İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - 3ng1n

Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10 11 ... 18
121
Bilim Haberleri / Buzul altında yaşayan bakteri topluluğu
« : Haziran 20, 2009, 01:56:21 ÖÖ »
Diğer TEKNO & BİLİM haberlerini okumak için tıklayınız...

Antarktika'da bir buzul altında milyonlarca yıldır ışık almadan yaşayan bir bakteri topluluğu bulundu.


Talyor Buzulu altından gelen kan rengindeki bir akıntıyı inceleyen bilim adamları, sülfür ve demir alaşımları üzerinde milyonlarca yıldır yaşamını sürdüren bir bakteri topluluğu bulduklarını açıkladılar.

Science dergisinin yarın yayına girecek sayısında sonuçları yayımlanan araştırmanın başında bulunan Harvard Üniversitesi bilim adamlarından Jill Mikucki, şimdi yanıtını bulmak istedikleri büyük soruları şöyle sıraladı:

"Buzulların altında bir eko sistem nasıl varlığını sürdürüyor? Bu bakteriler yüzlerce metrelik buz altında, milyonlarca yıldır sürekli soğuk ve karanlık bir ortamda nasıl yaşayıp, varlıklarını sürdürebiliyorlar?"

Araştırma ekibinden, Montana Eyalet Üniversitesi bilim adamlarından John Priscu ise bulunan bakteri topluluğunun çok uzun bir süredir olağanüstü koşullarda varlığını sürdürmüş olması nedeniyle, diğer gezegenlerde yaşamın nasıl mümkün olabileceğini açıklayabileceğini ve buz altında yaşamın nasıl var olduğu konusunda bir model oluşturabileceğini belirtti.

Araştırmacılar bakterilerin yaşadığı su kütlesinin, 1,5 milyon yıl önce buzulun bir gölün üzerine kayması sonucu, buzulun kütlesi ile göl tabanı arasında sıkıştığını, ancak arada sıkışan su kütlesinin, okyanus suyundan 4 kez daha tuzlu olması nedeniyle donmadan kaldığına inanıyor.

Sıkışan su kütlesine, yüksek bir buz kütlesi altında olması ve kıyıdan çok uzak olduğu için doğrudan buz delinerek ulaşılamıyor, ancak su kütlesinden gelen akıntının bir kısmı alınarak inceleme yapılabiliyor.

Jill Mikucki, akıntıdan alınan örnekler üzerinde incelemeye başladığında örnek kütlenin oksijen içermediğini gördüğünü ve o anda ilginç bir bulguyla karşı karşıya olduğunu anlayarak "eureka" (buldum) dediğini söyledi.

Bayan Mikucki'nin bulduğu bakterinin büyük kısmının -karada bulunmayan- denizlerde yaşayan mikroorganizmalardan geldiği ve açık okyanus sularında bulunan ışık ve gıdalar olmadan yaşayabildiği belirtildi.

Araştırmacılar, bulunan bakterinin atalarının milyonlarca yıl önce okyanusta yaşadığını ve bakterilerin bulunduğu gölün Antarktika'daki vadiler yükseldiğinde bir miktar deniz suyunu ana okyanus kültesinden ayırması sonucu oluştuğunu ve daha sonra da bir buzulun gelerek bu su kütlesinin üstünü kapattığını düşünüyor.

122
Bilim Haberleri / Dünya 5 derece daha ısınırsa..."
« : Haziran 20, 2009, 01:55:53 ÖÖ »
Bilim adamları, Birleşmiş Milletler tarafından 2 yıl önce ortaya atılan en kötü iklim değişikliği senaryolarının gerçeğe dönüşmekte olduğu ve bunun da milyonlarca kişiyi etkileyebileceği ve kitlesel göçlere yol açabileceği uyarısında bulundu...

Kopenhag'da düzenlenen ve 2 binden fazla uzmanın katıldığı toplantıyı organize eden komiteye başkanlık eden Dr. Katherine Richardson, yeni araştırmalar sunulduğunu belirtti. Ellerinde daha fazla veri olduğunu kaydeden Richardson, "kitlesel göçlere" dikkati çekti.

İklim değişikliğinin maliyetine ilişkin İngiliz hükümet raporunu da yazan ekonomist Lord Nicholas Stern de bilim adamlarının küresel iklim değişikliğine karşı etkili tedbirler alınmaması halinde dünyada neler olacağına ilişkin konuşması ve bunları siyasetçilere anlatması çağrısında bulundu.

Stern, "Gelecek yüzyılda dünya 5 derece daha ısınırsa bunun milyonlarca kişi için dramatik sonuçları olacaktır" dedi. Deniz seviyesinin yükselmesinin yerleşime elverişsiz alanlara yol açacağı dolayısıyla kitlesel göçlere neden olacağı uyarısında bulunan Stern, bunun da şiddete, çatışmalara sebep olabileceğini söyledi.
Lord Stern, bunun sonucunda da yüz milyonlarca hatta milyarlarca kişinin yer değiştirmek zorunda kalacağını hatırlatarak, bunların çatışmalara yol açabileceğini ve dünya çapında yüz milyonlarca insanı yerlerinden edecek onlarca, yüzlerce yıllık uzun çatışma dönemleri görülebileceğini anlattı.

Kopenhag'da üç gün süren ve dün sona eren toplantıda bilim adamları, hükümetlerarası iklim değişikliği paneli tarafından 2007'de hazırlanan raporun ardından yeni bulguları ele aldı.

123
Bilim Haberleri / Matematik, Artık Hayat Kurtarıyor!
« : Haziran 20, 2009, 01:55:26 ÖÖ »
Tıptan işletme yönetimine kadar birçok farklı disiplinle ara kesit oluşturan bu bilim dalı, önemini daha da artırmış durumda.

'Bu dersin bize ne faydası var?' Matematik öğretmenlerinin en çok karşılaştığı sorulardan biri bu. Çoğumuz matematiği anlamaya çalışmak yerine bu sorunun cevabına kafa yorduk, eğitim sürecinde.

Günlük hayatımızda basit hesapların dışında yeri yoktu çünkü! Hocaların "Matematik muhakemeyi geliştirir." sözü ise ikna edici gelmiyordu. İşte şimdilerde bir ezber bozuluyor. Gelişen teknolojiyle matematik de hayatın içinde yer almaya başlıyor. Daha doğrusu, bu gerçek, matematiğe mesafeli duranların bile anlayabileceği şekilde kendini gösteriyor artık.

Tıptan işletme yönetimine kadar birçok farklı disiplinle ara kesit oluşturan bu bilim dalı, önemini daha da artırmış durumda. Örneğin tıpla birleşmesinden oluşan yeni 'matematiksel tıp' bilimi erken tanıda, hatta tedavide önemli bir işlev görüyor. Matematiksel tıbbın geliştirdiği yöntemler, kanser ve kalp hastalıklarından hücre modellerine kadar tıbbın birçok alanında kullanılıyor. Matematiksel yaklaşımlar klinik çalışmalarda olduğu kadar, hastane ve sağlık kuruluşlarının yönetimlerinde de başarılı sonuçlar veriyor.

