İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - lazakrep61

Sayfa: 1 ... 101 102 [103] 104 105 ... 166
1531
İnorganik Kimya / Öncü (Frontier) Orbitaller
« : Haziran 08, 2009, 08:39:16 ÖS »
Organik kimya daha cok moleküllerin HOMO ve LUMO orbitalleri ile ilgilenir. Bunun sebebi de dogal olarak daha alttaki orbitallerin tamaminin dolu olmasi ve de bag karsiti orbitallerinin de dolu olmasi nedeniyle tepkimelerde herhangi bir katkilarinin olmadiklarinin düsünülebilmesidir. Yani kisaca tepkimelerin moleküllerin HOMO ve LUMO orbitalleri arasinda gerceklestigini düsünebiliriz. Iste bu HOMO ve LUMO orbitallerine degisik bir ifade ile Öncü (frontier) orbitaller denilmektedir.

Tepkimelerin olabilirligi seciciligi, bu öncü orbitallerin enerjilerine ve simetrilerine baglidir.

Bu konuda yazilmis Frontier Orbitals and Organic Chemical Reactions kitabini okumanizi öneririm. Tepkimelere bakis acinizi degistirecegini ve Molekül Orbital Teorisine tekrar bir hayranlik duymaniza neden olacagindan eminim.

1532
İnorganik Kimya / İ.E. ve E.İ'nin HOMO ve LUMO ile Hesaplanması
« : Haziran 08, 2009, 08:38:58 ÖS »
Bir molekül oluştugu zaman meydana gelen molekül orbitalleri bize elektronların molekül üzerindeki dağılımı hakkında cok fazla bilgi vermektedir. Ne var ki, tek elektronlu sistemler (H gibi) dışında tam olarak çözümü mümkün olmayan Schrödinger denklemi, bu moleküller için daha da karmaşık bir hal almaktadır. Etan molekülü bile 18 elektronlu bir sistemdir.

Gaussian gibi programlarla belirli yaklaştırma metodları kullanılarak moleküllerin en düşük enerjili halleri tahmin edilebilmekte ve elektron dağılımı çıkarılabilmektedir. Elektron dağılımı iyonlaşma enerjisi ve elektron ilgisi açısından oldukça önemlidir. Yani molekülden koparılacak olan elektronun hangi orbitalden geleceği, bu orbitalin enerjisi ve hangi ataomlar üzerinde olduğu. Örnegin, temel olarak flor gibi bir atomun üzerinde yoğunlaşmış bir orbitalden elektron koparmak çok kolay olmayacaktır. En yüksek enerjili molekül orbitali olan HOMO'daki elektronlar, iyonlaşma esnasında ilk olarak kopacak olan elektronlardır ve elektronun sonsuzdaki enerjisi sıfır ve molekülde iyonlaşmadan sonra orbital düzeyinde çok fazla bir geri düzenleme (relaxation process) olmadıgı da kabul edilirse, Iyonlasma enerjisi = - HOMO ve elekton ilgisi = - LUMO oldugu görülür. Koopman'nın bu teorimi her ne kadar frozen(donmuş) orbitaller modeline dayansa da IE ve EI hakkında elimizde herhangi bir deneysel bulgu olmadığı zamanlarda özellikle teorik kimyacılar için çok degerli bilgiler sunmaktadır.

1533
İnorganik Kimya / Ferdisilisit
« : Haziran 08, 2009, 08:38:24 ÖS »
ng. Ferdisilicite

Siyah renkli bu mineralin şuan bilinen en önemli özelliği isminin cazibesi Smiley. Pirit yapısına benzeyen bu sevimli yapının formulü FeSi2. Tetragonal yapıya sahip olup gayet kırılgan bir yapıya sahiptir. Sanırım bu kristal hakkında fazla birşey söylemeye gerek yok, ben en iyisi sizi mineralin ismiyle başbaşa bırakayım.

