İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - P.u.S.u

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 15
16
Genel Kültür / Ynt: Kitle Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 07:02:11 ÖS »
Kitle Kültürünü Oluşturan Maddî Nedenler

Kitle kültürü, 19. yüzyılda, sanayileşme etkinliklerinin büyük boyutlara ulaşmasına, kentlerde emekçi kesimlerin yığınlar halinde yaygınlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkmış; özellikle de, kapitalizmin emperyalizm aşamasında, burjuva toplumlardaki karmaşık toplumsal bir olgu biçiminde belirginleşmiştir. Bu olgunun temelindeki gerçek, ileri gelişmiş kapitalist üretim biçimi ile kitlelerin kültürel gereksinimleri arasında yatan çelişkidir. Bu çelişki tarihsel gelişmenin içerdiği bir çelişkidir; başka bir deyişle, uygarlığın bütün gelişmesi zaten sürekli bir gelişme içinde var olagelmiştir; çünkü, üretimdeki her ilerleme, aynı zamanda, bu üretimin zenginliklerinden yararlanamayan kesimlerin, yani, büyük çoğunluğun durumunda bir gerileme olmuştur. Kapitalist toplum maddî üretimde ilerleme gösterdikçe, kitlelerin bu üretim zenginliklerinden yararlanamaması sonucu, kitlelerin kültürel düzeyinde bir gerileme göstermiş; maddî üretim zenginliklerinin gerçek üreticisi olan geniş emekçi kitleler kendilerini manevi alanda geliştirebilme olanağını bulamamışlardır. Bundan dolayı, kitle kültürü, aslında toplumsal maddî-teknik ilerlemenin değil, ama, kapitalist üretim biçiminin kendi çelişkin sonuçlarından biridir.

Öte yandan, kapitalizmin emperyalizm aşaması içine girmesiyle birlikte, kitle kültürü de uluslararası bir anlam kazanmıştır. Başka bir deyişle, ulusal burjuva kültürlerin emperyalist kültürlere dönüşmesi sonucu, uluslararası ölçekte maddî üretime egemen olmuşlar; başka ulusların kültürlerini baskı altında tuttukları kadar, gelişmelerini de önleyecek ve çarpıtacak biçimde, kitle kültürünü uygulamaya geçmişler; kendi maddî sömürülerini sürdürebilme amacıyla, maddî üretim biçimlerini kendilerine bağımlı kıldıkları ülkelerin kültürlerini, dayattıkları kitle kültürü içinde tutmaya çalışmışlardır. Böylece, kitle kültürü, tekelci kapitalizmin uluslararası niteliğinden ötürü, hem belli bir ülke içinde, hem bağımlı kılınan öbür ülkeler üzerinde uygulanabilme alanı bulmuştur.

Ülkemizde kitle kültürünün maddî tohumlarının atılışı 1950 yıllarına, yani, tekelci kapitalizmle ilişkiler içine girildiği yılara bağlayabiliriz. Hiç kuşkusuz, ülkemizde ilk sanayileşme etkinliklerine davetçiliğin ağır basması ve bu ilk sanayileşme süreci ve boyutlarının, kitle kültürünün Batı'da ortaya çıktığı Sanayi Dönemi'ne kıyasla çok daha düşük olması, yani, kapitalist üretim biçiminin kendi içinde taşıdığı çelişkilerin azgelişmişlik, ama, henüz dışa bağımlılık içinde bulunmayışı, kitle kültürünün o yıllara kadar ortaya çıkışını engellemiştir. Ama, 1950'den sonraki kapitalistleşme süreci, kapitalizmin ülkemizdeki iç çelişmelerini de gittikçe derinleştirmeye başlayarak, kitle kültürünün oluşmasına neden olmuştur.

Hiç kuşkusuz, bu olgunun toplumsal-ekonomik nedenlerinin başında, çarpık kapitalistleşme yatmaktadır. Gerek azgelişmişlik, gerekse dışa bağımlılık yüzünden, kapitalist yeniden üretimin önkoşullarını yaratmayan burjuvazimiz, kendi maddî ve manevî kültürünü de sonunda çarpık bir biçimde yaratmak zorunda kalmıştır. Özellikle, yurt dışına büyük ölçüde işçi göçü yanı sıra, kırlardan kentlere büyük ölçüde göç sonucu, kent nüfuslarının olağanüstü hızla artışı; "sanayileşme atılımı" gereği kentlerde yarı-emekçi ve gizli işsiz yığınlarının çoğalışı, aynı zamanda, toplumsal-sınıfsal konumunu yitirmiş kitlelerin yoğunlaşmasına yol açmış; genelde yoksullaşmış çarpık bir toplumsal-ekonomik yapıyı (bu anlamda "lumpen kültür"ü) oluşturmuştur. Hele kapitalistleşme sürecinde çelişkin yönelimler, yani, sanayileşme etkinliklerinden tarımsallaşma etkinliklerine, iç tüketim ekonomisinden dışsatım politikası ile liberalleşmeye dönüşümler; dönem dönem, ticarî burjuvazi ile sınaî burjuvazi, devletçilik ile malî oligarşi arasındaki iç çelişmeler, öte yandan, sürekli "enflasyon" ve "devalüasyon", kapitalist üretim biçimini tam bir "maddî kültür anarşisi" içine sokmuştur. Böylesine bir "maddî kültür anarşisi"nin "manevî kültür anarşisi"ne yol açmaması ya da böylesine bir üretim biçimi ile kitlelerin kültürel gereksinimleri arasındaki çelişkinin gittikçe derinleşmesi, hiç kuşkusuz, olanaksızdır. Nitekim, ülkemizde "lumpen kültür" olarak kitle kültürünün, tarihsel göreceliği içinde, en çok yaygınlaştığı dönemin, ülkemizin "70 sente muhtaç olduğu" dönem olması hiç de rastlantı değildir.

Ayrıca, bütün bu "maddî kültür anarşisi"nin ve "çarpık üretim biçimi"nin temel bir nedeninin dışa bağımlılık oluşu; yani, yukarıda değindiğimiz gibi, maddî ve manevi kültür emperyalizminin dayatması altında bulunuşumuz, hiç kuşkusuz, toplumumuzda kitle kültürüne bağlaşık başka bir olgunun, "montaj kültürü" ya da "aranjman kültür" diyebileceğimiz bir başka olgunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Uyumlu, bütünsel ve sürekli bir yeniden üretim koşullarının yaratılamaması, sonunda, (tıpkı ulusal sanayinin ya da "sanayileşme" etkinliklerinin yozlaştırılması örneğinde de görüldüğü gibi), üretimin yozlaşmasına ve ortada doğan boşluğun yabancı kitle kültürüyle doldurulmasına neden olmuştur. Onun için, "montaj" ya da "aranjman" kültür, toplumumuzun bu tür bir yozlaşmış üretim biçimine bağlı olarak, kitle kültürümüzün kendine özgü bir özelliği biçiminde ortaya çıkmıştır.

Öte yandan, kitle kültürünün, gerek ulusal, gerekse uluslararası boyutlarda varlık alanını genişletebilmesinin başlıca bir maddi nedeni de "kültür endüstrisi" ve "kitle iletişim araçlarına egemenlik"tir. ama burada önce kapitalizmin özünden bir çelişkisinden söz açmak gerekiyor. Şöyle ki, kapitalizm, kendi sistemi gereği ne denli toplumsal kötülüklere yol açıyorsa, kendi çıkarları uğruna bu kötülüklerden o denli yararlanmaya, bunları birer kâr mekanizmasına dönüştürmeye bakar; çünkü, toplumsal kötülüklerin varlığı kapitalizmin yine kendi çıkarıdır. (Söz gelişi, âhlaksızlık ne denli çok para getiriyorsa, daha çok kazanç için o denli çok âhlaksızlık yolları artar; ya da, çok çeşitli biçim ve kılıklarda, hırsızlık ne denli çok artarsa, onu önlemeye çalışan önlemlerin, örneğin, kilit, kasa, alarm sistemi vb. yapımı ve ticareti ile ona bağlı kurumların varlığı, örneğin, bankaları özel koruma polis sistemi, vergi denetim kurulları, kaçakçılık mahkemeleri artar.) Bu olgu, aynı zamanda, "paranın dönüştürücü gücü"ne, yani paranın iyi'yi kötü, güzel'i çirkin yapan olumsuz özelliğine bağlıdır.

İşte bu nedenle, kapitalizmin genel çelişkisine bağlı olarak, sermaye de özellikle son yüzyılda, bu yönde çoğalarak "kültür endüstrisi"nin ortaya çıkmasına yol açmış, kültür değerleri ve ürünlerinin birer ticarî meta olarak alım satımı özel bir kazanç sektörünü oluşturmuştur. Buysa, bir yandan "eğlence endüstrisi"ni, öte yandan da "sanat ticareti"ni doğurmuştur. Yukarıda verdiğimiz örnek doğrultusunda açıklarsak, kültür değerleri ve ürünleri kâr mekanizması içine sokuldukça kendi özlerine aykırılaşmaya, ama, kazanç oranını arttırmaya yaramışlardır.
Bu arada, ine son yüzyılda, sınai-teknik üretimdeki gelişmeler sonucu, kültür endüstrisi, kitle iletişim araçlarına egemenliği de getirmiş; kamu aracılığıyla kültürel iletişim zengin bir kazanç kaynağı olmuştur. Kendisinden de anlaşılacağı gibi, gerek kültür endüstrisi, gerekse ona bağlı kitle iletişim araçlarına egemenlik, hiç kuşkusuz, kitle kültürünün uluslararası ölçekte yaygınlaşması demek olmuştur.

Nitekim ülkemizde de, son yıllarda kendi çapında bir kültür endüstrisi doğmuştur. Gerek kültür ürünlerinin artık ülkemizde de kârlı bir duruma gelmiş olmasından ötürü kapitalizmin daha önce boş bıraktığı bu alana el atması, gerekse ülkemize özgü biçimde, "çok çabuk ve kolay kâr" mekanizmasının devreye girmesi, kültür endüstrisini hızlandırmıştır. Yine çarpık kapitalizmin belirgin bir sonucu olarak, "eğlence endüstrisi" ülke çapında boy atarken, "sanat ticareti" de büyük boyutlara ulaşmış; bu arada, kitle iletişim araçlarına sermayenin gitgide egemen olması sonunda, kitle kültürü geniş bir yaygınlık alanı kazanmıştır. Hiç kuşkusuz, burada, ülkemizdeki kitle üretim araçlarına egemenliğin, yine dışa, yani uluslararası kitle iletişim araçları tekellerine bağlı olduğunu unutmamak gerekir; çünkü ülkemizde kitle kültürünün yaygınlaşması büyük ölçüde bu yolla olmaktadır.

En önemlisi de, yukarıda belirttiğimiz nedenler dolayısıyla kitlelerin üretken emeklerinin ve üreticiliklerinin baskı altına alınması, çarpıtılması ve birer ticari metaya dönüştürülmesi sonunda, kitlelerin çarpık kültür ürünleri ve değerlerinin üreticisi kılınmasıyla, bir anlamda, edilgenliğe sürüklenmeleri, daha doğrusu, kendi özleri yabancılaştırılmış bir tüketim içine sokularak, gerçek yaratıcılıklarını yitirmeleridir. Hiç kuşkusuz, bunun genel toplumsal-ekonomik nedeni, kitlelerin "tüketim toplumları"nda, "tüketim kültürü" içinde tutulmalarıdır. Çünkü, bilineceği gibi, kültürün gelişmişlik düzeyi, insanın çevresini insanileştirmesinin bir göstergesi olduğu kadar; kültür ürünlerinin niteliği de, insanın yaratıcılık düzeyiyle ölçülüdür. Onun için, kültür, yalnızca insanın ürettiği maddi ve manevi değerleri bize göstermekle kalmaz, ama aynı zamanda, insanın yaratıcı etkinliğinin kendisini de içerir, yani, insanın yaratıcı etkinliği kültürel değerlerin tümünde kendi nesnelleşmesini bulur. Böyle aldığımızda, kültürel değerleri yaratıcı emeğin değil, ama paranın ve kârın oluşturduğu tüketim toplumlarında, kitleler açısından, genel bir kültürsüzleşme olgusunun da ortaya çıkmış olduğunu görürüz. Kültürel değerlerin üreticisi değil, ama geniş tüketimin aracısı durumuna indirgenen kitlelerin, dolayısıyla, kitle kültürü içine sokulmaları hiç de rastlantı değildir. Bu nedenle, kitle kültürünün, aynı zamanda, tüketim kültürü, yani, "kültürsüzleşme" olduğunu burada çok haklı olarak söyleyebiliriz.

