İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - aksaa

Sayfa: 1 ... 118 119 [120] 121 122 ... 164
1786
Forum Oyunları / Ynt: en cok sevdiginiz yemek nedir?
« : Temmuz 11, 2008, 05:33:48 ÖS »
Pirinç pilavı,bezelye yemegi,bamya,ve salata

1787
Forum Oyunları / Ynt: son kelimeyi başa koy.....
« : Temmuz 11, 2008, 05:33:01 ÖS »
Varsa kalp sende, bendeki kalp degildir kesin  :agla :agla :agla

1788
Forum Oyunları / Ynt: son kelimeyi başa koy.....
« : Temmuz 11, 2008, 05:15:58 ÖS »
oyna ile birşey gelmedi  :kzgn :kzgn

1789
Msn Avatarları / Ynt: ..TürkiyeM..
« : Temmuz 11, 2008, 02:49:54 ÖS »
ricaederim...

1790
Forum Oyunları / Ynt: üstteki üyeyi tek kelimeyle ifade et
« : Temmuz 11, 2008, 12:51:20 ÖS »
Bursalı

1791
Msn Avatarları / ŞİMŞEKLE İSİM YAZMA
« : Temmuz 11, 2008, 12:45:41 ÖS »
TALHA



OLCAY




BEKİR


Sipariş üzerine isim yazılır  :kat :kat :kat :kat

aşagıdaki linkte


http://www.glassgiant.com/lightning/

1792
Msn Avatarları / ..TürkiyeM..
« : Temmuz 11, 2008, 12:39:48 ÖS »

































1793
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / 73 Nolu Mahkûm
« : Temmuz 11, 2008, 12:21:28 ÖS »
Dr. Springer Galliban adında bir şahıs anlatıyor:
Çin'de Mareşal Eul-Chann-Ming'in özel doktoru olarak bulunuyordum. Yabancı biri olmama rağmen Mareşal'in çok güvenini kazanmıştım. Burada kaldığım beş yıl zarfında bana en çok tesir eden hâtırâ şu olmuştur:
Han-Cheou şehrindeydik. Doktor olduğum için sabahın erken saatlerinde alana gittim. Herkes yerini aldıktan sonra mahkûmları idam etmeye başladılar.
Bu kargaşa içinde 73 numaralı mahkûm dikkatimi çekti. Zavallı rahat rahat ve kendini unutmuş bir halde kitap okuyordu. Bu durumdaki bir insanı çekebilecek kitâbı çok merak etmiştim. Yanına giderek onunla konuşmaktan kendimi alamadım:
"-En son dakikalarınızda sizi tesellî edecek böyle bir kitap olabilir mi?" diye sordum. Gözlerini kitaptan kaldırmadan güzel bir İngilizce ile cevap verdi:
"-Bütün ömür boyunca edinilmiş tecrübelerin, bir dakika içinde boş olduğu anlaşılabilir. Öyle ki ölüm yaklaşırken bile…"
Bu cevap karşısında söyleyecek bir şey bulamadım.
Genç subayın kılıcının her kalkıp inişinde, bir mahkûmun vücudu delik deşik oluyor, korkunç bir şekilde yere yıkılıyordu. Böyle bir durumda nasıl sâkin olabildiğini anlayamıyordum. Bu insan, kılını bile kıpırdatmadan okuyor, âdetâ başka bir âlem içinde yaşıyordu. Elindeki kitabın sayfalarını çevirirken kendimi tutamadım:
"-Sizin için bir şey yapabilir miyim? Son bir isteğiniz var mı?" diye sordum.
Hayatını kurtarabilmem için bana yalvaracağını zannediyordum. O, başını kaldırdı, alaycı bakışlarla beni süzdükten sonra dalgın ve sakin bir sesle:
"-Hepimizin ölüm saati önceden tesbit edilmiştir. Üniformalı şu genç adam, eline yakışmayan kılıcıyla ölüme emir verdiğini sanıyor. Halbuki yanılıyor doktorcuğum. Siz Allâh'ın huzuruna benden önce çağrılabilirsiniz. İnsanlara hayat vermek veya almak hakkını bunlara kim vermiş. Yanılıyorsunuz…" dedi. Ve okumaya devam etti.
Henüz 46 mahkum öldürülmüştü ki, genç subayın sendeleyerek yere düştüğünü gördüm. Yanına koşup muayene ettim, ancak çok geçti, kalbi durmuştu. Âni bir ölümle karşı karşıyaydım, sebebi belli değildi. Gözlerin kendiliğinden o Çinliyi aradı. O ise hâlâ kitabını okumaya devam ediyordu. Başka bir subay kılıcı alarak emir vermeye devam etti.
Mahkumların sırası git gide küçülüyordu. Soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum. Çinlinin ilk söylediği gerçekleşmişti, ya ikincisi…
İnfazı kontrol etmek üzere etrafta atıyla dolaşan bir subay gördüm. Koşarak atının dizginlerine sarıldım.
"-Sayın albay, beni sevindirmek istemez misiniz?" diye sordum.
Kısa zaman önce mühim ve derin bir yarasını tedavi etmiştim.
"-Memnuniyetle doktor!.." diye cevap verdi.
"-73. mahkumu bana bağışlayın!.. Yaşamak onun hakkıdır… Daha o kadar genç ki.." diyebildim.
Albay şaşırmıştı. Mareşal'in bu konularda çok titiz olduğunu, yapacak bir şeyin olmadığını ifade etti. Soğukkanlılığımı kaybettiğim için utanmıştım.
O, hâlâ kitabından gözlerini ayırmıyor, böylece ölüme meydan okuduğunu zannediyordu.
Âniden tiz bir boru sesiyle ateşkes işareti vererek dört nala bir emir atlısı alana girdi. Atından atlayan asker, albaya bir zarf uzattı. İnfazın bitmesine son iki mahkum kalmıştı. Albay kağıdı okuduktan sonra ateşkes emri verdi. Beni yanına çağırarak:
"-Koruduğunuz adamın şansı varmış doktor, gelen emir ona ait!." dedi.
Artık söylenebilecek tek kelime yoktu. Bakışlarımı Çinliye çevirdim, sanki kurtulan bendim. Sarsılmaksızın dimdik duruyor, Arapça yazıların bulunduğu kitâbı elinden sarkarken gözleriyle uzaklara bakıyordu. Sanki bu topraklardan ötesini görmek istiyordu. Yüzünde ne korku ne sevinç izleri seziliyordu. Çevremde her şey dönüyordu, sonunda o da silindi…
Kendime geldiğim zaman kaybolmuştu. Kendisini tanımayı çok istediğim halde onu, hiçbir zaman göremedim. Hâlâ yaşadığını sanıyorum, çünkü ben de yaşıyorum