1534
İnorganik Kimya / Potasyum peroksodisülfat
« : Haziran 08, 2009, 08:37:13 ÖS »
Sülfirik asit ve potasyum sülfatın sulu elektrolizi sonucu elde edilir.
Katodda H+ hidrojen gazına indirgenirken anotta S2O8= oluşur.
Hidrojen peroksitten daha iyi bir yükseltgendir.
S2O8= + 2H+ + 2e- ----> 2HSO4- Eo=2,05 V
H2O2 + 2H+ + 2e- ----> 2H2O Eo=1,77 V
Örneğin hidrojen peroksit Cr+3 ‘le tepkime vermezken perokzodisülfat Cr2O7= ‘e kadar yükseltger.
Ayrıca gümüşün normalin dışında +2 değerlikli kompleks bileşiklerini oluşturmak için kullanılır. ([Ag(piridin)4]S2O8)

1535
İnorganik Kimya / Katli Oranlar Kanunu
« : Haziran 08, 2009, 08:34:56 ÖS »
Katli oranlar kanunu, kimyasal formüllerin henuz bilinmedigi yillarda ortaya cikip, o zamanki kimyagerlerin cok isine yaramis bir kanun. Ama günümüzde anlamini yitirmistir. Mesela CO2 ile CO deki oksijenin 1/2 oraninda ya da 2/1 oraninda oldugunu bilemeyecek ne var. Ya da bilince ne ouyor. Ama karbondioksitin formulunun CO2 oldugu bilinmedigi dönemlerde bu blgi kimyagerlerin isine yariyormus olsa gerek ki, kanun adi altinda bu sekilde basit bir mevzuyu gündeme getirmisler. Yani pek de kale alincak bir kanun degil bana göre. Inatla da ders kitaplarinda anlatirlar. Hatta tarihin karanlik zamanlarinda dönem ödevi olarak verildigi bile görülmüştür.

1536
İnorganik Kimya / Talk / Pudra
« : Haziran 08, 2009, 08:34:14 ÖS »
Talk, 3MgO4SiO2.H2O veya Mg3Si4O10(OH)2. formülleriyle ifade edilen bir magnezyum silikat mineralidir. Mohs Skalasına göre sertliği 1-1.5 olup en yumuşak mineral olma unvanı talka aittir. Bu da şu anlama gelir ki; talk minerali tırnakla bile kolayca çizilebilir. (Tırnağın sertliği 2.5'tir.)

Talk elle dokunulduğunda kayganlık hissi verir. Asitlerden etkilenmez. Çok parlak, kimyasal açıdan inert, yüksek erime derecesine sahip, düşük ısı ve elektrik iletimi, yüksek absorbsiyon gücü olan bir mineraldir. Mineral beyaz, gri, donuk yeşil, gümüş beyazı ve yarı şeffaf olabilir.

Kâğıt endüstrisi talkın en büyük tüketicisidir. Kâğıda istenen özellikleri vermek dolgu maddesi olarak maliyeti düşürmek ve kâğıt üretim makinelerinde sürtünmeyi azaltmak amacıyla kullanılır. Boya endüstrisinde boyanın direncini artırır ve ana pigmentin daha az kullanılmasını sağlar. Seramik ve porselen yapımında kullanılır Sabunlarda talk temelde dolgu olarak kullanılır Kozmetik ürünlerde yapışmayı önlemek ve cilde istenen görünümü vermek için kullanılır. Talk ayrıca UV direncinin önemli olduğu bilgisayar gövdeleri ve bahçe mobilyalarında da kullanılır.

Pudraya gelince: Pudranın ana bileşeni talktır. Ancak bileşime, istenen kozmetik özellikleri kazandırmak için çeşitli anorganik maddeler katılmaktadır. Vücuda nefes yoluyla alınması son derece tehlikelidir. Bebekliğimizde ilk tanıştığımız kimyasallardan biri olmasına rağmen maalesef kanserojenliği kanıtlanmış bir maddedir.

Pudra ilk olarak M.Ö. 2500 yıllarında Mısır ve İran'da ortaya çıkmıştır. O çağlarda cildi beyazlaştırmak için bazı maddeler karıştırılarak yüze sürülürmüş. Eski Mısırlılar yüzlerini alçı sürerek beyazlaştırırlarmış. Kleopatra'nın da yüzüne bol bol pudra sürdüğü söylenir. Ortaçağ'da da yüze soluk bir renk sağlamak için pudra sürmek adetmiş. Bu amaçla daha sonraları nişasta ve pirinçten elde edilen pudralar kullanılmıştır. Fransa kralı XV. Louis zamanında herkes yüzüne pudra sürermiş. Napolyon'un da İtalya Seferi'nde pudra kullandığı bilinmektedir.

