İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - aksaa

Sayfa: 1 ... 125 126 [127] 128 129 ... 164
1891
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / ŞEYTAN ve ELİNDE BİR BARDAK SU
« : Temmuz 04, 2008, 01:55:45 ÖÖ »
şEYTAN ve ELİNDE BİR BARDAK SU
Allah dostlarından Ebû Zekeriyya hasta döşeğinde ölümle pençeleşiyordu. Yakın dostlarından biri kendisen "Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah! (Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.)" sözlerini telkin etmek istedi. Bir etti, iki etti, üç etti. Ebu Zekerriya her defasında söylemeyi reddediyordu.
Bu durum karşısında yakın dostu Ebu Zekerriya'nın son nefesinde imansız gideceğinden korktu ve endişeye kapılmıştı. Bütün bir ömrünü Allah'a ibadet ve taat etmekle geçiren böylesine bir kimsenin şimdi hasta döşeğinde ölüm ile pençeleşirken Kelime-i Tevhid getirmemesine bir mana veremiyordu. Şeytanın bir kandırışına mı yenilmişti yoksa? Veyahut da yüce Allah'ın tecellisi karşında mı idi?
Bir müddet kafası bu düşünceler içinde çalkalanan dost baktı ki Ebu Zekerriya sanki kafasında resmi geçit yapan düşünceleri okuyormuş gibi bir aralık gözlerini açarak, "Bana bir şey mi dediniz?" diye sordu. Orada bulunanlar. "Evet, üç defa şehadet getirmeni söyledik, her defasında reddettin. O yüzden büyük bir endişeye düştük." diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Ebu Zekerriya şu olayı anlatmaya başladı:
"Lanetlik şeytan elinde su bardağı ile gelmişti: Sağ yanıma dikilmiş elinde suyu göstererek "içecek misin?" diye soruyordu. Karşılınğında ise, "İsa, Allah'ın oğludur" dememi istiyordu. Reddettim. Sonra sol yanıma geçip dikildi. Yine aynı hareketleri tekrarlayarak "İsa, Allah'ın oğludur" cümlesini söylememi istedi. Yine reddettim. Üçüncü olarak "La ilahe (Allah yoktur)" diye söyledi, yine reddettim. Böylece her çareye başvurarak tam manasıyla yoklamasını yapıp da müspet bir netice alamayınca elindeki suyla dolu bardağı yere çarptı ve sıvışıp gitti. İşte gerçekte ben sizi değil, onu reddediyordum."
Ardından da Şehadet getirerek ruhunu teslim eden Ebu Zekerriya gülen bir çehreyle Cennete yolculuk ettiğini müjdeliyordu.

1892
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Korkudan Vefat etti.!!
« : Temmuz 04, 2008, 01:54:45 ÖÖ »
Ebû Bekr-i Verrak hazretlerinin,

temiz kalbli bir oğlu vardı.



“İlmihâl”ini öğrenmesi için bir “Hoca”ya

gönderdi onu.



Çocuk, akşam eve geldiğinde, yüzü solmuş,

sanki birşeyden korkmuş,

dudakları titriyordu.



Merakla sordu:

- Evlâdım neyin var? Niçin soldun böyle?

Birşeyden mi korktun?



- Evet, korktum babacığım,



- Neden korktun oğlum?



- Bu gün, hocam “bir âyet” okuttu bana.

O âyetin dehşetinden korktum.



- O hangi âyet?



- Müzzemmil sûresinin onyedinci âyeti

babacığım.



Bu âyette, “Allahü teâlâ” mealen;

(Siz bu gün, “küfür” ve “günah”tan kurtulmazsanız,

yarın kıyamet gününde “Cehennem ateşi”nden

nasıl kurtulacaksınız? O günün dehşeti, nice

gençleri “ak saçlı ihtiyâr”a döndürür)

buyuruyormuş.



Çocuğun korku hâli artarak devam etti.

Yemekten içmekten kesildi.

Günden güne eridi.



Ve o “korku”yla vefat etti.



Definin ertesi günü, babası ziyâret etti

bu mübârek çocuğu.



Kabri başında çok ağladı.



