İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - aksaa

Sayfa: 1 ... 86 87 [88] 89 90 ... 164
1306
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / ASHAB-I KEHF
« : Ağustos 02, 2008, 07:10:22 ÖS »


    O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). (Kehf Suresi, 10)

Kuran'ın "Kehf" (mağara) isimli 18. suresinde, Allah'ı tanımayan, inananlara karşı baskı ve zulüm uygulayan bir rejimden sakınmak için bir mağaraya sığınan gençlerden söz edilir. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:

    Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: 'Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)' Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına (ağır bir uyku) vurduk.

    Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık. Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız. Gerçekten onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidayetlerini arttırmıştık.' Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik;

    (Krala karşı) kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: 'Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; ilah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız. Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp-uydurandan daha zalim kimdir?'

    (İçlerinden biri demişti ki): 'Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın.'

    (Onlara baktığında) görürsün ki, güneş doğduğunda onların mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir veli bulamazsın.

    Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Onların köpekleri de iki kolunu uzatmış yatmaktaydı. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.

    Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık' Dediler ki: 'Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin. Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.'

    Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonra ki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları bulanlar) kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: 'Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir.' Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: 'Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız' dediler.

    (Sonra gelen kuşaklar) diyecekler ki: 'Üçtüler, onların dördüncüsü de köpekleridir.' Ve: 'Beştirler, onların altıncısı köpekleridir' diyecekler. (Bu), bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. 'Yedidirler, onların sekizincisi de köpekleridir' diyecekler. De ki: 'Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında da kimse bilemez' Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.

    Hiçbir şey hakkında: 'Ben bunu yarın mutlaka yapacağım' deme. Ancak: 'Allah dilerse' (yapacağım, de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: 'Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip iletir.'

    Onlar mağaralarında üçyüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.

    De ki: 'Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. (Kehf Suresi, 9-26)

Hem Hıristiyan hem de İslam kaynaklarında övülen Ashab-ı Kehf'in (Mağara Ehli) karşı karşıya oldukları zalim hükümdar, genel kabule göre, Roma İmparatoru Decius olduğu tahmin edilmektedir. Decius'un baskı ve zulmü ile karşılaşan gençler, bulundukları topluma Allah'ın dinini terketmemeleri konusunda birçok uyarılarda bulunmuşlardır. Toplumun yaptıkları tebliğlere kayıtsız kalması, imparatorun baskıyı arttırması ve ölüm ile tehdit edilmeleri sebebiyle gençler yaşadıkları yerden uzaklaşmaya karar vermişlerdir.

Tarihsel belgelerin de ortaya koyduğu gibi, henüz dejenere olup bozulmamış Hıristiyanlığın (İseviliğin) temsilcisi olan müminlere yönelik sindirme, baskı ve zulüm politikaları, birçok imparator tarafından yoğun bir şekilde uygulanıyordu.

Kuzey Batı Anadolu'da bulunan Roma Valisi Piliniyus'un (MS 69-113) İmparator Trayanus'a yazdığı mektupta "İmparator'un heykeline tapınmadıkları için cezalandırılan Mesihçiler"den (Hıristiyanlar'dan) bahsedilir. Bu mektup, o dönemde İsevilere yapılan baskıları anlatan önemli belgelerden birisidir. İşte böyle bir ortamda kendilerinden Allah'ı bırakıp imparatora veya din karşıtı bir sisteme boyun eğmeleri istenen gençler, bunu kabul etmemişler ve şöyle demişlerdir:

    Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; ilah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız. Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? (Kehf Suresi, 14-15)

Ashab-ı Kehf'in yaşadığı yer konusunda ise birkaç iddia vardır. Bunlardan en makul görünenleri ise Efes ve Tarsus'tur.

Hemen hemen tüm Hıristiyan kaynaklar, gençlerin sığındıkları mağaranın bulunduğu yer olarak Efes'i gösterirler. Bazı müslüman araştırmacı ve Kuran yorumcuları da Efes konusunda Hıristiyanlar'la hemfikirdirler. Bazıları da bölgenin Efes olmadığını uzun uzadıya açıkladıktan sonra, olayın geçtiği yerin Tarsus olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Biz bu çalışmada iki ihtimal üzerinde de duracağız. Tüm bu araştırmacı ve yorumcular-Hıristiyanlar da dahil-olayın Roma İmparatoru Decius (veya başka bir ismiyle Decianus) zamanında, yani MS 250 civarında geçtiğini belirtirler.

Decius, Neron'la birlikte Hıristiyanlar'a en çok zulmeden Roma İmparatoru olarak bilinir. İktidarda bulunduğu kısa dönemde, hakimiyeti altında yaşayan herkesin Roma tanrılarına kurban adamalarını zorunlu kılan bir kanun çıkarmıştır. Herkes bu putlara kurban adamakla, dahası bunu yaptıklarını gösteren bir onay belgesi almak ve devlet görevlilerine göstermekle yükümlü tutulmuştur. Karara uymayanlar için de idam cezası uygulanmıştır. Hıristiyan kaynakları bu dönemde Hıristiyanlar'ın önemli bir bölümünün "şehirden şehire" kaçarak ya da daha gizli sığınaklara giderek bu putperest ibadetinden kaçındıklarını yazarlar. Ashab-ı Kehf, büyük olasılıkla, bu İsevilerin içinden salih bir gruptur.

Bu arada vurgulanması gereken bir nokta vardır: Konu, bazı Hıristiyan ve müslüman tarihçi ve yorumcular tarafından hikaye tarzında anlatılmış, birçok uydurma ve eklenen rivayetler neticesi efsaneye dönüştürülmüştür. Oysa ki olay tarihi bir gerçektir.