ABD, Kanada, İngiltere ve İsrail gibi bazı ülkeler matematiksel tıp disiplinine ayrı bir önem veriyor. Üniversitelerde açılan ayrı fakülte ve enstitülerle yetinmeyen bu ülkeler büyük bütçeli özel araştırma merkezleri de kuruyor. Hatta bazı hastaneler matematiksel tıp üzerine ayrı birimler açıyor. Klinik ve sağlık sistemlerinde kullanılması durumunda etkinlik ve verimliliği artıran, özellikle çağımız hastalıklarından kanser, AIDS ve kalp sorunlarının tedavisinde kullanılan bilim henüz ülkemizde bilinmiyor. Medikal istatistik alanında çalışmalarıyla bilinen Tennessee Üniversitesi İstatistik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamparsum Bozdoğan (64), bu bilimin daha da gelişeceğine, tıbba önemli katkılar sağlayacağına vurgu yapıyor. Tabii bir de hatırlatmada bulunuyor: "Türkiye'deki sağlık sektörü ve kamunun bu alana yatırım yapması ülke için önemli bir adım olur. Bu konuda başarı sağlanabilmesi için tıp, matematik, istatistik ve veri madenciliği bilimleri ile uğraşan bilim adamlarının ortak çalışma yapması gerekiyor. Bu şekilde başarı sağlanır ve Türkiye bu alanda geri kalmamış olur."

Bu noktada akla bazı sorular geliyor: Matematiksel modeller tıpta nasıl kullanılıyor? Matematiksel tıp insanoğluna ne gibi faydalar sağlayacak? Bu ve benzeri soruları Türkiye'de 'matematiksel tıp' ve 'sağlık sistemleri mühendisliği' alanlarında çalışan sayılı akademisyenlerden Doç. Dr. Eyüp Çetin'e sorduk. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Sayısal Yöntemler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çetin'in (34) anlattıkları bu bilim dalının anlaşılması açısından oldukça önemli.

-Matematiksel yaklaşımlar sağlık alanında ne ifade ediyor?

Tıbbi kaynakların son derece kısıtlı olması, var olan kaynakların da etkin kullanılamaması sonucu dünyada her yıl yüz binlerce kişi hayatını kaybediyor. Tıpta ve sağlık sistemlerinde sayısal (kantitatif) tekniklerin kullanılması ile hasta kayıpları azaltılabiliyor. Yani hayat kurtarılıyor. Matematiksel ve istatistiksel yöntemlerin aktif hâle getirilmesi önlenebilir hataları da büyük ölçüde azaltıyor. Bir araştırmaya göre, önlenebilir hataların yüzde 98'inin sistemden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, hem klinik uygulamaların hem de sağlık sistemlerinin etkinliğinin sorgulanması gerekiyor. Bu noktada, matematiksel modeller imdada yetişerek tıpta ve sağlık hizmetleri planlamalarında çok etkili bir araç oluyor.

-Matematiksel modeller nasıl hayat kurtarabiliyor?

Günümüzde tıp ile matematiğin kesiştiği alanlar arttı. Matematiksel bilimler tıbbın klinik problemlerinin çözümünde etkin olarak kullanılıyor. Mesela, artık 'matematiksel onkoloji' adı verilen bir alt disiplin doğdu. Bu bilim dalı tümörün gelişimi, davranışlarının tanımlanması, incelenmesi, teşhisi ve tedavisinde destekçi. Çok başarılı uygulamalar var. Kanser prognoz yöntemleri, anjiyogenez, pH düzenleme, hücre-hücre yapışması, hücre-ilaç etkileşimleri, radyoterapi ve kemoterapi planlama akla ilk gelenler. Örneğin, ölümcül gliyoblastom (beyin tümörü) vakasında kullanılmak üzere 2000'de geliştirilen bir diferansiyel denklemden oluşan matematiksel model tedavide başarı sağladı. Geliştirilen bu model tümörün hangi yöne doğru yayılacağını çok sıhhatli bir şekilde ortaya koyuyor. Böylece, radyoterapi ve cerrahi operasyonlar daha başarılı planlanarak, hastanın daha uzun yaşaması sağlanıyor.

-Hastalıkların teşhisinde bu yöntemler nasıl kullanılıyor?

Başarılı uygulamalar var, teşhis ve tedavide. Örneğin prostat kanserinde biyopsi iğnelerinin sayısı ve hangi bölgeye hedefleneceği sorunu vardır. Doğal olarak mümkün olan az iğne sayısı ile en fazla oranda kanserli hücreyi yakalamak arzu edilir. 2003'te ABD'de yapılan bir çalışmada, prostat kanserini teşhis etme olasılığını maksimize eden bir optimal biyopsi protokol modeli geliştirildi ve daha az iğne ile daha yüksek oranda kanserli hücreler teşhis edilebildi.

-Peki tedavide durum nasıl?

Şüphesiz birçok matematiksel model var literatürde. 2006'da yaptığımız ve ABD'de önemli bir dergide yayımlanan çalışmamızı örnek olarak verebilirim. Bu çalışmada kanser hücrelerinin toplam tahribatını maksimize ederken aynı zamanda doza bağlı tüm yan etkileri ve maliyetleri minimize ettik. Biliyorsunuz, kanser tedavisindeki yan etkiler ileride ölümcül vakalara sebep olabiliyor. Geliştirdiğimiz model her ne kadar immüno, kemo ve radyoterapiden oluşan kompakt bir tedavi modeli olsa da mesela radyoterapi modeline kolayca indirgenebilmekte.

-Başka ne gibi klinik uygulamalar var?

Matematiksel modeller genel olarak kanser üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak diğer klinik alanlarda da varlık gösterebiliyor. Örneğin tıbbi biyoloji, nöroloji, pediatri ve psikiyatride sayısal yöntemler kullanılıyor. Matematiksel tıp açısından kardiyoloji açık bir alan.

-Modellerin hastane ve sağlık kuruluşlarının yönetiminde de etkin kullanıldığını söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Karar verme probleminin olduğu hemen her yerde matematiksel modeller kullanılabilir. Optimal hastane yeri seçimi, hekim/hemşire nöbetlerinin çizelgelenmesi, optimal personel atama, optimal fiyatlandırma, hasta kuyruklarının analizi, ameliyathane hizmetlerinin optimizasyonu, hastanelerde enfeksiyon kontrolü, etkinlik analizleri gibi birçok probleme çözüm bulabiliyoruz sayısal yaklaşımlarla. Diğer taraftan, epidemiyolojik, aşı ve biyoterör modelleri ile kan ve organ dağıtım modelleri gibi çalışmalarla sağlık hizmetlerinin makro planlaması yapılabiliyor. Örneğin, en son geliştirdiğimiz bir kan bankası lokasyonu modeliyle, kan bankalarının konuşlanacağı bölgeler optimal olarak öneriliyor. Matematiksel tekniklerle -hastalığın teşhis ve tedavisinden tutun, makro sağlık sistemine kadar- tıbbın her alanında yaklaşık yüzde 10-40 civarında iyileştirmeler sağlanabiliyor.

- Örnek verebilir misiniz?

2008'de açıklanan bir çalışmaya göre; 1999-2000 arasındaki verilerden New York City'de sadece ambulans gecikmelerinden dolayı akut miyokardiyal infarktüs (kalp krizi) sebebiyle ölen hastaların sayısı 201-390 arasındaydı. Söz konusu dönemde kalp krizinden 9743 hasta hayatını yitirmiş. Bunun üzerine ambulans sisteminin daha etkin çalışması için matematiksel formüller geliştirilmiş. Böylece ölümlerin azaltılması hedeflenmiş.

-Siz matematiksel tıp alanında çalışıyorsunuz; ama Türkiye'de bu bilim pek bilinmiyor...