Ve göz yaşları içinde;

Kendi kendine;

- “Ey nefsim! Bak şu oğlun, bir âyet-i kerîme

işitmekle korktu, hastalandı ve bu dertle öldü.

Sen ise, aynı âyeti yıllarca okursun da,

hiç korku gelmez kalbine.

Taş mıdır senin kalbin?”



diye mırıldandı.

1893
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / ALLAHÜ TEÂLÂYI BİLİR MİSİN?
« : Temmuz 04, 2008, 01:53:54 ÖÖ »
Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; "Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim." deyip, çocuğun yanına geldi ve:

-Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu.

Çocuk:

-Kul nasıl sâhibini bilmez?" dedi.

-Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun?

-Bu koyunlarımla.

-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?

-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim

-Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?

-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.

-Böyle olduğunu nasıl bildin?

-Yine bu koyunlardan.

-Nasıl?

-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek:

-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu.

Çocuk:

-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

-Peki başka ne öğrenmişsin?

-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.

-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.

-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.

1894
genç mücahidlerimizden biri cihada gitmek üzereyken annesiyle vedalasıp helallık dilemek istedi AnneSi: evladım eger senın ölüme gittiğini bilsem kesınlıkle senin gitmene izin vermicektım ama kuranda gecen bakara süresındeki ''ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLANLARA ÖLÜ DEMEYİN ONLAR DİRİDİRLER LAKİN SİZ SEZMESSINIZ'' ayeti hatırıma geldiği vakit senin memnuyetle gitmene izi veriyorum dedi.yolun acık olsun oğlum dedi ve son bişi daha sölicem dedi evladım sözlün; sözlün ne olcak onun haberi yok ki senın gideceginden genç: hiç birşey demeden göğsünü acıp henuz kurumamış kıpkırmızı bir gül cıkardı ve annesine uzattı al anne: bunu ona ilet yeter dedi ve ben sağ kaldıkça bu kırmızı gülde solmayacak dedi nasıl olur evladım dedi annesi olurmu hiç öle bişi en fazla suda kalsa bile en fazla bi ay dayanır. genç gene söze başladı ANNE: SEN BAKARA SÜRESİNDEKİ AYETİ NE CABUK UNUTTUN ŞEHİDLER ÖLMEZ DİYE DEMEK O GÜLDE SOLMAYACAK DEDİ annesi baŞındaki yaşlılık yazmasıyla göz yasını sildi oğlum git git evladım git RABBİM SENIN İÇİNDEKİ CEVHERİ EKSİK ETMESİN İNŞ RABBİM senınle ve arkadaşlarınla olsun inşş yolun acık olsun dedi. daha sonra annesi o gülü genç mucahidin sözlüsüne verdi ve o genc in sözlüsü ölünceye kadar evlenmedi ona sözlü kaldı neden mi cunkü gül SOLMADİKİ....

1895
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / İbretlik Bir Hikaye
« : Temmuz 04, 2008, 01:52:33 ÖÖ »
Adamın biri,bir gün elbiselerini yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmişti.Nehrin kenarında dururken,bir de baktı ki Görülmemiş şekilde büyük bir akrep kendisine doğru geliyor.
Çok korkmuştu.Akrebin şerrinden Cenab-ı Hakk'a sığındı.Akrep nehire geldiğinde,sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi.Akrep,kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler.
Gördükleri,adamın çok tuhafına gitmişti.Onları nehrin kenarında takip etti.Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde akrep,kurbağayı bırakıp dalları büyük,gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.
Adam bir de baktı ki,ağacın altında Allah'a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor.Kendi kendine:"La havle vela kuvvete illa billah.Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar,bu genci sokmak için geldi."dedi ve içinden,akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeye karar verdi.Onun için akrebe yakın bir yerde durdu.Bir de baktı ki karşıdan büyük bir yılan,genci öldürmek için,gence doğru geliyor.Bu sırada akrep,yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı.yılan öldükten sonra akrep,nehre döndü.Kurbağa da onu orada bekliyordu.Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti.Adam arkalarından bakakalmıştı.
Gencin yanına geldiğinde,genç hala uyuyordu.Adam kendi kendine şöyle dedi:
"Ey uyuyan genç!Allah(c.c) seni,sen farketmesende karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur.Sen uyusan bile Allah(c.c) uyumaz.O kullarına çok merhametlidir.