1537
İnorganik Kimya / Kalsiyum Karbür ve Chicago
« : Haziran 08, 2009, 08:32:30 ÖS »
Kalsiyum karbür deyince aklıma ilk olarak haliyle CaC2 sembolü, ardından da olimpiyatların efsane hocası Hüseyin Önder Pamuk'un element notları geliyor. Ne alaka diyebilirsiniz ama Salih'in şu an kıskıs güldüğünü duyabiliyorum.. Biz H.Ö. Pamuk'un olimpiyatlardaki son zamanına rastlamıştık, bizden öncekiler neler çektiler bilemem, bizden sonraysa ilk birkaç yıl yeni gelen hocalar o notlardan anlatıp soru sormaya devam ettiler, ondan sonra da tarihin tozlu raflarına kalktılar, element soruları da ''3A grubu elementlerinin özelliklerini ve tepkimelerini açıklayınız''a kadar düştü... Ama herkesin korkulu rüyası o notlar hala Bursa'daki odamdaki bir kutunun içinde duruyor, annem kafasına eser de atmazsa ömür boyu da orda kalacaklar, arada anıları hatırlamak babında açıp okurum belki...

Peki ne vardı o notlarda? Ne olacak, s,p ve d bloğu elementlerinin hepsinin tek tek özellikleri, elde edilişleri ve tepkimeleri vardı... Tabi son ana bırakmayı seven Türk genci (Do not procrastinate diyor gavurlar, şimdi de sünbülüm kıskıs gülüyor), olimpiyat sınavları için önce sevdiği organik ve analitiği bitirir, bu element notlarınıysa son haftaya, hatta son bikaç güne bırakırdı...1A grubu en zevklisiydi, biriki sayfa bişeydi, zaten sezyum, rubidyum, fransiyum yoktu, hepi topu lityum, sodyum, potasyum ve onların oksitleri, halojenürleri filandı... 3A'ya kadar böyle güzel güzel gidiyordu ama Allahım bu 4A'dan sonrası neydi, kalay, kurşun, arsenik filan giriyordu işin içine, elementler farklı değerlikler filan alıyordu.. Keşke hepsi 1A gibi olsaydı...der dururduk...

Tepkimelerden de en sevdiğim suyla olanlarıydı, mesela metal halojenürü suya atıyordunuz, evet metal artı yüklüydü, su da ona saldırır, metal hidroksit oluşur ve HCl gazı açığa çıkardı... Hidrürlerdeyse, hidrojen (-) yüklüydü, yani bazikti, e suyun da protonu vardı, koparsındı hani, H2 gazı çıksındı, sonra da yine metal hidroksit oluşsundu...Keşke hepsi böyle mantıkla çıkabilseydi.. keşke fizikçiler orda bikaç temel denklemle takır takır problem çözerken biz de böyle tepkime çözebilseydik...

Ama kalsiyum karbür hepsinden daha özeldi, bi kere formüle bakın, CaC2, ne kadar karizmaydı, sonra hem sentezi hem de tepkimesi basit ve güzeldi... Kalsiyum oksiti, yani bildiğimiz kireci alıp karbonla, yani kömürle, tepkimeye sokuyordunuz (yüksek sıcaklık vs.) alın size CaC2, e C2 grubu -2 yüklüydü, aa aslında bu asetilenin iki proton kaybetmiş haliydi, yani bir proton kaynağıyla birleştirsek yavrucakları, asetilen ve kalsiyum hidroksit, Ca(OH)2, açığa çıkacaktı:

CaO + 3C = CaC2 + CO
CaC2 + 2H2O = C2H2 + Ca(OH)2

Yukardaki tepkimelerin güzelliği şundandı; CaO yani kireç her yerdeydi, keza kömür de öyleydi, dolayısıyla bu kadar bol maddelerden asetilen gibi bir organik bileşiğe geçilebiliyordu, e asetilen de yeni organik kimya öğrendik, hafiften asidik protonlara sahipti, kuvvetli bir bazla bunları koparabilir, istediğimiz elektrofili (o zamanlar bu terim bu kadar tanıdık gelmezdi) takabilirdik... e üçlü bağ da aktif bir işlevsel gruptu, indirgeyebilir, su katıp alkol veya keton yapabilirdik... İşte tüm bunlar, Murray Bookchin'in ısrarla bahsettiği, küçük insanın ben kireç ve kömürden başlayıp kağıt üstünde de olsa dilediğim organik bileşiği sentezleyebilirim duygusuydu, özgüven vericiydi ve Chicago'nun devasa gökdelenleri altında ezilen insanların o gökdelenler kadar büyük olma isteminden çok başkaydı...

