İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - lazakrep61

Sayfa: 1 ... 100 101 [102] 103 104 ... 166
1516
İnorganik Kimya / Para ve diamanyetik maddeler
« : Haziran 08, 2009, 08:58:51 ÖS »
Bildiğiniz gibi bazı maddeler manyetik alanlardan etkilenirken bazıları etkilenmemektedir. Manyetik alandan etkilenen maddeler paramanyetik, etkilenmeyenler ise diamanyetiktir. Peki, bir maddenin para ya da diamanyetik olmasını ne belirliyor? Yüklü bir parçacık bir eksen etrafında döndüğünde bir manyetik alan oluşturur. Bu manyetik alanın yönünü parçacığın dönme yönü belirler. Atomlarda manyetik alan oluşturan tanecik elektrondur (protonun etkisi çok küçük olduğundan ihmal ediliyor). Bir atomun veya molekülün elektron dizilişini yazdığımızda bazılarının eşleşmiş bazılarının ise eşleşmemiş olduğunu görürüz. Eşleşmiş elektronların dönme yönleri birbirine ters olduğundan oluşturdukları manyetik alanlar birbirlaerini sıfırlayacaklardır. Elektron dizilişini yazdığımız maddenin bütün elektronları eşleşmiş ise net bir manyetik alan oluşmayacağından bu tür maddeler manyetik alandan etkilenmezler ve diamanyetik olarak isimledirilirler. Eşleşmemiş elektron mevcut ise manyetik alandan etkilenirler ve bunlara da paramanyetik maddeler denir.

1517
İnorganik Kimya / Sertlik-Yumuşaklık (Hard-soft)
« : Haziran 08, 2009, 08:58:28 ÖS »
Sertlik-yumuşaklık kimyada sıkça kullanılan kavramlardır. sertlik yük yoğunluğunun fazla olması, yumuşaklık ise yük yoğunluğunun az olması durumudur. Bir iyonun sertliği yükü artarken ve çapı azalırken artar. tersi durumda ise ymuşaklık artar. Sert iyonlar sert iyonlarla, yumuşak iyonlar yumuşak iyonlarla kararlı bileşik yaparlar. AgCl, AgBr ve AgI bileşiklerini ele alırsak Cl-, Br- ve I- iyonları yumuşak olan Ag+ ile bileşik yapmışlardır. Cl-, Br- ve I- aynı yüke sahip olduklarından sertlikleri çapları ile değişecektir.Çapı en büyük olan I- en yumuşak, çapı en küçük olan Cl- ise en serttir. Yani en kararlı olan AgI, en kararsızı ise Agcl dir. Dolayısıyla çözünürlük sabiti en düşük olan AgI, en büyük olan ise AgCl olacaktır: Ksp(AgCl)=1,8.10-10  Ksp(AgBr)=3,3.10-13  Ksp(AgI)=1,5.10-16

1518
İnorganik Kimya / Polimorf ne demektir?
« : Haziran 08, 2009, 08:58:08 ÖS »
İngilizcede polymorphism dendiğinde akla birçok konu gelir (Programcılık literatüründen tutun da warcraft 2' deki insanı koyuna dönüştüren büyü ismine kadar bir çok yerde geçer bu kelime Smiley). Ancak kimyadaki manası biraz farklıdır haliyle. Aynı madde farklı kristal hallerde bulunabiliyorsa (bir sıcaklıkta ortorombikken başka birinde monoklinikse mesela Smiley o maddeye polimorf denir. Allotrop özellik gösteren elementler de (grafit ve elmas gibi) bir çeşit polimorftur aslında. Polimorf maddelere örnek olarak en başta aklıma Al2O3 geliyor. Trigonal yapıda olan α-Al2O3' ten tutun da kübik yapıda olan γ-Al2O3'e hatta monoklinik yapıda olan teta-Al2O3'e kadar 10'dan fazla yapıda kristallenebiliyor sözkonusu bileşik.