1896
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Sümeyye binti Habbat (r.a)
« : Temmuz 04, 2008, 01:51:41 ÖÖ »
Hazret-i Sümeyye radıyallahu anhâ İslâm’da ilk şehid olan hanım sahâbî...


Ammar İbni Yâsir radıyallahu anh’in annesi... Ailecek kocası Yâsir ve oğlu ile beraber müşriklerin işkenceleri altında inlemelerine rağmen, imanlarından taviz vermeyen bir iman eri... Allah ve Rasûlü yolunda şerefle ölmeyi göze almış yiğitler...


Şirke düşmemek için çırpınan, ezâ ve cefâlara sabırla direnen bir mü’min âile... İslâm’ın ilk çilekeş ailesi... Allah ve Resûlü yolunda can veren ilk şehidler.

Sümeyye binti Habbat, Mahzumoğullarından Ebû Huzeyfe İbni Muğıre’nin câriyesi idi. Hizmetiyle kendini sevdirmişti. Ebû Huzeyfe onu Yâsir ile evlendirdi. Yâsir, Yemen’den kalkıp Mekke’ye gelen ve Ebû Huzeyfe’ye sığınarak yanında çalışan bir gençti. Çocukları olunca Yâsir’i âzat etti.


1897
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / BIR "GÜL" MASALI...
« : Temmuz 04, 2008, 01:50:54 ÖÖ »
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir kasabada yaşayan dünyalar

güzeli bir kız varmış. Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve

ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu görmeye

gelirmiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi, nice şovalyeyi reddeden

güzel kız kimseleri beğenmezmiş.

Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu kıza aşık olan bir delikanlı da bu kızı

istemiş. Ama kiz onu da reddetmiş. Aradan uzun yillar geçmiş. Bizim

delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş,

çoluk çoluğa karışmış.

Bir gün yolu bir zamanlar yaşadigi güzel, küçük kasabaya düşmüş. Orada

tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar

güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi

olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Bizimki bir zamanlar

herkesi reddetmiş olan kizin kocasini çok merak etmiş. Bir gün gizlenip

kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi

çirkin bir adammış. Üstelik zengin bile değilmiş.

Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız

kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu

sormuş. Kiz da ona, arkasindaki gül bahçesinden en güzel gülü koparip

getirirse, cevabı vereceğini, bu arada tek şartının bahçede ilerlerken,

geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.

Adam da bunun üzerine yüzlerce gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış.

Birden çok güzel sarı bir gül görmüş. Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde

kocaman pempe bir gül gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ilerde

muhteşem güzellikte kirmizi bir gül goncasi görmüş. Tam onu koparirken

ilerde...

Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki sonuncu

gülü koparıp kıza götürmüş.

Bahçenin en güzel gülünü beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş

cılız bir gül.

Gülmüş adama..

"Bak gördün mü" demiş, "Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve

sen sonunda en kötüsüne bile razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik

gitmeden doğru seçimler yapmayı öğrenmek gerekir."

1898
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / GERÇEK GÜN YÜZÜNE ÇIKINCA
« : Temmuz 04, 2008, 01:49:58 ÖÖ »
Zülkarneyn Aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna “ayağınıza takılan şeyleri toplayın” diye emir verir. Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup:

-“Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım” diyerek hiçbir şey toplamıyorlar.

İkinci grup ise;

-“ Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordun komutanına itaat etmek gerekir.” diyerek az bir şey topluyorlar.

Üçüncü grup ise;

-“Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete mebnidir” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.

Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca:

Hiç almayan birinci grup;

-Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık” diyerek pişman oluyorlar.

Az alan ikinci grup ise;

-“Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık” diye sitem ediyorlar kendilerine.

Çok alan üçüncü grup ise:

“Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık” diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.

İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi ağıtlarda bulunacak.

Kafir olan;

- “Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik,ebedi cehennemden kurtulsaydık,”

Mü’min, fakat az sevabı olan;

-“Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım.”

Mü’min,çok sevabı olan ise;

-“Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım...” diyeceklerdir.


