İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Loqum_mum

Sayfa: 1 ... 17 18 [19] 20 21 ... 28
271
Hikaye ve Yazılar / TARTIŞMALAR
« : Mayıs 15, 2008, 05:40:04 ÖS »


Azgın tartışmacılar da keşke, diğer söz suçluları gibi ceza görselerdi. Hep öfkenin alıp götürdüğü bu fikir çarpışmalarında, insanın etmediği kötülük kalmaz. İlkin fikirlere çatarız, sonra da insanlara...

Tartışmada esas, karşımızdakinin düşüncesini çürütmek olduğu, herkes çürütüp çürütüldüğü için, tartışmanın sonunda olan şey, gerçekten büsbütün uzaklaşmaktadır. Onun için Platon, Devlet'inde akılca ve ruhça zayıf olanlara tartışmayı yasak etmiştir. Doğru dürüst adım atıp yürümesini bilmeyen bir insanla gerçeği aramaya çıkmanın anlamı var mı? Aradığımız şeyi bırakıp onu nasıl bir yoldan arayacağımızı düşünürsek ondan hiç de uzaklaşmış olmayız.

Tartışma ile neye varılabilir? Biri doğuya gider, biri batıya; yolda rastladıkları ayrıntılara saplanır ve konudan ayrılırlar. Bir saat cenkleştikten sonra, neyi aradıklarını bilemez olurlar: Kimi konunun üstüne çıkmış, kimi altına inmiş, kimi de kenarında kalmıştır. Kimi bir kelimeye, bir benzerliğe takılır; kimi söylenene kulak bile vermeden bir şeyi tutturur ve yalnız kendi söylediklerini dinler. Başka biri de kendine güvenmediği için her şeyden kaçınır, hiçbir fikri kabul etmez; ta başından her şeyi karıştırır, yahut da söz kızışınca, büsbütün susar ve bir daha ağzını açmaz; bilgisizliğini küskünlüğünün altında saklar; mağrur bir küçümseme ya da budalaca bir alçak gönüllülükle tartışmadan kaçar. Bazısı yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı da yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı da yalnız sesinin ve ciğerinin gücüne dayanır. Bakarsınız birisi tutar kendine karşı dönüverir; başka biri kalkar ön sözler, yersiz hikayelerle kafa şişirir. Kimi vardır, sıkıştığını görünce karşısındakini susturup kaçırmak için düpedüz sövüp saymaya başlar ve Alman kavgası çıkarmaya çalışır. Başka bir türlüsü de vardır, konuya hiç bakmadan sizi bir sürü mantık çemberiyle, diyalektik oyunlarıyla kuşatıp boğmaya savaşır.

Bütün toptancı hükümler çürük ve tehlikelidir.

272
Hikaye ve Yazılar / ONARILAMAZ YANLIŞ
« : Mayıs 15, 2008, 05:38:49 ÖS »

     İki genç kadın,gölgeleri bulvara düşen küçük bir parkın yanında karşılaştılar.Karşı karşıya gelince önce hafif bir tereddüt geçirdiler,sonra birbirlerini tanıdıklarına emin olarak kollarını
açtılar:
      _Raymond!
      _Mutilt!
 