1519
İnorganik Kimya / Dalton Atom Modeli
« : Haziran 08, 2009, 08:55:32 ÖS »
Eski Yunanlilarla baslamistir aslinda tanecik ve atom kavrami. Fakat, 19. yuzyilin baslarinda deneysel olarak atomun oldugu gosterilmistir. Daha sonra da Ingiliz bilim adami John Dalton atom hakkindaki goruslerini dile getirmistir.

Deneylerinden ve gozlemlerinden yararlanarak John Dalton maddelerin cok kucuk ve top seklindeki parcaciklardan olustugunu soylemistir. Her element sadece bir tip atomdan olusur ve elementler kendilerinden daha kucuk baska maddelere ayrilamazlar. Her element kendine ozgu atomlara sahiptir ve diger atomlardan kutle olarak farklidir demistir. Dalton ayrica atomlarin doganin yapi tasi olduguna ve daha kucuk parcalara ayrilamayacagina da inanmistir. Kimyasal reaksiyonlarda ise atomlar diger atomlarla birlesip yeni maddeleri olusturur demistir.

Aslinda Dalton'un goruslerinin bazilari gunumuzde de kullanislidir. Mesela element, bilesik ve molekul kavramalari bize yardimci olur. Fakat elementi olusturan parcaciklarin tamami ayni derken izotop kavramini dusunmemistir. Izotop kavramini dusunemez, cunku proton, notron ve elektron kavramini bilmiyordur. Ayrica atomun parcalanamayacagini soyleyerek de yanlis yapmistir.

1520
İnorganik Kimya / Thomson Atom Modeli
« : Haziran 08, 2009, 08:54:04 ÖS »
19. yuzyilin sonlarina dogru J.J. Thomson atomdan cok daha kucuk, negatif yuklu parcaciklar oldugunu buldu ve bunlari "elektron" olarak adlandirdi.

Thomson deneylerini yaparken dusuk basinctaki gazlara yuksek voltaj uyguladi ve asagidaki deney duzeneginden cok ilginc sonuclara vardi.








Thomson, tupun icindeki parcacik demetinin pozitif yuke dogru ilerledigini gormus ve buradan yola cikarak onlarin negatif yuklu oldugunu bulmustur. Yaptigi diger deneylerden de bu negatif yuklu parcalarin kutlelerinin, hidrojenin kutlesinin 2000'de biri kadar oldugunu bulmustur.

Fakat simdi bu elektronlar nerede bulunur? Sirada bu soru vardi. Thomson, Dalton'un modelini birazcik degistirerek, elektronlarin pozitif yukler arasina dagildigini ve bunlarin aralarinda buyuk bosluklar oldugunu soylemisitir.(Buyuk hata!)

1521
İnorganik Kimya / Rutherford Atom Modeli
« : Haziran 08, 2009, 08:52:25 ÖS »
Thomson'dan sonra yeni gelismelerin olmasi gerekiyordu atom modelleri konusunda. Cunku Thomson buyuk bir hata yapmisti negatif ve pozitif yuklar ayni yerde, bir bulut seklinde bulunur demekle.

Yeni gelismeler cok gecmeden (10 yil sonra) Ernest Rutherford tarafindan yapildi. Rutherford'in iki ogrencisi radyasyonla ilgili deneyler yapiyordu.(zavallilar..bkz Madam Curie ) Pozitif yuklu olan alfa parcaciklarini yogun bir sekilde altin folyoya gonderiyorlardi. Eger Thomson'in atom modeli dogru olsaydi, gonderilen isinlarin direk karsi tarafa gecmesi gerekiyordu, cunku Thomson'in modelinde negatif ve pozitif yukler arasinda buyuk bosluklar oldugu soyleniyordu. Fakat deney sonuclari cok sasirticiydi:






Goruldugu gibi alfa isinlarini cogu karsi tarafa gecmis, bir kismi biraz saparak gecmis, bir kismi da geri donmustur. 1911'de, Ernest Rutherford bu sonuclari torumladi ve Thomson'in onerdigi modelin dogru olamayacagini buldu. Pozitif yukun kucuk bir hacimde, yogun olarak ve atomun merkezinde bulundugunu, eger boyle olmasaydi alfa parcaciklarinin geri donmemesi ve yollarina devam etmesi gerektigini bulmustur. Rutherford'un modeline gore elektronlar cekirdegin cevresinde donmekte idi.