1899
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / NAMAZDA VURULMAK
« : Temmuz 04, 2008, 01:49:12 ÖÖ »
Rasul-i Ekrem s.a.v.'in de hazır bulunduğu 'Zâtü'r-Rika' gazvesindeki bir çarpışmada, müslümanlardan biri müşrik bir adamın muharebe yerinde bulunan karısını öldürmüştü. Kadının kocası da misilleme olarak mutlaka bir müslüman öldürmeye yemin etmişti. Rasulullah s.a.v. ve arkadaşlarının peşinden onları izlemeye başladı. Allah Rasulü akşam üstü bir yerde konaklama hazırlığı yaptı ve yanındakilere sordu:
- Bu gece istirahatimizde bize kim bekçilik yapacak?
Muhacir ve Ensar'dan iki adam cevap verdiler:
- Ya Rasulallah, biz sizler için nöbet tutarız.
- Öyleyse şu vadinin giriş kısmında bekleyin.
Bu iki gönüllü, Ammar b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr idiler. Gece nöbetine duracakları sırada Ensar'dan olan Abbâd, Muhâcirler'den olan Ammar'a:
- Gecenin hangi bölümünde nöbette olmamı istersin? diye sordu. O da:
- Gecenini ilk bölümünde benim yerime sen bakıver, dedi.
Bu karardan sonra Muhacir, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanına uzanıverdi. Nöbetteki Ensar da, vaktin değerlendirmek için gece namazına durdu.

Meğer karısı öldürülen müşrik herif de, o sırada yakınlardaydı. Namazda duran adamı farketti ve onun nöbette olduğunu anladı. Bir ok atıp sapladı ve atmaya devam etti. Nöbetçi sahabi üçüncü okla ağır yaralanmıştı. Derhal rükû ve secdeleri yapıp namazının tamamladı ve arkadaşını uyardı:
- Kalk artık kalk! Ben yaralandım arkadaş, hareketten kesildim!..
Arkadaşı yerinden fırlayınca, okçu müşrik de korkup uzaklaştı. Yaralı arkadaşının durumunu gören Muhacir hayretle sordu:
- Fesubhanallah! Sana ilk ok atılanca beni uyandırsaydın ya!
- Okumakta olduğum bir surenin ortalarında idim. Onu kesmek istemedim. Eğer Rasulullah'ın bize verdiği nöbetçiliğe zarar gelmeyecek olsaydı, canım çıkasıya okuduğum sureyi kesmezdim.

1900
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN (a.s)
« : Temmuz 04, 2008, 01:47:55 ÖÖ »
KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN (a.s)
Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.


Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?


Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da,
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.

1901
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!) [Hakim]

(Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir.) [İ.Ahmed]

(Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!) [Buhari]

(Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere Allah lanet etsin!) [Taberani]

Benzemek niyeti olmasa da, erkeğin boynuna kolye, koluna bilezik ve kulağına küpe takması kadınlara benzemek olur ve caiz değildir. Kadının da, benzemek niyeti olmadan da, pantolon giymesi caiz olmaz. Pantolon erkek kıyafetidir.

Seadet-i Ebediyye kitabında diyor ki:
(Tergib-üs-salât’daki hadis-i şerifte, (Örtülü olan çıplaklara ve erkek gibi giyinen kadınlara ve kadın gibi giyinen, süslenen erkeklere lanet olsun) buyuruluyor. Hele dar pantolon, erkeklere de caiz değildir. Çünkü, kaba yerleri dışardan belli olmaktadır. Bundan başka, kadınların pantolon giymeleri eskiden de, şimdi de İslam âdeti değildir. Dinsizlerden, İslam tesettürünü bilmeyenlerden gelmektedir. Haramlar yayılsa, yerleşseler de, İslam âdeti olamazlar. Kâfirlere benzeyenin, onlardan olacağı, hadis-i şerifte bildirilmiştir. Pantolon, manto altına giyilebilir ise de, mantonun pantolon yokmuş gibi dizleri örtmesi lazımdır.)