Ashab-ı Kehf Efes'te mi?

Ashab-ı Kehf'in yaşadığı şehir ve sığındığı mağara konusunda çeşitli kaynaklarda değişik yerler gösterilmektedir. Bunun en büyük sebebi, halkın, bu denli cesur ve yiğit insanların kendi yaşadıkları ortamda olmalarını istemeleri ve bu bölgelerdeki mağaraların birbirine çok benzemesidir. Örneğin bu yerlerin hemen hepsinde mağaraların üzerine yapıldığı belirtilen birer mabed vardır.

Bilindiği gibi Efes Hıristiyanlarca kutsal kabul edilir. Çünkü Efes'te şimdi kiliseye dönüştürülmüş olan ve Hz. Meryem'e ait olduğu söylenen bir ev vardır. Ashab-ı Kehf'in Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen bu yerlerde yaşamış olması da onlara göre büyük ihtimaldir. Hatta bazı Hıristiyan kaynakları yer konusunda kesinlik bildirirler.

Efes'te Ashab-ı Kehf'e ait olduğuna inanılan mağaranın içi
Konuyla ilgili en eski kaynak Suriyeli rahip Saruclu James'e aittir. (Doğumu MS 452) Ünlü tarihçi Gibbon Roma İmparatorluğunun Çöküşü adlı kitabında James'den birçok alıntı yapmıştır. Buna göre, yedi Hıristiyan gence işkence yaparak onları mağaraya sığınmaya zorlayan kralın ismi, İmparator Decius'tur. Decius Roma İmparatorluğu'nu MS 249-251 yılları arasında yönetmiştir ve onun dönemi Hz. İsa'yı takip edenlere yapılan işkencelerle ünlüdür. Müslüman tefsircilere göre olayın geçtiği yer "Aphesus" veya "Aphesos"tur. Gibbon'a göreyse bu yerin ismi Ephesos (Efes)tir. Yani Anadolu'nun batı sahilinde, Roma'nın en büyük limanlarından ve en büyük şehirlerinden biri... Bu şehrin harabeleri bugün de Efes Antik Kenti olarak bilinmektedir.

Efeste'ki mağaranın dıştan görünüşü
Gençlerin uzun uykularından uyandıkları dönemin İmparatorunun adı ise müslüman araştırmacılara göre Tezusius, Gibbon'a göre ise II. Theodosius'tur. Bu İmparator, Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra MS 408-450 yıllarında tahtta bulunuyordu.

Bazı tefsirlerde aşağıdaki ayeti açıklarken, mağaranın ağzının kuzeye baktığından ve bu nedenle güneş ışığının içeri girmediğinden sözedilir. Böylece mağaranın önünden geçen birinin içeriyi görmesi de mümkün değildir. Nitekim ayette de şöyle denmektedir:

    (Onlara baktığında) görürsün ki, güneş doğduğunda onların mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. (Kehf Suresi,17)

Arkeolog Dr. Musa Baran da, Efes adlı kitabında gençlerin yaşadığı yer olarak Efes'i gösteriyor ve ekliyor:

    Milattan önce 250 yılında Efes'te yaşayan 7 genç Hıristiyanlığı seçer ve putperestliği reddederler. Kaçış yolu arayan gençler, Pion dağı'nın doğu yamacında bir mağara bulurlar. Romalı askerler bunu görüp mağara girişine bir duvar örerler.1

Bugün bu kalıntı ve mezarların üzerlerine birçok dini yapı inşa edildiği biliniyor. 1926'da Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bölgede yapılan kazılardan sonra, Panayır (Pion) Dağı'nın doğu yamacında bulunan kalıntıların, V. yüzyılın ortalarında (II. Theodosius dönemi) Ashab-ı Kehf adına yapılmış olan yapıya ait olduğu bilinmektedir.2
----------------------------------------------------------------------------------------
DİP NOTLAR
1. Musa Baran, Efes, ss. 23-24.
2. L. Massignon, Opera Minora, Cilt III, ss. 104-108.

1307
DİNİ HİKAYELER VE YAZILAR / LUT KAVMİ VE YIKILAN ŞEHİR
« : Ağustos 02, 2008, 07:08:04 ÖS »


    Lut kavmi de uyarıları yalanladı. Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut ailesini (bu azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık; Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte Biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz. Oysa andolsun zorlu yakalamamıza karşı onları uyarmıştı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşılayıp-yalanlamakta direttiler.
    Kamer Suresi, 33-36

Lut peygamber, İbrahim peygamberle aynı dönemde yaşamıştır. Hz. Lut, Hz. İbrahim'e komşu kavimlerden birine elçi olarak gönderilmişti. Bu kavim, Kuran'da belirtildiğine göre, o güne kadar dünya üzerinde görülmemiş bir sapıklığı, eşcinselliği uyguluyordu. Hz. Lut, onlara bu sapıklıktan vazgeçmelerini söylediğinde ve onlara Allah'ın ilahi tebliğini getirdiğinde onu yalanladılar, peygamberliğini inkar ettiler ve sapıklıklarına devam ettiler. Bunun sonucunda da kavim, korkunç bir felaketle helak edildi.

Hz. Lut'un yaşadığı bu şehrin, Eski Ahit'te geçen ismi Sodom'dur. Kızıldeniz'in kuzeyinde kurulmuş olan bu kavmin aynı Kuran'da yazılanlara uygun bir şekilde helak edildiği anlaşılmıştır. Yapılan arkeolojik çalışmalardan anlaşıldığına göre şehir, İsrail-Ürdün sınırı boyunca uzanan Tuz Gölü'nün (Ölü Deniz) yakınlarında bulunmaktadır.