1538
İnorganik Kimya / Siyanür ve Yan Etkileri
« : Haziran 08, 2009, 08:32:10 ÖS »
Bu yazı, hemen herkesin hakkinda bir kac sey soyleyebilecegi kadar meshur olan siyanur ve ailesini tanitim amaciyla kaleme alinmistir. Kimi Agatha Christi romanlariyla, kimisi Bergama sakinlerinin altin isletme fabrikasini protestosuyla, kimisi de kimya dersleriyle tanismistir siyanur ile. Bu yuzden, bu konuda bir seyler karalamak kolay olmadi. Ben de insanlarin zaten bildigi veya bildigini sandigi gercekleri burada toplamaya calistim sadece.

Oncelikle, siyanur kimyada herhangi bir kimyasali degil bir kimyasal ailesini temsil eder. Siyanur bilesikleri genel olarak CN- kokunu iceren bilesiklerdir ve bir siyanur olmak icin, bunun disinda aranan bir sart da yoktur. Siyanur kelime anlami olarak yunanca ‘mavi’ anlamina gelen ‘kyanos’ kelimesinden turetilmistir. Kelime olarak ’mavi’nin secilmesinin sebebini anlatmak icin siyanurun karanlik gecmisine kisa bir goz atmamiz gerekiyor…

Siyanurun insanoglu ile tanismasi, 18. Yuzyilin basinda olmustur. Bir rivayete gore Dippel isimli hayatin anlamini bulmaya merak salmis bir simyaci, mavi renkli bir bilesik sentezler. Bunu kullananlarin omrunun yuzyil uzadigi cevre halki arasinda hizla yayilir. Dippel halktan uzak Frankenstein adli satosunda yalniz yasayan garip birisidir, ve evet simdi sizin de dusundugunuz gibi ‘Frankenstein’ adli romanin bu satodan esinlenildigi iddia edilir bazi kaynaklarca. Biz konuyu fazla uzatmadan bu mavi bilesige donelim. Yine ayni donemde, ressam Diesbach hayvan kanini potasyum karbonat ve demir sulfat ile karistirip kaynattiginda koyu mavi bir cokelek elde eder (1704). Bu bilesigin yapimi cok kolay ve ucuz oldugu icin bu bilesik uzun bir sure mavi boya eldesinde kullanilir ve bu maddeye ‘Prusya mavisi (= Prussian Blue)’ adi verilir. Bu boya Dippel’in satosunda buldugu mavi renkli maddenin ta kendisidir bir rivayete gore. Biz bu rivayeteri birakip mavi bilesigin hikayesine devam edelim. Cok kisa surede meshur olan bu boya tabi ki bir cok bilim adaminin ilgisini ceker ve yapisini arastirmaya baslarlar. Bu bilim adamlari arasinda en sanssiz olani Isvecli bir kimyaci, Scheele’dir. Scheele, bu mavi bilesigi seyreltik sulfurik asit ile reaksiyona sokarak renksiz bir gaz elde eder ve buna ‘Prussic acid’ adi verilir. Sanssizligi bu asidi sentezlemesidir. Ne yazik ki Scheele bir kac sene sonra bu gazin bulundugu sisenin kirilmasi sonrasi zehirlenir ve daha uzun arastirmalar yapma imkani bulamaz. Bu siyanur’un kayitlara gecen ilk cinayetidir. Bu olay bilim dunyasinin merakini daha da artirir ve bu bilesigin formulunu bulmak icin cesitli deneyler yapilir. Nitekim, 1811 yilinda Gay Lussac, Scheele’yi olduren gazin hidrojen siyanur oldugunu ve yapisinda bir adet hidrojen, karbon ve azot oldugunu ispatlar. Prusya mavisinin yapisinin tespit edilmesi ise o kadar kolay olmaz. Yaklasik yuz yil sonra Prusya mavisinin yapisinin Fe7(CN)18(H2O)x (x= 14-16) oldugu ispatlanir. Bu bulustan sonra bulmacanin eksik parcasi da tamamlanmistir. Prusya mavisi yapisinda kuvvetli siyanur baglariyla baglanmis demir atomlarindan olusmaktadir, ve bu da bilesigi oldukca kararli kilmaktadir. Lakin, Scheele’nin yaptigi gibi bu bilesigi asit ile reaksiyona sokarsak siyanuru bu orguden koparmak ve hidrojen siyanur gazini elde etmek mumkun;

