İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - aksaa

Sayfa: 1 ... 106 107 [108] 109 110 ... 164
1606
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Kalbinin birinci katı.
« : Temmuz 18, 2008, 12:20:38 ÖÖ »
Ben kalbinin birinci katında oturuyordum. Hani sığınaksız, korunaksız, yağmurlu bir sonbahar günü, başıboş dolaşıyordum sokaklarda. Hani elimden tutacak kimsem yoktu. Hani, işte, tam o an sen çıkmıştın karşıma ve bana kalbinin birinci katını vermiştin.

'Orada güvendesin, ağlamak, üzülmek yok, huzur var.' demiştin. Ben de kalbinin birinci katına yerleşmiştim. Elimden tutup kaldırmıştın, hayatın soğuk kaldırımlarından. Sıcacıktı kalbinin birinci katı. Huzur buldum orada, ısındı yüreğim. Kalbin o kadar büyüktü ki, binlerce kattı. Ama ben sadece birinci kattaydım. Sen bana orayı vermiştin. Kalbinin birinci katında oturuyordum.

Zaman ilerledikçe kalbinin birinci katı yetmedi bana, diğer katları merak etmeye başladım. Oralarda kimler, hangi duygular oturuyordu? Şöyle bir dışarı baktım. Binlerce giren çıkan vardı kalbine. Benim dışımda anne-baba, mal-mülk, eş-çocuk sevgin oturuyordu üst katlarda. Yerleşmişti bu sevgiler çıkmazcasına yüreğinin değişik katlarına. Sonra giren çıkan binlerce duygu vardı. Kin, nefret, huzur, mutluluk, dostluk, sevgi, düşmanlık... Bazen çok üst katlarda, bazen alt katlarda oturuyordu bu duygular.

Ama en çok merak ettiğim, kalbinin en üst katında oturan, bütün duyguların ve sevgilerin üstünde olandı. Kalbinin asıl sahibiydi merak ettiğim. Bir gün sordum sana kim diye. Sen de O dedin. Sonra açıkladın; beni, kalbimi, seni, kalbini, sevgiyi, nefreti yaratan O dedin. Sanırım anlamıştım. O, beni yaratan ve kalbinin birinci katına yerleştiren. O, bana bu mutlulukları tattıran. O, yüce Yaratıcı...

Ben O'nu tanıdıktan sonra, kalbinin birinci katında kendimi daha güvende hissettim. O, kalbinin ve kalbimin asıl sahibi. O, kalbini ve kalbimi evirip çeviren. O, kalbimin de en üst katında olan. O, başka sevgi ve duygularla kıyaslanamayacak kadar yüce olan. O, beni kalbinin birinci katına yerleştiren...