17
Genel Kültür / Kitle Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 07:01:30 ÖS »
KİTLE KÜLTÜRÜ

Kitle kültürü, öncelikle, toplumlardaki "kültürel çöküşme"nin bir gösterimidir. Bu kültürel çöküşme, bize aynı zamanda, toplumlardaki "Kültür bunalımı"nı gösterir. Bu kültür bunalımı ve kültürel çöküşmenin temelinde de, burjuva insanlık idealleriyle toplum düzeninin buna elvermezliği arasındaki derin çelişki yer alır. Buysa, burjuvanın ideal ve çıkarlarının tüm toplumun ideal ve çıkarlarıyla uyumlu hale getirilememiş olması demektir; çünkü, kapitalist üretim biçimi, yabancılaştırma özelliğinden ötürü, üretimi dolayısıyla kültürü insani kılamamakta, dolayısıyla, insanın çevresini insanileştirmesi demek olan kültürü topluma yerleştirememektedir. Çünkü, insanın çevresini saran dünyanın öylesine düzenlenmesi gerekir ki, insan bu çevrenin içinde gerçekten insani olan şeylerin deneyini edinebilsin; yani, eğer insanı biçimlendiren kendi çevresiyse, çevresinin insanileştirilmesi gerekir. Oysa, kapitalist üretim biçimi, insanın çevresini kendisine insani kılamayışıyla, yani, kültürü insani olmaktan çıkarışıyla belirgin özelliğini kazanmaktadır. Bu durumda çevrenin (toplumun) salt kapitalist tüketim kültürüne göre düzenlenişi demek, kültürün "para kültürü"ne göre kâr mekanizmasına göre düzenlenmesi, tüketen kitle kültürünün sonunda yaratılması demektir ki, bunun genel maddi-manevi nedenlerini daha önce görmüş bulunuyoruz. O zaman şunu söyleyebiliriz ki, kitle kültürü'nün başlıca özelliği, kültürün insana, "yabancılaşması"nın, yani, "kültürsüzleşme"nin, "kültürün kendi özüne aykırılaşması"nın bir anlatımı olarak, "insani olmayışlık"tır; yani, "gayri-insani kültür"dür kitle kültürü.

Bunun doğal bir sonucu olarak, ikinci başlıca özelliği, "soysuzlaşma", ya da "çarpıklaşma", "gitgide bozulma", "niteliksizleşme"dir. Burada, daha önce açıklamaya çalıştığımız, kitle kültürünün oluşmasına yol açan maddi-manevi nedenlerin büyük etkisini görmemek olanaksızdır. Örneğin maddi kültür anarşisine bağlı olarak manevi kültür anarşisi'nin, değer karmaşası'nın getirdiği çarpıklık; lumpenleşme, sınıf-yitirme olgusunun yol açtığı niteliksizleşme; özellikle kültür emperyalizmi sonucu soysuzlaşma, tüketim ekonomisinin sanatsal-kültürde yol açtığı bozulma; bir de tüm bunların birbirleriyle karşılıklı ve içiçe etkileşmesi!

Hele bu yönde ülkemize baktığımızda, kitle kültürünün ne denli tehlikeli boyutlara ulaşmış olduğunu görürüz. Çünkü, şunu hemen anımsatalım, kitle kültürü yalnızca yoksul kitlelerin değil, ama tüm toplumsal kesimlerin tüketimine ve etkilenme alanlarına uzandırılmış bir kültür olup, ülkemizde burjuvazinin kendisini de derinden etkilemektedir. Bunun başlıca bir nedeni, burjuvazimizin güçsüzlüğü olduğu kadar; "çabuk zenginleşme" sonucu, egemen kesimlerin kendilerinin de kesin bir kültür bunalımı içinde oldukları, kültür emperyalizmi öğelerini olduğu kadar, feodal kültür öğelerini de bir arada yaşamaları, dolayısıyla, soysuzlaşma'ya, çarpıklaşma'ya, niteliksizleşme'ye zaten açık oluşlarıdır. (Bu anlamda, örneğin, sosyetede verilen "Dallas partileri" ile sokaktaki "Dallas kebapçısı" arasında bir fark yoktur). Dışa bağımlı az gelişmiş, çarpık kapitalizmin, hiç kuşkusuz, kaçınılmaz sonuçlarıdır bunlar. Nitekim, bizim vurgulamak istediğimiz şey de, ülkemizdeki kitle kültüründe görülen olumsuz özelliklerin, burjuvazinin kültür özelliklerinin yalnızca sonuçları değil, ama onun nedenleri de oluşudur. Bu nedenle kaygımız, kitle kültürü'nün neredeyse tüm bir toplum kültürü haline gittikçe dönüşmesidir, çünkü, yeniden üretimi, gerçek ilerlemeye yönelik üretimi elinden alınmış burjuva kültürümüzü sanırız gittikçe daha çok "kültürsüzleşme"den, "aranjlaşma"dan başka bir son beklemiyordur. (Kitlelerin "dolmuş müziği"nin aynı zamanda burjuvanın "gazino müziği" oluşu, "ulusal kültür"ün bir belirtisi değildir her halde).

O zaman şunu da söyleyebiliriz ki, "kitle kültürü"nün yukarıdaki nedenlere doğal bağlantısı sonucu bir başka özelliği de "kişiliksizleşme"dir. Ülkemizde herhangi bir sanatsal-kültürel olgu, ne denli kişiliksizleşiyorsa o denli kitle kültürü içinde yer alıyordur, ya da tam tersi, kitle kültürü toplum içinde ne denli yaygınlık kazanıyorsa, toplum da o denli kişiliksizleşiyordur. "Kültür bunalımı" içinde yaşayan toplumlarda, "kültür kişiliği" aramamız doğal olacak. zaten kitle kültürünün herkese uygun düşecek (yani, herkesin insani kişiliğine aykırı düşecek) hale getirilmesinin nedeni de budur. Öyle ki, çarpık üretimin, tüketim ekonomisinin, kendisini oluşturan maddi-manevi nedenlerin tüm sonuçlarının gücüne bağlı olarak, kitle kültürü ortada nitelikli olan ne varsa onu niteliksizleştirmekte, soysuzlaştırmakta, "gayri-insani" hale getirmektedir. Kişilerin estetiksel beğenilerinin düzeyini en aşağısına indirgemekte, herkesin en diplerdeki ortak paydada buluşacağı estetiksel beğeniyi oluşturmaktadır.

Tüm yukarıda sözünü ettiğimiz özellikle birleşecek biçimde, onların ayrılmaz bir parçası olarak, kitle kültürünün bir başka özelliği de, çöküşmüş burjuva ideolojisi'ni yansılamasıdır. Bunun en belirgin yanıysa "gerçeklikten kopma"dır. Bir "ikame kültür" olarak, bir "bilinçsizleştirme", "zihniyetsizleştirme" olarak kitle kültürünün çöküşmüş burjuva ideolojisini gündelik bilinç içinde kendinde taşıyışını göz önüne alırsak, onun bütün gerçeklikten kaçma özelliklerini de birlikte görürüz. Bunun başlıca belirtisi, toplumsal ham hayallerin, aldatmacaların, yanılsamaların yaratılmasıdır; gerçekleştirilemeyen insanlık ideallerinin yerine ham hayallerin ikame edilmesi, çöküşmüş burjuva ideolojisi için kaçınılmazdır. "İnsanın değişmez doğası!" gibi sunulan bu "gayri-insani" insan özellikleri tüm kitle kültürünün en ağır basan yanıdır. Bu nedenle, kitle kültürü sanatı, toplumsal gerçeklikten kaçma, ya da sahte-gerçeklikler üstüne kurulmalarla doludur. Yanılsamalara dayanan, kadercilik, kötümserlik, umutsuzluk; zorbalık, vurdu-kırdı, suç dünyası; bilim-kurgu, doğa yıkımları, savaşlar; tüm bu "burjuva yaşamı cehennemi"nin karşıtını oluşturan "burjuva yaşamı cenneti", yani, açık saçıklık, kadın pazarı, serüvencilik; bir başka deyişle, toplumsal yaşamın yapısına "kötülük" olarak ekilmiş ne varsa, hepsi kaçınılmaz, günün "ampirik gerçeği", "insanlık durumu" olarak ortaya konur; bütün bu "cehennemi" yaratan, ama aynı zamanda onun "cenneti"nden yararlanan kapitalist toplum kahramanları (yani, "Süpermen"ler, "James Bond"lar, "J.R"lar, vs.) ise, "idoller" olarak verilir, ki burada da kitle kültürünün "bireycilik" özelliğini apaçık görürüz. Tabi, ne yazık ki, bu tür insanları ortaya çıkaramayan ülkemizde ise, "toplumsal kahraman ancak "Şaban tipinde nesnelleştirilir oysa, herkesin "kahraman" olacağı bir toplumda hiç kimsenin kahraman olamayacağı çok açıktır; tıpkı "her mahallede bir milyoner"in herkesin yoksullaşmasını gösterdiği gibi. İşte, bu anlamda, kitle kültürü,. Yukarıda da değindiğimiz gibi, kitlelerin varlıksızlaşmalarını amaçlayan "bireyciliğin propagandası"nı yapar. "Köşeyi dönme" en büyük insani amaç haline gelir; üstelik bu, herkese tanınmış bir eşitlik hakkıdır, çünkü, "talih kuşu herkesin başına konabilir"! Yeter ki insan bu çarpık düzenin nimetlerini kavramış, "uyanık" kişi olsun! Görüldüğü gibi, kitle kültürü aynı zamanda kendi içinde "zıtların birliği"ni de taşımaktadır. Yani, hem büyük "ütopyalar", hem büyük "kadercilik"; hem büyük "kahramanlar", hem küçülmüş insanlar; hem zenginleşme ideali, hem yoksullaşma; hem saldırganlık, hem boyun eğme; hem terör, hem çilecilik; yani, "insani olmayan" tüm birbirine karşıt, ama birbirleriyle bütünleşen insan özellikleri bir araya gelmiştir kitle kültüründe.

İçeriğinde, özünde çöküşmüş, biçiminde niteliksiz; üstelik tüm nitelikli sanatları ve insani nitelikleri kendisiyle birlikte soysuzlaştıran bir kültür-sanat. İşte burjuvazinin "son harikası"! Bütün bu yöndeki kitle iletişim araçlarından bunu "taksitle" satın alabilirsiniz. (Yalnız burada önemli bir yanılgıya da dikkati çekelim, kitle sanatının yaygınlaşmasını sağlayan şey kitle iletişim araçlarının varlığı değil, kitle iletişim araçlarının kullanılma biçimleridir; yani, tıpkı kitle kültürünü oluşturan şeyin teknik-sınai gelişme değil, çelişkin üretim biçiminin kendisi olması gibi).

18
Genel Kültür / Nargile Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 07:00:32 ÖS »
Nargile Tarihçesi

İlk olarak milattan önce, ibadet amacıyla yakılan tütün yapraklarının verdigi keyf ile fark edilip, hayatımızın vazgeçilmezlerinden oldu. Tarih boyunca pipo oldu, puro oldu, sigara oldu, ağızlarda çiğnendi. Ancak hiçbir şekil, tütünle "nargile" kadar bütünleşmedi.
Hindistan cevizinin dışındaki tütün benzeri tabakayı yakan ve cevizin içine soktukları kamışla keyif yapan Hintliler, asırlar sürecek olan nargile geleneğini de başlatmış oldular. Zaten ismi de Farsçada "Hindistan Cevizli" anlamına gelen "Nargil" kelimesinden geliyor. Ve nargile aradan geçen yüzyıllar sonunda bir kültür haline dönüştü.
Hindistan Cevizi zamanla yerini ilk önce kabaga ardından da porselen ve bronz gövdeli nargilelere bıraktı ve bunlarıçini, gümüş cam gövdeliler izledi. Önce iranlılar sonra da Araplar arasında yaygınlaştı.
Osmanlı ise tütünü 16. yüzyılda tanıdı. Tiryakilerin bir anda çoğalması üzerine dönemin din uleması tütün kullanımına karşı fetva çıkardı. Fetva üzerine de Padişah I. Ahmet tütün içmenin yasaklanması hususunda bir ferman yayınladı. Ancak, I. Ahmet'ten sonra tahta geçen Sultan Mustafa ve II. Osman devirlerinde tütün yasağının önemli bir etkisi olmadı.
Araplar ''sisa'', iranlilar ''kalyan'' adını verir.