1522
İnorganik Kimya / Bohr Atom Modeli
« : Haziran 08, 2009, 08:51:11 ÖS »
Yeni bir gelisme de 1914 yilinda Danimarkali fizikci Niels Bohr tarafindan yapildi. Bohr, Rutherford'un modelini birazcik daha gelistirdi. O zamanlarda, isitilan bir bilesik cevresine isin yaydiginda, bu isigin enerjisinin hep belli bir sayinin katlari oldugu biliniyordu. Ama kimse o zamana kadar bu olayi aciklayamamisti. Bohr, elektronlarin atom cevresinde sabit bir enerjiye sahip olan orbitallerde dondugunu ve elektronlarin bu orbitaller arasindaki hareketi sirasinda sabit bir enerji alip-verdigini soyleyerek bu olayi da aciklamayi basarmistir.

1523
İnorganik Kimya / Descriptive Kimya`ya descriptive bir bakis acisi
« : Haziran 08, 2009, 08:50:38 ÖS »
Affiniza siginarak descriptive kelimesini ingilizce olarak kullanacagim. Yillar yili, descriptive kimya deyip durduk, bulmaca türü sorulara. Descriptive sorular dedik. "Bak descriptive" deyip, enseye vurulan sakalar yaptik. Sorulari cözünce sevincten agladik, costuk. Daha uzar gider bu. Simdi biraz daldan dala atlamak istiyorum.

Bazen, keske gectigimiz yüzyilin, yani 1900 lu yillarin baslarinda kimyager olsaymisim diyorum. Bulunacak daha cok sey olurdu kalmadi bize bulacak birsey gibi basit ve sacma bir düsünceden dolayi degil bu keskelerim. Halimden memnunum ama insan keskeleri engelleyemiyor tabi. Gecmiste yapilan calismalarin aktarildigi kitaplara, yayinlara baktikca bu keskelerim artiyor. Günümüzdeki, iste bunu yaptik, bu analizi, bu analizi diye , aha sunlari yaptik seklinde yalap salap aciklanan deneysel sonuclarin aksine, bahsettigim gecmis zamanda, oldukca detayli, gözlemlerin su an düsünüldügünde cok basit olarak adlandirilacak detaylarina kadar bahsedildigi, ince ayrintilarin atlanmadigi deneysel prosedürlerin kullanilmasi, sahsen beni o zamanlara özendiriyor. Su zamanda sanki bolluk icinde yokluk cekiyormusuz hissi uyandiriyor bu durum.
Bilim icin oldukca kolaylik saglayan bir cok teknolojik gelisme, iste descriptive olarak adlandiracagim bu detayli tanimlamalarin gözden düsmesine neden olmus sanirim. Eskiden olmayan bir cok alet yerine insanlar bu ayrintili gözlemlerle, tasvirlerle, yaptiklarinin, daha önce yapilanlarla ayni olup olmadigini, farkliligin nerede oldugunu anlayabilmekteydiler. Buna günümüzde pek de gerek kalmiyor ama bazi güzellikleri de alip götürüyor bence.

Descriptive kimya sorulari olarak adlandirdigimiz sorularda da dikkat ederseniz, maddelerin, renkleri, bilmemneyle verdikleri tepkimelerin görsel sonuclari (renk degisimi, gaz cikisi gibi) siklikla kullanilmakta, bu bilgiler madddelerin neler olduklari bulunmaya calisilmaktadir. Ve maalesef soyle bir bakildiginda, bu tür sorularda bir azalma görülmekte, malum modaya bu sorular da kurban gitmekte ve tarihin tozlu yapraklarina dogru yol almaktadir diyerek trajik bir son yapayim, nokta. c