Maalesef bilinmiyor. Dünyada bu disiplinlerarası konuya gerçekten yoğun ilgi var. Ülkemizde de bu disiplinler arasındaki geçişlerin süratle sağlanması gerekiyor. Artık matematik, istatistik ve veri madenciliğinin de katkısıyla çoğu tıp problemine çözüm getirilebiliyor. Hastane, sağlık kuruluşları ve sağlık politikası yöneticileri de sayısal yöntemlerin gücünün farkına yeterince varmış değil henüz. Daha iyi hasta memnuniyeti, daha mutlu sağlık çalışanı, etkin sağlık servisi ve daha çok kâr için gerekli olduğunu düşünüyorum kantitatif yaklaşımların.

- Bu disiplinin Türkiye'de de etkin kullanılması için neler yapılmalı?

İÜ Onkoloji Enstitüsü'nde verdiğim 'matematiksel onkoloji' konulu konferansta ve benzeri toplantılarımda tıpçıların yakın ilgisini gördüm. Dolayısıyla dünyada olduğu gibi ülkemizde de, matematik ile tıp bir araya getirilebilir. Bu alanda ortak kongre, konferans düzenlenebilir. Ayrıca, tıp fakültelerinde ve lisansüstü sağlık bilimleri enstitülerinde sayısal derslerin artırılması yoluna gidilebilir. Dünyaya paralel olarak bu ilişki kurumsal hâle getirilebilir. Örneğin, University of Nottingham'daki 'Center for Mathematical Medicine and Biology' gibi merkez ya da enstitüler kurulabilir. Üniversitelerde ya da kurumsallaşmış hastanelerde bu konuda birimler kurulmalı. Dünyaca ünlü Harvard Business School'da 2005'te Sağlık İnisiyatifi birimi kuruldu. Bu birim son zamanlarda, yakınlarına böbrek vermek isteyip de böbreği uymayanlar arasında 'böbrek değişimi'ne imkân tanıyan bir matematiksel model geliştirdi ve bu proje New England'da başarılı şekilde uygulanıyor.

124
Bilim Haberleri / Gecegörüşünün sırrı çözüldü
« : Haziran 20, 2009, 01:54:17 ÖÖ »
Alman bilim adamları, geceleri avlanan hayvanlarda iyi gece görüşü sağlayan DNA'nın bir unsurunu keşfetti...

Münih kentindeki Ludwig-Maximilans Üniversitesinden bilim adamları, geceleri avlanan hayvanlarda yaptıkları araştırmalarda, fotoreseptör hücrelerinin kendilerini, her gözde milyonlarcası bulunan ve ışık toplayan mini merceklere dönüştürdüğünü gördü.

Cell dergisinde yayımlanan araştırmada, sadece geceleri avlanan hayvanlara özgü bu fotoreseptör hücrelerinin, ışığın tüm yönlerde dağılırken aynı zamanda da ileriye doğru odaklanmasını ve böylece geceleri çok az bir ışığın bile gözün içine fark edilecek kadar ilerlemesini sağladığı belirtildi.

125
Bilim Haberleri / Çin'in uzay sondası Ay yüzeyine düştü
« : Haziran 20, 2009, 01:53:35 ÖÖ »
16 aylık bir görev için Ay yüzeyini keşfe gönderilen Chang'e 1 isimli uzay aracı Ay yüzeyine kontrollü bir şekilde düşürüldü.

Çin Halk Cumhuriyeti'nin üç aşamalı Ay projesinin birinci aşamasını tamamlamak üzere 2007 yılında fırlatılan Chang'e 1 isimli uzay aracı görevini tamamlayarak kontrollü bir şekilde Ay yüzeyine düşürüldü.

Çinli yetkililerin yaptığı açıklamaya göre, Chang'e 1 isimli araç, dün TSİ 11:13'te 16 aylık görevini başarıyla tamamlayıp, bir sonraki aşama için veri sağlaması amacıyla ay yüzeyine düşürüldü.

Çinli yetkililerin, bir sonraki aşamada gönderilecek uzay aracının ay yüzeyine daha yumuşak bir iniş gerçekleştirebilmesi için gerekli olan deneyimi elde etmek amacıyla düşürdükleri araç, Ay yüzeyinin ayrıntılı haritasını çıkarmıştı.

Çin'in üç aşamalı Ay projesi, 2012 yılında Çinli bir astronotu Ay yüzeyinde yürüyüşe çıkarmayı hedefliyor. Ülke aynı zamanda bu projenin sonunda elde ettiği yöntem bilgisini Ay yüzeyinde kurulacak bir uzay üssü için de kullanmayı düşündüğünü açıkladı.

126
Bilim Haberleri / Kıskançlık lobu keşfedildi
« : Haziran 20, 2009, 01:52:47 ÖÖ »
Bilimadamları beyinde kıskançlık lobu buldu.

Bilimadamlarının bulduklarını açıkladıkları kıskançlık bölümü insanların aşk acısı ya da sevgililerini kıskandıklarında hissettikleri neredeyse fiziksel acıya yakın olan acının da yönetildiği bölüm.

Bilimadamları bu keşifle beyinle ilgili hastalıklar, ruhsal bakım ve danışmanlık alanında önemli gelişmelere ışık tutulmasının beklendiğini söylüyor.

127
Bilim Haberleri / Okyanuslarla kaplı gezegen
« : Haziran 20, 2009, 01:51:30 ÖÖ »
20 ışık yılı uzaklıkta, cüce bir yıldızın etrafında dolaşan tamamı okyanuslarla kaplı olabilecek bir gezegen bulundu.


 
Tahmin edildiği kadarıyla Güneş Sistemi dışındaki en küçük gezegen olan Gliese 581 e, ilüstrasyonda en öndeki gezegen olarak gösteriliyor. Astronomlar yeni güneş sisteminin Gliese 581 e'nin dışında, sırasıyla Gliese 581 b (yıldıza en yakın olarak görülen), c (ortada bulunan) ve d (mavimsi gezegen) olmak üzere 4 gezegeni olduğunu belirtiyor.



İSTANBUL - Gliese 581d ismiyle adlandırılan gezegen yeni bir keşif değil ancak, astronomlar bu gezegenin yıldızı etrafında dolaştığı yörüngesi üzerinde yaptıkları derin araştırmalar sonucunda, yüzeyinde sıvı halde suyun bulunmasına olanak tanıyacak "yaşanabilir bölge"de bulunduğunu tespit etti.

Cenevre Gözlemevi'nde bulunan Michel Mayor'ın "yaşanabilir bölge içinde bulunan en küçük kütleli gezegen" olarak ifade ettiği gezegenin, ilk keşfedildiğinde kendi yıldızı etrafındaki dönüşünü 83 günde tamamladığı tespit edilmişti ancak, yapılan son ölçümler bu sürenin 66 gün olduğunu ortaya koyuyor.

Yörünge dönüşünün tamamlanış süresinin daha kısa olması, gezegenin yıldıza daha yakın, daha kısa bir yörünge izlediğine işaret. Dünya kütlesinin 7 katı büyüklüğünde olan Gliese 581d, bu nedenle Jüpiter gibi dev gaz gezegenlerden biri olamayacak kadar küçük, dünya gibi kayalık bir gezegen olamayacak kadar da büyük olduğu anlamına geliyor.

YENİ SINIF
Bilim insanları, gezegenin büyüklüğünden dolayı yüzeyinin buzlar ve metanla kaplı Uranüs ya da Neptün'e benzediğini, ancak yıldızına yakınlığı dolayısıyla yüzeyinin buzla değil, kilometrelerce derinliğe sahip suyla kaplı olabileceğini bildirdi. Bu da Gliese 581d'nin "Okyanus Gezegenler" adı verilen yeni bir gezegenler sınıfının ilk temsilcisi olabileceği anlamına geliyor.