Hadis-i şerifte örtülü olan çıplak ifadesi geçiyor. Tayt giyenler örtülü müdür? İçindeki çamaşır belli oluyor. Kaba yerleri dışardan belli olmaktadır. Pantolon da öyledir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Avret yerlerini açanlara ve başkasının avret yerine bakanlara, Allah lanet etsin!) [Beyheki]

1902
DİNİ BİLGİLER / Bayanların kaş aldırması dinimizce uygun mudur?
« : Temmuz 04, 2008, 01:37:05 ÖÖ »
1650 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah onu (şeytanı) rahmetinden koğdu. (Şeytan şöyle) Dedi: Celâlin hakkı için, kullarından muayyen bir nasib edineceğim. Onları (ne yapıp-edip) behemahal saptıracağım. Onları (elde ettiğim insanları) mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım. Onlara emredeceğim de; davarların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de, Allah'ın yarattığını (fıtratı) değiştirecekler." Kim Allahû Teâla (cc)'yı bırakarak, şeytanı velî edinirse; şüphesiz (kat'i olarak) büyük bir ziyana uğramıştır"(64) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "Bu ayette, Allahû Teâla (cc)'nın yarattığı şekli (fıtratı) değiştirmenin câiz olmadığı beyan edilmiştir. Ayrıca şeytanın; Allah'ın rahmetinden koğulduğu ve ona uymanın dalâlet olduğu açıklanmıştır. Müşrikler; putlara kurban edecekleri hayvanların kulaklarını (yarmak sûretiyle) işaretlerlerdi. Bunun da şeytan tarafından; vesvese ve ilkâ yoluyla gerçekleştirildiği belirtilmiştir."(65) diyerek konunun hassasiyetini vurgulamışlardır. Şimdi süslenmek niyetiyle, fıtrata müdahale şekilleri üzerinde duralım.

1651 Dövme yaptırmak ve dişlerin şeklini değiştirmek: Abdullah İbn-i Mesûd (ra) ve İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav): "Vücudunda dövme yaptırana ve (dövme işini) yapana, normal dişlerini (genç ve güzel görünmek) niyetiyle yontarak şeklini değiştirene ve bunu icrâ edene lânet etmiştir"(66) Derinin iğne veya çuvaldızla delinerek; altına çivit, sürme ve diğer boyaların doldurulmasıyla "dövme" (vaşime) meydana gelir. Bazı cahiller; kollarına veya pazularına, arslan, kaplan ve bunun gibi hayvan şekilleri yaptırırlar. Bu kat'i olarak haramdır. İlaçla giderilmesi mümkünse; derhal yapılması, vacip olur. Diş meselesine gelince; buna "Tefellûç" denilir. Ön dişleri törpüleyerek aralık açmak ve güzelleşmektir. Bunu genellikle yaşlı kadınlar; genç ve güzel görünmek niyetiyle yaparlar. Dişleri törpüleyen ve törpületen müşterek haram işlemiş olur. Ancak tedavi niyetiyle; mü'min ve mütehassıs bir dişçinin yaptığı iş ayrıdır. Ona "Tefellûç" denilmez.

1652 Kaş aldırmak: Resûl-i Ekrem (sav)'in lânetine kaş aldıran ve alanlar da dahildir.(67) Kaşın kıllarını iyice inceltmek ve kaşı yukarıya almak sûretiyle "kaş aldırma" işlemi gerçekleşir. Bu da hilkati değiştirme manasınadır. Fûkaha; kadının yüzünde sakal ve bıyık çıkarsa, bunun alınmasının câiz olduğunu esas almıştır.(68) İbn-i Abidin; sakal ve bıyığın kadında fıtrat olmadığını, bu sebeble (eğer çıkarsa) kesilmesinin müstehab olacağını beyan etmiştir. Şurası muhakkaktır ki; büyük masraflarla yaptırılan "estetik ameliyat"lar da, fıtratı değiştirme hükmüne tabidirler. Ancak (herhangi bir kaza sonucu) sonradan meydana gelen ve insanın toplum içinde mânen ezilmesine sebeb olan anormallikler düzeltilebilir. Çünkü bu tedavi hükmündedir.