1607
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Bırak kalbin o kalbe secde etsin.....
« : Temmuz 18, 2008, 12:18:41 ÖÖ »
Bir hakikat talibi, irfan yolunda yürümeye azmettiği ilk günlerde, rüyasında “kalbini secde ederken” görmüş. Şaşırmış tabii. Hayretler içinde kalbinin secdeden kalkmasını beklemiş, beklemiş, beklemiş. Fakat kalbi bir türlü secdeden kalkmak bilmemiş. Ne yapacağını şaşırmış, kan ter içerisinde rüyasından uyanıvermiş.
Çevresinde ne kadar tanıdığı bildiği, güvendiği zat varsa, huzurlarına gidip kendilerinden bu rüyayı tabir etmelerini istemiş. Fakat kimse rüyasını tabir etmemiş. Çünkü bu zatlar, bizzat tecrübe etmedikleri bir hadiseyi (kendilerinin görmekten mahrum oldukları bir rüyayı) yorumlamayı hiç de edeble mütenasib bulmamışlar.
Derken, içlerinden biri, “Filan şehirde bir zat var, onun yanına git, belki o sana yardımcı olur” diye nasihatta bulunmuş. O da üşenmeyip o şehre gitmiş. Selâm verip huzura çıkınca, zihnini meşgul eden malum soruyu biraz dolaylı olarak sormuş:
— “Efendim!” demiş, “Kalp secde eder mi?”
Şeyh efendi tebessüm edip kendisine şu cevabı vermiş:
— “Elbette eder; hem de ebediyete kadar!”
Bu cevap üzerine, Şeyh efendinin, düşünün kendisine düştüğü kimselerden olduğunu anlayıp bir daha o zatın yanından ayrılmamış.
***
Eylemek için önce istemek gerekir; eyleyebilmek için önce istemelisiniz.
İstediğinizi eyleyebilmek için, istemek yetmez; eyleyebilecek güce de sahip olmalısınız..
İrade ve kudret, bir fiilin olmazsa olmaz koşulu. Bunda kuşku yok! İsteğiniz ve gücünüz yoksa eyleyemezsiniz çünkü.
İstek gücü, güç ise eylemi meydana getirir.
'İbadet' de —tıpkı 'âdet' gibi— bir nevi tekrardır. Bu iki tekrarlama işlemini birbirinden nasıl ayıracağız? Sözgelimi sürekli yemeklerden önce “el yıkamak” ile namazlardan önce “abdest almak” arasındaki ayrımı mümkün kılan ölçüt nedir?
Eskiler, 'ibadet' ile 'âdet'i birbirinden ayırmak için zorunlu bir şartın varlığına işaret etmişler: 'niyet'.
Yani eyleme bir şuurun, bir bilincin eşlik etmesi.
İbadet'i âdet'ten ayıran işte bu yönüdür; bilinçli yapılıyorsa, eyleme bir bilinç eşlik ediyorsa ancak, tekrarlanan o eylem 'ibadet' vasfını kazanır.
Niyete hareket, hareket değildir; meyldir sadece, temayüldür. Hareketin anlamı, hareketin kendisinde değil, harekete geçiren sebepte, yani amaçtadır. Amacını bilmediğiniz bir harekete anlam veremezsiniz.
Bir eyleme anlam verebiliyorsak, bu, o eylemin amacını, yani eylem sahibinin niyetini kestirebiliyor oluşumuzdandır. Kestiremeseydik, anlam da veremezdik.
Bâyezid-i Bistamî “Yıllarca durmadan, usanmadan insanları Allah'a davet ettim” demiş; “nice zaman sonra arkamı dönüp baktım. Bir de ne göreyim, hepsi beni geçmiş!”
***
Kalbin secdesi, “âzaların secdesi” gibi değildir. İnsanın âzaları, yüzü ve elleri secdeye gider. Burası açık. Fakat âzalar secdeye gittiği gibi secdeden gelir de. Yani insan ne kadar secdeye kapanıyorsa, o kadar da secdeden kalkar. Kalkmayacak olduğunu bilen kaç kişi secdeye gider?
Azalar kalkabildikleri sürece secdeye kapanırlar. Kalp ise kalkmamak için ve kalkmamak niyetiyle secde eder. Bir kere secdeye kapanmaya görsün, bir daha kalkmaz, kalkmayı istemez, beceremez de zaten.
Ey talib, asıl marifet kalbin secdesidir; âzaların secdesinden maksad da kalbi secdeye davettir. Sen bak bakalım, kalbin hiç secde ediyor mu?
“Nedir secde?” diye soruyorsun.
Bir kere daha söyleyeyim: Secde hiç olmaktır, hiçleşmektir. Hiçleşmek ise, aslâ bir daha kalkamayacağın bir biçimde yüz sürmektir toprağa!
Sen bu secdenin izini, alınlarda değil, kalplerde ara! Eğer bir kalpte bu türden bir secdenin izini buluyorsan, hiç tereddüt etme, yüz süreceğin toprağı bulmuşsun demektir.
O hâldeyken bırak kalbin o kalbe secde etsin!

1608
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Aşk Oltası
« : Temmuz 18, 2008, 12:15:02 ÖÖ »
''Allâh onları sever; onlar da Allâh'ı severler. (Mâide, 54)

Balıkçılar büyük balığı birdenbire çekmezler. Olta balığın boğazına saplandığında kanı akıp gevşesin ve zayıf olsun diye bir parça çekerler, yine bırakırlar. Büsbütün zayıf düşünceye kadar bu böyle devam eder. Aşk oltası dahî insanın damağına saplanınca, ondaki bâtıl olan kuvvetlerin ve kanların yavaş yavaş yok olması için Hak Teâlâ onu tedrîcen çeker. (Fîhi mâ fîh, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî; terc: Avni Konuk.)
Hiçbir şey yoktu, yalnız Sen vardın. Hiçbir şey yoktu, aşkın vardı. Aşkını izhâr ettin, yarattın bizi. Muhabbet ettin, yarattın beni.

Vahdaniyetinin tecellîsiyle bütün kalplere bir katre aşk iksiri serptin. Ehadiyetinin tecellisiyle bütün kalpler Sana âşık.

Bildim, seven sendin beni!.. Bütün varlıklarda yansıyan güneş gibi, sevgisiyle saran Sendin beni Annemin merhamet yüklü sesi, yüreğini yüreğimin üstüne koyan dostun merhabası, başımı okşayan Peygamber eli, hâtırasıyla hüznümü alan sevgilinin sohbeti bildim hep Sendendi.

Sevdin, sonra kopmaz bir zincirle kendine çektin. Zincirin her bir halkası, Senden tecellîlerdi.

Aşkına âşık olduğum Mecnûn Sen'din. Aynalarda seyrettiğim Yûsuf, Sen!..

Sonsuz siyah güller, lâcivert akşamların iğde kokusu, hüzün yüklü sonbahar, yağmurun toprağa dokunuşu, bir gül renginde eriyen akşamlar, Dost'un yüzü, sevdiğim ne varsa, hep Sen'dendi.