Dünya'da Nargile

Nargile, Yakın ve OrtaDoğu'da, Arap Yarımadası'nda, bazı Afrika ülkelerinde, Türkiye ve Yunanistan'da gayet iyi tanınıyor ve de çok seviliyor. Böylesine rağbet gören nargileyi elbette artık Amerikalılar da görmezden gelemiyorlar. Ancak ABD ve Fransa'daki sıkı tütün kanunları özel nargile tütünlerinin ithalatına zorlaştırsa da yine de bir yol bulunup bu ülkelerde de benzeri nargile keyifleri yakalanabiliyor. İster nargile kahvesi, ister neo-orientalist kafe densin, netice itibariyla nargile içilen her yer muhabbet ve huzurun merkezi olarak büyük rağbet görüyor.
Lübnan
Günümüzde kadınlarla erkeklerin birlikte kahvelerde içtikleri nargile, ülkenin yakın geçmisteki savaş döneminde halkın, sığınaklarda bir araya gelerek sohbet etmesinde önemli bir araç olmuş. O karanlık günler biraz da nargilenin desteğiyle aşılabilmiş.
Suriye
Bu ülkede nargile içicileri daha çok yaşlı erkekler. Diğer ülkelerdekilerin aksine buradaki kahvelerde sohbet yerine daha çok gazete okumak tavla, dama ya da satranç oynamak tercih ediliyor. Suriye'nin diğer bir özelliğiyse önemli bir nargile ihracatçısı olması.
Ürdün
Ürdün'de yol kenarlarında uygun yer olsa dahi, nargile kahvelerinin teraslarda olması tercih edilmiş. Bu kahvelerde koyu sohbetlerin yanında tavla ve kağıt oynamak da son derece popüler.
Yunanistan
Özellikle Türkiye'den giden Rumlar arasında son derece yaygın olarak içilen nargile, Yunanlılar tarafından da seviliyor. Bu ülkede nargile Türk kahvesi eşliğinde içiliyor.
Mısır
Bu ülkede nargile on yedinci yüzyılın başından itibaren içiliyor. Mısır'da nargile o kadar popüler ki, her sokakta, her köşe başında nargile içenlere rastlamak olası. Genellikle yirmi dört saat açık olan nargile kahvelerinde hafif yemek servisleri de yapılıyor.
Libya
Libya'ya tütünün ulaştığı on yedinci yüzyıldan bu yana nargile içiliyor. Büyük palmiye ağaçlarının gölgesindeki lokantalarda yemek yendikten sonra kadınlı-erkekli aileler oturup nargile keyfi yapıyorlar. Libya'da nargile severlerin kendi tütünlerini içmek istemeleri olağan karşılanıyor.
Tunus
Küçük kentlerde rastlanmasa da büyük ve orta ölçekli Tunus şehirlerinde nargile içiliyor. Bu ülkede özellikle turistler nargileye büyük ilgi gösteriyorlar.
Yemen
Yemen'de de nargile oldukça yaygın bir biçimde içiliyor. Ancak Sözcük olarak "nargile" kullanılmıyor, kendi yerel dillerindeki adı tercih ediliyor.
İran
Nargile İran'ın olmazsa olmazlarından bir tanesi. Günlük yaşamda nargile bu kadar önemli olduğunda bazı ayrıcalıkları da hak ediyor. Sıkı dini kuralların uygulandığı ülkede iş nargileye geldiginde bu kurallar hafifliyor ve de kadınlar nargile kahvelerine eşleri ya da annelerinin eşliğinde gidebiliyorlar.
Hindistan
Nargilenin anavatanı Hindistan elbette bu geleneğini sürdürüyor. Bazı Hintliler nargileye o kadar düşkünler ki, seyahate çıktıklarında dahi nargilelerini yanlarında götürüyorlar.
Afganistan
Afganistan'da nargile daha çok yaşlılar tarafından içiliyor, gençler sigarayı tercih ediyorlar. Afganistan'daki nargileler alışılagelmiş görüntüden biraz farklılar, marpuç bölümü bir boru değil onun yerine kamış kullanılıyor.
Çin
Çin'deki nargile şekli de alışılagelenin son derece dışında. Daha çok büyük bir çakmağı andırıyor. Gövde bambudan ya da gümüşten yapılıyor. Gümüş üzerinde de ahşap süslemeler bulunuyor.
Fransa
Nargile salonları ilk olarak Marseilles ve Lyon'da açılmış. Bunlara daha çok "kültürel kafe" deniyor ama netice itibariyla buralarda sadece nargile içiliyor. Elbette Paris'te de bu kahvelerden bol bol bulunuyor. Bu tür kahvelerin resmi adıysa neo-orientalist kafeler.
Amerika
Amerikalılar arasında nargileyle tanışıp da onu sevmeyen yok. Bu ülkede tütün karşıtı pek çok yasa bulunmasına karşın nargileseverler buna pek aldırmıyorlar, her geçen gün nargile içilen mekan sayısı artıyor.

Nargile Kültürü

Masa - Meşe - Köşe - Ayşe
Çok eski bir keyif olduğu için zaman içinde nargileyle ilgili özlü sözler de üretilmis. ''Masa, Meşe, Köşe, Ayşe'' bunlardan bir tanesi.

Masa, içeceğinizi koyacağınız yer.
Meşe, ateşi yakmakta kullanılan odunu meşe kömürünü anlatmaktadır. Bu da yalnızca meşenin ''pirnav'' adı verilen türünden elde ediliyor.
Köşe, bu keyfin ortalık yerde yapılamayacağını,
Ayşe ise servis yapan garsonları ve servisin kalitesini anlatan kelimeler.

Nargile içmenin adabı Bir kere sigara içer gibi içilmiyor nargile. Havayı nefes alır gibi çekmelisiniz ki şişedeki su fokurdasın ve tütün yansın. Havayı ağzınıza çok yavaşça ve hafifa bir havada sürekli çekmelisiniz. Nargilenin marpuçu ağzınızda durmalı ve nargilenin fokurdadığını duymalısınız.
Tömbeki lüleye yerleştirildikten sonra üzerine odun kömürü ateşi konur. Ateşi söndürmeden, tömbekiyi devirmeden içmek maharet istiyor. Nargilenin en büyük keyfi muhabbeti, çünkü tek başına içilen nargile tiryakilere göre bir sey ifade etmiyor. İşte hem muhabbet ihtiyacından hem dumanına katlanmak zor olduğundan, nargileciler nargile kahvelerine gidiyorlar.

Muhabbet özelliği, sigaradan kurtulmanın ve nargile tiryakisi olmanın en önemli nedenidir. Eğer nargile bilerek içilirse, sigaradan çok daha az zararlı. Doğru içim dumanı içe çekmeden yapılıyor. Bir doldurum en az bir buçuk saat sürüyor, ehli olanlar bu süreyi dört saate kadar çıkarabiliyor.
İçilmesi çok zaman alan nargile acelesi olmayanların, hayatı daha bir ferah içinde yaşayanların gözdesi olarak kabul ediliyor. Sigarayı ise hayata biraz daha hirçin yaklaşanların kullandığı düşünülüyor. Bu nedenle nargile içicileri sigara içenleri kendilerine çok uzak görüyorlar, hele bir de çakmağı olmayan sigara düşkünlerinden hiç hoşlanmıyorlar. Çünkü nargilenin kömürüyle sigaralarını yakmaya kalktıklarında, nargileseverler közün doğal gidişatının bozulduguna inanıyorlar.

Nargile İçmenin Raconu :
- Nargile içimi sigara gibi değildir. Havayı nefes alır gibi çekmelisiniz ki şişedeki su fokurdasın ve tütün yansın.
- Nargile şişeinin içindeki suyun üzerinde bir hava boşluğu var ve siz marpuçtan nefes çektiğinizde gelen duman, bu hava boşluğundan geliyor. Sonra hava çıkacak başka bir yeri olmadığı için sudan vakum yapıyor ve gelen duman suyun içinde süzülerek ve soğuyarak size ulaşıyor. Sigarayla en büyük farkı da dumanın soğuk olması.
- Nargile havadar ve sakin mekanlarda içilir. Gürültülü konuşmak, etrafın sukunetini bozmak raconu da bozar.
- Asla nargile ateşinden sigaranızı yakmayın.
- Nargilenizi asla yüksek bir yere koymayınız.
- Eğer nargileyi biriyle ortak içiyorsanız, marpucunuzu direk partnerinizin eline vermeyin. Masaya bırakın oradan alsın.
- Ve asla nargilede tütüne ek başka birşey içmeyin.

19
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:59:05 ÖS »
Bosna'dan GerÇek Hİkayeler

BOSKA ILE ADMIRA


Boska ve Admira Yugoslavya parçalanmadan önce Saraybosna'
da yasayan iki genç. Admira Müslüman, Boska ise Sirp bir aileden. Ama ikisi de Saraybosnali. Çocukluklari ayni mahallede geçer. Lise yillarinda bu iki genç birbirlerine asik olup nisanlanirlar. 1992 yilinin ilkbaharinda Boska ve Admira evlilik planlari yaparken Bosna'da savas baslar.

Bu tarihten itibaren bu iki insanin hayatlarina anlam kazandiran birçok sey savasin acimasiz ellerinde bir bir yok olup gider. Önce Sirp ordusunun Bosna'yi talan edip masum ve savunmasiz insanlari toplama kamplarinda katletmelerini seyrederler. Sonra birlikte büyüdükleri insanlarin birbirlerine düsman olusuna, oynadiklari sokaklarin, yasadiklari evlerin yikilisina sahit olurlar. Bütün bu karmasanin içinde Boska ve Admira'nin sarilip tutunduklari iki sey vardir: birbirlerine olan sevgileri, ve Saraybosna'ya tutkunluklari.

Birçok Saraybosnali gibi Boska ve Admira da hazirliksiz ve savunmasiz yakalanirlar Sirp kusatmasina. Yine de sehri terketmezler. Bu arada Boska'nin birçok arkadasi Saraybosna'yi çevreleyen Sirp çetelerine katilirlar ve Boska'nin da katilmasi için baskida bulunurlar. Boska her seferinde reddeder.

Admira ile birlikte Saraybosna'da kalip sehirdeki yasli ve düskünlere yardim ederler. Onlar için yiyecek kuyruklarinda beklerler. Kisin evlerine odun tasirlar. Kusatma çemberi gün geçtikçe daha da daralir. Yasam daha da zorlasir. Bunun üzerine yasadiklari yeri terkedip, sehrin merkezine yerlesirler. Bu arada Boska'nin ailesi Sirbistan'a göçer.

Boska ve Admira'nin Saraybosna'da verdikleri yasam mücadelesi iki yil sürer. Bu arada evlenirler de. 1994 ilkbaharinda Sirbistan'a, Boska'nin ailesinin yanina gitmeye karar verirler. Saraybosna'nin giris-çikislarini tutan Sirp askerlerinden ve sehri savunan direnis gruplarindan izin alirlar.

Geçis günü gelir. Boska ve Admira, önce Admira'nin ailesini ziyaret edip onlarla vedalasirlar. Sonra askerlerin onlara söyledigi geçis noktasina dogru yürürler. Ikisi elele kilit noktasindaki köprüyü geçerler. Köprüden sonra bir iki adim attiklari sirada birkaç el silah sesi duyulur. Boska ve Admira yere düserler.

O anda mi ölürler, yoksa daha sonra mi bilinmez. Fakat, ölümde bile rahat birakmaz savas Boska ile Admira'yi. Kimse yanasamaz yanlarina on gün boyunca. Ailelerin girisimleri sonuçsuz kalir. Ne sehri savunan direnis gruplari ne de Sirp askerleri kimseyi yaklastirmazlar yanlarina. Boska ve Admira kurtlara, köpeklere yem olurlar. Olay büyür, televizyona, gazetelere yansir. On gün sonra Boska ve Admira'dan geriye kalanlar, aileler tarafindan alinip gömülür. Kursunlari hangi tarafin atesledigi bulunamaz. Iki taraf da birbirlerini suçlarlar ..