1794
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / AY'a İLK AYAK BASAN ADAM ANLATIYOR
« : Temmuz 11, 2008, 12:20:05 ÖS »
20 Temmuz 1969’da Ay’a ilk insan indi. Adı Neil Armstrong. Astronot Armstrong şu tarihi sözleri naklen yayın içinde de dünyaya duyurdu: ’Kartal inmiştir.’ Apollo-11 personeli Aldrin ve Collins ile birlikte üç astronottan oluşuyordu. Ay’da yürüyen Armstrong inançları güçlü bir hristiyan idi. Ancak yolculuk boyunca birtakım şeyler ’Sansür’ ediliyordu. Üç astronot birden ’Ba bir cisim’ görmüşlerdi.Bütün konuşmalar bantlara geçiyordu:
ASTRNOT ALDRİN: Açık kitap gibi bir şey var burada, tam durgunluklar denizinin üstünde.’
ASTRONOT ARMSTRONG: ’İki halka gibi, daha doğrusu bir kitap gibi.’
ASTRONOT COLLİNS: ’Sekstantın odağını değiştirdiğimde bir kitap biçiminde olduğu daha iyi belli oluyor.
YER KONTROL: ’Ne diyorsunuz siz, ayda kitap mı var? Tuhaflıklar bantlarda yer almaya devam ediyordu. Ertesi gün k! itap yok olmuştu ama şimdi de bir parazit radyoyu sürekli meşgul etmeye başladı. İtfaiye arabasının sirenine benzeyen bir ses.
COLLİNS: ’Duyuyor musunuz? Şu sesi kesin yoksa kulaklarım patlayacak.’
YER KONTROL: Bu ses bizden değil, yabancı kaynaklı. Orada sizinle birlikte balarının da bulunmak istemediğine emin misiniz?
ARMSTRONG: ’Şimdi de bir müzik başladı. Yer kontrol, şu parzitlerinizi keser misiniz?’
YER KONTROL: ’Hiçbir arıza yok. Müzik oradan sizden geliyor.’ ALDRİN: Hiçbir zaman anlaşamayacağız galiba. Bu müzik sesi bizden gelmiyor.