Bilim insanları, Gliese 581d'nin buz ve metanla kaplu Uranüs ve Neptün'e olan benzerliğinin, yaşanabilir bölgenin sıcaklığı sayesinde bozulacağını ifade ediyor. Bu durumda "Okyanus Gezegen" öngörüsünün güçlü bir ihtimal olduğu belirtiliyor.

Gliese 581d gezegeninin yörüngesi ile ilgili yapılan araştırmalar sırasında ortaya çıkan bir başka gezegen olan Gliese 581e ise, Dünya'dan sadece 1.9 kat büyüklüğe sahip. Şimdiye kadar Güneş Sistemi dışında bulunan ve normal bir yıldız etrafında bulunan en küçük gezegen olan Gliese 581e, yıldızına oldukça yakın bir yörüngede seyrettiği için yüzünde su olma ihtimali yok denecek kadar az.

Bilim insanları Gliese 581d'nin kayalık bir gezegen olduğunu tahmin ediyor. İki gezegen de Şili'de bulunan ESO teleskopuna takılmış HARPS adı verilen spektrograf (tayfçeker - spektrumları ölçmeye yarayan aygıt) ile belirlendi.

128
Bilim Haberleri / Gizemli bir gök cismi bulundu
« : Haziran 20, 2009, 01:48:45 ÖÖ »
55 milyon ışık yılı büyüklüğünde, evren 800 yaşındayken var olduğu hesaplanan, bir galaksinin atası olabileceği düşünülen, ne olduğundan emin olunamayan ve bilim insanlarında şaşkınlık yaratan bir gök cismi saptandı.

WASHINGTON - Bilim insanlarında şaşkınlık yaratan gaz topunun, evren 800 milyon yaşındayken oluştuğu tahmin ediliyor. Gök cisminin, bir galaksinin atası olabileceği kaydedildi.

Gök bilimciler, evrenin ilk zamanlarından kalma ve belki de bir galaksinin atası olabilecek gizemli dev bir gök cismi keşfettiler.

Bir uluslararası astronom ekibi tarafından yapılan ve Astrophysical Journal'ın 10 Mayıs tarihli sayısında yayınlanacak araştırmaya göre, Japon efsanesindeki bir kraliçenin adı olan 'Himiko' ismi verilen bu olası devasa gaz topunun, evren 800 milyon yaşındayken var olduğu hesaplandı. Evrenin 13,7 milyar yaşında olduğu tahmin ediliyor.

Astronomlar, birçok teleskopla yapılan bu gözlemde, muhtemel dev gaz bulutu Himiko'nun 55 milyon ışık yılı büyüklüğünde olduğunu belirterek, bu büyüklüğün evrenin ilk zamanları için rekor bir ölçü olduğunu ve Samanyolu'nu oluşturan diskin ışıması kadar genişliğe sahip bulunduğunu kaydettiler.

Bu gök cisminin kendilerini çok büyük şaşkınlık içinde bıraktığını ifade eden bilim insanları, dünyanın en güçlü teleskoplarınca elde edilen mükemmel verilere rağmen, bu gök cisminin ne olduğundan emin olmadıklarının altını çizdiler.

Şimdiye dek keşfedilen en uzak gök cisimlerinden birisi olan Himiko'nun görüntüsünün, bilim adamlarının fiziki özelliklerini anlamalarına izin vermeyecek derecede bulanık olduğu dikkat çekiyor.

Bu gök cisminin, dev bir karadeliğin enerjisinden doğmuş koca bir gaz topu olabileceğini tahmin eden bilim adamları, bu gizemli gök cisminin arka arkaya oluşmuş iki büyük galaksinin çarpışmasıyla meydana gelmiş olabileceğine de dikkat çekiyorlar.

Bu gözlemi yapan uluslararası astronom ekibine başkanlık eden özel bilimsel araştırma kuruluşu Carnegie Enstitüsü'nden Masami Ouchi, "Evrende daha uzağa baktıkça zamanda daha geriye gidilir. Çok şaşırdım çünkü bu kadar büyük bir cismin aynı zamanda evrenin doğuşundan hemen sonra olabileceğini hiç hayal etmemiştim" diye konuştu.

"Big Bang" teorisine göre, evrenin yaratılışının başında önce küçük cisimler oluştu, sonra bunlar daha büyük gök cisimlerini doğurmak için bir araya geldiler.

129
Bilim Haberleri / Maya Kehaneti 2012 de neler olacak?
« : Haziran 20, 2009, 01:41:09 ÖÖ »
NEDEN 2012?



Dünya belirgin bir değişim yaşıyor. Belki Maya'ların 21 Aralık 2012 fenomeni ile de ilişkilendirilebilecek bu oluşumlar şuan bilmediğimiz veya farkında olmadığımız bir olay için zemin hazırlıyor olabilir. Artık biz insanlarda sık sık değişen, alışık olmadığımız hava koşullarına, sellere, ani bastıran şiddetli soğuklara karşı, neler oluyor? Hiç böyle olmamıştı gibi söylemlerle tepkiler vermeye başladık.

Gerçektende neler oluyor dünya'mıza?

Neler olabileceğine bakmadan önce gelin degişimi düşündüren olaylara bakalım.



1- MAYA KEHANETİ

Bu konuyu yazarken amacımız insanları korkutmak ve karamsarlığa sürüklemek değil, şuan pekçok bilim adamının kafasını meşgul eden bir konuyla ilgili sizlerinde haberdar olmanızı sağlamaktır. Felaket tellallığından öte, eğer bir felaket gerçekleşecekse, buna hazırlıklı olmak amaçtır. Çünkü, medeniyetimizi devam ettirmek her türlü amacın üzerindedir. Bireysel düşünmeyi bir kenara bırakıp, toplum olarak ortak değerlerimizi ön plana taşımalıyız. Bu illa bir felaket olacak diye değil, yaşam kalitemizi arttırmak ve gerçekten "torunlarımıza" yaşanabilir bir medeniyet bırakmak içinde gerekli.

Bu noktadan hareketle neden 2012 sorusunun cevabını ele alalım.Aslında tam olarak 21 Aralık 2012 (veya bazılarına göre 22 Aralık) tarihi ve sonrası olarak ifade edilen fenomenin çıkış noktası eski bir Güney Amerika medeniyeti olan Maya'ların kullandığı takvim sistemidir. Özellikle 1990'lardan sonra gelişim gösteren bu konu hakkında en ciddi araştırmalardan birini Amerikalı araştırmacı John Major Jenkins yapmış ve bunu 1997 yılında yayınladığı "Maya Cosmogenesis 2012" isimli kitapta ortaya koymuştu. Şimdi ayrıntılarıyla inceleyelim.