Bu helak olayının kalıntılarını incelemeden önce, Lut Kavmi'nin neden bu cezaya çarptırıldığına bakalım. Kuran'da, Hz. Lut'un kavmine yaptığı uyarı ve onların cevabı şöyle anlatılır:

    Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım." (Şuara Suresi, 160-168)

Kendilerini doğru yola davetine karşılık kavminin Hz. Lut'a karşı cevabı onu tehdit etmek olmuştu. Lut Kavmi, kendilerine doğru yolu göstermesinden dolayı Hz. Lut'a karşı öfke duyuyor, onu ve onunla birlikte iman edenleri sürgün etmek istiyorlardı. Başka ayetlerde olay şöyle anlatılır:

    Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (Araf Suresi, 80-82)

Hz. Lut, kavmini apaçık bir doğruya çağırıyor ve anlaşılır bir şekilde uyarıyordu. Ancak kavim hiçbir uyarıyı dinlemiyor ve Hz. Lut'u inkar etmeye ve onun haber vermekte olduğu azabı yalanlamaya devam ediyordu:

    Lut da; hani kavmine demişti: "Siz gerçekten, sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı 'çirkin bir utanmazlığı' yapıyorsunuz. Siz, (yine de) erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve bir araya gelişlerinizde çirkinlikler yapacak mısınız?" Bunun üzerine kavminin cevabı yalnızca: "Eğer doğru söylüyor isen, bize Allah'ın azabını getir" demek oldu. (Ankebut Suresi, 28-29)

Kavminden bu cevabı alan Hz. Lut, Allah'tan yardım istedi:

    Dedi ki: "Rabbim, fesat çıkaran (bu) kavme karşı bana yardım et." (Ankebut Suresi, 30)

    Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar. (Şuara Suresi, 169)

Hz. Lut'un isteği üzerine Allah, erkek kılığına girmiş iki melek gönderdi. Bu melekler, Hz. Lut'a gelmeden önce Hz. İbrahim'e gitmişlerdi. Hz. İbrahim'e yaşlı karısının bir çocuk doğuracağı müjdesini veren elçiler asıl gönderiliş sebeplerini de açıkladılar: Azgın Lut Kavmi, helak edilecekti.

    (İbrahim) dedi ki: "Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir, ey elçiler?" "Doğrusu biz, suçlu-günahkar bir kavme gönderildik" dediler. "Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için. (Ki bu taşların her biri,) Rabbinin katında ölçüyü taşıranlar için (herkese ayrı ayrı) işaretlenmiştir." (Zariyat Suresi, 31-34)

    Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız. Ama karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır. (Hicr Suresi, 59-60)

Elçilikle görevlendirilmiş melekler Hz. İbrahim'in yanından çıktıktan sonra Hz. Lut'a geldiler. Elçileri tanımayan Hz. Lut önce endişeye kapıldı, ancak onlarla konuştuktan sonra yatıştı:

    Elçilerimiz Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğsünü bir sıkıntı bastı ve: "Bu, zorlu bir gün" dedi. (Hud Suresi, 77)

(Lut) Dedi ki: "Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz." "Hayır" dediler. "Biz sana, onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik. Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz. Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin." Ve onlara şu emri verdik: "Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir." (Hicr Suresi, 62-66)
Bu sırada kavim, Hz. Lut'un konuklarının geldiğini haber almıştı. Bu konuklara da sapıkça bir eğilimle yaklaşmaktan çekinmediler. Evin etrafını çevirdiler. Konuklarına mahçup olmaktan endişelenen Hz. Lut, kavme şöyle seslendi:

    (Lut onlara) "Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp-dillere düşürmeyin" dedi. "Allah'tan korkup-sakının ve beni küçük düşürmeyin. (Hicr Suresi, 68-69)

    Kavminin cevabı ise, Hz. Lut'a çıkışmak oldu: "Dediler ki: 'Biz seni 'herkes(in işin)e karışmaktan' alıkoymamış mıydık?" (Hicr Suresi, 70)

    Elindeki tüm imkanları kullanan Hz. Lut, misafirlerine ve kendisine bir kötülük yapılacağı endişesiyle şöyle dedi: "Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim." (Hud Suresi, 80)

"Misafirleri" ise, Hz. Lut' a Allah'ın elçileri olduklarını hatırlatarak şöyle dediler:

    (Elçiler) Dediler ki: "Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?" (Hud Suresi, 81)

Şehir halkının azgınlığının son noktaya varmasıyla beraber Allah, meleklerin yardımıyla Hz. Lut'u kurtardı. Sabah vakti de, kavmin üzerine Hz. Lut'un uyardığı azap gönderildi:

    Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. "İşte azabımı ve uyarmamı tadın." Andolsun onları bir sabah vakti erkenden, üzerlerinde kararını kılmış bir azab yakalayıp-bastırıverdi. (Kamer Suresi, 37-38)

Ayetlerde, kavmin helakı şöyle tarif ediliyor:

    Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi. Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır. (Hicr Suresi, 73-76)

    Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık; Rabbinin katında 'belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış' olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir. (Hud Suresi, 82-83)

    Sonra geride kalanları yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir. (Şuara Suresi, 172-173)

Kavim helak olurken içlerinden Hz. Lut ve sayıları ancak "bir ev halkı" kadar olan iman edenler kurtarıldı. Hz. Lut'un karısı iman etmemişti ve o da helak edildi:

    Bunun üzerine biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı. Ve onların üzerine bir (azab) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 83-84)

Böylece Hz. Lut karısı dışındaki ailesiyle ve kendisine inananlarla beraber kurtarıldı. Sapık kavim ise, yerle bir oldu.