1653 Saçı-saça eklemek: Hz. Esma binti Ebu Bekir (ranha)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te, saçı-saça eklemek yasaklanmıştır. Hadis-i Şerif şudur: "Resûl-i Ekrem (sav)'e bir kadın gelerek: Ya Resûlullah!.. Benim yeni gelin bir kızcağızım var. Çiçek hastalığına tutuldu da, saçları döküldü. Bu saçları ekleyeyim mi?" diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Ekleyene de, ekletene de Allah lânet etsin" buyurdular."(69) Hanefi fûkahası: "Kadınlar saçlarımız uzun olsun ve çok görünsün diye; başkasının saçını, kendi saçlarına eklerler. Bunu Resûl-i Ekrem (sav) şiddetle men etmiştir"(70) hükmünde müttefiktir. Günümüzde kadın saçının alışverişe dâhi konu edildiği görülmektedir. Bilhassa "peruk" yapımı alabildiğine çoğalmıştır. Molla Hüsrev: "İnsanın kılının satılması fâsiddir. Zirâ insan mükerremdir, mübtezel değildir. Şu halde insanın cüzlerinden bir şeyin hakir, önemsiz ve hor kılınması câiz olmaz. İnsanın kılının satılması câiz olmadığı gibi, onunla faydalanmakta câiz olmaz"(71) hükmünü zikreder.

1654 Saçı ve sakalı boyamak: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şüphesiz ki, yahudilerle hristiyanlar saçlarını boyamazlar. Şimdi siz onlara muhalefet edin"(72) buyurduğu bilinmektedir. Diğer bir Hadis-i Şerif'te de; yahudi ve hristiyanların ihtiyarlarının sakallarını boyamadığı, onlara muhalefet edilmesi gerektiği beyan edilmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra)'in, sırf müşriklere muhalefet için boyadıkları rivayet edilmiştir. Saç ve sakalı boyamak mübahtır. Mü'min erkekler için sakal bırakmanın lüzumu üzerinde daha önce durmuştuk.(73)


Ayrıca; (Kaynaklar aşağıda verilmiştir.)
3) Kaş aldırmak:
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in lânetine kaş aldıran ve alanlar da dahildir.50 Kaş aldırmak, kaşın kıllarını yolarak iyice inceltmek ve kaşı yukarıya almak sûretiyle yapılmaktadır. Bu, hilkati değiştirme mahiyetindedir.51 Ancak kadının yüzünde biten kılları aldırması ve kocasının izniyle normal makyaj yapması bir kısım İslâm ulemasınca caiz görülmüştür.52

4) Peruk takmak:
Rasûlullah'ın menettiği ve lânetlediği şeylerden birisi de saçı dökülen veya dökülmeyen kimselerin başlarına başkalarının saçlarını koymaları veya bunları eklemeleridir.53
Saç takma ve eklemede hem tabiî şekli değiştirmek, hem de karşısındakini yanıltmak, ona genç görünmek vardır ki, İslâm bunları hoş görmemiştir.
Ancak ipek veya yün iplikleri örgü yapıp eklemek aynı mânada olmadığı için caiz görülmüştür.54

5) Saç ve sakalı boyamak:
Peygamberimizin (s.a.v.) çağında yahûdi ve hristiyan ihtiyarları ağaran saç ve sakallarını boyamazlardı; onlara benzemesinler diye yaşlı sahâbiler boyamaya teşvik edilmişlerdir.55
Boyanın rengi üzerinde durulmuş, siyaha boyamanın cevazı tartışılmıştır.
Kına kırmızısı ve kırmızı-siyah karışımı nebâti boyalarla boyamak ittifakla caizdir.
Kadınların siyaha boyamaları umumiyetle caiz görülmüştür.56
Rasûl-i Ekrem'in, kâfirlere benzememek için saç ve sakal boyama emri "teşvik emri" olarak telâkki edilmiş, bu sebeple Ebu-Bekr, Ömer (r.anhuma) gibi sahâbîler boyamış, Ali, Ubey, Enes (r.anhum) gibi sahâbîler ise boyamamışlardır.57




-------------------------------------------------------------------------
50. Ebû-Dâvûd, K. et-Teraccul, 5; Buhâri, K. el-Libâs, 82, 84; Müslim, K.el-Libâs, 120.
51. Bazı hanbelîler bunu tenzihen mekruh sayarlar.
52. İmam Nevevi de caiz görenler arasındadır. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, Kahire, 1959, C. XII, s. 500.
53. Buhârî, K. el-Libas, 83, 85; Müslim, K. el-Libâs, 115, 117, 119.
54. İbn Hacer, Ag. esr., s. 497.
55. Buhârî, K. el-Enbiyâ, k50; el-?ibâs, 67; Müslim, el-Libâs, 80.
56. İbn Hacer, Ag. esr, s. 473-477.
57. Aynı eser, s. 477.