1- Maya Takvimi

Mayalar şaşırtıcı bir astronomi bilgisine sahip bir medeniyetti. Sadece Güneş, Ay ve Mars gibi bugün amatör gözlemcilerin dahi gözlemleyebildiği yakın cisimlerle değil, neredeyse bütün uzak yıldızları, yıldız gruplarını ve bunların hareketlerini gözlemlemişlerdi. Hatta bu gözlemleri sayesinde bir yılı bizim bugün süper bilgisayarlarla hesapladığımız süreden milyonda bir hata payı ile hesaplamışlardı. Zamanı ölçmede hassas hesaplara ulaşmak için döngülerden ve iki ayrı takvimden yararlanmışlardı. Bunların ilki, “kutsal takvim” olarak bilinen ve 20’şer günlük 13 aydan oluşan “Tzolkin” (Gün Sayımı) denen döngüdür. Bu döngü, 13 rakam ve 20 ismin oluşturduğu kombinasyonları içerir ve 260 günlük sürecin bitiş günü “13 Ahau”dur. “Haab” adını taşıyan bir ikinci takvim, bugün bizim kullandığımız güneş takviminin çok benzeridir ve yine 20’şer günlük 18 aydan oluşur. “Uinal” olarak adlandırılan bu 20 günlük ayların toplamı 360 gün yapar ve Maya zaman ölçümünde buna “tun” adı verilir. Normal güneş yılı için gerekli olan 5 artık gün, 5 tanrının adıyla “tun”a eklenir (aynı Mısır ve Sümer’de olduğu gibi!) Her iki döngünün gün sayıları ancak 52 güneş yılı sonra eşitlenir. Tzolkin ile Haab’ın bitişleri aynı güne denk gelir yani, Tzolkin’e göre 13 Ahau gününde, Haab da sona ermiştir. Ve diğer döngüleri şu şekildedir:

GÜN SAYISI İSMİ

1 Kin

20 Uinal

360 Tun

7200 Katun

144000 Baktun

İşte Mayaların efsanevi “Long Count” yani “Uzun Sayım” dedikleri süreç, 13 Baktun’a eşittir (1.872.000 gün = 5125,36 güneş yılı) Maya tarihinde “başlangıcı” olarak belirlenmiş noktayı bilmezsek, yukarıdaki hesabı yapamayız. Bizim takvim sistemimize göre bu an, İsa’nın doğduğu varsayılan yıldır. Gregoryen takvimimizde biz bu yılı “0” olarak kabul eder ve öncesini, sonrasını buna göre hesaplarız. Mayalarda da bu tarihin başlangıcı 0.0.0.0.0 günü olmalıdır; yani herşeyin başlangıç noktası Arkeolojik bulgular ve Karbon-14 yöntemi yardımıyla yapım tarihi bizim takvimimize göre büyük bir kesinlikle belirlenen birkaç tapınakta (İzapa, Chichen Itza ve Monte Alban’da) Maya rahiplerinin, yapılış tarihini belgeleyen Uzun Sayım tarihleri de bulunmuş ve yanılma payıyla birlikte Milattan Önce 11 Ağustos 3114 tarihi 0.0.0.0.0 noktası olarak tespit eidlmiştir. Ve buna göre 13.0.0.0.0 tarihi 21 Aralık 2012 gününe denk gelmektedir.

ÖRNEK

“11 . 2 . 5 . 1 . 4 ”

“11 baktun, 2 katun, 5 tun, 1 uinal ve 4 kin”



--------------------------------------------------------------------------------

11 x 144.000 + 2 x 7200 + 5 x 360 + 1 x 20 + 4 = 1600224



--------------------------------------------------------------------------------

1 Güneş yılı = 365,242

1600224 / 365,242 = 4381,27



--------------------------------------------------------------------------------

“11 . 2 . 5 . 1 . 4 ”

4381,27 YIL EDİYOR.



--------------------------------------------------------------------------------

2- O günün özelliği nedir?

Maya takviminin 21 Aralık 2012'de bitmesinde ne var diye soruyor olabilirsiniz. Aslında bu tarih tespit edildikten sonra araştırmacılarında kafasına takılan soru buydu. Ve ilk akla gelende, astronomide bu kadar ileri bir toplumun bu tarihide bir astronomik oluşumla ilişkilendirmiş olma olasılığıydı. Bu yönde yapılan araştırmalar bu fikrin doğru olduğunu ortaya koydu.

Bilindiği gibi 21 Aralık tarihi yılın en kısa günüdür. John Major Jenkins, 21 Aralık 2012’de gökyüzünde oluşan astronomik konumların, oldukça sıradışı birleşmelere işaret ediyor. Bunların en önemlisi, gezegenlerin ve Ay’ın üzerinde hareket ettiği, “Ekliptik” olarak adlandırdığımız “tutulum çemberi”nin, tam 21 Aralık günü Samanyolu’nun dünyadan görülen ekvatoral çizgisiyle kesişmesi. Bu kesişmenin, modern astronomik ölçümlere göre "galaksimizin merkezi” olduğu belirlenen noktada (süper karadeliklerden biri olduğu düşünülüyor.) gerçekleşmesi, bu tarihi daha da ilginç kılıyor. Ama daha ilginci, 21 Aralık günü Güneş’in de tam “gündönümü” sırasında bu noktayla aynı hizaya gelmesi. Astronomik deyişle “Gündönümü Güneşi”, Ekliptik ile Samanyolu kuşağının “galaksi merkezi” olduğu belirlenen noktayla aynı hizada kesiştiği koordinata yerleşiyor. Bu birleşim, Mayalara göre, “Güneşler” olarak adlandırdıkları devrelerin beşincisinin noktalandığı anı belirlemekte.Maya kozmogonisine göre, dünyanın geçmişi, 13 Baktun’luk (aşağı yukarı 5125 yıl) devrelerden oluşur ve bunların her birinin bitimi, dünya için radikal değişimler ve büyük yenilikler içerir. İçinde bulunduğumuz devre, Mayalara göre beşinci ve son devredir ve 13.0.0.0.0 tarihinde son bulacaktır. Bizim takvimimize göre sözü edilen bu tarih, 21 Aralık 2012’ye denk gelmektedir.

Mayaların bugüne ilişkin öngörüleri,efsaneleri veya kehanetleri ise gerçekten çarpıcı. Buna geçmeden önce bir bilgiyi daha vermek gerekli. İçinde bulunduğumuz galaksi milyonlarca yıldıza sahip olmasına rağmen, galaksimizin merkezi olarak gösterilen nokta yıldız miktarının gayet seyrek olduğu bir nokta. Yaklaşık 25,800 yılda toplam 4 kere (dünyanın presession süresi) galaksi merkezimizle,

1- " A door into the heart of space and time will open" , Zamanın ve uzayın kalbindeki kapı açılacak

2- " The cosmos will be reborn or recreated " , Evren yeniden doğacak, yeniden yaratılacak

3- " We will reach the Zero Point of the process - a moment of collective spiritual birth " , Döngünün sıfır noktasına erişeceğiz, toplu ruhsal doğuş anı

4- “…our basic orientations will be inverted. On the level of human civilization, our basic assumptions and foundation values will be exposed, and we will have the opportunity to embrace values long since driven under the surface of our collective consciousness”

Bizim basit doğamız ters yüz olacak.