1308
Forum Oyunları / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsun??
« : Ağustos 02, 2008, 06:16:28 ÖS »
ferhat göçer------ biri bana gelsin  :agla :agla :agla

1309
hişşşttt aksa çaktırma  :-\ yaww 1 aydır kullandığını bak herkes kendine özel tema ister sora karışmam  :hihi
  :ok :ok :ok :ok :ok

tamam
:hihi :hihi :hihi :hihi :hihi

1310
Hikaye ve Yazılar / Ynt: Aşkım ne farkederki kilometreler
« : Ağustos 01, 2008, 11:57:31 ÖS »
 :.8 :.8 :.8

1311
ben nerdeyse 1 aydan fazladır bu temayı kullanıyorum  çok memlunum sadece yazıların boyutunu ayrlayamıyorum yanıtla yaparken  :ok :ok :ok

1312
Edebiyat ve Şiir / Ynt: __AğLıYoRsaN...!__
« : Ağustos 01, 2008, 11:41:09 ÖS »
gecen cafede gördüm eşşek oğlu eşşegin biri kızın birini aglatta bende üzüldüm... >:( >:(

1313
Edebiyat ve Şiir / .::üşüyorum::.
« : Ağustos 01, 2008, 11:37:39 ÖS »
Üsüyorum...


yüregim üsüyor...



uzun bir mektup yazmak gecti icimden bu aksam, satirlara mürekkep gibi akmak istedim, gözyaslarimla sulamak istedim kelimelere dönüsen duygularimi, en güzel renkte acsin diye beyaz sayfada yüregim... oynatmak istedim kalemi parmaklarimin arasinda, satir satir kalbimi dökmek istedim, eritip yüregimi masanin kösesinde duran kirmizi mumun üzerine, hic sönmezcesine yazmak istedim sabaha kadar... eridikce yanmak, yandikca erimek istedim, yazdikca satirlarda kaybolmak istedim...



uzun bir mektup yazmak gecti icimden bu aksam... yüregimden bahsetmek istedim, kime neden kirildigimdan, kimin beni neden yanlis anladigindan, neden her aksam agladigimdan, neden sustugumdan... yüregimdeki yaradan bahsetmek istedim... kime yazacagim sorusu aksamin geceye dam tuttugu anda vazgecirdi beni bu fikirden... kime yazacaktimki....



adres bölümüne kimin adini yazacaktim, kac kurusluk pul yapistiracaktim, hangi zarfa yüregimi sigdiracaktim...



Saat gece yarisi, kapina geldim...

Yüregim üsüyor, yangin yeri yüregim...

ac ne olursun bekletme beni...

anlatamadim kendimi... bana verdigin konusma nimetini sükrüyle eda edemedim...

bagisla beni...

anlasilmayi bekledim... heyhat... sen dururken neden baska kapilar caldim...

sana ne uzun bir mektup yazmam nede yanlis anlasilmaktan korkmak gerekir...

kalbimle benim aramda olan sen degilmisin, sah damarimdan daha yakin olan sen...

yüregim sana ayan, her kalbimin carpmasi sana halim beyan...

beni sen anliyorsun ya...

neyleyim dili ,neyleyim kelimeleri...

beni yalniz birakma ne olur kapina geldim bekletme beni,

yalnizlikdan cok ürküyorum, kime bel bagladiysam karanliga itti beni...

bagisla beni, artik senden baska kimseye dayamam sirtimi, asami attim Rabbim...

hakikata daldir beni...

1314
Edebiyat ve Şiir / elif...
« : Ağustos 01, 2008, 11:32:46 ÖS »
elif olmayı dilemişim sanırım bir vakt-i seherde, bir cesaretle….zor(luğunu) bilmemişim o zamanlarda; dilemişim..
yar’ın huzurunda bir elif misali durabilmeyi dilemişim;
oysa şimdilerde dizlerimin bağı çözülür; diz çökerim..
be’ye meylederim; başlasın bu cümle artık! derken yine elif misali kalıveririm bir bir’in huzurunda..
yine zorlukla, yalnızca, yalın-ca…


elif olmak zor imiş!

ama her elif’in yanında akvâ olan’ın yardımı, yar’lığı var imiş! !


dostum, bilir misin elif olmaya talip olmak nedir,
bilir misin insan nasıl elif olur?
dilersin o’ndan sadece o’nun yar-lığını, dilenirsin…
o’nun kucağından başka mekanlar sana soğuk gelir,
üşürsün bir ağustos sıcağında..yürüdüğün yollar sana yabancı gelir;
bildik mekanlar sıkar seni..
tanımadığın sîmalar sana âşina gelir,
tanımadığın kişiler senin niyazına girer; tanıdıkların ise yabancı
nazarlarla bakarlar sana. hikmetine eremediğin hallerle örülür hayatın;
susmayı seversin; sükûtu seversin;
sükûtu hal edinenleri seversin…


dostum, bilir misin, elif bağlanmaz kendisinden sonraki harfe…
sadece kendinden önceki harfe bağlanır; en önceki’ne belki de..
sen, dünyana sonradan girenlere sıkıca bağlandığın vakit elif olmaz adın..sanırsın ki o zaman üzerindeki zorluklar kalkacak;
ama herkes yüklenir üzerine..
yardımsız yar’lar doluşur dünyana..
yardımıyla gelen yar gitti diye…

aklımın al(a) madığı hallerin eteğinde gezinir dururum;
belki aklım acziyetiyle susabilmeyi öğrenir diye..
başımı tâ yüreğime kadar eğer, dinlerim o kısık fısıltıyı şimdilerde…
…yüreğim dünyadaki kimsenin isminde titremez; bu belki de lütuftur,
yar’dandır … bu, belki de elif olmanın gereğidir.