  Aynı mahallenin çocuklarıydılar.Beraber oynamışlar,aynı okula gitmişler,bir çatı altında yıllarca beraber kalmışlardı.Sonra bütün okul arkadaşları gibi,bu müşterek hayatın tatlı anılarıyla dolu olarak kaderin çizdiği ayrı ayrı yollara yürüyüp gitmişlerdi.
İkisi de otuz yaşlarında idi;fakat Raymond,göz kapaklarının uçlarından burun deliklerine hizasında yanaklarına doğru uzanan kırışıklıklarıyla,gerdanını gölgeleyen bariz çukurla ve saçlarındaki tek tük gümüş tellerle,kırk yaşından fazla gösteriyordu.Kılık kıyafeti de sıkıntı ve güçlüğün yıprattığı insanların çetin  mücadelelerini yansıtan bir solgunluk ve pişmanlık içindeydi.Elinde havı dökülmüş demode astragan bir çanta ve bunu tutan elinin baş parmağında ufak bir eldiven deliği göze çarpıyordu.
  Mutilt,pırıl pırıl kıyafetiyle onun tamamen zıddıydı.Boynunda ince altın bir kordon,elinde son model bir çanta ve saçları üstünde tülbentle örülmüş,küçük şık bir şapka vardı.Parmaklarını yüksek kıratta yüzükler süslüyordu.
  Mutilt,hiç çekinmeden tatlı bir içtenlikle:
     _Ne oldu sana ,dedi hastamısın?Felaket mi geçirdin?Oysa okulda iken ne parlak hayaller kurardın,ne mutlu gelecekler düşünürdün.
  Raymond içini çekti:
_Öyleydi,ewet öyle tatlı hayaller kurardım.Ama hayat,tatlı hayallerle değil,acı gerçeklerle dolu...Bir astsubayla evlendim.Güzel bir yuva kurduk bir de çocuğumuz oldu.Ama vefasız çıktı,beni yüz
üstü bıraktı.Ardından çocuğum öldü.Kısacası şansım kötü gitti,tek başıma bir şey başaramadım.Ama görüyorum ki sen mutlu olmuşsun;kıyafetin,bakışların bunu söylüyor.Senin adına sevindim.

....

   _Evet,ben hayaller kurmadım,kendimi hayatın normal akışına bıraktım.Karşıma bir adam çıktı,onunla evleniverdim.Kazancı iyi bana ve çocuklarıma bakıyor,hiçbir şikayetim yok.Canım,niye ayakta çene çalıyoru böyle,gidip bir yere otursak ya...
   _Karşıki eczaneye bir reçete vermiştim,ilaçlarımın hazırlanmasını bekliyordum,parka girip beklemeye niyetlenmiştim,karşıma sen çıktın.
   _İlaçların hazırlanadursun bir pastacıda oturup dertleşelim biraz,hadi gel.
   
    Eczanenin tam karşısında bir pastacıya girdiler,vitrinin yanında boş bir masaya oturdular.Derhal eski günlerin anılarına dalıp tatlı tatlı konuşmaya başladılar.Raymond;yoksulluğunu,hastalığını,
ilaçlarını unutmuştu.Zengin arkadaşının mutluluğunu paylaşıyor,onunla beraber gülüp söylüyordu.Bu sırada caddeden,tam vitrinin önünden kibar giyimli bir adam geçiyordu.Mutilt'i görünce durdu,şapkasını çıkararak genç kadını selamladı.
   Mutilt:
   _Kocamın bir arkadaşı bu,dedi,bana bir dakika müsaade edermisin?
   _Hay hay.
 Dışarıya çıktı,ayak üstü konuşmaya daldılar.Bir dakika,beş dakika,on dakika...Konuşmaları bitmek bilmiyordu bir türlü.İçeriye girince arkadaşından özür diledi:
  _Kocama ait bir sorundu,dedi.Kendisi avukattır.Seni yanlız bıraktığım için affet beni .
  Raymond,saatine baktı:
  _Ben de dedi,senden beş dakika izin istesem.İlaçlarım hazır olmuştur herhalde.Parasını vermiştim,bir solukta gider gelirim.
  _Elbette beklerim güzelim.
   Mutilt yalnız kalınca,yiyip içtikleri şeylerin parasını vermeyi düşündü,çantasını açtı,hayretle durdu.Evden çıkarken kocasından bin frank istediğini ,bu parayı çantasına koyduğunu hatırlıyordu.Çantanın içini alt üst etti.Mendil,pudriyer,ayna,ufak para cüzdanı,anahtarlık,hepsi yerli yerindeydi;ama bin franklık banknot yoktu.Istırap ve düşünceyle kalakalmıştı...Hatırına gelen kötü şeyi kovmak ister gibielini terleyen alnında gezdirdi.demin kocasının arkadaşıyla dışarıda konuşurken acaba Raymond?...Hayır ,hayır,Raymond böyle bişey yapmazdı!Onu okuldan tanıyordu,ailesini tanıyordu;karakterini biliyordu.Raymond bu kadar alçalamazdı,bir hırsız olamazdı,hayır,hayır!...Ama içine kurt düşmüştü bir kez...Raymond'ın çantası orada,kendi çantası da yanında duruyordu.Titreyen elini uzattı,çantayı alıp açtı,dudaklarından bir dehşet çığlığı fırladı.Bin franklık banknot oradaydı.
  O an için duyduğu acıyı,çarpıldığı derin hayal kırıklığını ömür boyu unutmayacaktı.
  Bu kadına karşı beslediği sevgi,sonsuz güven birdenbire yıkılmıştı;onun tarafından bu kadar haince,bu kadar küstahça dolandırılmış olmak pek ağrına gitti.Raymond'ın bu denli adiliğe düştüğünü başkasından duysa,kesinlikle inanmazdı.
  Parayı aldı,hesap pusulasını ödedi.Garsona :
  _Arkadaşım eczaneye gitti,dedi,çantası şu,dönünce kendisine verirsiniz.Beni soracak olursa,acele işim çıktığını ve gitmek zorunda kaldığımı söylersiniz.
  _Başüstüne hanımefendi.
Artık Raymond'ın yüzüne bakacakhali kalmamıştı,acele acele çıkıp gitti.
Eve geldiği zaman,kocasını kendisinden önce gelmiş buldu.Adam,gazetesini açmış,okuyordu.Karısına baktı:
 _Hayrola,dedi,yüzün solmuş,ellerin titriyor,canını sıkan bir olay mı oldu?
Kadın şapkasını çıkarırken:
 _Sorma,dedi,çok kötü bir olay,asabım çok bozuk,sonra anlatırım...
Adam gülümsedi:
 _Ben bilmem.Bugün sende bir anormallik var.Evden çıkarken de sinirliydin.Benden bin frank istedin,parayı masanın üstünde unutup gitmişsin...
Mutilt ürperdi,bir adım geriledi,rengi daha fazla soldu:
 _Neee?dedi,ne diyorsun?
 _Bir şey dediğim yok.İşte bin frank masada duruyor.
 _Ah,Allahım,ne yaptım ben?Ne yaptım?Ne yaptım?