20
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:58:38 ÖS »
OSMANLI DÖNEMİNDE HİZMET ETMİŞ BOŞNAKLAR

NO ADI VE UNVANI DÖNEMİ


1 Mahmut PAŞA (Angeloviç) (1462-1468)
2 Hersekzade Ahmet PAŞA (Hersegoviç) (1454-1517)
3 Hadım Sinan PAŞA ( ? -1517)
4 Halil PAŞA ( ? -1598)
5 Mostarlı Ahmet EFENDİ ( ? -1565)
6 Lala Mustafa PAŞA ( ? -1580)
7 Yalak Mustafa PAŞA ( ? -1534)
8 Semiz Semin Ali PAŞA ( ? -1565)
9 Sokollu Mehmet PAŞA (Sokoloviç) (1506-1579)
10 Rüstem PAŞA (Tüccerzade) (1500-1561)
11 Çoban Mehmet PAŞA ( ? -1529)
12 Kara Ahmet PAŞA ( ? -1555)
13 Hadım Sinan PAŞA ( ? -1517)
14 Gazi Mehmet PAŞA ( ? -1517)
15 Süleyman PAŞA (Skoplyak) ( ? -1548)
16 Baltacı Sokollu Mehmet PAŞA ( ? -1565)
17 Sokollu Mustafa PAŞA (Sokoloviç) ( ? -1578)
18 Bosnalı Ahmet SUDİ ( ? -1596)
19 Sokollu Ferhat PAŞA (Sokoloviç) ( ? -1595)
20 Mostarlı Ali DEDE Bin Mustafa ( ? -1566)
21 Mostarlı Türbedar Ali DEDE (Mekke'de Makam-ı İbrahim'in onarımını yapan) ( ? -1592)
22 Koca Mustafa PAŞA ( ? -1512)
23 Bosnalı Rüstem PAŞA (Okupoviç) ( ? -1544)
24 Mostarlı Halveti Ali DEDE ( ? -1566)
25 Bosnalı Şeyh HAMZA BALİ ( ? -1561)
26 Geylani Sofu Ali PAŞA ( ? -1517)
27 Bosnavi Damat Mustafa PAŞA ( ? -1529)
28 Çoban Mustafa PAŞA ( ? -1537)
29 Baltacı Mustafa PAŞA ( ? -1565)
30 Bodur Hüseyin PAŞA ( ? -1595)
31 Damat Rüstem PAŞA (1500 -1561)
32 Çoban Mustafa PAŞA ( ? -1549)
33 Baltacı Mehmet PAŞA (Kopljanik) ( ? -1566)
34 Abdullah BOSNEVİ (1582 -1644)
35 Kadı Arabacı Ali PAŞA ( ? -1620)
36 Boşnak Hüseyin PAŞA ( ? -1689)
37 Boşnak Recep PAŞA ( ? -1687)
38 Boşnak Osman PAŞA ( ? -1685)
39 Biber Mehmet PAŞA ( ? -1623)
40 Derviş Lala Mehmet PAŞA (Ömerpaşiç) ( ? -1606)
41 Damat Halil PAŞA ( ? -1603)
42 Şair Derviş PAŞA (Beyazidoviç) ( ? -1604)
43 Doğancı Mustafa PAŞA ( ? -1692)
44 Çufitoğlu Ahmet PAŞA ( ? -1696)
45 Cengizade Ali PAŞA ( ? -1663)
46 Fevzullah Fevzi PAŞA ( ? -1657)
47 Hazinedar Abdurrahman AĞA ( ? -1696)
48 Boşnak Hüsrev PAŞA ( ? -1631)
49 Hasan AĞA (Memigoviç) ( ? -1697)
50 İbrahim PAŞA (Sivçiç Gabeljak) ( ? -1642)
51 Kara Davud PAŞA ( ? -1623)
52 Kurt Mustafa PAŞA ( ? -1606)
53 Kabakulak Ahmet PAŞA ( ? -1691)
54 Kethuda Salih PAŞA ( ? -1647)
55 Kethuda Salih PAŞA ( ? -1666)
56 Kız Hüseyin PAŞA ( ? -1690)
57 Kara İbrahim PAŞA ( ? -1676)
58 Kazasker Şaban EFENDİ ( ? -1657)
59 Müderris Hasan EFENDİ ( ? -1684)
60 Kara İbrahim PAŞA (Poçin) ( ? -1676)
61 Mostarlı Şair Derviş PAŞA ( ? -1604)
62 Müderris Hasan EFENDİ ( ? -1659)
63 Muhasib Yusuf PAŞA ( ? -1646)
64 Müderris Hüsamiddin EFENDİ ( ? -1600)
65 Müderris İbrahim EFENDİ ( ? -1695)
66 Lala Mehmet PAŞA (Sokoloviç) ( ? -1606)
67 Muharrem PAŞA ( ? -1665)
68 Hasan PAŞA ( ? -1645)
69 Mostarlı Nişancı Mustafa PAŞA ( ? -1661)
70 Mostarlı Mustafa PAŞA ( ? -1636)
71 Yavuz Ali PAŞA (Malkoviç) ( ? -1604)
72 Mehmet Derviş PAŞA ( ? -1606)
73 Mostarlı İbrahim PAŞA (Memibegoviç) ( ? -1636)
74 Kadı Ali EFENDİ ( ? -1684)
75 Osman PAŞA ( ? -1685)
76 Nayyıri Nurullah EFENDİ (Kapıcıbaşı) ( ? -1617)
77 Ohrili Hasan PAŞA ( ? -1622)
78 Beylerbeyi Hasan PAŞA ( ? -1602)
79 Bosnalı Mustafa PAŞA (Çeliç) ( ? -1636)
80 Şişman İbrahim PAŞA (Poçitelj) ( ? -1676)
81 Sokoluzade Hasan PAŞA (Sokoloviç) ( ? -1602)
82 Bosnalı Şair Mehmed Nergisi (1592-1635)
83 Bosnalı Hasan KAİMİ ( ? -1691)
84 Bosnalı Molla Hasan USKUFİ ( ? -1650)
85 Silahtar Yusuf PAŞA (Maskoviç) ( ? -1646)
86 Veli Mehmet PAŞA ( ? -1474)
87 Tiryaki Hasan PAŞA ( ? -1611)
88 Boşnak Hüseyin PAŞA ( ? -1691)
89 Boşnak Murteza PAŞA ( ? -1636)
90 Hafız Koca HÜSEYİN ( ? -1644)
91 Tarihçi Şair Mehmet HALİFE ( ? -1666)
92 Ali Mustaf DEDE (1530-1611)
93 Bosnalı Kara Davud PAŞA ( ? -1623)
94 Sarı Süleyman PAŞA ( ? -1687)
95 Boşnak Koca Hüseyin MÜVERRİH ( ? -1644)
96 Kahvecibaşı Mehmet HALİFE ( ? -1650)
97 Doğancı Boşnak Hüseyin PAŞA ( ? -1691)
98 Mostarlı Boşnak İsa EFENDİ ( ? -1682)
99 Kuyucu Murat PAŞA (1521-1611)
100 Koca Muslihiddin AĞA ( ? -1650)
101 Devşirme Hüsrev PAŞA ( ? -1628)
102 Dilaver PAŞA ( ? -1622)
103 Boşnak İsmail AĞA (Cezayir Beylerbeyi) ( ? -1659)
104 Doğancı Hüseyin PAŞA ( ? -1689)
105 Travnikli Molla Hasan KAFİ ( ? -1616)
106 Bosnalı Ali Bey (Paşiç) ( ? -1688)
107 Mostarlı Derviş PAŞA ( ? -1603)
108 Sarı Hüseyin PAŞA ( ? -1690)
109 Sofu Mehmed PAŞA ( ? -1604)
110 Silahtar Mustafa PAŞA ( ? -1641)
111 Telli Mustafa PAŞA ( ? -1656)
112 Topal Receb PAŞA ( ? -1632)
113 Vardar Ali PAŞA ( ? -1648)
114 Şair Siyahi Mustafa ÇELEBİ ( ? -1653)
115 Şair Fevzi Mustafa PAŞA ( ? -1648)
116 Şair Vali Ahmed ÇELEBİ ( ? -1599)
117 Vaiz Hüseyin EFENDİ ( ? -1621)
118 Yavuz Ali PAŞA ( ? -1663)
119 Boşnak Osman PAŞA ( ? -1681)
120 Ebubekir PAŞA (Cengiç) ( ? -1745)
121 Halil PAŞA ( ? -1716)
122 Kilerci Hacı Osman AĞA ( ? -1765)
123 Hacı Mehmed PAŞA ( ? -1793)
124 Hüseyin PAŞA (Bolyaniç) ( ? -1720)
125 Hasan PAŞA ( ? -1709)
126 Hasan PAŞA ( ? -1715)
127 Hersekli Hüdaverdi Mahmut PAŞA ( ? -1721)
128 Hacı Vasfi Mehmed EFENDİ ( ? -1760)
129 Hasan PAŞA ( ? -1706)
130 Kul Kethüdası Süleyman PAŞA ( ? -1795)
131 Abdullah PAŞA (Defterdaroviç) (1722-1785)
132 Bosnalı Ali Zeki EFENDİ ( ? -1711)
133 Cebecibaşı İbrahim AĞA ( ? -1703)
134 Dizdarzade Ahmet PAŞA ( ? -1717)
135 Durmuşzade Ömer PAŞA ( ? -1722)
136 Atlamacı Mustafa PAŞA ( ? -1730)
137 Daltaban Mustafa PAŞA (1648-1703)
138 Bosnalı Hüseyin PAŞA ( ? -1706)
139 Kamil Ahmet PAŞA ( ? -1763)
140 Bosnalı Ahmet Kamil PAŞA (Gagaliç) ( ? -1763)
141 Bosnalı Şair Asım Bey ( ? -1710)
142 Sokollu Ferhat PAŞA (Sokoloviç) ( ? -1798)
143 Defterdar Ahmet AFVİ ( ? -1732)
144 Defterdar Hacı Mir Mehmed AFVİ ( ? -1732)
145 Bosnalı Şair Mehmet SABİT ( ? -1712)
146 Numan PAŞA (Çupriliç) ( ? -1714)
147 Resul PAŞA (Resulbegoviç) ( ? -1716)
148 Bekir PAŞA (Cengiç) ( ? -1737)
149 İsmail PAŞA (Cengiç) ( ? -1702)
150 Şehla Hacı Mehmet PAŞA ? -1758)
151 Hacegan Fevzi Mustafa PAŞA ( ? -1764)
152 Kadı Salih EFENDİ ( ? -1715)
153 Mahmut PAŞA (Atlagiç) ( ? -1796)
154 Mirmiran Mehmet PAŞA ( ? -1774)
155 Mutasarrıf Receb PAŞA ( ? -1768)
156 Seyfullah PAŞA ( ? -1710)
157 Silahtar Bodur Hüseyin AĞA ( ? -1762)
158 Sarı Düzmece Hüseyin PAŞA ( ? -1717)
159 Sarhoş Ahmet PAŞA (Ayazpaşiç) ( ? -1691)
160 Sarı Ahmet PAŞA ( ? -1716)
161 Silahtar Mehmet PAŞA ( ? -1733)
162 Silahtar Yusuf PAŞA ( ? -1646)
163 Ali PAŞA (Rizvanbegoviç) ( ? -1820)
164 Fazıl Mehmet PAŞA (Çupriliç) ( ? -1882)
165 Fedai Ali PAŞA ( ? -1820)
166 Hafız Osman PAŞA ( ? -1819)
167 İzvornikli Ali PAŞA ( ? -1815)
168 Hacı Mehmet Refik EFENDİ (Şeyhüslam) (1860-1871)
169 Kapıcıbaşı Osman PAŞA ( ? -1819)
170 Konyiçli Hüsnü Hüseyin EFENDİ ( ? -1843)
171 Mahmut PAŞA (Cino) ( ? -1828)
172 Gazi Mehmet PAŞA ( ? -1517)
173 Bosnalı Mustafa PAŞA (Skenderpaşiç) ( ? -1636)
174 Mengioğlu Tahir PAŞA ( ? -1851)
175 Mehmet PAŞA (Kliyinoviç) ( ? -1872)
176 Hoca Kadri EFENDİ (1860-1918)
177 Mostarlı Hersekzade Arif Hikmet (1839-1903)
178 Sokollu Hekim Kamil Ahmet (1898-1957)
179 Mostarlı Şeyh Fevzi ( ? -1747)
180 Bosnalı Selim PAŞA ( ? -1875)
181 Fevzullah AĞA (Burek) ( ? -1806)
182 Ali Rüştü EFENDİ ( ? -1924)
183 Bosnalı İsmail AĞA (Cezayir Beyliği) ( ? -1830)
184 Koca Kadir Nesih EFENDİ (1860-1918)
185 Cezzar Ahmet PAŞA ( ? -1804)
186 Boşnakzade Mehmet PAŞA (1812-1877)
187 Damat Melek Mehmet PAŞA (1719-1801)
188 Bosnalı Ali Rüşdü EFENDİ ( ? -1936)
189 Vezir Mustafa PAŞA ( ? -1704)


Kaynakça: Sicilli Osmani - B. Larousse, (taramaları).
Prof. M. İmamoviç, Historija Boşnjaka, 1997/.
F. Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, 1982/.
Müezzinoviç, İslamska Epegrafika Bosna-i Hercegovine, 1997/.
Muslimanska Bastina Bosnjaka II., 1997/. Gen. H. Sedes,
Bosna-Hersek ve Bulgaristan, 1946/. Muhtelif Yayınlar).