Ertesi gün Armstrong, Ay’a ayak bastı ’Kartal indi’ diyordu. İlk insan ay’da geziyordu. Birden yine o siren sesi gibi parazit geldi. Ama bu kez keskin seslerin içinde şu sözler bantlara geçti: ’RABBİ-EL ARDZ- DİNİ ENDAHU- İZA- KUN-ALİM’

YER KONTROL: ’Hey kim konuşuyor?’ Bu sırada Armstrong ayda yürüyordu. O müzik gibi ses bir daha başladı. ’Eşhedu enlailahe illallah’
YER KONTROL: ’Yine uçan daireler mi? Neydi o şarkının sözleri?’
COLLİNS: ’EŞEN MAHATMA RESSAMBALLA’ filan dedi. Bu Hintçe.
ARMSTRONG: ’Tamamını dinledim. Kalbe bir huzur veriyor. Galiba Afrika radyolarından biriydi.’
ALDRİN: ’Frekans değiştirdim yine aynı ses. Bu ses Ay’dan geliyor. Radyo mesajı değil. İnanılmaz bir şey.’
YER KONTROL: ’Çıldırdınız mı siz? Havasız yerde ses yayılır mı?’
COLLİNS: ’Ne yani, yine uçan daireler mi?’
ARMSTRONG: ’Kitap biçiminde uçan daire olur mu?’
YER KONTROL: ’Bilinmeyen bir hastalık, uzay vurgunu mudur nedir? Bu sesler, kitap, melodi, hep hayal olmalı.’
ARMSTRONG: ’Hayali kamera çeker mi, hayalet bir ses teyp bandına kayıt olur mu?’
YER KONTROL: ’Peki havasız ortamda ses yayılır mı?


Sonra Armstrong ve Apollo-II Astronotları salimen dünyaya döndüler. Bantlar yeniden dinletildi. Bu sırada NASA’da görevli olan Mısır asıllı Faruk El Baz’a danışıldı. Ay’da okunan bir mesajın sözlerinin ’Arapça kutsal bir cümle olduğuna’ ilişkin bilirkişi raporu verildi. Daha sonra aynı cümleyi Apollo-16 astronotu ’Worden’de işitti. Aslında hiç kimse tatmin olmamıştı. Belki UFO, belki ba birileri ama Ay’da bir mesaj vardı. Armstrong hiç mi hiç tatmin olmuyordu. Bu sırada astronotlar dünyayı geziyorlardı. Gittikleri her yerde büyük bir ilgi ile karşılanan astronotlardan Armstrong’un yolu Mısır’ın benti Kahire’ye düşmüştü. Armstong kendisine gösterilen rağbetten memnundu. Bu sırada olan oldu. Armstrong irkildi ’Hey, bu müzik sesi ne?’ Mısırlılar gülmemek için kendilerini biraz tuttular. Sonra da cevap verdiler ’O müzik değil, Ezan.. Kilise çanları neyse, Cami’nin de ezanı odur.’ Armstrong, ’Ben bunu daha önce de işittim.’ Elbette işiteceksiniz, dünyada bir milyara yakın Müslüman var. Hangi ülkeye gitseniz mutlaka ezan okunur. ’Ben, dünyayı kastetmiyorum, bu sesi Ay’da duydum.’ Armstrong’un yüzü kireç gibiydi: ’Aman Allah! ’ım, Seni şurada yanıbaşımda değil, ta Ay’da buldum. Uzun bir süre Armstrong’dan ses seda çıkmadı. Sonunda bir açıklamada bulundu: ’Ay’a Besmelesiz ayak basmışım. Besmeleyi şimdi çekiyorum Artık ben de müslümanlardanım..’ Nekadarına Nekadar Kişi İnanır Bilemem....