Allahu a’lem…

elif olmayı dileten de var imiş dostum;

yar olmayı dileyen imiş…..


Elif olmak zordur
Çünkü elif olmak


Yuvarlak bir dünyada dik durmanın
Dik ve önde
Belki acıyla
Ama vazgeçmeden durmanın
Dünya ne kadar dönerse dönsün
Olduğu yerde kalmanın adıdır elif olmak
Kaç silah varsa elife çevrilir
Elif hep olduğu yerdedir
Silahlar patladığında ilk vurulan eliftir
Zordur elif olmak
Elif olmak hep vurulmaktır
Elif olmak yalnızca elif olmaktır
Ne B, ne T, ne S
Elif
Yalnızca elif
Elif demeden hiçbir şey denilemez
Ben elif dedim
Artık her şeyi söyleyebilirim

Alıntı



1315
Edebiyat ve Şiir / __AğLıYoRsaN...!__
« : Ağustos 01, 2008, 11:27:19 ÖS »

AĞLIYORSUN. ÇÜNKÜ hüzünlüsün ve güçsüzsün.





Ağlıyorsun. İşte sen busun. Kırılgansın. İncinmişsin.
İncitmişsin. Terk etmişsin. Terk edilmişsin. Varsın.
Yoksun. Ayrısın. Birleşmişsin. Gitmişsin. Gelmişsin.



Hayat ayaklarının altından kayıyor. Yalpalıyorsun.
Başın dönüyor. Zemin un ufak oluyor. Gökyüzündeki
güneşe ve göğün maviliğine karşın duyguların griye
dönmüş. Kalbine bulutlar toplanıyor. Boğazın sıkışıyor.
Daralıyorsun. Çatlayacak kadar sıkışıyorsun. Boşalman
gerek. Bir şekilde insanın içindeki basınç düşmeli.
Dayanamıyorsun. Ağlıyorsun. Kalbindeki bulutlar
gözyaşı sağıyor.





Ağlıyorsun. Ağlayabiliyorsun. Farkettin mi? Ruhundaki
acılar kristalize oluyor. Gözyaşı oluyor. Hava kitlesinin
soğuğa maruz kaldığında yağmura dönüşmesi gibi.
Ruhun üşüyor. Titriyorsun. Çıplaksın. Korunmasızsın.
Kendini koruyamıyorsun. Ruhun yardım edemiyor sana.
Kalbin yardım edemiyor sana. Hep birlikte ağlıyorsunuz.
Kalbin için de kendin için de ağlıyorsun.





Aç bir kedi görüyorsun. Aç bir çocuk dikkatini çekiyor.
Yetim bir çocuk kalbine dokunuyor. Sararan yapraklar
kalbini delip geçiyor. Özlüyorsun. Buram buram özlüyorsun.






Ağlıyorsun.

Ağladıkça...

Kalbin delik deşik. Herşey seni yaralayabiliyor. Ne kadar naziksin.
Ne kadar kırılgansın. Çünkü insansın.



Ağlıyorsun. Yorgunsun. Yaşamaktan yorgunsun. En çok gönül
yorgunusun.. Yaşadıkların kalbinin tabanına birikti. Belki çok
şey yaşamadın. Ama çok ağır şeyler yaşadın. Kalbini deliyor
sanki yaşadıkların. Ağlıyorsun. Kalbini yıkıyorsun. Biraz da olsa
gevşiyorsun.






Ölüm meleği şu an gelse itiraz etmeyeceksin. Dünyanın
içindesin. Ama dünyadan soğumuşsun. Gitmek istiyorsun.
Öteye geçmek istiyorsun. Ağlıyorsun. Neye mi? Herşeye.
Herşey üstüne üstüne geliyor sanki. Çaresizsin. Boşluktasın.
Hayattasın ama hayatta olduğunu hissedemiyorsun.



Dur. Ağladığın için zayıf olduğunu mu söylüyorsun? Sakın
söyleme bunu. Lütfen söyleme. Hadi geri al sözünü.
Çünkü insansın. İşte bu yüzden meleklerden üstünsün.
Çünkü melekler gözyaşı dökemez. Çünkü meleklerin kalbi
delik deşik olamaz. Çünkü melekler gönül yorgunluğu nedir
bilemezler.






Ağlayan insanlara üzülmüyorum biliyor musun? Ağlayan
bir insan gördüğümden �neden ağlıyorsun, ağlama, güçlü
olmalısın� demeyi çok uzun yıllar önce terkettim. Ağlayan
bir insan görsem gözyaşlarını silmek için bir mendil uzatmak
geçer içimden. Bu bana dünyanın en kutsal davranışlarından
biri gibi gelir. Çok yıllar önce ruhumun keskin bir acıyla
üşüdüğü bir anda en sevgili arkadaşımın bana sarılıp
cebindeki mendili gözyaşlarımı silmek için verdiği gibi.
O mendil kağıttan değil bezden gri renkli bir mendildi.
Hayatta en sevdiğim şeylerden biri nedir biliyor musun?
Ağlayan bir insana mendil uzatmak. Eğer sen ağlarken
sana mendil uzatacak biri yoksa, bu sen olmalısın.