21
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:57:59 ÖS »
Boşnaklarda Cenaze Adetleri

Boşnaklar ölüme geniş bir tefekkürle yaklaşır. Yüksek sesle ağlamak, çığlık atmak, ağıt yakmak ayıplanır, hatta günah olduğu düşünülür. Cenazelere mümkün olduğu kadar herkes katılır, önemli kalabalıklar oluşur.

Boşnak köylerinin en güzel arazileri mezarlık yaptıklarını söylenir. Mezar taşları Osmanlı kültürünü içselleştirmiş bu millet için nerdeyse bir sanat eseridir. Boşnak köylerinin mezarlıklarının son derece güzel manzaralı ve verimli yerlerde olduğu görülmektedir. Yine köye çok yakın olmayan mezarlığa sahip olan köylerde, cenaze namazlarının camide kılınmayıp mezarlıkta kılındığı görülür.

Sünni İslam ritüellerine titizlikle uyulan cenaze merasimleri sonrası mezarın üzerini örten kürek, yeşil bir örtüye sarılmış sürahiden dökülen temiz ve bol suyla mezarın üzerine akıtılarak yıkanır. Ayrıca mezarın yanına hayvanların içmesi için su kabı konur, bu kap yağmurda dolacak bir pozisyonda yerleştirilir. Cenazeden birkaç gün sonra, Mezarların üzerine çiçek dikmek hala uygulanan bir gelenektir.

ölünün eşyaları, fakirler arasında pay edilir. Ayrıca, ölü henüz evinden çıkmadan devir denen bir işlem yapılır. Devir için camide imam tarafından ölünün yakınlarından alınan bir miktar para elden ele dolaştırılarak cemaat arasında dağıtılır. Bu paranın miktarı ölenin yaşı ve mirası ile orantılı tayin edilir. Devirin amacı, ölenin kılamadığı namaz, tutamadığı oruç gibi ibadetlerine karşılık bir çeşit kefaret ödenmesidir. Ne kadar çok elden ele para çevrilirse o kadar makbul olduğuna inanılır. Devir geleneğinin son yıllarda resmi atama ile köylere gelen imamların telkini ile ortadan kalkmakta olduğu görülmektedir.

22
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:57:28 ÖS »
BOŞNAK GELİNİ

Bir türk kızını gelin aldı bizimkilerden biri. Çok korkuyordu kayınvalide, ya eğitemezse gelinini! Ya börek yapmaya eli uymazsa! Ya fazla bulursa adetleri! Belki dilimizi de öğrenemezdi... Ama ana yüreği işte oğlu sevmiş bir kere. Bizimki (kayınvalide) iyi kadındır, tanırız, iyi biliriz kendisini. Benim çocukluğumun kahramanıydı o!

Gelini görmeye gittiğimizde kadınlar ince ince süzüyordu yeni gelinin hareketlerini. Ben de bakıyordum işte yabancı mı kalacak diye... Sürekli bir şeyler ikram ediyorlardı. Kıyafetlerini değiştiriyordu... Bir ara kadınlardan biri oturmasını rica etti geline, o sırada kayınvalide kendi dilinde "asla" dedi! Tam oturmak üzere olan gelin dilimizi bilmese de ses tonundan anladı heralde. Yarım havada kaldı.. Arada kaldı... Biri gene "olur mu canım bizbizeyiz otursun, ayıp değil" dediğinde, kayınvalidesi kesin bir dille emretti. "oturmak yok"...
Körpecik gelinin gözleri doldu. Yanlış yapmaktan bu kadar çekinirken çuvalladığını mı düşündü acaba, yoksa bu insanları yadırgadı mı bilemiyorum. Elindeki tepsiyle gerisin geri süzülerek salonun kapıya yakın köşesine çekildi. "Benim yerim burası" der gibiydi eriyen yaşları...

Çok üzülmüştüm. O yaşlar hiç silinmedi aklımdan. Çocukluğumun kahramanı cadıydı aslında... Ben o gelin olsam çoktan defolup gitmiştim diye geçirdiğimi hatırlıyorum... Ama o gitmedi. Aradan yıllar geçti. Gelin Türkçe konuşmayı unuttu sanırım.Börekte yapıyor her daim. İki kızı oldu gelinlik çağındalar neredeyse. Kayınvalidesini yere göğre sığdıramıyor. Gitmedi...

Kayınvalidesi onun üzerine titrer hala. Kızı gibi sever, samimi... Bu defa zorlama yok. Ne zaman misafirleri gelse gelin o ilk gün ki gelin oluverir... Aslında çok sonradan hak verdim kahraman kayınvalideye. Kızmadım da... Boşnak gelini olmak bir kültür ve onu yaşatmak gerek.

23
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:56:55 ÖS »
Boşnakların kına gecelerindeki gelenekleri anlatan makale.

KıNA GeCeSi
Kına yakmaya başlamadan önce, şarkılar eşliğinde genç kızlar ve oğlan çocukları gelinin etrafında mumlarla dönerler.

Gelin kızın başına kırmızı duvak örtülüyor, bu duvağın altından gelin aynaya bakıtırılır, kına yakılırken.

Bu sayede gelinin kerameti ve bereketini aynaya yansıttığına inanılır. Kına yakma işlemi bitince ayna çıkartılılır ve genç kızlar da aynaya bakarak bir çeşit gelinin bereketini üzerlerine alırlar.

Kına gecesinde gelin;Boşnak yöresel kıyafeti olan Dimija (şalvar) giyer. Kınada evlenecek kıza damat ve ailesi tarafından hediye edilen , diktirilen bu kıyafetler teker teker giydirilir ve gelin tanımayanlara bir nevi tanıtılır. Yengeler, çeşit çeşit kıyafet değiştiren gelini misafirlere gösterirler, misafirler de beğendiklerini ifade etmek için alkışlar.

Erkek çocuk (damat) merakından ötürü kızın baba evinde kaldığı son akşam (yani kına gecesi akşamı), evin küçük erkek çocuğu ile uyutulur.

Bunlar da genellikle erkek yeğenler olur.

Böylelikle ilk çocuğunun erkek olacağına inanılır.Gelin evden çıkarken yapılan merasime `prstenovanje` denir. Bu merasim `prtenski djever` tarafından yapılır.

Prstenski djever, damadın en yakınlarından biri olur genellikle, çoğu zaman da erkek kardeş veya kuzenlerden biri seçilir. Prstenski djever`in önemli bir fonksiyonu vardır evlene çift için.

Evlenecek olan kişilerin hem en zor hem de en güzel günlerinde hep yanında olacak şekilde güçlü bir bağ kurulur kendisi ile. Prstenski djever, evlenen kızın eşinden sonra danışabileceği, birçok konuda yaslanabileceği ilk kişidir.

Bir çeşit sosyal güvence olarak düşünülebilir bana göre. Prstenovanje merasimi sırasında, prstenski djever geline bir yüzük ve bir ayakkabı hediye eder.

Yüzük,genç kızın baba evinden çıkacağı sırada parmağına takılır ve ayakkabısı giydirilir ve üç kere kendi etrafında döndürülür.
GençPrstenki djevere hediye eder.

Benim üç kere döndürülme ile ilgili kendi kişisel yorumum; bugüne kadar babanın evinde, bu bu ailenin bir ferdi olarak yaşadın, artık sen bizim ailemizin bir ferdisin, mesajını verdiği inanılır.

DÜĞÜN GÜNÜ
Bir başka görüşe göre; "Prstenski djever" kına gecesinde değil düğün günü svatove(düğün alayı)olarak gidilip kız baba evinden alınacağı zaman yapılır.

Svatovalara gidilmeden önce damadın evinin önüne svirac (çalgıcı) gelir harmonikayla bir çaçak rijetko çalar damadın yakınları da oynarlar böylece etraftakilere gelin alındığını ima edilir.

Ayrıca kız(gelin) evine gidilince de svirac gelir ve kızı alıp çıktıktan sonra arzuya göre bir iki kolo oynanır.

Düğün alayı kız evine girer daha sonra hemen bir limonata servisi yapılır,bu esnada gelin salona getirilir düğün alayının önüne gelmeden görümcelerinden biri ya da yoksa erkeğin bayan bir yakını Prstenski djeverin önünden başlayarak gelinin ayaklarına kadar bir kumaş serer gelin bu kumaşı toplayarak gelir ve salonun orta yerinde durur prstenski djever gelinin yanına gelerek hediye edeceği yüzüğü çıkarır gelin ellerini birleştirir ve parmaklarını aralık bırakır prstenski djever yüzüğü 3 kez parmakların üstünde tur attırır ve 3.turun sonunda gelinin parmağına takar,akabinde yanuında getirdiği ayakkabıları geline giydirir ve gelini belinden tutarak 3 kez hafif kaldırır daha sonra da 3 kez etrafında döndürülür son olarakta başından aşağıya şeker kuru yemiş(fındık beyaz leblebi)ve bozuk para döker. Gelin yerine geçer ve boş bardakları toplar en sonunda dışarı çıkarma işlemi gelir gelinin erkek kardeşlerinden ya da
kuzenlerinden bir çift gelini dışarı arabaya götürür gelin arabaya bindirilirken yemişşeker ve para tekrar dökülür oradanda düğün salonuna gidilir.

DVORENJA

Gelin ,evlendikten bir süre sonra kayınvalidesi (svekırva),varsa görümce ve diğer eltileriyle beraber önce ailenin büyüklerine ziyarete gider tabi bu ziyarete gelin şalvarlarını(dimija) giyerek gider. Bu ziyaretlerle erkek tarafının ve kızın aile büyükleri ziyaret edilir.

Gelin Ziyaretler süresince tüm servisleri gelin(snaha) yapar ve salonun bir köşesinde ya ayakta bekletilir ya da ev sahibinin verdiği bir sandalyeye oturur bunada dvorejna denir.