Aslında tek önemli tarih 21 Aralık değil 2012 yılı için. Mayaların astronomi birikimlerinde , Boğa takımyıldızındaki Pleiades grubunun ayrı bir önemi var. G Bu yıldız grubunun gökyüzünün tepe noktasından (“Zenith” noktası) geçişi, Mayalar için önemli bir olaydı ve genellikle Tzolkin ile Haab’ın son günlerinin çakıştığı 52 yıllık dönemin sonunda yaşandığı için de fazlasıyla önemsenirdi. Monte Alban’dan İzapa’ya dek birçok kentte, gökyüzünün tepe noktasını gözlemlemek için hizalanmış şaftlara sahip yapılar bulunmuştur. Bu gözlem noktalarında başını yukarı kaldırıp belli bir anda daracık şafttan gökyüzüne bakan gözlemci, yalnızca Zenith noktasını görürdü. Meksika’nın güneyinde, İzapa’nın bulunduğu paralel üzerinde Güneş – Pleiades buluşması, presesyon etkisinden bağımsız olarak her yıl, ilkbahar ekinoksundan 61 gün sonra gerçekleşir. Günümüzde bu tarih, Güneş’in Boğa Burcu’na girdiği 20 Mayıs tarihine denk gelmektedir. Bu buluşma Zenith’te gerçekleşirse? Mayıs 2000'deki gezegen dizilimini hatırlayacaksınız. Ama ondan çok daha önemli birşeyi çoğunluğumuz bilmiyoruz Mayalarca önemli olduğu yeterince vurgulanan gün, Güneş – Pleiades – Zenith buluşmasıdır ve bu astronomik olayın gerçekleşme tarihi de 20 Mayıs 2000’dir. Mayalar, 13 Baktun’un hemen öncesine denk gelen bu astronomik buluşmayı, bir sürecin başlangıcını işaretlemek için kullanmışlardı Ünlü Kukulkan piramidinin tepesinde, doğrudan Zenith’e yöneltilmiş, çıngıraklı yılan kuyruğu biçiminde bir sütun yer alır. Çıngıraklı yılanın kuyruğundaki “çıngırak” işaretleri, Maya kültüründe Pleiades’in simgesidir. Çıngırağın biraz aşağısında, “Ahau yüzü” olarak adlandırılan bir kabartma vardır ve bu da, Güneş’i simgelemektedir. Bir bütün olarak Kukulkan piramidinin tepesindeki şekil, Güneş – Pleiades – Zenith buluşmasına işaret etmektedir yani.

YHIZLANIŞI HİSSEDİYOR MUSUNUZ?

Çağların değişimi başladı...

Kadim kehanetler bunu daha önceden bildirmişti. Yerli gelenekler onurlandırdılar. Dünya içinde gerçekleşen değişimler, uyuma düzenlerinizi, ilişkilerinizi, bağışıklık sisteminizi düzenleme yetinizi ve zamanı algılayışınızı etkilemekte. 2000 sene önce belirtilmiş, bizi bedenimizde olağanüstü değişimleri kabullenmeye hazırlayan bir inisiyasyon yaşıyoruz. Bu değişim şu anda gerçekleşmekte.


Dünyanın rezonansı (Schumann Resonance) binlerce yıldır 7.4 Hz.’di. 1980li yıllardan beri 12Hz’e ulaştı. Bu, bugün yaşadığımız 24 saatin eski zamanda 16 saate eşit olduğunu göstermektedir. Zaman hızlanıyor.


Kutup Değişimi

Bir grup astrofizik ve jeofizik uzmanının, bilgisayar uzmanlarıyla
beraber yürüttükleri araştırma sonucu sıradışı bir olayın 2012'de
başımıza gelme olasılığı olduğunu ortaya koymuş.

Bahsi geçen konu hakkında bilgisi olmayanlar için izah edersem...

Bildiğiniz gibi Güneş'in ortalama 11 yıllık periyodlarda (ve son
zamanlarda yapılan araştırmalarda 180 yıl civarında ikinci bir döngü
daha var) aktivitesi zirveye çıkıyor. Kuvvetli patlamalar ve güneş
lekeleri bu dönemde en yoğun zamanında oluyor. Son zirve dönemi 2000-
2001 yıllarındaydı. Ancak bu dönemden bu yana düşüşe geçmesi gereken
aktivite tam aksine az miktarda bir düşüşten sonra yatay bir düzey
tutturmuş durumda. Yani bir sonraki zirve döneminin çok daha şiddetli
olabileceğine dair bir işaret olabilir.

Bir sonraki zirve noktası ise 2012 yılına denk düşüyor. Yukarıda
bahsettiğim araştırmanın da kilit noktası burası. Eğer bilgisayar
ortamında yapılan teorik modellerin sonuçları doğruysa 2012 yılı
civarında bizi bir Manyetik Kutup kayması bekliyor.

Bu olay ortalama 200,000 yılda bir gerçekleşen, ancak bir önceki
kaymanın 780,000 yıl önce olduğu bilinen bir olay. Mıknatıslardaki
güney ile kuzey'in yer değişmesi olayı kısaca. Ancak bu bir anda
başlasa da, bir günde biten bir olay değil. Manyetik yapının tekrar
dengeye gelmesi ortalama 3000 yıl kadar sürüyor(muş).

Bu olayın nasıl olacağına dair bulgularda, + ve - kutbun, bu olay
başlamadan önce diğer yarı kürede adacıklar mantığıyla bölgeler
oluşturması ve genel manyetik güç kaybı oluşturması, olduğu tespit
edilmiş durumda. Dünya'da ise son 300 yılda genel manyetik kutup %20
oranında zayıflamış durumda. Bu Antartika ve Güney Amerika’da, yani
ozon tabakasının delik olduğu yerde %40 lara kadar çıkıyor. (yani
ozon tabakasının asıl delinme nedeni olabilir)

Fazla uzatmadan sonuçlandırırsam, bahsi geçen araştırma bu olayın
2012 yılında gerçekleşeceğini ortaya koyuyor.

Yani güneş'in aktivitesinin en güçlü olacağı zamanda bir kutup
kayması. Aynı araştırma sonucuna göre bu olay milyonlarca yıl önce
olduğu ortaya çıkıyor.

Güneş aktivitesi zirvesinde ve Manyetik kutup yer değiştirirse ne
olur?

Manyetik kayma demek, dünyanın manyetosferinin, yani manyetik
kalkanının bir süreliğine kapalı olması demek. Güneş'ten veya uzaydan
gelecek her türlü etkiye açık olacağız demek.

Güneş'ten gelen zararlı ışınlar ve kozmik ışınlar direkt dünya
yüzeyine ulaşacak. En basit sonucu milyonlarda kanser vakası.

Diğer olası sonuçlarından biri, dünyanın manyetik alanı etkin
olmayacağından meteor gibi cisimlerinde yönlerinin dünya tarafından
değiştirilemeyeceği, zam tersi çekileceği olasılığı...

Dünyanın yer çekimine etkisi tahmin edilememekle beraber, volkanlar,
depremler vs.. gibi olayların zirve yapacağı tahminlerden biri.

EĞER GERÇEKLEŞİRSE, küresel bir felaket bizi bekliyor demektir... En
kötü senaryoda Tek kurtuluş olasılığı, yüzeyin altında yaşamak veya
başka gezegene gitmek var. 3000 yıl süreyle...


