan Allahü teâlâdan korkar. Onun, razı olmadığı işlerden ve sözlerden kaçınır. çirkin, ayıp ve günah olan sözleri söylemek fuhuştur.

Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: (Haya, imandandır. Fuhuş söylemek, cefâdandır, iman Cennete, cefâ Cehenneme götürür). Haya ve iman birlikte bulunur. Biri yok olursa, diğeri de yok olur. Kadın hayası, erkek hayasından dokuz kat fazladır.

Bir hadîs-i şerifte, (Fuhuş; insanın lekesi, haya, zinetidir.) buyuruldu. Hayanın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmaktır. Ondan sonra, Resûlullah Efendimizden hayadır. Daha sonra, insanlardan haya etmektir.

Müslümanların imânlarını yok etmek isteyenler, hayalarını yok etmeye çalışıyorlar. Bunun için de pilajlarda, futbol oyunlarında, sporlarda, filimlerde, gazete, mecmua, roman, video-teyp gibi yayın organlarında avret yerlerinin, edep yerlerinin açılmasına önderlik yapıyorlar. Fuhuş sözlere, seks bilgisi diyorlar. Bu açıklıklara ve seks bilgilerine ilericilik ve lüzumlu, faydalı diyerek gençleri hayasız yapmak istiyorlar. Gençleri aldatmak için, medenî milletlerin yaptıklarını biz de yapacağız. çağımıza ayak uyduracağız. Gericilikten kurtulacağız diyorlar.

Müslümanlar, dinlerini, hayalarını bozmak istiyenlerin yalanlarına aldanmamak, onların çıplak gezmelerini, seks bilgisi adı altında fuhuş söylemelerini faydalı zan etmemelidir. Bunları övmenin, müslümanların hayalarını, imânlarını çalmak için bir tuzak olduğunu bilmelidir.

Müslüman, iffetli olmalı, gözünü haramlardan korumalıdır. şeytan, insana vesvese verir. Yolda giden bir kadına bakmamızı isterse, (Niye bakacakmışım? çirkin de olsa, güzel de olsa, günaha girerim. O gider, günah bende kalır. Arkasından gidersem dinimi peşinde harcarım. Bunun da cezası ahirette büyüktür) diyerek şeytanla ve nefisle mücadele etmelidir.

Allahü teâlâ, Nur sûresi 30. âyetinde:

(Ey Resulüm "sallallahü aleyhi ve sellem", mü'minlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar! imânı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar!) buyurdu. (üç şey, göze cila verir: Yeşilliğe, akarsuya ve güzel yüze bakmak) hadîs-i şerifi bakması helal olan kimselere bakmanın faydasını bildirmektedir. Yoksa, yabancı kadınlara, kızlara bakmak, gözü zayıflatır ve kalbi karartır.

Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki:


    * (Yabancı kadınların, yüzlerine şehvetle bakanların gözlerine, kıyamet günü ergimiş kızgın kurşun dökülecektir.)

    * (Yabancı bir kızı görüp de, Allahü teâlânın azabından korkarak, başını ondan çeviren kimseye Allahü teâlâ ibadetlerin tadını duyurur). ilk görmesi af olur.

    * (Allah için yapılan cihatta düşmanı gözliyen veya Allah korkusundan ağlayan veya haramlara bakmayan gözler, kıyamette Cehennem ateşini görmeyeceklerdir.)

    * (Yabancı kadına şehvetle bakan bir kimsenin gözleri ateşle doldurulup, sonra Cehenneme atılacaktır. Yabancı kadın ile toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, Cehenneme sokulacaktır. Yabancı kadın ile, lüzumsuz yere şehvetle konuşanlar, her "kelimesi için, bin sene Cehennemde kalacaktır.)

    * (Komşu kadına ve arkadaşların kadınlarına şehvetle bakmak, yabancı kadınlara bakmaktan on kat daha günahtır. Evli kadınlara bakmak, kızlara bakmaktan bin kat daha çok günahtır. Zina günahları da böyledir.)

Ey kardeş; yolcuyuz hazırlansana,

Bu fâni dünyadan göçeriz bir gün,

ölümden kurtuluş yoktur insana,

Omuzlar üstünde geçeriz birgün...



Duydun mu ecele çare bulanı,

Bu dünya üstünde bakî kalanı,

Hazırla kendine lâzım olanı,

Elveda bayrağı açarız birgün...



Azrail, va'desi dolanı bilir,

Davetsiz konuktur, her eve gelir,

Dostun ağlar, fakat düşman sevinir,

iyiyi, kötüyü seçeriz birgün...



Teneşir tahtası haberci olur,

ölümün etrafta çabuk duyulur,

üstünde ne varsa hepsi soyulur,

Beş arşın kefeni biçeriz birgün

1929
DİNİ BİLGİLER / İstenen bir kızı istemek doğrumudur?
« : Temmuz 02, 2008, 02:17:40 ÖS »
Allah Resulu buyuruyor:
"Sizden biriniz din kardeşinin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Dünür gönderen ondan önce vageçinceye yahut kendisine izin verinceye kadar."
Kadın olumlu cevap verdikten sonra dünürlüğü bozmak haramdır.
Kaynaklarıyla
Büyük Kadın İlmihali
Rauf Pehlivan
Kaynak:
Büyük Kadın İlmihali

1930
DİNİ BİLGİLER / İslamda Bekar Kalmak Varmıdır?
« : Temmuz 02, 2008, 02:16:48 ÖS »
İslam da bekarlığa yer yoktur. Eğer bir insan fakirse, onun evlenmesine yardım etmek zengin olan müslümanların görevidir.
"Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (herşeyi) bilendir."
(Nur Suresi:32)
Allahj Resulu bekar kalmak isteyen Osman bin Mez'ub'a müsaade etmemiş ve ona:
"Dul olarak Allah'a kavuşma" buyurmuştur.
Hz.Ömer:
"Üç gün sonra öleceğimi de bilsem bekar gitmektense evlenmeyi tercih ederim"
Ömer bin Abdulaziz Kufe kadısı Said bin Abdurrahman'a cevabında şöyle der:
"Ordu mensuplarının ücretlerini ödedikten sonra, fazla para kaldığını yazmışsınız. Öyleyse borçlulara borcunu ödeyin ve evlenmeyen fakirleri evlendirin."

1931
Forum Oyunları / Ynt: üstteki üyeyi tek kelimeyle ifade et
« : Temmuz 02, 2008, 12:07:21 ÖS »
Sakinim aslında   :.u ama işte forum renklensin diye  öyle ifadeler kullanıyorum :) :) :)

1932
Forum Oyunları / Ynt: üstteki üyeyi tek kelimeyle ifade et
« : Temmuz 01, 2008, 10:33:28 ÖS »
tanımıyom pek  :yima :yima :yima :yima :yima

1933
Forum Oyunları / Ynt: Son Harften Kelime Bulma
« : Temmuz 01, 2008, 02:27:34 ÖS »
TÜRKİYE

1934
Komik Fıkralar / Ynt: Kayserilinin Vefat İlanı
« : Haziran 30, 2008, 11:55:47 ÖS »
çok kurnaz oluyolar ben 9 ay sekreterlik yaptım ofislerinde bilirim kayserililer  :o :o :o :o

1935
Forum Oyunları / Ynt: Son Harften Kelime Bulma
« : Haziran 30, 2008, 11:52:54 ÖS »
kek :kat :kat

Sayfa: 1 ... 127 128 [129] 130 131 ... 164