Fe7(CN)18(H2O)x + H2SO4 → HCN + demir tuzlari + su

Prusya mavisi gayet kararli ve zararsiz –hatta bir hayli yararli- olmasina karsin, az miktarda hidrojen siyanur gazi bile kandaki hemoglobin ile girdigi tersinmez bir reaksiyon sonucu vucuda oksijen gitmesini engelleyerek bir yetiskini kisa bir surede oldurecek guce sahiptir. Bu yuzden siyanur bilesikleri ile ugrasirken alinmasi gereken en buyuk onlem budur. Asidik bilesiklerden ve asidik ortamdan uzak durmak. Bu ortam saglandiginda siyanur bilesiklerinin dusunuldugu kadar tehlikeli olmadigini goreceksiniz (yemeye calismadiginiz veya dokunmadiginiz surece!). Su anda siyanurun kullanim alanlari boya sanayiinden tip bilimine, madenciliktek balikciliga kadar genis bir yelpazeye yayilmistir. En basitinden asetonitril, CH3CN, organik kimyada kullanilan en yaygin cozuculerden birisidir.

Siyanur, ayrica koordinasyon kimyasinda da oldukca meshur bir liganddir. Metal iyonlarina kuvvetli bir sekilde baglandigi icin soy metallerle (altin, gumus, nikel vs) bile reaksiyon girebilen nadir bilesiklerdendir. Bu ozellik ise herkesin bildigi gibi siyanurun madencilikte kullanilmasina yol acmistir. Ozellikle altin ve gumus madenlerinde bu metallerin saf olarak eldesi icin kullanilan siyanur cevrecilerle madencilerin arasini bir hayli acmistir. Bunu Bergamadaki koylulerin protestolari sayesinde biz de ogrenmis olduk. Bunun sebeplerini ogrenmek icin isterseniz once siyanurun nasil kullanildigini anlatalim. Bir altin madeninde oncelikle toprak parcalara ayrilir ve bir miktar baz cozeltisi (kalsiyum hidroksit) eklenerek pH hidrojen siyanur olusmamasi icin belli bir seviyenin uzerine cikarilir. Bundan sonra siyanur eklenir ve altinin siyanur ile reaksiyona girmesi saglanir;