24
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:56:03 ÖS »
Boşnakların Vazgeçilmezleri

Her zaman top 10'da ilk sırada olan ve burdan hiç bir zaman düşmeyecek olan;

1. pivo i suho meso

2. Sulo i Smajo...

3. Soka i Leba....

4. Mujo i sulo

5. Bosna i Sandzak

6. Rakija i Riba

7. Grahota i Sramota

8. Bosna i Hercegovina

9. Birjan i Pita

10. Nevesta i Zlata

11. Odiva ve onun gurabileri

12. Pasul i Pilav

13. Kajmak i Mermelada

14. Bratsvo i Jedinstvo

15. Aksamluk i Sevdalinka

16. Kramp i lopata ( Kırsal kesimde yaşayanlar için )

17. E m i n a i himzo polovina

18. Cicvara i popara

19. Dimije i svilenica

20. Yıldırım i Pendik

21. Avlija i Cardak

22. Kompira i Luka

23. Posedak i Muhabet

24. Cumbus i kna(kına)

25. Kauc i jambulija

26. Mostar i kameni most

27. Raso i kupus

28. Mjesec(ay) i zvijezda(yıldız)...Türkiye'deki kadar önemsenir...

29. Osmanagic ve piramide

30. Göç ve özlem

31. Hanuma i efendija

32. pjevac i svirac

33. svirac i harmonika

34. Prijetel i prijetalica

35. Kahva i Lokum

36. Cezva i filcan

37. Svatovi i bajrak

38. Jence i svatovi

39. Svekar i svekrva..

40. Ustipak i palacinka

41. Dinami i kuranami

42. Tunel i igman dağı

43. Mujo i fata

44. Sarajevo i çevapi

45. Başcarşiya i kapaliçarşiya

46. Laleli i beyazıt

47. Murço (filozof) i Muziniç

48. Mantija i jogur

49. Pita i Tikva

50. Biryan ve popara

25
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:55:38 ÖS »
KAHVE İÇMENİN ADABI

Kahve bu şekilde servis yapılır yanında mutlaka gül lokumu

Kahve kulpsuz fincanda içelir. Çünkü Kulplu fincanda Hıristiyanlar içer. Baba oğul kutsal ruh deyip üç parmakla tutarlar. Bu yüzden kulpsuz fincanı Boşnaklar özellikle tercih ederler ve İslam'ın şartı beş deyip, kallavi fincanı avucuna alırlar.
Erkekler kıtlama içerler. Yandan çarklı denir, sade kahvedir. Kadınlarsa mektepli yani tatlı kahve içer. Sonra erkeklerin fincanında hilâl ve yıldız vardır yani albayraklı olur. Hatun fincanı ise hilâl ve üç yıldızlıdır. Bir de üst kademedeki insanların, devlet yöneticileri mesela, onların fincanı üç hilâllidir. Herkes o fincandan içemez. Güvenlik dolayısıyla.

KIZ İSTEMEDEKİ GELENEK

Bosna Hersek’in bazı bölgelerinde evlenme çağına gelmiş gelin adayını isteyen damat adayı kız evine yemeğe davet edilmekte ve ailenin büyükleri ile söz konusu evlilik hakkında tartışmaktadır. Kızın aile büyükleri damat adayı hakkında bir karara vardıktan sonra kahve ikramına geçilir. Kahve şekerli ise damat adayı evlilik için uygun görülmüştür, ancak kahve sade ise damat adayı reddedilmiş demektir.

26
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:54:54 ÖS »
Boşnak Gelenekleri
Cami Düğünü Nasıl Oluyor Derseniz


Bosna'da müslümanlar hala Osmanlı zamanındaki gibi camide evleniyor. İşte ilginç bir düğün ve unutulan Osmanlı adetleri.

Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'daki Gazi Hüsrev Bey Camii'nin avlusunu ögle namazının ardından alışılmadık bir cemaat doldurmuş. Saten, tafta, kadife kumaşlardan kırmızı, yeşil, dore renginde şık elbiseler var kadınların üzerinde. Yüksek ökçeler şadırvanın etrafında dolaşıyor. Başlar açık, ancak şallar sallanıyor açık omuzlar üzerinden. Tatil için gittiğim Saraybosna'da, sadece kiliselerde gördüğümüz tarzda bir nikâhın ortasında buluyoruz kendimizi. Yaklaşık 10 yıl önce ülkeyi kasıp kavuran savaşın acısını yüreklerine gömen Müslüman Boşnaklar, çocuklarını camide evlendiriyor.

Caminin içinde Kuran okunuyor. Üzerinde kaprisi ve göbeğini açıkta bırakan bluzuyla eşim Demet de şaşkın... Camiye giriyoruz; kadınlı erkekli yerlere oturmuş şık bir kalabalık mimberin önünde nikâhları kıyılan iki çifti izliyorlar. İmamlar nikâhlananlar ve şahitler ayakta. Erkekler sağ kadınlar sol tarafta saf tutar gibi yere oturmuş. İki çiftin nikâh törenini iki ayrı imam yönetiyor. Nikâh kıyılmadan önce bir dizi ritüel gerçekleştiriliyor. Ardından son derece dokunaklı Boşnakça bir ilahi okunmaya başlıyor. Türkiye'de kına gecelerinde yakılan acıklı türküleri çağrıştırıyor. O sırada yanımıza gelen bir cami görevlisi, anlamadığımız ancak tahmin ettiğimiz bir şeyler söylüyor: Eşimin kıyafeti camiye girmek için uygun değil. Fakat avluda durmamız o kadar doğal ki, kimse rahatsız olmuyor. Caminin kapısından fotoğraflar çekiyoruz. Sadece biz değil, Fransız ve İtalyan pek çok turist de nikâhı ilgiyle izliyor.
Camiye girmeden önce ayakkabıların konulduğu raflar yüksek topuklu ayakkabılar ve şık erkek iskarpinleriyle dolu. Bu sırada ibadet için gelenler de caminin dış kısmında yer alan halı kaplı verandalarda namazlarını kılıyor.

Aynı verandada arkasında kadın varmış, erkek varmış aldırmadan namaz kılan birkaç kadın da dikkatimizi çekiyor. Şadırvanda abdest almaya giden kimse de avludaki şık kadınlardan rahatsız olmuyor. Abdestini alıp verandaya gidiyor, namazını kılıyor. Türkiye'de laik-dindar tartışmaları yapılırken, hangi caminin avlusunda böyle şık ve açık kadınların yüksek ökçeleriyle dolaşması rahatsızlık yaratmaz diye kendi aramızda konuşuyoruz. Aslında biraz da kıskanıyoruz.

Avluda açık başlı kadınlar

İçeride nikâh kıyılmaya başlıyor. Evlilik yemini ettiriliyor. İmamın üç kere tekrar ettiği sorusuna hem gelinler hem de damatlar üçer kere yanıt veriyor: "- Kabul ediyor musun? Ediyorum. - Kabul ediyor musun? Ediyorum. - Kabul ediyor musun? Ediyorum." Sonra şahitlere soruluyor. Nikâhlanan çitfler caminin içinde tebrikleri kabul ediyor. Herkes gelin ve damatları öpüyor. Birlikte poz verip, fotoğraf çektiriyor. Yakından görüntülemek istediğimiz gelin ve damatları bu fotoğraf faslı yüzünden bir saat bekliyoruz. Camiden çıkan kadınların çok büyük kısmı avluda başını açıyor. Üzerindeki tuniği, hırkayı, gömleği çıkaranlar da oluyor. Avludaki şık kadın sayısı giderek artıyor. Birbiriyle karşılaşan kadın-erkek herkes 'Selamünaleyküm' diyerek selamlaşıyor ve el sıkışıyor. Günlük hayatta ise selamlaşmak için daha çok İtalyanca merhaba anlamına gelen 'Ciao' kullanılıyor. Bosna'da İslam'ın kadın ve erkeği keskin çizgilerle birbirinden ayırmadığına, yan yana ibadet edip, selamlaşıp, tokalaştıklarına tanık oluyoruz. Kilise çıkışındaki bir cemaatten farkları yok.

Yürüyerek restorana

Çiftler nihayet camiden çıkıp avluya geliyor. Gelinleri beğenmeyen eşim biraz hayal kırıklığına uğruyor. Kolay değil bir buçuk saattir onları bekliyordu. Türbanlı gelinler ellerinde çiçeklerle yanlarında taze damatlar avluyu terk ediyorlar. Bir süre biz de bu korteje katılıyoruz. Önde gelinler-damatlar arkada aile, akraba, eş-dost Başçarşı'nın sokaklarında yürüyerek, bir restorana giriyorlar. Davetsiz misafirler olarak daha ileri gitmiyoruz.

Dini nikâh resmen geçerli

Sonradan aldığım bilgiye göre Boşnak nikâhlarının camide kıyılma prosedürü, çiftlerin randevu almasıyla başlıyor. Verilen tarihte camiye gelen çiftlerle şahitleri ve yakınları, imamın evlenme akdiyle ilgili sorularını cevapladıktan sonra nikâh defterini imzalıyor. Dini nikâhı da aynı anda kıyan imam, yeni evli çiftlere resmen geçerli olan evlilik belgesini veriyor. Fakat çiftler belediyeye giderek bu nikâhın kaydını bir kez daha yaptırıyor.

Gözde mekân Hüsrev Bey Camii

Bosnalılar nikâh için en çok Gazi Hüsrev Bey Cami'ni tercih ediyor. Camii, Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'nin kalbi Başçarşı'da yer alıyor. Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden olan cami Mimar Sinan tarafından 1531 yılında yapıldı. Caminin harcında sütle yumurta kullandı. Camiyle çarşı için kullanılan granit sütunlar 100 tane öküzle 10 km uzaktaki Lukovitza'dan getirilmiş.

Gazi Hüsrev, 1480'de doğdu. Babası Ferhad Bey, annesi 2. Bayazıt'ın kızı Selçuk Sultan. Semendire Sancakbeyliğine atanan Gazi Hüsrev Bey aynı zamandra Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının oğlu. Belgrad'ın fethinde bulundu. Belgrad'ın fethinden sonra Bosna sancakbeyliğine getirildi. Bölgede yeni fetihler yaparak sancağının sınırlarını genişletti. 18 Haziran 1541'de ödü Gazi Hüsrev Bey Camii avlusundaki türbesine gömüldü.

'Osmanlı geleneğini sürdürüyorlar'

Türkiye'de yaşayan Boşnaklar camide nikâh töreni hakkında şunları söylüyor:
Cemal Şenel (Bosna-Sancak Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı): Bosnalılar geleneklerini gelecek kuşaklara unutturmamak istiyor. Osmanlı'dan beri nikâhlar çoğunlukla camilerde yapılır. Ne yazık ki bu gelenek Türkiye'de devam ettirilemiyor.

Salih Canlısoy (Türkiye'deki Bosna-Hersek Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı): Bu devirde Türkiye'deki Boşnakların nikâhlarını camilerde yapması biraz zor. Türkiye'deki Boşnaklar buranın şartlarına ayak uydurmuş durumda.

Ahmet Kemal Baysak (Bosna-Hersek Fahri Konsolosu): Bosna-Hersek'te yaşayan Boşnaklar Osmanlı'dan öğrendikleri örf ve âdetleri devam ettiriyorlar. Bunun içinde camide nikâh da var. Fakat bu gelenek sosyalist dönemde süremedi. Bosna'da camide nikâhı kıyan imam devlet adına kayıt da tutuyor. Tıpkı belediye nikâhı gibi. Fakat belediyeye de onaylatılıyor.

Diyanet: Sevaptır

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın resmi internet sitesinde camide nikâha ilişkin şu değerlendirme yer alıyor: "Camiler, adabı çerçevesinde sadece düğün için değil, diğer toplanma ve irşad gibi faaliyetler için de kullanılabilir. Ancak, her düğünde biraz da eğlence ve şenlik bulunacağı için düğünlerin cami alanında yapılması uygun değildir. Camilerde nikâh kıymak sevaptır. Cami alanında aynı şeyleri ifa etmek caizdir.

İstanbul Müftü Yardımcısı Yusuf Kavaklı'nın değerlendirmesiyse şöyle: "Peygamberimiz Hazreti Muhammet, insanları camiye alıştırmak için mescitlerde nikâh kıydırmıştır. Ne yazık ki Türkiye'de camide nikâh töreni yapılamıyor. Bir sakıncası ama kıyamet kopar buna izin versek."

27
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:54:18 ÖS »
BOSNA BURAM BURAM OSMANLI KOKUYOR

Bosna Hersek’te, Osmanlı’dan kalma âdetler hâlâ yaşatılıyor… Genç-yaşlı bütün Müslümanlar, ’’Ramazan şerif mübarek ola’’ diyerek birbirlerini tebrik ediyorlar...