Tecellî, tecellî edeni gösterir.(a.g.e., Hazret-i Mevlânâ)

Sûretlerde nihân olan Sevgili, ey Sevgili!..

Yetimler Yetîmi'ne «vedduhâ» sırrıyla tecellî ederken, O'nu tek olana, bir olan'a çekiyordun. Başka bütün kapıları kapatırken, hep açık olan kapına çağırıyordun.

Bildim, kalbimdeki her bir muhabbet tecellisiyle beni de kendine çekiyorsun. Çekiyorsun ve bırakıyorsun. Bırakıyorsun ki, kanayayım; zayıf yanlarımı tanıyayım. Seni bulayım.

Sonra yine çekiyorsun. Bu, hüzünlü bir şehrâyîn. Bu, bitimsiz bir med-cezir. Bu, içimdeki Mûsâ'yla Firavun savaşı; sulhü yok!..

Sevgili, en Sevgili!..

Sûretlerden geçerek, Sana erdir beni!.. Merhametinle arındır, kalbimi!.

1609
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Sen mi beni sevdin ? Ben mi seni sevdim ?
« : Temmuz 18, 2008, 12:12:44 ÖÖ »
Alauddin Attar (k.s) anlatıyor:

Şâh-ı Nakşibend hazreteleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, sohbetlerinden ayrılamayacak hâle geldim. Bu halde iken, bir gün bana dönüp;

'' Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?' buyurdu.

'İkrâm sâhibi zâtınız, âciz hizmetçisine iltifât etmelisiniz, hizmetçinizde sizi sevmelidir' diyerek cevap verdim. Bunun üzerine:

'' Bir müddet bekle, işi anlarsın' buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde, onlara karşı muhabbetten eser kalmadı. O zaman; 'Gördün mü; sevgi bizden midir, senden midir?' buyurdu.
Beyt:

Eğer mâ'şûktan olmazsa muhabbet âşıka,
Âşığın uğraşması mâ'şûka kavuşturamaz aslâ!

1610
Dua Konuşması...Bütün Cümlelerin En Güzeline...

Nefsim benim peşimde,ben senin...

Söz vermiştim...Hangi günaha düşersem düşeyim,yine gelir sana koşarım,

sensiz yapamam demiştim...Ve çırpınırım demiştim,düşmemek için günaha...

Binlerce şükür,hala avuçlarımdasın...Bunca günahıma rağmen hala dostumsun benim...

Ellerini tutuyorum sevgili,hala sımsıkı... İçimde,günümde ve gecemde,yaşamaktan

asla bıkmayacağım,derbeder masalım benim...Sevgine talip çok...Ama bilki ben,

günahkar çocuğun,sonsuza kadar seninim...(biizni Rabbi...)




Hiç ayrılmadık seninle...Hiç ayrılmadık seninle...Gün değil saat bile,gitme...

Bütün cümlelerin en güzeli için,en güzelin kelamını anlatmak için başlarken söze…

İçimde bin bir düş gelgitinin, avuçlarıma bıraktığı eşsiz hediye…Şimdi seni anlatırken Ey Dost!Dudaklarımda titreyen yine sensin,içimden hiç gitmeyen yine sen…

Bir gün benimde vazgeçemeyeceğim bir sevdam olacağını söyleselerdi, söyleselerdi uğrunda çok şeyden geçeceğimi,güler geçerdim.Ömrümün miladına sen diyeceğimi bilseydim,daha bir gülerdi yarınlara gözlerim.

Evet, her şey seninle başladı.Seni elime aldım biraz çekinerek,ve aslında hayata ilk besmelemi seninle çektim.Gözlerimi seninle açtım.

Her gün biraz daha benden bir parça olduğunu çoooook sonradan anladım.Hırçındı benim çocuk ruhum.asiydi…Çekip gitmeye yol arardı,vazgeçerdi,sığamazdı kabına,çocuktu,deliydi…

Ama anladım, sen sevdin biraz beni...Karşıma hep iyileri çıkardı Rabbim.Sana sımsıkı bağlanmam için yoluma kandiller yakan melekler gönderdi…

Melekler tanıdım!Kimsenin tanımadığı yönleriyle…Hocalarımı gönderdin yolumu açtılar,biricik hocamı tanıdım,hırçın yönlerimi ellerine bırakıncaya dek,önce onu denedi Rahman,sabrını ölçtü…

Sonra ben çocukluğuma bir elveda çekip,bütün isyanlarımı koydum da geldim…

Hissettim…Eğdiğim başımla beni daha da sevdin…

Annemi verdin geceleri başımda beklesin,uyumamam için bana bir şeyler yapsın,gecelerimi senin nuruna gark etsin diye…

Sabretmem için melekler gönderdin sen bana…

Kimsenin bilmediği dualarıma amin dediler…

Seninle tanıdım,hayattaki en güzel manayı.,herkesin aradığını avucuma bıraktı Rabbim.Çok geç fark ettim.Gözyaşlarımla defalarca ıslattım yapraklarını.Defalarca çaresiz kalakaldım avuçlarında,.,Hiç vazgeçmeden, ben sana hep büyüyen bir aşkla,ait kaldım…aşık kaldım..