Ağlayabiliyorsun. Ne kadar güçlüsün.

Meleklerden bile üstünsün.
[/b]

1316
Edebiyat ve Şiir / ೋ..ve aglamaktan korkma gözüm..ೋ
« : Ağustos 01, 2008, 11:18:17 ÖS »

ve ağlamaktan korkma gözüm
Bir gözyaşı, gül mevsiminde güle karşı akarsa aşk olur adı; sevgiyi damıtır en derin yerinden. Suçlardan sonra tenha
gecelerde akarsa tevbedir adı; gönülleri arıtır en kara kirinden.

Madem ki gözyaşı bir kutlu demdir, elbette bir erdemdir.
Bir gözyaşı, bir cevherdir ateşten kaynayan ve alev gibi yanan. Özü sudur ama avuçta bir yalım, gönülde bir yangın olur. Bir ateş düşünün, dumanı ah ile çıkar da külleri göz yaşına karışır ya…Hayat bir mum alegorisidir hani, mumun başındaki yanış gözde yaş olur da gözyaşı alevle barışır ya…Alev can ipliğini yakınca, acıdır ki, bedenini eritir de mumun, su ile alev birbiriyle yarışır ya…Aşıka göre cennet olur cinnet ve kendi gözyaşında boğulur akıbet…

Gözyaşıdır ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar. Arıtır ve eritir; temizler ve gizler…Fazilettir, diyettir…Bu yüzden denir ki
gözyaşı yiğitler karıdır ve civanmertler vakarıdır.

Tohumu eken bilir, Göz yaşın döken bilir, Gül kadrin diken değil, Çileyi çeken bilir. Ve ey gözyaşım,

Bulutuna sadık yağmurlar gibi gel, ve kadim bir dostu uğurlar gibi git…Bir atımlık mesafede yalnızlığın kurşunlanan coşkusuyla gel, geleceği savaşa mecbur annelerin korkusuyla git…Geceyi içine döken tomurcukların yeşiliyle gel; goncayı açılsın diye bekleyen bülbülün diliyle git…Bülbülller konan dallarda yaprak gibi gel ve derinlerde bendini yıkan
bir ırmak gibi git. Yalınkalem savaşlara meftun acılarla gel, pişmanlık dolu yüreklerden sancılarla git…

Ve ağlamaktan korkma gözüm!…

1317
Edebiyat ve Şiir / Acının Tarifi Acıyı Acıtırmış...
« : Ağustos 01, 2008, 11:16:34 ÖS »
İçim acıyor...Ne tarif edilmez bir duygu bu...Yerini belli edemiyorum..."Sol yanım" diyemiyorum mesela...İçim işte...Her zerrem, her nefesim...İçim acıyor, dayanamıyorum..Nasıl tarif edilir bilmem ki... Hem tarif etmeye gerek var mı ki.. "İçi acıyan" anlar ancak bendeki bu hali...

Gökyüzüne bakıyorum...Hilal çıkmış bu akşam...Ama her zaman karşısındaki yıldızı kollarıyla sarar gibi duran hilal, bugün sırtını dönmüş yıldıza...Hilal küskün, yıldız üzgün...Sanki onlar bile beni anlatıyor,onlar bile halime tercuman...Bu ıssızlık, bu yalnızlık ne yaman!...Ne çöle benzer halim, ne okyanusa...Hani okyanus çöle yağsa belki çiçek açar da, bir ot bile yeşermez gönlümün umut dağında...

Bitişleri içiyorum yudum yudum...Elimden gelse, becerebilsem, bir gün boyu uyurdum...Uyur ve unuturdum...Lakin olmuyor, uykular firari...Geceler,bitmek bilmez karanlık, bir ânı asır misâli...Sabah olsun diye yalvarıp duruyorum...Hayallerimi gecenin bağrına dolduruyorum ve şafak sökmeden hepsini vuruyorum...Güneş doğuyor ,lakin gönlüme değil...

Kalemi elime almışım farkında olmadan...Bakıyorum ki yazmaya başlamışım...İstemiyorum...Hele sana yazmayı hiç istemiyorum...

Kendi ırmaklarım, kendi içime çağlasın artık

Kendi bendlerimi yıkayım

Hasretlerim yaralarımı dağlasın

Kendi gözlerime bakayım

Ve gözlerim halime ağlasın

Kendi şehirlerim viran olsun

Kendi kendime öleyim

Kalemim kendimce sussun...

Ve sen bilme....

Sen bilme depremlerimi

Görme içimde çöken viraneleri

Harap bahçelerimde baykuşlar öter şimdi

Cemreler düşmez yüreğime

Kışın hükmü sürer ebedi

Sen bilme iç acılarımı...

Bilme gönül sancılarımı...

Ve sen görme gözyaşlarımı...

Sen üzülme../
alıntı

1318
Ağlama kızım!Sen ağladıkça,gözünden aşağı inci gibi inen yaşlar dünyanın sonunu getirebilir.Bilirmisin o yaşlar şimdiye kadar keşfedilmiş ve bundan sonra da keşfedilecek tüm zamanların bombalarından daha tesirlidir.