1524
İnorganik Kimya / Amfoterik, Amfiprotik, Amfipatik
« : Haziran 08, 2009, 08:50:20 ÖS »
Hepsi de amf-la başlayan bu üç terimden amfoterik ile amfiprotik anlamca birbirine daha çok benzerken (ve bu yüzden daha çok karıştırılırlar), amfipatik'in çok başkaca bir anlamı vardır.
Bunların içinde kuşkusuz en sık karşılaştığımız amfoterik terimi hem asit hem de baz olarak davranabilen türler(atom, molekül veya iyon) için kullanılır. Amfiprotik ise proton, H+ alabilen veya verebilen tür anlamına gelir ki bu tanım hemen akla o zaman bunun amfoterik'ten farkı ne sorusunu getirir. Şöyle ki mesela suyu veya HCO3- gibi bir iyonu ele alırsak bunların hem amfoterik hem de amfiprotik olduğunu görürüz. (Tam da bu sırada aklımıza 'Su ne asittir ne baz; hem asittir hem baz.' sözü aklımıza gelir.) Ama öte yandan tek başına metaller veya bazı metal/yarı metal oksitler (Al,Zn, Al2O3,PbO,SnO gibi..) amfoter özellik gösterdiği halde amfiprotik değillerdir.
Amfipatik'e gelince, bu daha çok biyokimyada geçen bir terimdir ve hem hidrofobik hem de hidrofilik bölgelere sahip moleküller için kullanılır. Verilebilecek en basit örnek fosfolipidlerdir: fosfolipidlerde yağ asitlerinin bulunduğu kısım hidrofobiktir ve hücre zarının içi kısmında yer alırlar; fosfat grubunun bulunduğu kısım ise hidrofiliktir ve zarın dış kısmına bakar.

1525
İnorganik Kimya / Vertical(Dogrudan) ve Adiabatik(en düşük enerjili)
« : Haziran 08, 2009, 08:49:28 ÖS »
İyonlaşma enerjisi bir atom ya da molekülden gaz halinde elektron koparmak için verilmesi gereken enerjidir.Çoğu zaman tek bir kavram olarak düşündüğümüz İ.E aslında moleküller için iki farklı şekilde söz konusudur: Bir molekül elektron verip + yüklü hale geldikten sonra molekül için farklı bir potansiyel enerji kuyusu(potential energy well) söz konusudur. Elbette ki elektronun koparıldığı orbitalin karakterine göre bu enerji diagramının minimum noktası, nötral olanınkinden daha fazla ya da az olacaktır. Örneğin, bağ yapan bir orbitalden elektron alınmış ise Re(katyon)> Re(nötral) olacaktır. Molekül elektron verdikten sonra geometrisini bir miktar değiştirmekte ve daha düşük enerjili bir hale geçmektedir. İşte iyonlaşma olayı eğer molekül geometrisini deiğiştirmeden sadece elektronun molekülden atılması ile oluyorsa buna Vertical(aynı geometri üzerinde olduğumuz için) İyonlaşma enerjisi denir. Eğer katyonun en düşük enerjili haline doğru bir iyonlaşama ise buna da adiyabatik İ.E denir. Elektronlar çekirdeklere göre daha hızlı olduğu dikkate alınarak zamanın miktarına göre bu iki tür iyonlaşma enerjisi de görülebilir. Spektroskopi için önemli bir kavram olan Franck-Condon prensibini anlamak için bu iki tür iyonlaşam enerjisi bilinmelidr.

1526
İnorganik Kimya / Avodagro Sayısının Bulunuşu
« : Haziran 08, 2009, 08:48:33 ÖS »
Hafiften bir gazete manseti gibi, abartili bir özet oldu. Aslinda esrarengiz bulunus öyküsü anlatmayacagim. Oturmus saymis iste adam gibi geyiklerden de bahsetmeyecegim. Sadece gercekleri aktaracagim. Smiley.

msünbül, Avogadro'dan kisaca bahsetmis ve aslinda avukat olarak basladigi kariyerine kimyager olarak devam ettigini, kendi adi ile anilan teorisinin yasadigi dönemde pek itibar görmedigini okumustuk. Evet, zaten, "Avogadro sayisi" ifadesi de ilk olarak 1900 lu yillarin baslarinda (1909) Nobel Fizik Ödüllü (1926) Jean Baptiste Jean Perrin tarafindan kullanilmistir. Avogadro zaten sadece ortaya bir kuram atmis, sabit sicaklik, basinc ve hacimdeki gaz parcaciklarinin ayni sayida oldugunu önermis ama bu sayinin kac oldugu ile ilgili herhangi bir hesaplamada bulunmamistir. Belki de kuraminin bu kadar gec kabul görmesinin bir nedeni de budur.