                                                                                                                          Guy de Maupassant

273
Hikaye ve Yazılar / insana saygı
« : Mayıs 15, 2008, 05:38:11 ÖS »
Profesör Üstün Dökmen, Hayvan dergisinde yayimlanan röportajinda, "Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere düsen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?



274
Hikaye ve Yazılar / zor soru
« : Mayıs 15, 2008, 05:37:28 ÖS »
Biz seninle ne acılar yaşadık demeyeceğim sana.Biz seninle acıyı aşımıza lezzet diye kattık.
Korkularımızı macera diye yaşarken, umutlarımızı kıskandırmak için karamsarlaştık. Biz seninle gurbeti, aramızdaki sıcaklığı ölçmesi için derece maksatlı kullandık.
Sohbetlerde perçinlenirken birbirimize, semalar dolusu sözcükler taşıdık gözlerimizde. Bana hiçbir zaman "SENİ ASLA TERKETMEYECEĞİM" demedin ama : ansızın bırakıp gideceğinide söylememiştin...
Aslında sana gitme demek;
Hoyratça esen rüzgarı durdurmak kadar zor.
Kal demek;
Rayların ortasında kalmış admın, hızla gelen trene DUR! demesi kadar manasız.
Dön demekse;
Kucağında son nefesini vermiş bebeğine, UYAN! diyen annenin haykırışı kadar çaresiz...

Mesafeler sadace paylaşmaya engeldir diyorsun seher yeliyle gelen sesinde. Peki gözlerinin gözlerime bakarken ki titreyişini, merdivenlerden ikişer ikişer atlayıp son basamakta zıplamanı, "ALLAH'IM NE BÜYÜKSÜN!" derken Mevlaya el açışını da görmeme engel değil mi?
Sana cevaplandıramadığım en zor soruyu soruyorum:
BU CAN SENSİZ YAŞAYABİLİR Mİ?..         