alıntıdır


1795
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Sen Bir ALLAH De!.
« : Temmuz 11, 2008, 12:16:24 ÖS »
Zamanın birinde bir çoban varmış. Bu çoban padişahın kızına aşık olmuş. Onunla evlenebilmek için herşeyi göze almış ve başlamış bu işin çaresini aramaya. Garip çobanın ilk aklına gelen o zamanın alimini bulup ondan yardım istemek. Alimi bulmuş ve demiş ki:
- Ben padişahın kızına aşık oldum. Ne yapıp ne edip onla evlenmem lazım bana yol göster ocağına düştüm.
- Bu iş çok zor evladım. Sen garip bir çoban o padişah kızı.
- Olmaz mutlaka almam lazım ben onu bana nasihat et.
- Çok mu seviyorsun sen bu kızı?
- Evet çok
- Ne dersem yapacak mısın?
- Yaparım söz.
- Dinle beni o zaman şu andan itibaren şehrin girişine gidiyorsun kapısına oturup hiç kalkmadan uyumadan orada bekliyeceksin. Sana kim soru sorarsa tek cevabın ALLAH olacak.
Öğüdünü alan çoban hemen şehrin kapısına oturmuş bir tüccar gelmiş:
- Selamün Aleyküm demiş
- ALLAH
- Bu şehirde alabileceğim neler var
- ALLAH
- Sen delimisin
- ALLAH
Cevap alamayan tüccar gitmiş. Sonra gelen giden ne sormuşsa tek cevabı ALLAH olmuş. Çobanın ünü yayılmış şehire onu çok muhterem bir alim zat olarak tanımışlar. Bu söylenti padişahın kulağına gitmiş. Padişahda toparlanıp hemen ziyaretine gitmiş:
- Hocam buralarda yazık size
- ALLAH
- Sizi sarayımda görmek bana şeref verir
- ALLAH
- Hatta size akraba olmak isterim bir kızım var sizde uygun görürseniz izdivacınız bize şereftir.
- ALLAH ALLAH demiş. İstemem demiş
Alim zat çobana sormuş
- Evladım istediğin oldu işte neden istemiyorsun.
Çoban cevap vermiş:
- Yalan yere, dünya için çıktım buraya dedim ALLAH. Her istediğim oldu. Ben şimdi onu bırakıp nasıl başkasını severim...

alıntı...

1796
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Namaz Günahları Affettirir
« : Temmuz 11, 2008, 12:15:44 ÖS »
**...Namaz Günahları Affettirir...***

Resulullah (a.s.m.) ashabıyla mescitte idi. O esnada bir adam geldi ve:
– Ey Allah’ın Resulü, ben bir günah işledim, bana cezasını ver, dedi.

Resulullah adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtü Vesselâm yine sustu. Derken namaz vakti girdi ve namaz kılındı. Resulullah (a.s.m.) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü. Efendimizin (a.s.m.) vereceği cevabı merak eden Ebu Ümâme (r.a.) de adamı takip etti. Efendimiz adama:

– Evinden çıkınca güzelce abdest almış mıydın, diye sordu. Adam:

– Evet, ey Allah’ın Resulü, dedi. Bunun üzerine Efendimiz:

– Sonra da bizimle namaz kıldın mı, buyurdu. Adam:

– Evet ey Allah’ın Resulü, diye cevap verince, Efendimiz:

– Öyleyse Allah Teâlâ Hazretleri günahını affetti, müjdesini verdi.


Namazı Yaşayanlar/Said Demirtaş/Nesil Yayınları

1797
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Ertele-me
« : Temmuz 11, 2008, 12:14:32 ÖS »
Modern insanın hastalıklarından biri olan erteleme; nefis ile mücadele çabasındaki müminin de önemli bir problemi haline geldi ne yazık ki...

Yani, toplumca bir erteleme hastalığına tutulmuş gitmekteyiz. En tuhafı da bunun bir hastalık olduğunun farkında bile olmayışımız. Üstelik mühim bir hastalık! Bu tıpkı, ciddi bir akciğer enfeksiyonu geçiren bir hastanın, hafif bir üst solunum yolu problemi yaşadığını sanması kadar traji-komik. Çünkü çoğumuz, bu ‘erteleme’ işini, kontrolümüzde olan basit bir iş sanırız. Sanırız ki, irademiz dahilinde ve istediğimiz zaman bu hastalıktan kurtulabiliriz...

Oysa ki durum bundan daha vahim maalesef. Çünkü, kişi erteleme hastalığını sürekli yaşamaya başlayınca, alışkanlık haline dönüşür. Hastalık kronik hale gelir. Ve zamanla, karakterine, çok daha güçlenerek yerleştiğini fark edemeyiz bile...