Au + KCN + O2 + H2O → K[Au(CN)2] + KOH

Bu reaksiyon sonucu kati haldeki altin sivi faza gecer ve topraktan ayristirilmasi saglanir. Tabi bu haliyle altin metal halinden +1 degerligine yukseltgenmistir. Altinin bilinen en yaygin haliyle kullanilmasi icin altinin elektroliz yontemi ile sifir degerligine geri indirgenir ve saf haldeki altin elde edilmis olur. Geriye kalan ise bir yigin siyanurlu topraktir. Topraktaki siyanur SO2/hava ile bozulup ayristirilana kadar depolarda saklanir ve ayristirma sonrasi toprak tekrar dogaya geri doner. Tabi ki bu surec sirasinda gerceklesebilecek bir aksaklik ve sizma cevre tabiati uzun sure olumsuz etkileyebilecek felakete yol acabilir. Bunu gecmiste bir cok kere yasadik. Bunlardan en buyugu 2000 yilinda Romanya’nin Baia Mare sehrindeki madenlerde olusan sizma sonucu su kaynaklarina siyanur karismasi ile su kaynaklarinda yasayan canlilarin olmesi ekosistemin altust olmasi. Bu yuzden cevreciler bu yontemi protesto etmekte son derece hakli. Ancak diger tarafindan bakildiginda da tam bir cikmazin icinde oldugumuz gorulecektir. Altin cikarmak icin siyanur yontemi disinda bilinen daha uygun, daha ucuz ve daha az tehlikeli bir yontem mevcut degil. Madencilerin bu yontem de israr etmesinin sebebi de bu; bunun alternatifi yok. O yuzden bu yontem riskine ragmen dunya genelinde –Turkiye de dahil olmak uzere- bir cok ulkede (yaklasik doksan madende) kullanilmaktadir. Ozellikle Romanya’daki felaket sonrasi bu yontemi denetlemek amaciyla yasalar tekrar duzenlendi fakat bu cevreciler icin yeterli degil elbette. Bu yaziyi hazirlamadan once Bergama’daki altin madenini isleten Koza altin isletmelerinin web sayfasina goz attim. Gordugum kadariyla Bergama’daki madenleri devraldiktan beri (2005) kendilerini ve isletmelerinin ne kadar guvenilir oldugunu ispatlamak ugras veriyorlar. Web sayfasinda verdikleri raporlar ve bilgiler dogrultusunda hakli bir ugras icinde olduklarini soyleyebiliriz. Tabi ki buna asil verecek yetkili denetim kuruludur. Sonuc olarak altina olan buyuk talep var oldukca bu madenler de calismaya devam edecektir. Bu yuzden buyuk miktari aksesuar ve estetik amacli kullanilan altin icin bu riski almaya deger mi? sorusunu herkes kendisine sormali. Bu riski almak istemeyenlerin yapacaklari en iyi protesto oncelikle kullandigi veya satin aldigi altinin gercekten ne kadar onemli oldugunu dusunmektir kanimca. Bilgim cercevesinde benim soyleyebileceklerim bu kadar ile kisitli. Bu konuda daha detayli bilgi edinmek isteyenler icin sanirim bu yazi iyi bir baslangic olacaktir, ve internette kisa bir arastirma ile bir cok bilginin edinilebilmesi bu konunun ne kadar meshur ve hala tartismali oldugunu gostermeye yeterli. Size simdiden kolay gelsin..

1539
İnorganik Kimya / Trona Madeni ve Kullanım Alanları
« : Haziran 08, 2009, 08:31:21 ÖS »
Trona, tabiatta doğal olarak bulunan soda minerallerinden en yaygın bulunanıdır. Trona, monoklinal sistemde kristalleşen, doğal olarak oluşmuş hidrat sodyum seskikarbonatın (Na2CO3.NaCO3.2H2O) saf olmayan şeklidir. Cevherin içerdiği organik maddeye bağlı olarak rengi kahverengiden koyu sarıya kadar değişir. Saf numunelerinde ise renk beyazdan şeffafa kadar değişmektedir.

Tronanın sertliği; Mohs ölçeğine göre 2.5-3.0, yoğunluğu 2.17 g/cm3'tür. Suda çözünür, asitte ise köpürür. Isının etkisiyle Na2CO3'e dönüşür. Saf trona ağırlıkça %70 saf Na2CO3 içerir. Bir ton soda külü üretmek için 1.8 ton trona gerekmektedir.

Dünyada trona minerallerinin bilinen en geniş yatakları ABD'de bulunan Güney Batı Wyoming'in Green River havzasında olup dünya rezervinin %95'ini temsil eder. Ülkemizde ise Ankara'ya 115 km uzaklıkta bulunan Beypazarı Trona Yatağı'nda %87 tenörlü 196 milyon ton rezerv mevcuttur fakat bunun 100 milyon tonu işlenebilir ve 60 milyon tonu da çıkartılabilir durumdadır. Bu hususta Türkiye Cumhuriyeti Devleti Eti Holding (%24) vasıtasıyla ilk kez özel bir şirketle (%76 Park Holding) bu madenin işletilmesi için 300 milyon dolarlık yatırıma girmiştir. Bunun yanında Ankara'nın Sincan ve Kazan ilçelerinde resmi olmayan rakamlarla 656 milyon tonluk yeni bir rezerv daha bulunmuştur. Bu iki rezerv dolayısıyla Türkiye, trona rezervi olarak dünyada ABD'den sonra ikinci sıradadır.

Şu an Türkiye gündeminde olan Bor madeni ile kıyaslandığında miktar olarak bor madenine göre çok fazla olması, Avrupa'da trona madeninin olmaması ve kimya sanayiinde temel ara maddelerden biri olması nedeniyle ekonomik yönden bor ile yarışacak kadar değere sahiptir.