275
Hikaye ve Yazılar / Hayat bir liman gibidir
« : Mayıs 15, 2008, 05:36:55 ÖS »
Hayat bir liman gibidir. Pek çok gemi gelir gider o limana büyük küçük gemiler vardır limana yanaşan. Bazıları çok kısa bir süre kalırlar ve sonra okyanusa tekrar geri dönerler.
Bazı gemilerse, çok uzun yıllar boyunca kalırlar limanda. Ama bütün gemiler, bir süre sonra limanı terk etmek zorundadırlar. Çünkü limanın öbür tarafında, yani okyanusun da ötesinde de, çok daha büyük ve güzel bir liman vardır.
Ve bütün gemiler, o limana mutlaka uğramak zorundadırlar. Aslında gidilecek tek liman o’dur. Ve biz, ilk geldiğimiz limana, yalnızca biraz dinlenmek için uğrarız.
Sadece mutlu olmalısın bu limanda vakit geçirirken. Çünkü bu limanda başına gelecek hiçbir şey kalıcı olmayacak.
Asla sonsuza dek kalacağını düşünüp hata yapma. Zaten çok kısa bir süre kalacaksın, o zamanı da mükemmel geçirmelisin.
Sen bu limandaki milyarlarca gemiden sadece bir tanesisin. Diğer gemilerin senin yerini alacaklarından korkma sakın. Bu limanda herkese yetecek kadar yer var.
Sadece, paylaşmak için, yüreğini sonuna kadar açman şartıyla…
Ve sakın, kimse için kötü bir davranışta bulunma. Çünkü bu limanın sonunda gideceğin yerde, onunla tekrar karşılaşacaksın. Ve onun seni kötü hatırlamasını istemezsin sanırım.
Asla çok basit şeyler yüzünden, limanda geçireceğin zamanını zehir etme hem kendine, hem de diğerlerine.
Unutma, bu limandaki her şey sevgi üzerine kurulu. Bu, öylesine büyük bir liman ki, herkes için yetecek kadar mutluluk ve huzur var. O yüzden, mutluluğu çok uzaklarda arama.
Bazen hiç beklemediğin anda, büyük bir gemi seni alıp, son limana götürebilir. Geride bir şey bırakma ne olur.
Yapamadığın için pişmanlık duyacağın şeyler kalmasın geride. Çünkü o gemi ansızın gelebilir. Şimdi de gelebilir.
Bu limanda “yarın” diye bir şey yoktur. Yarın diye bir gün asla olmamıştır ve olmayacaktır.
Sahip olduğun tek zaman, şimdidir. Düne ve yarına ait bir şey bulamazsın bu limanda. Dünkü fırtına çoktan bitti. Yarının fırtınasını ise henüz yaşamadın. Sen yalnızca şimdiye sahipsin ve bu zamanın en iyi şekilde kullanmalısın.
Burada biletler anlık kesilir. Biletin kesildiği an, çıkarsın yola.
Bu sonsuz limanda, asla yalnız olduğunu düşünme. Etrafında milyarlarca gemi var. Hepsi de, aynı limana gidecek.
Ve şunu da unutma, bu limandan ayrılırken, geminin içinde bulunan her şeyi denize boşaltacaksın.
Geminin içini mücevherlerle doldurmaya çalışma. Sonra onları okyanusa boşaltmak zor gelir sana. Onları nasıl olsa götüremeyeceksin. Ancak paylaştığın zaman mutlu olacaksın.
Bu liman, binlerce tuzakla doludur. Attığın her adım da bir tuzak olabilir. Ancak zayıf olursan ve güçsüz olduğunu düşünürsen bu tuzaklara düşebilirsin.
Sen güçlüsün ve karşına ne çıkarsa çıksın, onunla mücadele edebilirsin. Bu güç zaten sen de var. Ama o gücün nerede gizli olduğunu bilmiyorsun.
O gücü kaybettiğini düşündüğün zaman, yüreğine güçsüz olup olamadığını sor… Sana en doğru cevabı o verecektir. Yüreğinin derinliklerinde, bütün sorularına bir cevap bulabilirsin.
Kendini asla güçsüz ve aciz görme. Sen okyanusun bir parçasısın. Tıpkı diğer su damlacıklarının olduğu gibi. Unutma, bütün su damlacıkları aynı ağırlıkta. Onları gözünde büyütme ve kendini küçültme.