Ama Avogadro'nun ölümünden biraz sonraya gittigimizde, Avusturyali bir lise ögretmeni olan Josef Loschmidt, (1821-1895)' in, 1865 yilinda, Kinetik Moleküler Teorisini kullanarak (ortalama molekül hizi ve yaricapi gibi bilgileri kullanarak) 1 cm3 hacmindeki bir gazin standart kosullar altinda yaklasik 2.6 x 1019 molekül icerdigini hesapladigini görüyoruz. Hala da Loschmidt sabiti ´(no)olarak bilinen bu degerin günümüzde 2.6867775 x 1025 m-3 oldugu bilinmekte ve Loschmidt in gercek degere epey bir yaklastigi görülmektedir.

Maxwell, 1873'de bu degeri 1 atm standart basinc, 0 °C icin hesapladiginda 1 cm3 hacimli gazdaki parcacik sayisini 1.9 x 1019 olarak hesaplamistir ki 22.4 L gaz icin bu deger yaklasik 4.3 x 1023 a denk gelmektedir. Kisa bir süre sonra, Kelvin, isigin sacilmasi prensibini kullanarak 5 x 1023 degerine ulasmistir.

Ve Avogadro sayisi tabirini ilk kullanan Perrin sahneye ciktiginda, 1909 yilindaki makalesinde, Brownian Hareketi üzerine yaptigi ölcümlerle "Avogadro sayisini" 6.9 ile 6.4 x 1023 arasinda bir deger olarak hesaplamistir. 1914'de ayni prensibe dayanarak yapilan ölcüm ve hesaplamalarda ise 6.03 x 1023 degeri elde edilmistir.

Iste bundan sonra bilim dünyasinda bir kavram karmasasi yasanmaya baslanmis, bu bulunan yeni sabite ne isim verilecegi tartisilir hale gelmistir. Bir yan da kuramiyla, hesaplamalara yol gösterici olan Avogadro, diger yandan da, ilk hesaplamayi yapan Loschmidt. Tam olarak bir karara varilamamasina ragmen ki (bu pek de mümkün olmazdi sanirim zaten), yine de kurami ilk öne süren Avogadro'nun ismiyle kullanilmasi yayginlasmistir.

Teorik olarak Avogadro sayisini bulmak icin mol sayisinin gectigi her türlü denklem kullanilabilir. Mol sayisi haric tüm degerlerinin deneysel olarak ölcülebilecegi deneyler tasarlanir ve agirligi bilinen maddelerle calisilarak mol sayisi oradan da agirligini kullanarak Avogadro sayisina ulasmak mümkün. (Bilenler, bu konudaki 1996-Rusya, 28. IChO sorusunu hatirlayacaklardir. Radyoaktif isima ile olusan alfa taneciklerinin diger bir deyisle helyum gazinin hacminden, parcalanan radyoaktif atom agirligindan, Avogadro sayisina ulasilmaya calisilan bir problemdi. Pek de kolay bir soru oldugu da söylenemez. Iste o gün cok iyi anlamistim Avogadro sayisini hesaplamanin zorlugunu. Smiley.)

Sanirim bir diger yaygin ve güvenilir yöntem ise kristalografi. Istiflenme sekli bilinen kristallerin, yogunlugundan ve en kücük birimin uzunlugundan yola cikarak Avogadro sayisini bulmak mümkün. Bu sekilde, birim hücrenin uzunlugunu vererek, yogunluk hesaplatildigi klasik sorulari hatirlamissinizdir zaten. Yogunlugun farkli bir yöntemle ölcülmesi sonucu, denklemde eksik bilgi olarak Avogadro sayisini koyarak siz de Avogadro sayisini hesaplayabilirsiniz.Smiley.