Böylece basit bir iş, kurtulması gün geçtikçe zorlaşan, ağır bir sorun haline gelir. Tıpkı, Hz.Mevlana’nın -ks- Mesnevi’sinde anlattığı gibi:

“Adamın biri yol kenarına diken ekmiş. Önceleri zararsız gibi görünen bu dikenler, zamanla gelip geçenleri rahatsız etmeye başlayınca, şikayetler çoğalmış. Fakat, adam bu şikayetleri duymamazlıktan gelmiş. Derken, Allah-u Teala’nın bir veli kulu gelip adama dikenleri sökmesini söylemiş. Adam da:

“Bir hayli gün var babacığım. Bugün olmazsa yarın; bir gün mutlaka o dikenleri sökeceğim” demiş. Bunun üzerine Allah dostu, adama şöyle demiş: “Hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun. Fakat, bil ki günler geçtikçe o dikenler büyüyüp güçleniyor, sense güç kaybediyorsun. Dikenler gençleşiyor, sense giderek ihtiyarlıyorsun...”

İşte, bizlerin işi de bunun gibidir. İşlemekte ısrar ettiğimiz günahlar, o adamın dikenlerine benziyor ki ‘tevbe’ ipine sımsıkı sarılmadıkça, günah daha ısrarlı yerleşir hayatlarımıza... Başında dediğimiz gibi, sanırız ki kontrolümüz altında ve sanırız ki tövbe etmek, an meselesi!..

Bu rahatlıkla, erteleriz hep yarınlara... Erteledikçe ve uyanmadıkça tövbeye, göremeyiz günah dikenlerimizin, gönül köprülerimize ne sağlam kök saldığını. Ve göremeyiz, her geçen gün azalan direncimize rağmen, dikenlerin güçlenen köklerini!...

Hep erteleriz bir şeyleri, tüm umudumuzu yarınlara bağlayarak. Ve unutarak, bu günlerin de aslında ‘dün’lerin, ‘yarın’ı olduğunu. Oysa, Alemlere Rahmet diye gönderilen Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, on beş asır evvel veriyor gereken cevabı: “Yarıncılar helak oldu!” Başka söze ne hacet...

Hep erteleriz bir şeyleri... Ve ne acıdır ki, fark etmeyiz asıl ertelediğimizin kendi hayatımız olduğunu! Kaç ana-baba vardır, evlatlarının dini eğitimini hep bir daha ki yaza erteleyen...Kaç genç kız örtünme işini okul sonrasına; kaç delikanlı namaza başlamayı bir başka Cuma’ya erteleyen...

Bir ilmihal, bir itikat kitabı veya Kur’an öğrenmeyi erteleyenler, Allah-u Teala’nın rahmet kapısı olan sohbetleri bir daha ki haftaya erteleyenler...

İnsanın yüksek bir yere çıkıp haykırası geliyor:
Neye güveniyorsunuz, ey insanlar! Ertelediğiniz zamanlara dek yaşama garantisini hangi merciden aldınız? Allah’ın -cc- ‘Habibim’ dediği elçisi bile bilmezken ömür sermayesini; sizlere yarına dair bunca güveni kim veriyor ki, bu rahatlıkla erteleyip durmaktasınız, her yarını bir sonrakine...

Ey mü’minler! Bilmez misiniz ki, hayat tekrarı olmayan ‘tek filim’dir. Ve ertelediğimiz her zaman dilimi, kendi hayatımızdan çalmaktır, görmüyor musunuz!

Peki, o zaman çözüm ne? Diyeceksiniz. Çözüm, yapmanız gereken her ne ise onu ‘şimdi’ yapmak. Zaten o ‘şimdi’ dediğimiz andan başka hangi zaman var elimizde; geçmiş gitti, gelecek ise gelip gelmeyeceği belli değil!.. Öyleyse, elimizde olan en büyük sermaye, şimdiki an... Tek gerçek zaman.

Ey nefsim! İşlemekte ısrar ettiğin ne kadar günah varsa, hepsine şimdi tövbe ediyorum. Ve tövbemin ardından aynı günaha, bin kez dönecek olsan da bilesin ki, ben de senin ardından bin kez tövbe edeceğim ama hepsini bugün yapacağım. Çünkü ben ölüm meleğini, bir saniye bile ‘erteleyecek’ güçte değilim.

Sen de biliyorsun ki, hayat yapman ve yapmaman gereken pek çok şeyle dolu. Öyleyse illa bir şeyleri ertelemek istiyorsan, nefsinin arzularını ertele, dünyaya olan taleplerini ertele!...