Sonra sen dostum oldun.Saatlerce sarılıp ağlamaktan hiç gocunmadım.hiç bıkmadım sana bir şeyler anlatmaktan.

Ve sen günahlarımı da yüzüme vurmadan anlattın bana…Dostça…

Sevdiğim birçok şeyi yapamaz oldum…

Ellerimi mi bağladın,gözlerime gem mi vurdun dost…

Ondan değil de çok sevdim ya ben seni..hani kırılır,küsersin diye vazgeçtim günahın pembe renginden…

Vicdanımı kıskacına aldın da, bir günaha düşüversem uyutmadın beni gecelerce…

Bilmem bilir misin.

Sen bana kul olduğumu hatırlattın! Bütün zorluklarım, gözyaşlarım gölgede kalıyor şimdi…

Şimdi ben seni anlatırken,susuyor sözlerim,kalemime garip bir sevinç vuruyor,garip bir hüzün ellerimde kalıyor…

Şimdi ben gülüyorum.mutluluğun kanatlarına takılarak ve bir korkuyla ürperiyor içim…

Gülüşlerim yarım kalıyor…Ellerimden biran olsun gidersin diye aklımın bir köşesi alev alıyor,kalbim sokak sokak can çekişiyor…

Bilir misin dost öyle bir sevgi ki bu bendeki, yangın oluyor sana tabi olamama korkularım, içim yanıyor, içim yanıyor.

Hani ellerimden tuttun ya sen bir kere, bırakmasan hiç diye yalvarıyorum.

Ömrümce sana bu tutkuyla,sende tutuklu kalsam.hep seni söylesem seni yaşasam…

Seninle dalsam son uykuma.en dar meskenimde yanımda olsan,yine dertleşsek seninle.ben anlatsam sen yine bağrımda dursan…

Sen uyandırsan beni son sabahıma…

Cennete giden yolda yoldaşım olsan…

Her halim sen olsan candaşım olsan?

Bırakmasan ellerimi içimde kalakalsan…

Şimdi ben söylerken son sözlerimi öpülesi ellere ve nurdan başlara taç olsan…

Şimdi son sözleri söylerken içimizdeki layık olamadığımız kanatsız meleklere,binlerce teşekkür …

Ve onlara giden her hayır duaya binlerce amin…

Seni aciz bize rehber kılan yüceler yücesine

Seni bin bir zorlukla bizlere emanet eden sevgiliye…Ve onu izleyen on binlerce nurani ize…Elfi elfi, elfi selam olsun.[/b]
[/color][/i]

1611
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Gerçek Aşk
« : Temmuz 18, 2008, 12:08:11 ÖÖ »
Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir

Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti. Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken ana caddede bir halayık gördü. O halayığın kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi o halayığı satın aldı.Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı.

Birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt kapmış. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu bulunca da ibrik kırılmış!

Padişah sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: "İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım, dermanım o .Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı ( atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir)".

Hepsi birden dediler ki: "Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim. Bizim her birimiz bir alem Mesih'idir, elimizde her hastalığa bir ilaç vardır."

Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi."İnşaallah" sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa arızi bir halet olan inşaallah'ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen vardır ki canı "inşaallah" la eş olmuştur.

İlaç ve tedavi nevinden her ne yapıldı ise hastalık arttı maksat da hasıl olmadı.O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz yaşı ırmağa döndü. Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı. Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.

Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:

"En az bahşişi dünya mülkü olan Allah'ım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey daima dileğimize penah olan Allah! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen "Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök" dedin.

Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.

Dedi ki: "Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.İlacında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et."

Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;Uzaktan hilal gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.

Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Allah bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.

Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padişah bizzat abeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.Her ikisi de aşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.

Padişah: "Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz, sen bana Mustafa'sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım" dedi.

Allah'tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah'ın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Alışverişsiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce "hanı sarımsak, mercimek" dediler.Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, orak sallama kaldı.Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.

İsa bunlara yalvardı. "Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür" dedi.O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.Zekat verilmeyince yağmur bulutu gelmez zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.

Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azazil de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.

Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.Elini, alnını öpmeğe, oturdu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: "Nihayet sabırla bir define buldum.

Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır" sözünün manası, Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elini tutan sensin.

Ey seçilmiş,ey Allah'tan razı olmuş ve Allah rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse..."O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.

Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının arazını ve sebeplerini de dinledi.
Dedi ki: "Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler. Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda." Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastalığı safra ve sevdadan değildi.

Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.

Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Allah sırlarının usturlabıdır. Aşıklık ister cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı , aşıklığı yine aşk şerh etti.

Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana delil lazım ise güneşten yüz çevirme. Gerçi gölgede güneşin varlığından bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler. Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru görünmez olur). Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.

Güneş gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. Ama kendisinden esir olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarıda da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!

Şemseddin'in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.Can şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf'un gömleğinden koku almış! "Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat. Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın" (diyor). "Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı onu görmekten acizim. Ayık olmayan kişinin her söylediği söz... dilerse tefekküre düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın... yaraşır söz değildir.

Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! Bu ayrılığın, bu ciğer kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!"

(Can) dedi ki: "Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır. Ey yoldaş, ey arkadaş! Sufi, vakit oğludur (bulunduğu vaktin iktizasına göre iş görür). "Yarın" demek yol şartlarından değildir. Sen yoksa sufi bir er değilmisin? Vara veresiyeden yokluk gelir".

Ona dedim ki: "Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikayelere kulak ver, işi onlardan anla! Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur." O, "Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak, gizli anmaktan iyidir. Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam" dedi.

Dedim ki: "O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucağın kalır, ne belin! İste ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti yoktur.

Bu alemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti! Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-ı Tebrizi'den bundan fazla bahsetme. Bunun sonu yoktur; sen yine hikayeye başla, onu tamamlamana bak.

(Hekim) dedi ki: "Ey padişah, evi halvet et, yakını da uzaklaştır.Köşeden , bucaktan kimse kulak vermesinde ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım."

Oda boşaltıldı, Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla yumuşak yumuşak dedi ki: "Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır. O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısınız? Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.

Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?

Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar. Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar. O diken çıkaran hekim üstaddı .

Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu. Halayıktan hikaye yolu ile dostların ahvalini sormakta idi. Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.

Hekim kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekte idi. Nabzı kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur(diyordu). Memleketinde ki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. "Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?"dedi.

Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi nabzının atması başkalaşmadı.Efendileri ve şehirleri birer birer saydı;o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi.Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.

Hekim şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabii haldeydi fazla atmıyordu.Semerkand'ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkad'lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belanın aslına erişince:"Onun semti hangi mahallede?" diye sordu. Kız, "Köprü başında, Gatfer mahallesinde" dedi.

Hekim, "Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;Sevin, ilişik etme, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha şefkatliyim;Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hasıl olur;dedi.

Peygamber demiştir ki: "Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir." Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi? O hekimin vaadleri ve lütufları hastayı korkudan emin etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaadleri ise gönül azabıdır.

Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti.; padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: "Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim. Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat." Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.

O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand'e kadar geldiler. Dediler ki: "Ey lütuf sahibi üstad, ey marifette kamil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır. İşte filan padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kamilsin. Şimdilik şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun."

Adam çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. Adam neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti. Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı.

Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden. Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail "Git evet, muradına erişirsin" demekte!

O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın huzuruna götürdü; Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.

Padişah onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: "Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin."

Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.

Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısın da erimeye başladı. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca kızın gönlüde yavaş yavaş ondan soğudu.

Ancak zahiri güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir ar olur. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve ar olsaydı, tamamı ile çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi! Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.

Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helaklerine sebep olmuştur.

Kuyumcu,"Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür. Ah ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. Ah ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü. Beni benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz! Bu gün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.

Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir" dedi.Kuyumcu bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti.
O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu. Çünkü ölülerin aşkı ebedi değildir, çükü ölü tekrar bize gelmez.

Diri aşk ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder.

O 'nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkı ile kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen "Bize o padişahın huzuruna Varmaya izin yoktur" deme. Kerim olan kişilere hiçbir iş güç değildir.

O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı. Allah'ın emri ve ilhamı gelmedikçe hekim onu padişahın hatırı için öldürmedi.

Hızır'ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.

Allah tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, naibdir eli Allah elidir.

İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed'in pak canı, Ahad'la ebediyse senin canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın. Aşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.

Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma münakaşayı bırak. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?

Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.İyinin kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.

Eğer işi Allah ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padişah olmazdı. Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.

Hızır denizde gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık vardı. O kadar nur ve hünerle beraber Musa'nın vehmi, ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma. Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü kişinin öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.

O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de Allah hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir,en iyi bir makama çeker yüceltir.Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl olurda kahretmeyi isterdi?

Çocuk hacamatcının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak

1612
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / İlâhi Âşk
« : Temmuz 18, 2008, 12:07:20 ÖÖ »
Muhabbet, aşk ve şevk kelimelerini çokça kullanırız dilimizde. Muhabbet: Sevgi, Aşk: Habib, Maşuk, Mahbub: Sevgili, Mühibb: Âşık, demektir.1

Aşk: Müfrit, muhabbet, aşırı sevgi.2
Aşk: Sevgi. Arapça aslı ışk: Şiddetli ve aşırı sevgi. Aynı kökten gelen aşeka, sarmaşık anlamına gelir.