Sen ağlama kızım! Çünkü sen ağladıkça tüm melekler harekete geçiyor ve sıra sıra yer yüzüne doğru yol alıyorlar.Bu geliş insanlık için iyi olmaz,bu geliş kıyamet olur.Geçen akşam senin ahlarının ardından İsrafil'in borusunu bir öttürüşü vardıki;gökyüzünde,yinede senin ibadetlerin ve duan sayesinde gelişlerini şimdilik ertelemiş gözüküyorlar.
Sen rahmete bürün , sana reva görülen tüm olumsuzlukları sinende erit ve rahmet rahmet insanlara sun.Senin önderin Taif'te öyle yapmadımı?


Sevgilki kızım,gözümün nuru,"Buda geçer yahu..." anlayışını ilke edin.Musa gelecek diye,Firavun'un kestiği 250bin erkek çocuğunu düşün. Kız olduğu için toprağa gömülen kız kardeşlerini içinde hisset. Tüm zamanların yapmış oldukları zulümleri biraraya getirsek,evet,şuanda senin iç dünyanın okyanusunda boğulacak kadar belki sığ kalırlar;ama sen boğucu olma,diriltici ol.

Sevgili kızım! Senin hissettiklerini hiç kimsenin hissetme şansı yok;ama bütün bublar seni melekleştiriyorsa,katlan.
Sende Ayşe derinliği,Fatıma zerafeti,Hatice inceliği ve Meryem sükûtu görüyorum.Bunların hepsi sonunda kazananlardan oldular.Gönlüm,senin ebediyyen kazanmanı istiyor...

Ebu Sufyan'ın karısı Hind,Hz.Hamza'nın ciğerini yememişmiydi?O nasıl bir kindi? Ama kaybeden o olmadımı? Mekke fethedilince neler düşünmüştür?Muhammedî rahmetin kuşatamayacağı alan yoktur.Sende bu rahmetin çocuğu değilmisin?

Sevgili kızım! Biliyorum,çoğu zaman seni ne annen,ne baban,nede çevren anlıyor. Çile,anlaşılmadığın yerde yaşamak değilmidir? Sen ALLAH'a kul olmayı seçtiğinde bu çile zaten kapında bekliyordu;çünkü bu tercihin tabiatı oydu.Kızım,muhammedî çileler oldurucudur, onun için sen, olmanın yolundasın.Sen, firavunî öldürücü kahkahaların taliplisi zaten olamazsın;yapın buna uygun değildir.

Ey örtülerine bürünmüş,bu çağın mazlum meleği! Biliyormusun güneşin beyinleri kaynattığı günde,örtün tüm mahşer alanına gölge diye çekildiğinde,bugün örtünden dolayı kanını içmeye kalkışanlar,senin gölgene koşacaklardır.Ne dehşetli gündür o gün!Nefislerini ilahlaştırma uğruna Hakk'tan uzaklaşanlar;şan,şöhret,makam peşinde toz kadar değeri olmayan dünyayı kutsayanlar, büyük bir sarsıntıyla sarsıldıklarında ve pişmanlıkları son noktaya geldiğinde bugünün firavunlarının hallerini göreceksin!Göreceksin ve rabbine secde edeceksin,bugünde ettiğin gibi...Kızım,buzamana kadar hangi secdeli alın kaybetmiştirki?

Ey örtülerinden dolayı horlanan,itilen ve dışlanan!Sana bütün bunları reva görenler birgün önünde boyun bükerlerse affetmesini bil.Zor olduğu için yap bunu; çünkü sen zorla nikahlısın; bunun için hakikatın çocuğunu sen doğuracaksın. Bunun için nursun.

Ağla ama inci gibi gözyaşlarını yere akıtma sakın; onu kaldırabilecek hiçbir yer yok.Sen avuçlarında topla onları o incileri senin avuçlarından başkası kuşatamaz çünkü..

Tarihte (bazı istisnalar hariç) hiçbir kadının senin kadar iç dünyasına yolculuğu yoktur desem, yanılmış olur muyum?Sen,milenyumun kuyularında Yusuf'u büyüten anasın.Sen bir kuyusunki;Yusuf sende nefes alıyor.21. yy.'ı sen doğuracak ve bütün zamanların anası olacaksın.Bunun için ulu,bunun için zarif ve muallasın,mücellasın.

Sevgili kızım, kalbimin ışığı! Bir gece yarısından sonra secde et ve evinin balkonuna çık. Gök yüzünü seyret, sonsuzluğu fikret. Kendi küçük mağaralarında seni mahkum edenlerin nekadar zavallı, aciz ve acınacak durumda olduğunu göreceksin. Sen, yüreğinin sonsuzluğuna yürü, karşına Simurg çıkacak, aynada kendini görecek ve varlığınla yüzleşmenin mutluluğunu tadacaksın. Ormanda farelerle, yılanlarla, çakallarla boğuşanların hallerine asla itibar etme.

İyiki başın var kızım örtüyorsun; yüreğin var ağlıyorsun.. Ya onlar olmasadı? Ya göz yaşların kurusa, dilin dönmeseydi duaya?
yürü kızım; bu yol sana ALLAH'ın bir nimeti olarak sunulmuştur...

1319
Edebiyat ve Şiir / Bir tesbihliktin dilimde...
« : Ağustos 01, 2008, 11:13:38 ÖS »
Vurgunlanmış bir yürekte ağlıyor cümlelerim. Yalnızlık kelimelerimi delip geçiyor . İnadına bir yorgunluk yaşıyor gönlüm. Kimseden habersiz, sessiz ve kimsesiz.

Bari sen olmasaydın . Yalnızlık kimsesizliğimin içine alıp götürseydi beni. Yusuf gibi soğuk ve karanlık bir kuyuya atılsaydım ve hiçbir kervan farkımın farkına varamasaydı. kana kana su içip bekleseydim, dolu sandığım onca kelimenin içinin, boş olduğunu benden başka kimse anlatmasaydı yine bana.