“Ölüm, mü’min için nimet; kafir içinse felakettir” sözü, bu yüzden söylenmiştir. Kafirin hazırlığı yoktur. Oysa mü’min, tüm yapması gerekenleri zamanında yapmış ve Rahman’ın emanetçisi geldiğinde ‘biraz daha zaman’ deme lüksü bulunmadığını unutmamıştır.

Durum böyleyken ey nefsim: Eğer muradın ebedi kurtuluşa ermekse, Resulüllah’a -sav- uy ve helak olanlardan olma!..

Şeytanın seni yolundan alıkoymak için telkin ettiği her ne varsa ertele! Ama hayrı; ama güzelliği; ama Resulün ahlakı ile ahlaklanmayı, Rahman’a tabi olana tabi olmayı ve ille de kök salmış günahlarına tövbe etmeyi, sakın erteleyeyim deme!..

Ve sen mü’min kardeşim! Bilesin ki, Hakka tabi olma yolunda, nefsinin en ciddi hastalıklarından birisidir erteleme; ve sen sen ol, bu hastalıkla mücadeleyi asla yarına erteleme!

alıntı...

1798
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / KÜÇÜK GÜNAH HEP KÜÇÜK MÜ KALIR
« : Temmuz 11, 2008, 12:13:52 ÖS »
Tevbede sebat etmedikçe ve günahları terk etmedikçe ilâhi yardımı ummak doğru olmaz. Allah'ın rahmet, bereket ve inayeti sonsuzdur ama hesabı ve azabı da şiddetlidir.
Kâmil bir tevbe için büyük günahları terketmek lazım geldiği gibi, küçük günahları da terk etmelidir ve günahların hem zahirde hem de bâtında terki gerekir. Hırs, haset, kötü zan, Ümmet-i Muhammed'e karşı kin ve nefret gibi içten işlenen günahları, dıştan işlenen günahlar gibi terk etmedikçe insan günahtan kurtulmuş olamaz.

Allah Tealâ: "Eğer siz, yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, diğer kusurlarınızı örter, sizi üstün, seçkin bir yere koyarız." (Nisa, 31) buyuruyor.
İbn Hacer Heytemî k.s. Hazretleri, "Büyük Günahlar" isimli iki ciltlik eserinde dört yüz küsur günah-ı kebairi bildirmiş, hükümlerini arzetmiştir. Küçük günahlar da küçük diyerek fütursuzca işlenirse, büyük günahların vebali içine düşülür.
Rasululah s.a.v. Efendimiz, ashabıyla (Allah onlardan razı olsun) bir vadiye geldi. Ashabına odun toplamalarını söyledi. Oysa görünürde odun yoktu. Ashap, çalı-çırpı dışında çevrede odun göremediklerini söylediler. Rasulullah s.a.v.: "Ele geçirdiklerinizi küçük görmeyin, bir kimse üst üste bir şeyler bulup biriktirirken bunların büyüyüp gittiğini görür." buyurduktan sonra şöyle devam etti:
"Hayır ve şer cinsi küçük şeyleri de böyle görmelisiniz. Küçük günah küçük günaha, büyük günah büyük günaha katılır. Hayır hayıra, şer de şerre katılıp, bunlar bir araya geldiği zaman büyür, gider. Tek başına olduğu gibi küçük kalmaz."
Şu halde bu çok önemli bir emr-i rabbanîdir. Onun için İki Cihan Serveri s.a.v. buyurmuştur ki:
"Mümin bir kul, işlediği günahı üzerine yıkılacak bir dağ gibi görür, münafık ise bir sinek gibi görür. Günahın küçüklüğüne büyüklüğüne bakmayıp, kime karşı işlendiğine bakmak lazım gelir."
Eğer işlenen günahın kime karşı işlendiği düşünülmez de herkes anlayışına, dünyadaki yaşayışına uyarak çirkin ameller işlerse, başımıza birbirini takip eden bela, musibet ve hastalıklar çöker. Bunun için Kur'an'da buyurulmuştur ki:

"Sizin başınıza gelen belalar kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır."