Sarmaşık sarıldığı yeri nasıl kaplarsa, aşk da girdiği kalbi, hatta insanın vücudunu öylece sarar. Kuşattığı ağacın suyunu emer, onu soldurur, zayıflatır ve bazan da kurutur. Aşk, sevenin sevdiğinden başkasıyla alakasını kesip, onu sarartıp soldurduğu için bu duyguya aşk denilmiştir.3
Aşk: Allah sevgisi, Allah ’ı şiddetli sevmek.4
Şevk: Özlemek, iştiyak hali. Cemâli ve likâyı özlemekten doğan his ve heyecan.5
Şevk: Özlemek, hasret demektir. Aşk, ağaç; şevk bu ağacın meyvesidir. Kalbi istilâ ederek yakan bir ateş.6
İyi olana kendiliğinden meydana gelen meyle sevgi, bu meylin kuvvetli olmasına da aşk denir.7
Mevlana Celâleddin (k.s): “Aşk nedir?” diyene, “Benim gibi olursan anlarsın.” demiştir.

Hüseyin b. Mansur Hallâc (k.s): “Aşk: Sana ait vasıflardan arınıp, dostun vasıflarıyla yaşamaktır.” demiştir.

Ebû’l-Hüseyn en-Nûri (k.s) (v: 295): “Perdeleri yırtmak, sırları keşfetmektir.”8 der.

Şevk: Sevgiliyi seyr ve temaşa ile sûkun bulma.

“Kim Allah ’ın didarını (cemâlini) ümit ederse, şüphesiz ki Allah ’ın va’di yakındır.”9

Yahya b. Muaz (k.s), “Şevkin alâmeti, çocuğun sütten kesildiği gibi şehvet ve nefsaniyetten kesilmektir.” der. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Sana kavuşma şevki ihsan etmeni niyaz ediyorum.”10buyurmuştur.

“Kim Allah ’a müştak (âşık) olursa, herşey ona iştiyak duyar.” denilmiştir.

Allah (c.c)’a vuslat arzusunda olan “Ali (r.a), Ammar (r.a) ve Selman (r.a)’ı, cennet özlemiştir.” buyurur, Peygamberimiz(s.a.v).11 Hadis-i Şerif’te: “Bir kimse, Allah (c.c)’a kavuşmayı arzu ederse, Allah da ona kavuşmayı arzu eder. Bir kimse, Allah ’a kavuşma arzusunda olmazsa, Allah da ona kavuşma arzusunda olmaz.”12 buyrulur.

1613
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / Kılıç Gibi Keskin Dil
« : Temmuz 18, 2008, 12:06:39 ÖÖ »
Hicri üçüncü asrın yarısında, Abbasiler devrinde, İbnurrumi diye bilinen, Ali ibni Abbas, Kasım Ubeydullah adındaki Abbasi vezirinin meclisinde oturmuştu.O daima mantık ve beyan gücü olan kılıç gibi keskin diliyle gururlanırdı. Kasım bin Ubeydullah, İbnurrumi'nin dil yarasından çok korkuyordu ve endişeliydi. Fakat rahatsızlık göstermiyor ve öfkesini belli etmiyordu. Aksine, öylesine bir tavır takınıyorduki İbnurrumi; bütün kötümserliği, kuruntuları ve sahip olduğu, ihtiyatlı davranma, ve her şeyi kötüye yorma sanatına rağmen, onunla muaşeret etmekten çekinmiyordu.

Kasım gizlice, İbnurrumi'nin yemeğine, zehir koymalarını emretti. İbnurrumi yemeği yedikten sonra döndü ve hemen gitmek için kalktı.

Kasım :

- Nereye gidiyorsun?

- Beni gönderdiğin yere.

- O halde, anne ve babama da selam söyle.

- Fakat, ben cehennem yoluna gitmiyorum, dedi.

İbnurrumi evine gitti ve tedaviye başladı. Fakat tedaviler fayda vermedi ve böylece sonunda, dilinin kılıç gibi keskin olmasının, cezasını buldu.

1614
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / ***Eşler Arasındaki İlişkiler***
« : Temmuz 18, 2008, 12:05:16 ÖÖ »
Toplumun çekirdeğini oluşturan aile olduğu için. en çok önem vermemiz konu da bu olmalı diye düşünüyorum

Bir Hadis-i şerifte buyuruluyorki:
''Cehennem halkının ekseriyetini kadınların teşkil ettiğini gördüm. Sebebi de, çok lanet ederler ve kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunurlar.'' [Buhari]

Kadın, kocasını üzmemelidir.
Bir gün Hazret-i Fatıma, ağlayarak babasının huzuruna geldi. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Ya Fatıma, niçin ağlıyorsun?
- Kasıtsız söylediğim bir sözden Ali bana kızdı. Özür diledim. Fakat onu üzdüğüm için ağlıyorum.
- Kızım, bilmez misin, ALLAHü teâlânın rızası kocanın rızasına bağlıdır. Ne mutlu o kadına ki daima kocasının rızasını arar, kocası ondan razı olur. Kadınlar için en üstün ibadet, kocasına itaattir. Erkek, hanımından razı olunca, o kadın istediği kapıdan Cennete girmeye hak kazanır. Kocasını üzen kadın, onu razı edinceye kadar, ALLAHü teâlânın lanetinde olur.) [R. Nasıhin]