Sonuc olarak günümüzde Avodagro sayisinin hesaplanabilmesi icin bircok deneysel yöntem gelistirilmistir. Ve bu ölcümlere dayanarak su an kabul edilen Avogadro sayisi ise 6.02214199 x 1023 (Kaynak : NIST )

1527
İnorganik Kimya / Gündelik Sorular
« : Haziran 08, 2009, 08:46:36 ÖS »
Acaba civanın sıvı olmasının nedeni nedir?

Civa periyodik tablonun tek sivi elementi olmasa da (Br2 da sividir ama bromun element halinde degil de di atomik molekül halde olmasi ayri bir konu), tek sivi metalidir (oda sicakliginda). Civanin sivi olmasinin en basit aciklamasi, atomlar arasindaki bagin zayif olmasidir ama bu da cok yetersizdir ki insanin aklina neden zayif sorusu gelir bir anda ki cok da makul bir sorudur.

Öncelikle belki, diger metallerin neden kati oldugundan bahsetmekte yarar var. Metallerin bircok özelliginin aciklamakta faydali olan metal iyon denizinde yüzen serbest elektronlar teorisi oldukca faydalidir. Söyle ki, metallerin degerlik elektronlari, metaller tarafindan ortaklasa kullanilabilir ve bu bir nevi atomlar arasi serbest elektron transferine yol acar. bu da metallerin isi ve elektrik iletkenligini gayet guzel bir sekilde aciklar. Bunun cok da detayina inmeden civaya gelecek olursak, civanin en distaki 6s2 elektronlari, "göreceli büzülme" denen bir olayla, atomun merkezine cok daha yakin durmakta ve diger civa atomlari ile paylasilmasina engel olmaktadir. Metallerin elektron paylasamamasi da atomlar arasi bagi zayiflatmakta bu da atomlarin daha serbest hareket edebilmesi yani, sivi fazla olmasi anlamina gelmektedir. Atomlar ya da moleküler arasi baglar ne kadar zayifsa, o madde o kadar kolay erir ya da kaynar. Bu sefer ayni büzülmenin neden civanin bir üst periyodunda bulunan kadmiyumda görülmedigi sorusu akla geliyor. Kadmiyumun, erime noktasi da diger metallere göre oldukca düsük ve yaklasik 300 °C. Kadmiyumun bir üst periyodundaki bakirin erime noktasi ise yaklasik 400 °C. Bu durumda, atomun büyümesi ile bu büzülmenin arttigi ve , onun sivi olmasini saglayacak kadar etkili oldugu düsünülebilir. Civanin bir alt periyodundaki atoma baktigimizda yapay olarak elde edilen 112 atom numarali, Ununbiyumu görüyoruz ki, radyoaktif olmasi ve 240 mikrosaniye gibi bir yarilanma süresi olmasi nedeniyle fiziksel hali ölcülememistir ama sivi oldugu tahmin edilmektedir. Sonuc olarak son yörüngesindeki elektronlar 4s2, 5s2, 6s2 ve 7s2 olan elementlerin, atomlar arasi büzülme etkisi nedeniyle zayif olmakta ve bu etki atom capi arttikca artmaktadir. Bu etkinin atom capi arttikca artmasinin ise nedenini tam olarak bilemiyorum.

yeturkmenin de bu konuda söyle bir cevabi vardi.

Elimde Relativistic Effects in Structural Chemistry (Chemical Reviews, 1988, Vol.88, 563-594) diye görelilik kanununun kimyasal kavramlar-yapilar üzerine etkisini inceleyen bir makale var. Makale derleme (review) bir makale, zaten gayet de uzun, o makalenin sonunda Further Possible examples and Open Problems adli bir bölümde söyle bir paragraf var:

Mercury being a liquid at room temperature, a fact attributed to the relativistic contraction of the filled 6s2 shell, one may ask, why is galium a liquid (Tm= 29.8 °C, despite a high Tb= 671 °C). Perhaps the best answer is that already its crystal structure is very complicated.....