İnsanın başına hayır gelirse Allah'ın rahmetinden, şer gelirse nefsinden, şeytandan, dünyadan olduğu bilinmelidir.
Musibetlere düşen kimse bu musibetleri dünyevî sebeplerle izah edemez. Eğer yakîn sahibi ve şeksiz-şüphesiz Allah'ın hükümlerine inanmış ise, başına gelen bütün bela ve musibetlerin Allah'a karşı işlediği günahtan ve günahlarına tevbe etmeyişinden, günahta ısrar etmesinden ileri geldiğini bilmelidir.
Allah Tealâ Hazretleri, Nuh Aleyhisselam'ın kavmine hitabıyla bize bildirmektedir ki:
"(Nuh) dedi ki: Ey kavmim, gerçekten ben size açık bir uyarıcıyım." (Nuh, 2)
Ayetin tefsirinde; "Ey kavmim, itaat etmediğiniz sürece başınıza gelecek azabı beyanla ben sizi korkutucuyum. Eğer isyan ederseniz, helâk edici azabın geleceğini haber vererek sizi Allah'a itaat etmeye davet ediyorum." denilmektedir.
Sonraki ayetlerde de Allah Tealâ Hazretleri, Nuh Aleyhisselam'ın:
"Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Kuşkusuz Allah'ın takdir ettiği süre gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz." (Nuh, 3-4) dediğini bildirmektedir.

Cenab-ı Hak iki şeyi vaad buyurmuştur: Birincisi, bütün emirlere uyarak günahlarına tevbe edenlerin kurtuluşa ereceği, ikincisi tevbe edenlerin tehiri mümkün olan bir zamana kadar ecellerinin tehiriyle helâktan ve dünyanın zarar-ziyanından kurtulacağı…
Aksi halde, verilen mühlet ne kadar olursa olsun, insan ilâhi hükümlere uymadıkça, dünya ve ahirette uğrayacağı zarar kat'idir.

alıntı...

1799
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Nefse Neler söylemeliyiz?
« : Temmuz 11, 2008, 12:13:03 ÖS »
Nefse şunlar söylenebilir:

- Ey nefsim, yaptığın bütün işler kendi zararınadır. Niçin nasihat dinlemiyorsun?
- Benim kâr ve zararım nedir?
- Sen bir tüccarsın, kârın ebedî saadet, zararın ise ebedî felaket... Sermayen ise ömründür. Ebedî saadet ömür sermayesi ile kazanılır. Ömür tükenince ticaret kesilir. Şu anda ölmüş olsaydın, sâlih amel işleyebilmek için dünyaya geri gelmek iste mez miydin?
- Elbette isterdim.
- Farzet ki öldün, bir günlüğüne dünyaya geldin. Uzun vadeli işe girmen akıl kârı mıdır?'Bir günde ne yapabilirsen yap!
- Her günü nasıl karşılamalıyım?
- Allah(c.c.) bana bugün de mühlet verdi, diye hareket etmelisin!
- Allah(c.c.) rahimdir, afvedebilir. Fazla çalışmak hoşuma gitmiyor.
- Ey nefsim, afvolurum ümid ve temennisiyle kendini avutma! Afva uğramazsan hâlin nice olur? Sonra afva uğramakherkese nasîb olur mu? Afva müstehak olmanın da şartı vardır.
- O halde ne yapmalıyım?
- Ölümle seni terkeden her şeyi terk et! Dünyada ne kadar sıkıntı çekilirse, âhırette o kadar rahatlık var demektir.
- Ben sıkıntıya gelemem.
- Ey nefsim farzet ki hasta oldun, meselâ şeker hastası.. Kendisine itimat ettiğimiz Gazetemizin mütehassıs doktoru, senin çok sevdiğin tatlıları, balı, baklavayı, sana yasak etse, faydalı olur diye acı ilâçlar verse, hastalığın iyi oluncaya kadar, uzun müddet sevdiğin tatlıları bırakıp acı ilâçları içmeğe devam eder misin?
- Kim etmez?
- Farzet ki, dostlarının yanına gitmek, sevdiklerine kavuşmak için uzun bir yolculuğa çıktın. Varacağın yerde, istirahat edeceğini, gayet rahat olacağını umduğun için yol meşakkatlerine, güç sıkıntılara ister istemez katlanmaz mısın?
- Elbette katlanırım.
- İşte sen bir yolcusun. Varacağın yer âhırettir. Yolcu, yol meşakkatlerine katlanmak mecburiyetindedir. Şayet yoldaki sıkıntılara katlanmayıp, rahat edeyim diye yola devam etmezse ne olur?
- Yolda kalır, sevdiklerine kavuşamaz, helak olur.
- O halde ba'zı sıkıntılara katlanmak lâzımdır. Bu sıkıntılar görünüşte çok acı ise de, bunların birer nimet olduğunu unutmamalıdır. Nasıl şeker, şeker hastası için bir zehir ise, dünya tamahı da şekerle kaplanmış bir zehirdir.
- Ya'ni mal toplamayalım mı? Şirketin Müdürü olacaktım vaz mı geçeyim?
- Hayır, malın kendisi değil, mala muhabbet kötülenmiştir. Mal, Allah(c.c.)ü teâlânın verdiği bir ni'mettir. Ahıreti kazanmak mal ile olur. Bir çok dini vazife mal ile olur. Sıhhat ve namus mal ile korunur. Mal, helâl yolda kullanılırsa, dünyalık değil, âhıretlik olur. Dine hizmet niyyetiyle dünyaya çalışanlar, âhıreti kazanmış olurlar.
- Sapıklarla mücadele etsem çok sevâb alır mıyım?
- Hayır, onların hatası sana zarar vermez. Bunca kendi kusurun varken, elin hatâlarını, araştırma!
- Ben çok merhametliyim, bu sapıkların Cehenneme gitme* sini istemiyorum. Ne pahasına olursa olusn onlarla mücadele etmek istiyorum.
- Üstünde akrep olan bir kimse, o akrebi üstünden atmağa, onu öldürmeğe çalışmayıp da, başkasının yüzüne konan sinekleri kovalamağa çalışması ahmaklık değil mi?
- Evet
- O halde her biri zehirli akrepten daha fena olan bir çok kötü huyun mevcutken başkaları ile mücadele etmen uygun olur mu?
- Olmaz, ama sapıkların sapıklığını kim bildirecek?
- Bu işi ancak âlimler yapar. Bu âlimlerin sayısız kitapları mevcut, bunların yayılmasına hizmet etmekle emr-i ma'ruf vazifesi yapılmış olur. Yoksa herkes önüne geleni tenkid etmekle hizmet etmiş olamaz.