1903
DİNİ BİLGİLER / Dinimizde bir bayanın makyaj yapması caiz midir?
« : Temmuz 04, 2008, 01:33:02 ÖÖ »
İslâm Dinî, bazı şartlarla süslenmeye ve boyanmaya cevaz vermiştir. Bilindiği gibi, müçtehit imamlar devrinde günümüzde kullanılan boya ve makyaj malzemelerinin çoğu yoktu. Ancak bu anlamda kına ve bazı bitkilerin köklerinden ya da çiçeklerinden elde edilen boyalar eksik değildi. O nedenle belirtilen konuda yaptıkları içtihad ve tesbitlerde daha çok genel hükümler koydular ve yeni yeni çıkacak süslenme malzemeleri hakkında uygulanacak esasları tesbit ettiler.

Kadın veya erkek, birbirlerine kendi yuvaları içinde daha çekici görünebilmek için süslenebilirler, bunda bir sakınca yoktur. Ama başka kadın veya erkeklerin dikkatini çekmek için bunu yaparlarsa kerahet vardır, hattâ bu kerahet onların niyet ve davranışlarına göre haram da olabilir.

Kadınların Süslenmesi : Kadınlar, deri üzerinde bir tabaka oluşturmayan boyalarla kocalarına şirin görünmek için boyanabilirler. Bugünkü tabir ile aşırı olmamak şartıyle makyaj yapabilirler. Sokağa çıkarken bu tip süslenmeleri asgariye düşürmeleri ve mümkün olduğu nisbette tesettüre uymaları gerekir. Bunun aksini yapmak caiz değildir. Günümüzde kadınların tırnaklarını uzatıp oje ve benzeri boyaları sürmelerinin iki sakıncası vardır: Biri, tırnakları uzatmak kesinlikle mekruhtur. Diğeri, tırnak üzerinde bir tabaka oluşturup abdest ve gusülde suyun deriye nüfuz etmesini engellediğinden kadının bu durumda aldığı abdest ve yaptığı gusül sahih olmaz. O halde kadınlara bu hususta tavsiye edilen şudur: Kadın annedir ve ev hanımıdır. O ancak kocasına şirin ve çekici görünmesi için süslenir. Tırnaklarını boyamaz, çünkü yemek pişirir, çamaşır yıkar, abdest alır ve gusleder. Yüzünü belirtilen amaçla yani kocası için süsler ve temizliğe azamî derecede riâyet ederse, sevap kazanır. Erkeğin de aynı temizlik ve çekicilik içinde hazırlanması da bu anlamda sünnettir.

Ayrıca kadınların saçlarını kendilerine nikah düşen erkeklere göstermesi haramdır. Güzel görünmesi için Boyanıp süslemesi bu günahı daha çoğaltır. Müslüman bir hanım efendi, boy abdesti almak ve namaz için abdest alması gerektiğinden boyanın suyu geçirmeyecek derecede olması, dolayısıyla boy abdestinin ve namaz abdestinin olmaması anlamına gelir. öyleyse yalnız kocasına güzel görünmenin dışında süslenmeleri doğru değildir. Kocası için süslenmiş ve boyanmış sa su geçirmeyen cinsten boyaların mutlaka temizlenip ondan sonra abdest alınması gerekir.

Kaynak: Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Celal Yıldırım, Cilt 4 s. 209-210.

1904
Testler - Anketler / İlk aşkınız için ne söylersiniz?
« : Temmuz 04, 2008, 01:22:28 ÖÖ »
Kabuledin herkes aşık oldu...içimizde duygu ağırlayan kalp taşıyoruz hepimiz.............


peki şimdi soruyorum:

ilk aşkınız için ne söyleyeceksiniz?

1905
Forum Oyunları / Ynt: Son Harften Kelime Bulma
« : Temmuz 04, 2008, 01:04:46 ÖÖ »
izmir

Sayfa: 1 ... 125 126 [127] 128 129 ... 164