Tronadan elde edilen soda külü, Na2CO3, beyaz, kristalin, kuvvetli alkalin reaksiyonlarla higroskopik bir tozdur. Soğuk suda ılımlı olarak çözülebilir. (14gr./100gr. çözücüde ve 15 oC) 33 oC'de suda çözelti ağırlığının yaklaşık (32gr./100gr.) %30'u çözünebilir. Kendi arasında yoğunluğuna göre ağır, hafif, dökme, tabii, sentetik soda külü olarak sınıflandırılabilir.

Soda külünün pek çok kullanım alanı olmakla beraber en fazla cam sanayiinde hammadde olarak kullanılır. Diğer kullanım alanları ise şunlardır:

1) Kimya sanayiinde sodyum tripolyphosphate, sodyum silikat, sodyum kromit ve dikromat, sodyum bikarbonat, sodyum karbonat peroxyhydrate, sodyum seskikarbonat, sodyum hexacyanoferrate ve chlorine monoxide üretiminde hammadde olarak
2) Deterjan sanayiinde
3) Su tasfiyesinde
4) Baca gazı desülfürizasyonunda.
5) Selüloz ve kağıt sanayiinde
6) Fotoğrafçılıkta
7) Tekstil sanayiinde ve daha birçok yerde ara madde olarak kullanılmaktadır.

1540
İnorganik Kimya / Bağlanma İzomerisi
« : Haziran 08, 2009, 08:30:41 ÖS »
Az rastlanan fakat ilginç bir yapısal izomeri tipidir.Bu tip izomeri, ligandlar iki ayrı şekilde bağlanma yeteneğine sahip olduğu zaman ortaya çıkar. Örneğin, nitrit (NO2-) iyonu , oksijen atomu veya azot atomu üzerinden koordinasyona girebilir. Birinci durumda nitrito (-ONO) bileşikleri, ikinci durumda ise nitro (-NO2) bileşikleri oluşur.
[Co(NH3)5ONO]Cl2-----nitritopentaaminkobalt(III)klorür(Sarı)
[Co(NH3)5NO2]Cl2-----nitropentaaminkobalt(III)klorür(Kırmızı)
Teorik olarak çok sayıda ligand, bağlanma izomerisi verme yeteneğine sahiptir. Örneğin, CN- , SCN- , ve CO ligandları, hem ilk hem de son atomları üzerinden koordinasyona girebilirler. Ancak çok az sayıda gerçek bağlanma izomerleri bilinmektedir.

1541
İnorganik Kimya / Karbonmonoksit Nasil Zehirler?
« : Haziran 08, 2009, 08:30:12 ÖS »
Hepimizin bildigi gibi CO cok kuvvetli bir ligand olup metal iyonlariyla cok kararli kompleksler olusturabilir. Hemoglobinde ise demir atomu bulunmaktadir ve kana oksijen iletilmesinde bu demir atomu kullanilir. Eger ortama oksijenden daha kuvvetli olan bir ligand (CO veya CN- gibi) ilave edilirse demir atomu bu sefer oksijen yerine bu ligandlarla bag yapar ve kana oksijen iletemez. Bunu sonucunda da maalesef...

Asagida Heme'nin yapisi verilmistir.





1542
Radyo Temaları / Ynt: FCP GÖZYAŞI
« : Haziran 08, 2009, 04:26:08 ÖS »
arka fondakı resmı daha belırgın hale getırr bıdeee gırıs renk gıbı yazılar daha net okuncak sekılde olsun daa ;)

1543
Radyo Temaları / Ynt: FCP MOR
« : Haziran 08, 2009, 04:24:34 ÖS »
samet bole yaptın zamanlarda aynıı temanın bır kacc farklı rengınıde yapsanaa

1544
Her Telden / Ynt: Bunlar insan mı?
« : Haziran 08, 2009, 04:20:39 ÖS »
su havaya kalkann essek resmı geneldee komık resımler kısmında olurduu :)

1545
Trabzonspor / Ynt: İstanbul’da Ts Club Mağazası açıldı
« : Haziran 08, 2009, 04:15:08 ÖS »
orayada biz acalimm hemsommmm  :hihi

Sayfa: 1 ... 101 102 [103] 104 105 ... 166