alıntı...

1800
DİNİ BİLGİLER / İmansız Çene Kapamaya Sebep Olan 27 Sıfat
« : Temmuz 11, 2008, 12:11:56 ÖS »
***...İmansız Çene Kapamaya Sebep Olan 27 Sıfat...***

1- Îmânsız ahirete gitmekten korkmamak. (Ebu’d-Derdâ)
2- Îtikâdında sapmalar meydana gelmek.
3- Îmânı zayıf olmak. Taklîdî îmânda kalmak.
4- Dokuz âzâda-organda (El, dil, göz, kulak, ayak, batın (karın-yeme-içme), şehvet, ağız, kalp.)’da doğruluktan ayrılmak.
5- Günahlarda ısrar etmek.
6- İslâm nimetine şükretmemek, hoşnud olmamak.
7- Zulmetmek ve zulme meyletmek.
8- Ezân-ı Muhammedî’ye değer vermemek.
9- Ana-babaya isyân etmek ve meşrû işlerde onlara itaat etmemek.
10- Eğri ve doğruya çokça yemin etmek.
11- Namazı âdet gibi kılmak ve ta‘dîl-i erkâna riâyet etmemek.
12- Namaza ehemmiyet vermemek ve angarya kabul etmek.
13- Şaraba-içkiye devam etmek.
14- Müminlere ezâ ve cefâ etmek.
15- Yalandan, kendini dindâr ve yüce birisiymiş gibi gösterip riyâkârlık yapmak.
16- Yaptığı günâhları unutmak.
17- Kendini beğenmek.
18- Kendini âlim-ihtisâs sâhibi zannetmek, çok bildiğini iddia etmek. (Ben Alimim diyen, câhildir Hadîs-i Şerîf.
19- Nifâk için lâf getirip götürmek ve iki kişi arasını açmak.
20- Haset etmek.
21- Hocasına ve âdil-dürüst âmirlerine itaat etmemek, dine muhâlif olmayan yerlerde onlara muhâlefet etmek.
22- Bir kimseyi deneyip tecrübe etmeden, ‘kötü ve fenâdır’ demek.
23- Yalancılık yapmak, yalanında ısrar etmek, va’dinden-ahdinden dönmek.
24- Alimlerden, harpten-din yolunda mücadeleden kaçarak düşmana sırt çevirmek.
25- Müsrif olmak.
26- Zâhir ve bâtınını İslamla bezememek, yani içi başka dışı başka olmak.
27- Gıybet etmek, gıybette ısrarcı olmak ve diline sahip çıkamamak.

alıntı...

Sayfa: 1 ... 118 119 [120] 121 122 ... 164