DÜNYANIN DEĞİŞİMİ

Dünyanın kalp atışı kabul edilen bir elektromanyetik rezonans vardır. 1954 ten beri bilinip, ölçülen bu değer, bulucusu Alman fizikçi Schumannın adıyla anılan, Schumann Rezonansı olarak, SR simgesiyle anılır ve Dünya yüzeyi ile 55km. lik atmosfer sonrasındaki iyonosfer arasındaki bölgede ölçülmektedir.
Dünyanın bu kalp atışı, Güneşin düzenli 11 yıllık aktivasyon periyotlarına göre periyodik değişimler göstermesine rağmen, zannedilen o ki güneşin düzen dışı büyük patlamalarından doğan bir değişim geçirmektedir (Mayaların dediği gibi 2012 de kıyamet Güneşten gelecek). Bilim tarafından farkedildi ki bu rezonans, bu kalp atışı dramatik bir biçimde artmakta. Yıllar yılı 7.8 değerini koruyan ve yıllar içerisinde yükselen bu değer, bugün 12 devir/sn ye ulaşmıştır. 13 devir/sn lik değer zero point olarak anılır ve Dünyanın dönmesi bu değere ulaştığında duracak ve Dünya tersine dönmeye başlayacak. Ayrıca Dünyanın manyetik alanı da buna ters orantılı olarak azalmakta ! Son 4000 yıldaki değerler neredeyse son 4 yılda yarıya inmiş durumda !...
Ve bir magnetik tersliğin gelmekte olduğu bildiriliyor. Hatta seller, fırtınalar ve acayip hava şartları bu sebebe bağlanıyor. Ayrıca bu artıştaki hızlanma bizde, 24 saatlik bir günü, 16 saat olarak yaşanıyormuş gibi bir hissediş yaratıyor. Manyetik rezonansın 13 devir/sn. değerine varmasıyla, dönüş yönünü değiştirecek olan Dünyanın, çok uzun yıllar önce de dönüş yönünü değiştirip bugünkü yönünde dönmeye başladığı bildiriliyor. Bu değişim ile Dünya tersine dönmeye başlayıp, Güneşin batıdan doğacağı söyleniyor.
Burada bir saplama yapalım 1959 yılına dönelim ve Bedri Ruhselmana gösterilen vizyonda da söylendiği gibiDünya ekseninin yönünün değişmesi Ayrıca,
Büyük Mutasavvıf Muhiddin-i Arabî ile İnsan-ı Kamîl kitabının yazarı Abdülkerim Ceylî kıyamet anlatımlarında benzer ifadelerle; Kıyametin bir başka alâmeti dahi; Güneşin battığı yerden doğmasıdır Bundan sonra tövbe kapısı kapanır ! Daha önce iman etmemişse, artık bundan sonraki imanı nefse fayda vermez!.. demişlerdir.
Ve bir başka spiritüel mesajda şu ifadeler bulunmaktadır;


Yaşanması mutlak olan bu devreye ermenize az bir zaman kaldığı ve ufkun batıdan gelişini mutlulukla karşılamaya hazırlandığınız bu günlerde; yani yakın olan bu ışık günlerinin arifesinde, insan milletinin hazır olmaya ihtiyacı vardır.


Aslında herşey bir vibrasyon yayma olayı olduğundan, en ince ve yüksek frekanslara doğru gelişen yeniçağ yapısı, kaba, düşük frekanslardan rahatsız eden etkiler almaktadır artık. Ancak, yüksek anlamlı değerlere, frekanslara daha fazla açılındığı için, çevreden gelen ses, renk, koku, manyetik alan frekanslarını daha fark edici, gönül frekanslarına, insan duygularına daha duyarlı, daha yüksek tatminleri arzulayan ve eski kaba tatminlerden artık zevk almayan yeni şuur insanı ortaya çıkmaktadır.
İnsanın titreşimsel olarak farklılaşırken, devamlı bir etkileşim içinde olduğu yeryüzü de titreşimsel olarak değişmekte ve manyetik alanı yeni insana, yeni yüksek frekans yaş. uyumlanmaktadır. Ve yüksek insanın yeni dünyası ortaya çıkmaktadır. Yeni dünyada artık yer almayacak olan ve bunun insandaki karşılığı endişe, korku olan düşük, alçak frekans tır. İşte bu oluş döneminde üzerinde en çok çalışılması gereken de, korku ve endişeye odaklı yaşanmamasıdır

konuyla ilgili çalışan

Yıllardır bu konuyla ilgili çalışan

MOTHER SHIPTON (15. YY.DA YAŞAMIŞ ÜNLÜ İNGİLİZ KADIN KAHİN)


Mother Shipton (Şipton Ana)diyorki:


"Uçaklardan, denizaltılardan, uydu haberleşmesinden, AIDS ten ve 20. Yüzyıldaki kadın-erkek davranışlarına kadar herşeyden bahsettikten sonra,
..Ve insanlığa düşünme zamanı verilecek (20. yüzyıla kadar)


*Sonraki yüzyıl (21.yy.) yaklaşmadan işaretler görülmeyecek;(2007-2010 arası dönem yaklaşmadan alametler görülmeyecek deniliyor 2007-2010 arası volkanik patlamalar ve Büyük depremler) dünyanın alt üst olduğu zamanın geleceği hakkında

(ABD_İNGİLTERE_İSRAİL'in depremle yere batacakları hususu ) İnsan korkuyla titreyecek, o yüzyılda (21.yy.) yaşadığı için.


Yedi gün, yedi gece için, insan korkunç bir görüntü seyrediyor!


İnişler, çıkışlar aklın ötesinde, dağlar kükremeye başlayacak, depremler kentleri yutuyor, karalarda tufan, sel suları karalara saldırıyor. İnsanoğlu, çamur ve batağa gömülüyor. Okyanuslar, kıyıdan yükselecek, eski kıtalar gidecek, yenileri dirilecek, (Atlantis ve Mu kıtaları Atlas okyanusunda ve Büyük okyanusda 2011 den itibaren yer yüzüne çıkacak Avrupa,Afrika ve Asya kıyıları tsunamı dalgaları ile yok olacak.)kızgın canavar göklerden geçecek
Ve uzak bir yerde;
Bazı insanlar, Oh ne kadar az bir grup Dünyada, çok az sayıda insan kurtuluyor. İnsan ırkı yeniden başlıyor. Ve dünyada kısa bir süre geçiyor. İnsan unutuyor ve gülüyor, kendisine dönüyor. İnsan hak ettiği kaderi elde ediyor.

--------------------------------------------------------------------------------

130
Bilim Haberleri / Kriz NASA'yı da vurdu
« : Haziran 20, 2009, 01:37:28 ÖÖ »
Ekonomik sıkıntılar, Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı'nın 2018'de gerçekleştireceği Ay görevini ertelemesine neden olabilir.

CAPE CANAVERAL - NASA'nın 2018'de Ay görevi için fırlatmayı hedeflediği Ares V roketinin fırlatılış tarihi sessizce revize ediliyor. ABD'nin Uzay Ajansı, bu tarihi 2020'den sonra bir tarihe çekebilir.

Son birkaç haftadır Kennedy Uzay Merkezi'nde yapılan toplantılarda bir araya gelen ajans yöneticileri, çalışanlara ve iş ortaklarına Ares V roketinin fırlatılma tarihinin erteleneceğini açıkladı. Bu tarihin iki yıl olacağı ifade ediliyor.





NASA, daha önce kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, yapılmış en güçlü roket olacak Ares V'nin 2018 tarihinde Ay'a ulaşacağını açıklamıştı. Bu görevde, Ay'a astronot gönderilmesi ve bir dizi deney yapılması öngörülüyordu.

NASA'nın eski yöneticisi Mike Griffin, geçtiğimiz hafta özellikle George Bush yönetiminindeki Beyaz Saray'ı hedef alan konuşmasında Ares V ve diğer Ay göreveleri için 2015 yılına kadar onaylanmış olan 4 milyar dolarlık bütçenin 400 milyon dolara düşürülmesinden dolayı dert yanmıştı.

Griffin, bir etkinlikte yaptığı açıklamada "4 Milyar dolarlık bu bütçe, Ares V itici roketlerinin ve Altair Ay modülünün geliştirilmesi için harcanacaktı, ancak sadece yarım milyon dolar ile bunun yapılması mümkün değil." demişti.

131
Bilim Haberleri / Teoride varolan molekül üretildi
« : Haziran 20, 2009, 01:36:48 ÖÖ »
Bugüne kadar sadece teoride mümkün olan bir molekül nihayet üretilebildi.

LONDRA - "Rydberg molekülü" diye bilinen bu kimyasal madde, bulunması güç iki atom arasında son derece zayıf bir kimyasal bağ üzerinden geliştirildi.