Düşünmek yoruyor beni. Düşünmeden yaşayabilsem , yazabilsem, sevebilsem keşke.

Gönlümü alıştırmasam bir solukluk gelip gidenlere. Hep ağlasam ama kimse duymasa beni.

Bağırsam avaz avaz kimse çığlık sanmasa.


Keşkelerim şeddelese iyikilerime kendini.. Sözlerimin en hükümsüz tarafını atsam içimden, ve hükmetsem dağarcığımdaki tüm cümlelerle yine kendime. Sözüm dilimin döndereceği son harfe hükümsüz kalır hep yinede. Cümle kendiliğinden dökülür yüreğimden gizlice. Dilimin suçu yok bu işte. Hiçbir dilbigisi kuralı gönlüme geçmiyor, dilim: 'çıkmamalı bu söz' diyor ama yüreğim dinlemiyor. Dilim yüreğime sözünü geçiremiyor.

Yürekten konuşuyor artık benim cümlelerim ,dilim aradan çekildi çoktan. Artık kaç nakarat yazarsın dilimi döndürmeye. Kaç dizelik yüzgörümlüğü verirsin mührünü çözmeye. Boşa uğraşma yâr, dilim cümlelerine yüzünü sürmez artık.

Yağmur ilk toprağa düşer. Söz ilk yüreğe. Bir haramlık kaldın sen bende, helâlleşmeye yüzüm yok. Hak arama bende ahirette, ortalara düşüp seni aramaya niyetim yok. Gözlerim bir vurgun daha yesin senden. Hakkını al benden!

Bu son olsun , son yalnızlık, son veda ,son söz. Düşlerimin çıplak yanlarını gece karanlığına bürüyeli çok oldu . Sabah hiç olmasın istiyor düşlerim aslında , çıplak kalmak istemiyor onlarda.

Gözlerimden yüreğime ılık ılık indiriyorum seni. Elimde mendil yok! Bu sefer silmeyeceğim seni benden , terk-i yüreğimin sorumlusu olmaya niyetim yok.

Titremez artık kirpiğim senin sözlerine.Ama hiçbir mendil silemez artık beni senden. Bıraktım artık bendeki seni gözlerimden .

Zulmetimin şiirini yazmaya yetmez senin sözlerin. Niyet et bana can! Yüreğinden sökülmesin gözlerim. Çek ellerini gönül hanemden, son nefesini vermek üzere bu yara kapanmak için. Gözlerimden az akıtmadım seni yaramı iyileştirmek için can.

İyileşmişim artık ben, gitme vaktin geldi ellerimden.
Bir tesbihliktin sen dilimde, çektim ve bittin ellerimde..

1320
Edebiyat ve Şiir / Bende kalan sen...
« : Ağustos 01, 2008, 11:12:39 ÖS »
Kaçmak istediklerimden çok çabuk gittim .. Tek kaçamadığım sendin galiba.. Acıdan geçmeyen bir ruh bıraktın bende ...

İsteklerimiz mi çakıştı hep yoksa ruhumuza üflenen nefesimi paylaşamadık biz. Hem dayanamadık birbirimize hem hiç acımadan kanattık birbirimizi.. Sen benim tek soruluk hayatı geçme sınavımdın soru zordu, sen zordun. Cevabım unutamadıklarımla çakıştı hayatın benden istediği cevabı veremedim hiç, sınıfta kalışım ,sende kalışım bu yüzden.

Gittikçe azalan bir zaman, dilimde o türkü, hala içime sığmayan bir nefes ve hayat beni geçirmiyor senden.Eksilen sen değil de acıttığın yaralarım olsaydı keşke bana kattığın değerleri gülümseyerek anımsadıklarımla tartabilseydim.. Oysa sen bana yarım bir şiir sonunu dinlemeye dayanamadığım bir şarkı bıraktın. Ah!bir küsebilseydim sana nefesim nefesine değmeden yaşamayı göze alabilseydim, senden geçecektim belki ama göze alamadıklarım beni bıraktı sende hep.

Gitmelerim de gelmelerim gibi hep sanaydı, kaybolmaya yakın beliriveren bir siluet gibiydin bende tam tutacakken kaybolan , bulmaktan umudumu kestiğimde gözbebeklerimde beliren ah! aldatmacaların yanıltmacaların değil miydi zaten beni böylesine yoran . Nefesimin kesildiği yerde sende aldım nefesimi ben gitmedim bu yüzden senden hiç, unutamadım seni hiç unutmadım . Sen ayrılık koktun hep bense senden geçemedim, hiç gidemedim senden..

Bir yadigârdır şimdi hasret senden bana kalan . Ruhumu senden sonra karalayıp atıp bir kenara keşke beni bana yazan kalem sen olsaydın hasret yazmasaydı kalemin tek ismini kazısaydın ruhuma gerisi ne olursa olsaydı nefesim yeter ki nefesinden eksilmeseydi .

Ömrümüm üç noktasıydın sen anlattıkça bitmeyen, sınırladığın kelimelerime sığmayan...

Vurgun yemiş bir hüzünbazı oynar şimdi sensiz kalan yüreğim, sana alkış tutar oyunu seyredenler senden gitmeyi beceremeyen benden gittiğin için.

Sen benden gittin ben de kalan sendin.

(alıntı)

Sayfa: 1 ... 86 87 [88] 89 90 ... 164