Bosna-Hersek’te, Osmanlı’dan kalma âdetler hâlâ yaşatılıyor. Genç-yaşlı bütün Müslümanlar ‘Ramazan şerif mübarek olsun’ diyerek birbirlerini tebrik ediyor; ancak söyleyen de dinleyen de bu cümlenin mânâsını bilmiyor!
Yaklaşık altı yüz yıl önce İslamiyet’le tanışan Bosna, Ramazan aylarını Osmanlı’dan kalan izlerle geçiriyor. Heyecan her yıl olduğu gibi Ramazan ayı daha gelmeden başlıyor. Osmanlı döneminden kalma Başçarşı ve oraya uzanan bütün sokak ve caddeler adeta bir gelinlik gibi süslenirken şehirdeki bütün camiler ışıklandırılıyor. Ramazan’da birçok şehirde her yaştan binlerce insanın iştirak ettiği dinî musiki konserleri veriliyor. Medreseler (imam-hatip liseleri) tatil ediliyor ve öğrenciler halka dinî konularda yardımcı olması, hizmet etmesi için ülkenin her tarafına dağıtılıyor. Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan’da bulunan Müslümanların dinî liderliğini üstlenen riyaset makamı Ramazan ayını büyük afişlere Türkçe ‘Ramazan şerif mübarek olsun’ ifadesiyle kutluyor. Osmanlı’dan bugüne intikal eden bu ifade ile insanlar birbirlerinin Ramazan ayını tebrik ediyor; ancak işin garibi ne söyleyen ne de dinleyen bu cümlenin manasını biliyor. Bu kelimelerle Ramazan’ı tebrik edilen kişi de cevaben ‘Allah razı olsun’ diyor. Bosna’da iftar vakitleri, şerefelerin ışıklarının yanmasıyla okunmaya başlayan ezanların yanında şehrin değişik noktalarından atılan havai fişeklerle halka ilan ediliyor.
Ramazan ayının girmesiyle birlikte Müslüman halkta farklı bir hareketlilik göze çarpıyor. Ülkenin bazı yerlerinde bulunan yardıma muhtaç ailelere yemek verilen aşevlerine (aşçinitsa) varlıklı insanlar destek oluyor. Binlerce insana sıcak yemek dağıtılıyor. Bunların içinde en göze batan iftarlar Türkiye’den gelen müteşebbislerin açtığı Bosna Sema Eğitim Kurumları tarafından veriliyor. Ayrıca, bu eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenlerin organizasyonuyla öğrenciler ve veliler tarafından, binlerce aileye gıda yardımı yapılıyor. Özellikle bazı insanlar Osmanlı’dan kalan bir âdet olarak milli kıyafetlerini giyerek iftar davetine icabet etme usulünü devam ettiriyor. Bazı davet sahipleri ise yine eskiden kalan bir âdet üzere misafirlerini otuz üç çeşit Osmanlı yemeğiyle ağırlıyor.
Camilerde sabah ve ikindi namazlarını muteakip okunan mukabelelere birçok insan katılıyor. Başta teravihler olmak üzere sabah namazları da dahil beş vakit namaza bayanlar ve erkekler birlikte iştirak ediyor. Kadir Gecesi 2 metre boyundaki dev cezvede pişirilen kahve, Başçarşı’daki Begova Camii’nin avlusunda halka ikram ediliyor. Bayramın yaklaştığı günlerde insanlar yine Begova Camii’nin bahçesinde kurulan fitre ve zekat ödeme merkezinde uzun kuyruklar oluşturuyor. Osmanlı’dan kalan usulle niyetlenilerek kılınan bayram namazlarının ardından birbirleriyle bayramlaşan ve hiç Türkçe bilmeyen bu Müslümanların arasında sadece ‘Bayram şerif mübarek ola!’ ve ‘Allah razı ola!’ cümleleri duyulur.

28
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:53:46 ÖS »
Boşnakça Soy İsimlerimiz Hakkında!

Bir kişinin en önemli özelliklerinden biri soyadıdır. Osmanlı zamanında bildiğimiz gibi ailelerin soyadları yoktu babalarının dedelerinin isimleriyle anılırdı aileler. Diğer toplumlarda özellikle Balkanlardaki Müslümanların (Boşnakların) soyadları Osmanlıdan önce de vardı. Bazı soyadılar 500 sene, bazıları ise daha eskiye dayanıyor. Soyadı şu açılardan oldukça önemli:

1.Ailelern tarihini ve geçmişini açıklamaya yardımcı oluyor
2.Akrabalık bağlantıları koruyor
3.Kişisel kimliğin en belirgin özelliği
4.Soydalar üzerinde çok önemli araştırmalar yapılmaktadır… vs.

Türkiye’ye gelen Boşnaklar, soyadlarını ‘’soyadı kanunu’’ ile birlikte değiştirmek zorunda kaldılar. Yeni ve Türkçe soyadı almak zorundaydılar. Osmanlıda yaşayan diğer toplumların soyadları olmadığı için herhangi bir tepki yaratılmadı. Ama Boşnakların vardı, herkesçe bilinen koca sülaler ve soyadlarıyla tanınırlardı. Ne oldu?
Örnek ünlü bir ********n Gradaşçeviç’lerin soyadı birden değişiyor ve Akkaya oluyor… Demek ki o sülaleye ait olan bireyler yeni kimlik almış oluyor ve yeni bir tarihi baştan kuruyorlar. Eski tarihi ve hikayeler bir anlamda suya düşmüş oluyor ve unutulmaya bırakılıyor adeta. Bu durum birçok problemi beraberinde getiriyor. Daha sonraki süreçte akrabalarını bulmak isteyen kişiler bu sebepten dolayı kendi ailelerine ulaşamıyorlar. Sadece soyadı değil geçen duydum ki annemin halasının ismi değiştirildi, Muradiye yerinde Mualla oldu…
Kimileri toplumdaki sorunlardan ve yanlış anlaşılmalardan dolayı kimileride kanunların izizn vermesinden dolayı ismini dahi değiştirmek zorunda kaldılar.

Türkiye'ye yapılan göçlerin üzerinden belkide yıllar geçti. Belkide bazı ailelerin çocukları kendi soyadını bile bilmemekteler. Bu durumun ileriye yönelik daha da büyük sorunları beraberinde getireceği görünüyor.

Acaba eski soyadı almak mümkün mü?
Kanunlarda bu duruma herhangi bir engel söz konusumu?
Çevremizde, ailemizde tepki yaratılabilir mi?
Siz eski soyadlarınızı almayı düşünürmüsünüz?

Bu konudaki düşüncelerimi ortaya koymaya çalıştım ve belki unutulmaya yüz tutmuş birçok bize ait olan öğeyi ve gerçeği tekrar canlandırdık.

Adilović ,Agović, Ahmetović, Aličković,Alomerović,Aliomerović
Aslanović,Atović,Babajić,Bačićanin,Balota,Bašović, Bećović
Beganović,Begović,Beširović,Bibić, Biševo, Bihorac, Bilalović, Biličkovac,Biševac,Bijedić,Bugučanin,Bondzuković,B rničanin,Bročan,Brzanka,Buljubašić,Cacević,Dzanefe ndić,Dzeković,Čengić
Dzihović,Đokić,Ćosović,Đurđević,Đukić ,Ćatović,Čivović,
Ćolaković,Dacić,Dašić,Dečković,Dedović,Demirović,D ervović
Dizdarević,Drajević,Dreković,Drešević,Društinac,Du dić,Duherić,
Dupljak,Dzanković,Dzeković,Faković,Fazlagić,Fazlić ,Fetić,Fejzić,
Gigić,Grahovac,Grišević,Grlavić,Gučević,Gusinjac,H adžialić
Hadžajlić,Hadzibulić,Kolašinac,Hadzić.

29
Genel Kültür / Ynt: Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:53:20 ÖS »
Bosna-Hersek’te evlilik gelenekleri...

BOSNA-HERSEK’te savaştan sonra geleneklerin bir çoğu değişmiştir. Dernekler bu gelenekleri sürdürmek için çalışmalarını sürdürmektedir. Evlenme çağına gelmiş genç damat adayının tarafı gelin adayının büyüklerinin yemeğine davetli olarak katılırlar. Bu yemekte uygun görülürse evlenecekler arasında söz yapılması için damat tarafı gelin tarafından tarih belirlenmesini ister.

Damadın kabulü kahvede
Evlenecek kızın aile büyükleri damat adayı hakkında bir karara vardıktan sonra kahve ikramına geçilir. Kahve şekerli ise damat adayı evliliğe uygun görülmüş demektir, eğer kahve sade ise damat adayı evliliğe uygun görülmemiştir demektir. Bosna-Hersek’te Türklerin yaptığı diğer bir usulde evlenme çağına gelmiş genç erkekler, bazı düğün alaylarında güç gösterisi ve cesaretlerini göstermek için Mostar Köprü’süne çıkarak suya doğru atlarlar.

Evlenecek genç köprüye çıkar
Mostar Köprüsü’nün yüksekliği ve suyun akıntısı ise insanı ürpertir. Bu gelenek ise savaştan sonra azaldığı ve kimsenin yeni yapılan köprünün üzerinden atlayarak kendilerini göstermediği görülmüştür. Düğün gelenekleri, Boşnak, Türk, Makedonlar olmak üzere üç çeşit yapılmaktadır. Bu geleneklerin özü araştırılmaktadır.

30
Genel Kültür / Boşnak Kültürü
« : Haziran 05, 2009, 06:52:56 ÖS »
Boşnaklar,
Osmanlı devleti döneminin ümmetçi yapısından 1960'lar Yugoslavya'sına kadar, farklı şekillerde de olsa, yüzyıllarca dine dayalı bir kimlik tanımı içinde yer almışlar, Bosna-Hersek ve Sancak'ta yaşayan Ortodoks veya Katolik Güney Slavları ise Sırp veya Hırvat milletlerinin bu bölgelerdeki uzantıları kabul edilmiştir. 1963'de Yugoslavya'nın SosyalistFederalCumhuriyet tanımına geçişi ile birlikte Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti yönetiminde Sırpların egemen konumunun zayıflamaya başlaması Boşnaklar için yeni bir milli kimlik tanımının yolunu açmıştır. 1961'de ortaya atılan "Etnik Müslüman" terimi ile Boşnaklar bu isim altında Bosna-Hersek'in yönetiminde Sırpların ve Hırvatların yanısıra söz sahibi hale gelmişlerdir. 1968'de Müslüman milleti, dini mensubiyeti ifade eden müslüman (küçük harfle) teriminden farklı bir anlam içerecek şekilde Yugoslavya anayasasına girmiştir. (Bu anlama göre, örneğin, Yugoslavya Arnavutları, (ekseri) müslüman olup, Müslüman değildiler.). Bosna-Hersek'in bağımsızlığını kazanmasından sonra ise, Boşnak terimi milli bir anlam kazanmış olup, evrimini halen sürdürmektedir.
Bu anlamda Sırbistan-Karadağ2002 ve 2003 nüfus sayımı verilerine ve bireylerin kendi tanımlamalarına göre önemli bir Boşnak nüfus bulunmaktadır. Sözkonusu veriler şu şekildedir:
Sancak'ta; Boşnaklar 193,026 kişi (toplam nüfusun % 45.31'i), Sırplar 156,852 kişi (toplam nüfusun 36.82%), Karadağlılar 29,892 kişi (toplam nüfusun % 7.02'i), Müslüman milleti 27,047 kişiye (toplam nüfusun % 6.35'i);
Karadağ'da; Karadağlılar 267,669 kişi (toplam nüfusun % 43.16'i), Sırplar 198,414 kişi (toplam nüfusun % 31.99'i), Boşnaklar 48,184 kişi (toplam nüfusun % 7.77'i), Arnavutlar 31,163 kişi (toplam nüfusun % 5.03'i), Müslüman milleti 24,625 kişi (toplam nüfusun % 3.97'i), Hırvatlar 6,811 kişi (toplam nüfusun % 1.1'i).
Ayrıca, Sırbistan, Hırvatistan ve Makedonya'da % 1'ler civarında küçük bir Boşnak nüfus yaşamakta, işgücü göçü nedeniyle başta Almanya gelmek üzere Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş Boşnaklar da bulunmaktadır.

Tarih
Boşnak toplumunun en eski kökleri,21 bin yıl önce Last Glacial Maximum u takiben Balkanlar' da genişleyen antik topluma dayanabilir.Fatih Sultan Mehmed,Fatih Sultan Mehmed Bosna'yı aldığı zaman sedece Katolik' lere değil Bogomill mezhebindeki Bosna Hıristiyan'larına da çok müsamaha göstermiş ve onların devlet hizmetinde yetişmelerini sağlamıştır.İsa'yı Allah'ın kulu olarak kabul etmeleri ve Muhammed'i tanımalarından dolayı Bogomiller Müslüman'lara daha yakın görünüyorlardı.Türk'lerin vicdan hürriyetine hürmet göstermeleri,bir kaç asır Katolik klisesi ile bu mezhep krallarının ve Macar'ların zülmüne uğrayan Bogomill Boşnaklar sırp ve bulgarların zulmüne uğrayanPomakların.da toplu olarak islamiyeti kabul etmelerine sebeb olmuştur.Bogomill mezhebine bağlı olan Boşnaklar,savaş kabiliyetleri,Macar'ları iyi tanımaları sebebiyle Macaristan ile yapılan savaşlarda etkin bir rol oynamışlardır.Müslüman Boşnaklar her zaman Osmanlı Devleti'nin kuzeybatı hududunu yalnız başlarına savunmuşlardır.Boşnaklar İslamiyet'i kabul etmeleri,devlete bağlılıklarını kanıtlamaları sayesinde Osmanlı Devleti'nin çeşitli kademelerinde görev yapmışlardır,hatta defterdar,kaptan-ı derya ve sadrazam dahi olmuşlardır.Hersekzade Ahmed Paşa (1497-1516) beş kez sadrazamlığa getirilmiştir.