Paragraf böyle devam ediyor ve civa'nin durumuna iki makaleyi referans olarak vermis. Eger biraz daha ayrintili bilgi istiyorsaniz

-Pyykkö, P. Adv. Quantum Chem., 1978, 11, 353 -Pitzer, K. S. S. Acc. Chem. Res., 1979, 12, 271
-Pyykkö, P., Desclaux J.P., Acc. Chem. Res, 1979, 12, 276

1528
İnorganik Kimya / Civa Oda Sıcaklığında Neden Sıvıdır? -II-
« : Haziran 08, 2009, 08:46:07 ÖS »
Gecen hafta, daha once adini duydugum ama pek sallamadigim bir kimya dergisinin megersem nice nimetlere sahip oldugunu kesfettim; ya da murat'in (sunbul olani) deyimiyle aydinlandim. Derginin adi  Journal of Chemical Education ; anlayacaginiz uzre kimya egitimiyle ilgili bir dergi, ama biraz karistirinca icinde cok ilginc yazilar, makaleler oldugunu farkettim.. Mesela Linus Pauling'le olmesine yakin yapilan bir soylesi, ilaclarla stereokimyanin iliskisine dair bir makale ve bu yazinin konusu olan civanin neden sivi oldugu mevzunu iceren bir makale bunlardan birkaci... Kimyasanalin da egitim amacli kuvvetli bir yani oldugundan, bu dergiye bir goz atmalarini herkese tavsiye ederim..

Gelelim konumuza; makale 1991'de yazilmis, basligi da Why is Mercury Liquid? or Why do relativistic effects not get into chemistry textbooks? Basligin ilk kismini biliyoruz ama or'dan sonraki kisim ilginc..Zaten yazinin giris kisminda da ''Bizi bu makaleyi yazmaya iten sey, rolativitenin (gorelilik) kimyasal sistemler uzerindeki etkileri artik iyice biliniyor olmasina ragmen, hala ders kitaplarina girmemis olmasi'' diyor yazarimiz.. Salih yukaridaki yazisinda civanin oda sicakliginda neden sivi oldugunu uzun uzun aciklamisti zaten, burda tekrar o konuya girmenin bir manasi yok... Ama makaleyi okuyunca anliyoruz ki, bu rolativistik etkiler periyodik tabloda genel egilimlere uymayan bircok sonuca yol aciyor ve civa meselesi bunlardan yalnizca biri.. Mesela, neden gumus renksiz oldugu halde, altinin renkli oldugu; Ag(I) katyonu Au(I)'e gore daha yayginken neden Au(III)'un Ag(III)'e gore baskin oldugu; kararli cift etkisi olarak da bilinen Pb(II)'nin Pb(IV)'e tercih edilisi (doga tarafindan tabi ki, biz tercih etmiyoruz); ve nihayetinde organikcilerin iyi bildigi civanin diger metallerle cok iyi amalgam olusturmasinin sebebi iste butun bunlar hep ayni rolativistik etkiyle aciklanabiliyormus (biz de ogrendik aydinlandik)...

Neyse daha fazla sikmayayim sizi...
Why is mercury liquid? Lars J. Norrby, Journal of Chemistry Education, Volume 68, february 1991, 110-113.