Nature dergisinde yer verilen bu yeni tür bağın, atomlardan birinin çekirdeğinden hayli uzakta bir elektronun bulunması sayesinde oluştuğu belirtiliyor.

Bu olay, aynı zamanda Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi'nin, elekronların nasıl davrandıklarına ilişkin temel kuantum teorilerini sağlamlaştırıyor.





DOĞRU YER, DOĞRU ZAMAN
Londra'daki UCL Üniversitesi'nden Helen Fielding, bu sayede diğer temel fizik kurallarını test edebilme imkanı bulabilecek olmalarının ilginç bir tecrübe olacağını söylüyor.

1934 yılında Enrico Fermi, eğer bir atomun diğer bir atomda bu tek başına dolaşan elektronu buluması halinde, beraber hareket edebileceğini savunmuştu.

Colorado Üniversitesi'nden fizik teorisyeni Chris Greene " Ama Fermi bu moleküllerin gerçekten oluşabileceklerini tasavvur etmemişti" diyor.

"Biz 70'li ve 80'li yıllarda Rydberg atomuyla bir normal atom arasında bu tür bir güç alanı oluşabileceğini anladık."

Uzmanlar bunun için tahmin edilemeyecek kadar soğuk bir ortam yarattıklarını da ekliyorlar.

132
Bilim Haberleri / Pahalı internette ikinciyiz
« : Haziran 20, 2009, 01:34:49 ÖÖ »
30 ülke arasında, en pahalı geniş bant internet kullanan ikinci ülke olduğumuz açıklandı.

Türkiye'nin satın alma gücü paritesine göre geniş bant internet ücreti en pahalı ikinci ülke olduğu belirlendi. Bilgi Teknolojileri ve Yenilikçilik Vakfı'nın (ITIF), değişik kaynak ve istatistikleri kullanarak hazırladığı “2008 ITIF Geniş Bant Sıralama Raporu” yayımlandı. 30 OECD ülkesini kapsayan geniş bant raporuna göre, satın alma gücü paritesine göre dolar üzerinden aylık en pahalı ücret sıralamasında Meksika 18,41 ile ilk sırada bulunurken Türkiye 15,75 dolar ile ikinci sırada yer aldı

133
Bilim Haberleri / Geç kalkan yol alır!
« : Haziran 20, 2009, 01:33:58 ÖÖ »
Sabah erken uyanmakta güçlük çekenlerin, erken uyanabilenlerden daha dikkatli olduğu ve dikkat durumunun gün içinde arttığı bildirildi.

Belçikalı, İsviçreli ve Fransız bilim adamlarının yaptığı araştırma "erken kalkan yol alır" atasözünün pek de doğru olmayabileceğini gösteriyor. Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, erken kalkanlar ile geç yatanların sabahki verimi benzer, gün sonundaysa geç yatan daha "uyanık" ve daha dikkatli.

Fransız "Le Figaro" gazetesinin internet sitesindeki yayımlanan makalede, insanlarda uyanıklık ve uyku durumu döngüsünün iki şekilde olduğunu belirten araştırmacılar, ilk mekanizmanın kol saati gibi işlediğini, bu mekanizmanın gün içinde "uyan" uyarılarını artırdığını, gece ise "azalttığını" vurguladılar. İkinci sürecinse "kum saatini" anımsattığını ifade eden araştırmacılar, uyku baskısının uyanık olarak geçirilen zamanda arttığı ve uyku durumunda azaldığını belirttiler. Gün içinde bu iki süreç arasındaki zıtlığın uyanıklık ve dikkatli olma seviyesini korumaya yardım ettiği kaydedildi.

Belçika'daki Liege Üniversitesinden Christina Schmidt ve ekibi, uyku ritmi çok bozuk olan kişileri teste tabi tuttu. Sağlıklı gençlerden 16'sı erken kalkıyor, 16'sı geç yatıyordu.

1,5 saat ve 10,5 saatlik uyanıklık durumunun ardından gençlerin beyin işlevine de MR ile bakıldı.

Erken uyananların sabah daha verimli olduğu, ancak uyandıktan sonraki 1,5 saat içinde her iki grup arasında fark kalmadığı belirlendi. Gün sonunda ise geç uyananların daha az yorgun olduğu ve dikkatlerinin arttığı görüldü.

Sonuç olarak araştırmacılar, sabah erken uyananların gün boyunca toplanan uyku baskısından daha fazla etkilendiğini belirttiler

134
Bilim Haberleri / Nefesinizi suda ne kadar tutabilirsiniz?
« : Haziran 20, 2009, 01:33:13 ÖÖ »
BBC Focus dergisi, bu ayki sayısında ılık suda neden nefesimizi daha uzun süre tutabildiğimizi açıklıyor.

Suda nefesimizi ne kadar süreyle tutabiliriz? Suyun soğuk olması nefesimizi etkiler mi? BBC Focus dergisi, bu ayki sayısında ılık suda neden nefesimizi daha uzun süre tutabildiğimizi açıklıyor.

Dergide yer alan habere göre, soğuk suya ani dalış nefes alıp vermemizi hızlandırıyor ve ısınmamız için ekstra ısı üreten kalp daha fazla çalışıyor. Bu da vücudunuzun oksijen ihtiyacını büyük oranda artırıyor ve böylece soğuk suda nefesimizi tutma yeteneğimiz azalıyor.

Bir insan nefesini ılık suda 60 saniye tutabilirken, bu rakam 10 §§C'lik suda en fazla 20'ye düşüyor. Sakin kalmanıza yardımcı çeşitli zihinsel teknikler sayesinde, soğuk suda uzun süre kalsanız da, soğuk şokunun etkisini azaltabilirsiniz.

Soğuk şok tepkisi sadece birkaç dakika sürüyor. Bundan sonra, memelilerin dalış tepkisinin bir parçası olarak kalp hızı normalin altına düşebiliyor. Bu etki gençlerde daha çok kendini gösterir ve çok soğuk koşullarda 30 dakika ya da daha fazla suyun altında kalıp hayata dönen birçok çocuk var.

135
Bilim Haberleri / İnsan beyni ve yapay zeka birleşiyor
« : Haziran 20, 2009, 01:29:27 ÖÖ »
NTV Bilim'in ilk sayısında incelenen, Raymond Kurzweil'in Singularity is Near isimli kitabında dile getirdikleri, insan makine tekilliğinin bir yüzyıl içinde gerçekleşeceği savında.

Teknolojide yaşanan muazzam ilerleme insana, yakın gelecekte yine insanın temel biyolojik özelliklerini değiştirme, yarı insan yarı makine bir nesil yaratma becerisini sağlayabilir."

ABD'li Raymond Kurzweil'in 2005 yılında yazdığı Singularity is Near (Tekillik Yakın) isimli kitabında dile getirdiği bu görüş, insanın kendini biyolojik bir varlık olmaktan çıkarmaya başladığını ve gerek zihinsel, gerek bedensel olarak trilyon kere trilyonlarca daha yetenekli, biyoloji ve teknolojinin karması bir varlığa dönüşmeye başladığını söylüyor.

Yazara göre insanoğlu, 2045 yılında "tekillik" olarak adlandırılan bu aşamaya ulaşacak. Ulaşılacak yeni insan, evreni de kendisine dönüştürecek.

Kurzweil'in kitabında belirttiği, bilim-kurgu camiasında olduğu kadar, bilim insanları arasında da büyük yankı bulan bu bilişsel fantezi ile ilgili daha ayrıntılı bilgiyi NTV Bilim'in ilk sayısında okuyabilirsiniz.

Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10 11 ... 18