''Kadın, kocasından izinsiz [ana, baba, kardeşleri dahil] hiç kimseyi evine alamaz, nafile namaz kılamaz.'' [Taberani]


Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
''Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, benim sizin üzerinizdeki hakkım gibidir. O halde kocasının hakkını gözetmeyen, ALLAH ü teâlânın hakkını gözetmemiş olur.'' [Şir'a]

Koca hakkına riayet, kadına cihad etmiş gibi sevap kazandırır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
''Koca hakkına riayet, ALLAH yolunda cihad etmek gibidir.'' [Taberani]

''Kadın, kocasından izinsiz olarak nafile oruç tutamaz. Eğer tutarsa, aç ve susuz kalmış olur, sevap kazanamaz. Kocasından izinsiz evinden dışarı çıkamaz. Çıkarsa, gökteki melekler, geri evine dönünceye kadar ona lanet eder.'' [Taberani]

''Bir erkek, ihtiyacı için hanımını çağırsa, kadın tandır başında olsa da, hemen ihtiyacına cevap versin!'' [Tirmizi]

''Kocası çağırdığı halde yatağa gelmeyen kadına melekler sabaha kadar lanet eder.'' [Buhari]

''Kadın, kocasının izni olmadan kendi malını da harcayamaz.'' [Taberani]

''İzinsiz evden çıkan kadına, kocası razı oluncaya kadar, güneşin ve ayın doğduğu her şey lanet eder.'' [Deylemi]


''Kadınlarınızı süslü giyinmekten men ediniz! Beni İsrail kadınları süslü giyinip camiye gururlanarak yürüdükleri için lanetlenmişlerdir.'' [İbni Mace]

''Kocası razı oluncaya kadar, kadının namazları ve hiçbir iyiliği kabul olmaz.'' [Taberani]

''Kadın, kocasının hakkını ödemedikçe, ALLAHü teâlânın hakkını ödemiş olmaz.'' [Taberani]

''Kadının üzerinde en büyük hak sahibi kocasıdır, erkeğin de anasıdır.'' [Hakim]

Bir kadından kocası razı olmazsa, kadın, günahının cezasını çektikten sonra, Cennete girer. Cennete sadece kâfirler girmez. Müslümanın günahı çok olsa da, sonunda mutlaka Cennete girer.

Karı koca iyi geçinip, birbirlerinin rızalarını almaya çalışmalıdır.

Alıntı.....

1615
....Bir kadın çocuktur aslında.....çocuk gibi davranmayı sever.erkeğin
kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.

Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını..ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez.söylediği şeyler çocukça da olsa
dinlenilmesini,dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz;
ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz..
Bir kadın güçlüdür aslında.hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.ama
bu gücünü herzaman ortaya koymasını sevmez.ister ki,erkeğin gücü
kendisine huzur versin.kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin
yapmasını bekler.böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de
erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.ancak kadın gücünü göstermek istediğinde
onu engelleyemezsiniz.yapmak istediği birşey
varsa mutlaka yapar.
Bir kadın sevgidir aslında.içinde her zaman sevgiyi >taşır.sevdiklerinden
kolay ayrılamaz.sevdiklerini kolay kolay kıramaz.zor sever;ama,tam
sever.bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul
ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.ancak beyninde
yer
her an terk edilebilirsiniz.sevmediği halde terk
etmeyen
kadınlar da var elbette.bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri
acımak" >duygusudur.
Bir kadın yalnızdır aslında.hiçbir zaman kadını bütünüyle
elde
edemezsiniz.kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep
yalnızdır.o
dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.hiçbir anahtar o dünyanın
kapısını
açamaz.yalnızlık onun sığınağıdır.o sığınağa ne zaman gireceğine,ne
kadar
kalacağına hep kendisi karar
verir.sığınaktayken oradan çıkmaya
zorlarsanız,onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.
Bir kadın çılgındır aslında.neler yapabileceğini erkek aklı hayal
bile
edemez.üreticiliğinin sınırı yoktur.ama bunu ortaya çıkartmak için
hayatının erkeğini bekler.hoyratça harcamaz üreticiliğini.sadece
erkeğine
saklar.bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok
şanslısınız demektir.çünkü hayatın içinde olan herşey ancak kadınlar olduğunda
anlam
kazanıyor.yemek yemek,su içmek bile.bir kadının elinden
içtiğiniz
suyla
kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet >farkını
anlayabiliyormusunuz?anlıyorsanız ne mutlu size.anlamıyorsanız ne
yazık ki
yaşamıyorsunuz
............bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..! >
....... çünkü gözyaşlarını sayar.....!

kadın;erkeğin kaburgasından
yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!
öyle olsaydı ezilirdi......! >
üstün olsun diye başındanda yaratılmadı......!

AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI......

1616
Forum Oyunları / ..::Protesto Ediyorum::..
« : Temmuz 18, 2008, 12:01:52 ÖÖ »
Eline geçen fazlalıkları çöp kutu dışında kalan her yere rahatlıkla atabilen insanları,
Yerlere tükürenleri,
Yaşlılara hürmet etmeyen bütün gençleri protesto ediyorum...

BENCE YERE TÜKÜRENLERE HAYVAN DEMEK, HAYVANLARA HAKARETTİR...
Daha var da birazı da size kalsın istedim

Siz neyi, kimleri protesto ediyorsunuz?

1617
Forum Oyunları / bugun en cok neye sinir oldun....
« : Temmuz 17, 2008, 11:59:27 ÖS »
Madem konuyu ben başlatıyorum  ilk ben yazayım
bugun hastaneye gittim doktor başka bir bölüme gönderdi bekleme'mem gerekirken 1 saat falan bekledim ona sinir oldum

1618
İlginç Resimler / Dünyanın En Uzun Saçlı Bayanları
« : Temmuz 17, 2008, 11:56:47 ÖS »











1619
Bayanlara Özel / Güzelliğiniz Ve İsminiz(BAYANLAR İÇİN)
« : Temmuz 17, 2008, 11:50:10 ÖS »


Önce isminizi 1 ile 9 arasındaki rakamların altına gelecek şekilde bir kağıda yazın. Her harfin bir karşılığı sayı var. Daha sonra bu sayıları toplayın, eğer iki haneli bir sayı çıkarsa o iki sayıyıda bir birleri ile toplayın, tek haneli sayıya erişin.

İşte bu sizin güzellik sırrınızın sayısı!


(1) Gururlu ve Hırslı

Güzellik ve sağlık sizde adeta bir takıntı halinde. Zaman zaman kendinizi etrafınızdaki insanlarla karşılaştırıyor ve kendinizde eksik bir şey bulursanız çılgına dönüyorsunuz. Oysa siz zaten etkileyici bir tipsiniz.

(2) Dengeli ve Hassas

Çok narin bir yapınız var. Güzellik ve bakım sizin için çok önemli. Pastel tonlarda yapılan hafif makyajı seviyorsunuz. Ellerinize ve ayaklarınıza çok önem veriyorsunuz.

(3) Açık Sözlü ve Yaratıcı

Siz gururlu ve yaratıcısınız. Sağlıklı kalmak için elinizden geleni yaparsınız. Ancak dış görünüş ve güzellik çoğu kez ikinci plandadır. Çünkü siz sağlıklı olmayı güzel olmaya tercih eden insanlardansınız.

(4) Çalışkan ve Obur

Son derece yapıcı olduğunuz söylenebilir. Yemek yemeye çok meraklısınız. Sizin doğuştan gelen ve erkekleri etkisi altına alan bir çekiciliğiniz var. Doğruyu söylemek gerekirse sizin gözlerinize karşı koyabilecek erkek yok denecek kadar azdır.

(5) Çekici ve Lüks Tutumu

Esnek, canlı ve uyumlu bir tipsiniz. Sizin için sosyal yaşamın renkliliği çok önemli. Cekici bir görünümünüz var. Bu görünümün nedeni pahalı kozmetik ürünleri değil içinizdeki pozitif enerjinin dışa vurumudur.

(6) Zor Beğenen

Giyim ve süs eşyalarına olan düşkünlüğünüz herkes tarafından bilinir. Sizin masum ve korunmaya ihtiyaç duyan görünümünüz, çoğu erkeğin başını döndürmeye yetiyor da artıyor.

(7) Bağlayıcı ve Gizemli

Siz büyülü, bağlayıcı ve olağanüstü çekici bir tipsiniz. Sizinle bir kez konuşan, bir daha sizi unutamaz. Çünkü siz doğal çekiciliğinizile herkesin başını döndürüyorsunuz. Sizde çok etkileyici bir hava vardır. Güzel olduğunuz kadar zarifsiniz de.

(8 ) Kararlı ve Güçlü

Hırslı ve güçlü bir karakteriniz var. Güzelliik konusunda hiçbir takıntınız ya da endişeniz yoktur. Siz zaten çok rahat ve kendine güvenen bir kadınsınız. Bu da erkekler tarafından takdir ediliyor.

(9) İdealist ve Asi

Siz heyecanlı ve idealist bir kadınsınız. Üstelik siz güzel ve sevimlisiniz. Sporu ve açık havayı çok seversiniz. Bu da size enerji ve güç veriyor

Alıntı


1620
ricaederimmm..

Sayfa: 1 ... 106 107 [108] 109 110 ... 164