==K ü l t ü r==

===Folklor===
Boşnak folklorü 15.nci yüzyıla tarihlenen uzun bir geleneğe sahiptir. Boşnak kültüründeki pekçok unsur gibi onların folklörleri Slavik karışımı ve Doğu etkisindedir. Tipik olarak 19.ncı yüzyıldan önce yer alır.
Boşnak folkloründe iki popüler karakter, '''düzenbaz''' ve '''kahraman''' görülür. Muhtemelen ilkinin en meşhur örneği [[Nasreddin Hoca]], yerel folklor Boşnak kompozisyonunda çeşitli fıkralara sahiptir. Diğer düzenbazlar akıllı bilge adamı içerir. Sözde,bir yerel memur yere yapılacak olan bir kilise için onun bir hayvan derisinden büyük olmamasını talep etmekteydi. Bilge adam, o zaman hayvan derisini ince şerit halinde keser ve onu toprağın üzerine bir kilisenin yapılmasına elverişli olacak şekilde dizerek kilise için bir sınır oluşturur.

===Dil===
Boşnaklar,[[Boşnakça]] konuşurlar.Türkiyede pomaklar ile bu dil hemen hemen şive farkı hariç aynıdır yalnız pomaklar kril alfabesini kullanır ve güney Rusça.ya daha yakın olarak kabul edilir.Bu lisan [[Sırpça]] ve [[Hırvatça]] 'dan yazım ve gramer bakımından biraz deişiktir.Boşnak dili,[[Almanca]]'da olduğu kadar diğer komşu lisanlarda kullanılmayan çok sayıda doğusallık içerir.
Boşnakça ayrıca kendine özgü iki yazılış biçimine sahipti.Bunların ilk '''Begovica''( ayrıca Bosansika olarak da söylenir) [[Kiril abecesi]];ikincisi ise Arab abecesidir.Bugün, bu iki kullanım da hemen hemen ölmek üzeredir.Çünkü,günümüzde bu kullanımın [[okur yazar]] sayısı oldukça azdır.

===Din===
Boşnakların çoğu Müslüman olsa da, bazıları [[Ateizm]] ,[[Agnostisizm]] ve [[Deizm]]'e inanır.Bundan dolayı '''Secular Hümanizm''' '''Dünya Görüşü''' ''Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'' zamanı boyunca yaygındı.Geçmişte ülkede [[Sufilik]]'in büyük bir rol oynamasına karşın ,[[Bosna-Hersek]] ' te çoğu Müslüman İslam'ın [[Sunni]] [[mezheb]]ine bağlıdır.

Boşnak Türkleri
Bosna Beyliği; Atillah Hun'un Avrupa'yı haraca bağladığı günden bugüne kadar, hep Sırbistan Krallığı'nın başının belası olmuştur. Boşnaklar da Yugoslav kökenlidir ve hala Yugoslavca konuşurlar. Tarih boyunca Yugoslav Krallığı’na karşı kim savaştı ise, onlarla bir olmuşlardır. 13. yüzyılda Osmanlıların Balkanları işgal etmeye başlaması ile birlikte, Osmanlılarla birlikte olmuşlar ve Hristiyanlık dinini terk ederek Müslüman olmuşlardır.
29 Osmanlı Padişahından sadece Ertuğrul Gazi'nin annesi Anadoluludur. Diğer Osmanlı saray kadınlarının ezici çoğunluğu Yugoslav'dır. Yani Boşnak'tır. Her ne kadar Yeniçeri Ocağının devşirme Hristiyan çocuklarından oluştuğu söylense de, bu doğru değildir. Yeniçeri Ocağı; Boşnak saray kadınlarının, kendi akrabalarını getirip Osmanlı yatılı mekteplerinde okutarak, Osmanlıya yönetici yapıyorlardı. Osmanlı saray entrikalarının çoğu da bu Boşnakların sarayı yönetme arzularından kaynaklanıyordu. Kısacası, Afgan kökenli Osmanoğulları'nın yöneticileri hep Boşnaklardan oluşmuştur. Günümüzde de bu aynen devam ediyor.
Her ne kadar 1825'te, 4.Murat döneminde Yeniçeri Ocağı dağıtıldı ise de, Yeniçeriler Osmanlı ordusunu ve yöneticiliğini sürdürmeye devam ettiler. Birinci dünya savaşında, cephede mağlup olan Osmanlı Paşaları, cepheyi terk ederek soluğu İstanbul'da aldılar. Cephe kaçağı paşalara İstanbul dar gelmeye başladı. Hatta bunlardan bazıları, başka cephelere atanmasına rağmen, görev yerlerine gitmiyorlardı. Sonunda, bu yeniçeri torunları, son bir kez daha Osmanlıya karşı kazan kaldırdılar ve Osmanlı Hilafetini ve Hanedanlığını devirdiler. O günden beri de devleti aracısız, direkt kendileri yönetiyorlar. Osmanlı, Balkanlardan çekilmeye başlamasıyla birlikte, yerli işbirlikçileri de Balkanları terk etti ve Anadolu'yu büyük bir muhacir dalgası sardı. Bunların çoğunluğunu da Boşnaklar oluşturuyordu. Yeniçeri Ocağının dağıtılması, bunlara arazi dağıtılması ve evlenme izninin çıkmasıyla, Anadolu'da çoktan bir Boşnak kolonisi oluşmuştu. Daha sonra gelenler de bu akrabalarıyla çabuk kaynaştılar.
İkinci Boşnak göçü, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra oldu. 1942'de Alman Nazi Orduları, Yugoslavya'ya saldırdılar. Boşnaklar, hemen Nazilerle bir oldular. Naziler Yugoslavya'yı işgal ettiğinde, Hırvat kökenli Tito, Kızıl Yıldız isimli gizli bir örgüt kurdu ve Nazi işgaline karşı özgürlük mücadelesine başladı. Naziler, Boşnaklardan oluşan Müslüman SS birliklerini kurarak, Tito'nun Kızıl Yıldız Örgütüne karşı acımasız bir mücadele başlattılar. Ancak, Naziler savaşı kaybedip geri çekilince, iktidara gelen Tito yönetimi döneminde, Müslüman SS birliklerini oluşturan Müslüman Boşnakların önemli bir kesimi, Türkiye'ye göç etmek mecburiyetinde kaldı. Bugün Türkiye'de oluşan asker-sivil yönetim erki, bu muhacirlerin çocuklarından oluşuyor. Mesela, Tansu Çiller'in babası, Müslüman SS birliklerinde bir komutandı. Türkiye 'ye geldiğinde Türkçe bilmiyordu. Yıllar sonra, Türkçeyi öğrenince de vali oldu.
Günümüzde Boşnak kökenli Osmanlı saray kadınlarının çocukları ve akrabaları Ergenekon'dan çıkıp Anadolu'ya Asena isimli dişi kurdun peşine takılarak geldiklerini iddia ediyorlar. İri kemikli, sarı saçlı ve yeşil gözlü tiplerine baktığımızda, hemen de Ortaasyalı oldukları anlaşılıyor.
Her ne kadar, Yeniçeri Ocağı mensuplarının Bektaşi, dolayısıyla da Alevi oldukları söylense de, bu tamamen tarihi gerçekleri çarpıtan görüşlerdir. Çünkü Yeniçeriler Müslüman Boşnak çocuklarından oluşuyordu. Ayrıca, 300 yıl boyunca Alevilere karşı yapılan katliamları Yeniçeriler yapıyordu. Nasıl oluyor da bir alevi asker ocağı, sadece suçu Alevi olmak olan insanlara karşı katliamlar uyguluyor? Aslında Haçlı Avrupa Hıristiyanlığına sahip Boşnaklar, hiçbir zaman tam anlamıyla Müslüman olmadılar. Sadece, İslamımsı bir İslam'ı benimsediler. Günümüzde bunu laiklik dinine dönüştürdüler. Kendileri gibi olmayan bütün Müslümanlığa karşılar. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya gelen Boşnak muhacirlerin tamamı, sadece yeminli bir Alevi düşmanı değil, aynı zamanda Anadolu'daki yerli bütün Hıristiyanlara karşı kin ve nefret doludurlar. Bunlar, Avrupa'daki Hıristiyanlardan gördükleri baskıları, Anadolu'daki yerli Hıristiyanların üzerine kin ve nefret olarak kustular. Pontus Rumları, Ermeniler ve Süryaniler bunlardan bazılarıdır. Bu baskılar sonucu, bunlar ya yok oldu ya da Müslüman Boşnaklara uyum sağlamak zorunda kaldılar. Müslüman Boşnak ve Kürd ilişkilerine gelince; bunlar Kürdlerden nefret ederler. Kürd varlığını tamamen red ettikleri gibi, Kürdleri; ehlileştirilmesi gereken dağ Türkleri olarak görürler. Sadece cumhuriyet döneminde, 22 sefer Kürdlere karşı katliam uyguladıklarını kendileri itiraf ediyorlar. Böylece de bunlar, hemen şimdiden 23. Kürd katliamı için hazırlıklara başlanması gerektiğini de düşünüyorlar.(!)
Cephe kaçkını Boşnak kökenli Osmanlı paşalarının kurduğu Türkiye Cumhuriyetini günümüzde de, bu paşaların torunları yönetiyor. Günümüzde devlet yöneticilerinin tamamına yakını Müslüman Boşnaklardan oluşuyor. Bir kere İçişleri, Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarında görev alabilmek için, kırmızı kaplı Anayasaya göre, Boşnak kökenli olmak gerekiyor. Bunlara göre, herkes devlet düşmanı ve haindir. Zaman zaman kışlalarına çekilseler bile, devlet yönetim erki hep bunların elinde olmuştur. Bazen kendileri Anayasayı tamamen rafa kaldırmalarına rağmen, aynı Anayasayı ihlal ettikleri gerekçesiyle, insanları idam ettiler. Müslüman Boşnaklar, Türk ırkçılığında hep baş rol oyuncusu oldular.
Türkiye'deki yönetici Boşnak Türklerinin kimliklerini teker teker yazmaya kalkışsak, buna ne zaman ve ne de kağıt kalem yeter. Celal Bayar, Adnan Menderes, Süleyman Demirel ve Tansu Çiller bunlardan bazılarıdır. Yukarıda da belirttiğim gibi, devlet yönetiminin tamamına yakını bunların elindedir. Zaten, 600 yıllık Osmanlı ve 83 yıllık cumhuriyet döneminde, hiçbir zaman Ortaasya kökenli Türkmen yönetici olmamıştır.
Boşnak kökenli saray kadınlarının torunları, devlet yönetimini ellerinde tuttukları gibi, medya, sanat ve ekonomi de bunların tekelindedir. Ekonomik alanda bunların görüşlerine ters düşen birileri olursa, derhal ya yok olur ya da iflas eder. Çünkü devlet bankaları bunların denetimindedir. Sadece ekonomik alanda değil, sosyal ve siyasal yaşamın hiç bir alanında, bunların görüşlerinin aksi olamaz. Şayet olursa, o insanların hali haraptır. Bunların İslamımsı inançlarına uydurmaya çalıştıkları laiklik dinine ters düşen irticacıdır. Velhasıl, bunların borazanının dışında, Türkiye'de hiç kimse ıslık bile çalamaz. Şayet böyle bir aksilik olur da, birleri ıslık çalmaya kalkışırsa, ya ilkel bir darbe olur ya da post modern bir darbe. Ergenekon'dan gelen Yugoslav muhacirlerini kimse kızdırmaya kalkışmasın.

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 15