1529
İnorganik Kimya / Seryum (IV) Sülfat Tuzları ve Yükseltgenme
« : Haziran 08, 2009, 08:45:22 ÖS »
Seryum (IV) tuzları +3 ve +4 değerlikleri alabilen, kuvvetli yükseltgeyici özellik taşıyan maddelerdir. Seryum (IV) tuzlarının hibritleşmemiş elektronik yapıları 5s25p64d104p1 ve 5s25p64d10 şeklindedir. Seryum (IV) metal iyonu yükseltgen metaller arasında en büyük yükseltgenme potansiyeline sahip elementlerden biridir.
Örneğin 1 Normal sülfürik asitli çözeltide E = 1. 44 V , 1 Normal hidroklorik asitli çözeltide E = 1. 28 V, 1 Normal nitrik asitli çözeltide E = 1. 61 V, aynı normalitedeki perklorik asitli çözeltide ise E = 1.7 V ölçülür. Seryum (IV) ve seryum (III) çifti asitli çözeltilerde nötralize olur ve notralizasyon esnasında seryum (IV) bazik tuzları halinde çöker. seryum (IV) sülfat tuzlarının çözeltileri sarı renklidir. Seryum (IV) tuzları derişik sülfürük asit çözeltisinde daha koyu renkli bir çözelti verir. Sülfürük asit derişimi arttıkça çözeltinin rengi sarıdan turuncuya doğru bir değişim gösterir. Seryum (IV) tuzlarının nötral sudaki çözeltisinin rengi ise kuvvetli yükseltgeyici gücünden dolayı sarı renkten açık yeşil-sarı renge dönüşür. Seryum (IV) sülfat tuzunun sıcak ortamda dönüm noktası indikatöre gerek kalmadan tespit edilebilir. Seryum (IV) tuzları sülfürik asit çözeltisinde (CeSO4)+2, Ce+4 (SO4)2–2 ve Ce(SO4)3–2 komplekslerini verir.
Perklorik asitli ortamda ise [Ce+4(OH)3]+1 ve [Ce+4(OH)2]+2 hidroliz ürünleri ve Ce+4 iyonu halinde bulunur.

Polimerizasyon çözeltisinin içinde Ce (IV) derisimi yüksek olursa seryum (IV) iki şekilde dimer oluşturabilir. [ Ce+4 – O-2 - Ce+4 ]+6 ve [HO-1 – Ce+4 – O-2 – Ce+4 – O-1H ]+4







Seryum (IV) tuzlarından seryum (IV) ve seryum (III) nitrat tuzları üzerinde değişik çalışmalar, seryum (IV) iyonunun koordinasyon sayısının 8 olduğu tespit edilmiştir. Seryum (IV) tuzları organik bir indirgen madde ile redoks tepkimesine girebilir. Vinil kökü ihtiva eden monemerler yapılarındaki π bağlarının sigma bağına dönüşme kolaylığı –CH=CXY yapısındaki X ve Y nin elektron ilgisine göre değişir. Seryum(IV) vinilik monomerlerin radikal polimerizasyonunda kullanılabilmektedir. Seryum (IV) indirgen bir bileşikle kompleks üzerinden giderek reaksiyon verecek radikal oluşturur, oluşan bu radikal monomerinin polimerizasyonunu gerçekleştirir.

Kaynak:

Dr. Murat Ateş, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ, 2001, “Metil pirolün karbazol ve etil karbazol ile kimyasal ve elektrokimyasal polimerizasyonlarının karşılaştırmalı olarak incelenmesi” Danışman: Prof.Dr. A. Sezai Saraç,
Teze ulaşım:  http://tez2.yok.gov.tr/   

1530
İnorganik Kimya / HOMO ve LUMO
« : Haziran 08, 2009, 08:41:42 ÖS »
Highest Occupied Molecular Orbital (HOMO) ve Lowest Unoccupied Molecular Orbital (LUMO) `in kisaltmalari. Kovalent bagli bilesiklerde elektronlarin, atom orbitallerinin olusturdugu moleküler orbitallerde bulundugu düsünülmektedir. Bu orbitallerin de her birinin degisik enerjileri vardir. Bazi orbitaller dolu, bazilari da bostur, atom orbitallerinde oldugu gibi. Yani, aslinda Hidrojen atomunun 2s, 3s, 3p gibi atom orbitallerinin hepsi mevcuttur. Sadece dolu degildir o kadar. Buna benzer olarak, moleküler orbitallerde de bos olan en düsük enerjili moleküler orbitale LUMO, dolu olan en yüksek enerjili orbitale de HOMO denilmektedir. Bir molekül elektron aliyorsa da bu LUMO`yu dolduruyor ilk olarak. Tepkimelerde daha cok en yüksek enerjili elektronlar yani HOMO elektronlari isin icinde oldugundan oldukca sik kullanilan bir kavramlardir.

Sayfa: 1 ... 100 101 [102] 103 104 ... 166