Sen çok değerlisin, sen bu özel limana gelen bütün gemilerle aynı değerdesin. Aynı yerden geldiniz ve aynı limana döneceksiniz.
Bu limanda bütün gemiler, sevgiyle yürürler. Bütün gemilerin yakıtı sevgidir. Öfke ve nefretler yol alan gemiler, çabuk paslanırlar ve karaya otururlar. Asla onlarda biri olmaya çalışma.
Sen çok özelsin. Tıpkı diğerleri gibi ve sana diğerlerinin bildikleri ama unuttukları bir şeyi söylemek istiyorum.
Eğer diğer gemilere sevgiyle yaklaşırsan, karşılığında sevgi görürsün. Ama kötülükle yaklaşırsan, o zaman sana düşman olurlar.
Hiç bir geminin, bu limana nefretle ve öfkeyle geldiğini sanma. Hepsi de sevgiyle geldiler bu limana.
Ama zamanla güvertelerini pis sular doldurmaya başladı. Onlar temizlemediler bu pislikleri. Ve kendi gemilerinin içinde boğuldular.
Geldiğin yeri asla unutma. Sen güvertenin başındasın ve okyanus yanı başında. Onu görmezden gelme. Onu görmemek için gözlerini bağlama sakın.
Ondan zaten kurtulamazsın, çünkü gemi onun üzerinde ilerliyor. Gözünün önündeki gerçeği inkâr etme.
Bu limana geldiğin zaman, üzerinde tek bir çamaşır bile yoktu. Geldiğin günü asla unutma ve herkesin de bu limana kıyafetleri olmadan geldiğini aklından çıkarma.
En güzel elbiseleri alabilirsin, en pahalı ayakkabıları giyebilirisin, insanların sana baktıklarında zaman, ne kadar zengin olduğunu düşünmeleri hoşuna gidebilir.
Ama en güzel ve ne pahalı elbiselerinin bile, bu limandan öteye gidemeyeceğini unutma.
Yanında elbiselerin olamayacak giderken… Tıpkı gelirken olduğu gibi…
İnsanlara kendini sevdir ki, limanda senin yokluğunu hemen fark etsinler. Ve seni hatırladıkları zaman gözleri umutla dolsun.
Sen hatırladıklarında, gözleri öfkeyle bakmasın kimsenin. O zaman, sen boşa yaşamış olursun. Çünkü senden geride ne kalacak sevgiden başka.
Bu limanda ne istersen onu alırsın. Neyi ararsan onu bulursun. Eğer sevgiyi arıyorsan, mutlaka ona ulaşırsın. Nefretse eğer istediğin, o zaten seni bulur…
Bu limanda mutsuz geçireceğin kadar çok zaman yok neden gülmek varken ağlamak zorunda olacaksın. Neden mutlu olmak varken mutsuz olacaksın.
Neden sevmek varken nefret etmeyi seçeceksin ve neden paylaşmak varken saklamak isteyeceksin.
Mutlu olmaya başka limanlarda bulacağını sanma. Eğer onu bulacağını sanıyorsan, hiç yola çıkma. Çünkü onu ancak içinde bulabilirsin. O senin yüreğinde ve tüm dünyaya yetecek kadar var zaten.
Dünün yüklerini sırtında taşıma boş yere. Her  gün yeni bir başlangıçtır, eğer istersen. Bugün yeni bir başlangıç yapmak isteyip, ısrarla geçmişi yargılarsan, ne geçmişe dönebilirsin, ne de geleceğe.
Karanlığın ortasında aydınlığı görmeye çalış. Hiç bir gece sonsuza dek sürmez. Hiç bir acı kalıcı değildir. Sadece senin unutmak istediğin kadar sürer.
Gecenin karanlığında yıldızları görmeye çalış. Eğer karanlık istersen her yerde bulabilirsin. Ama yıldızları görecek şekilde baksın gözlerin.
Karanlığı görmek kolaydır. Ellerinle gözlerini kapatırsın ve tüm dünya karanlık olur. Sen aydınlığı görmeye çalış. İndir ellerini gözlerinde, kapatma gözlerini.
Mutlu olmak sadece bir seçimdir. Bunu hiç aklından çıkarma. Eğer mutlu olmayı seçersen, mutlu olursun…
Hep sevgi adına mücadele ver. Ama kendini asla ezdirme. Hakkını sonuna dek ara. Çünkü hiç kimse senin hakkını elinde alamaz.
Sen çok özel ve çok değerli bir insansın. Değerini asla düşürme. Asla kendini değersiz görme. Sen okyanustan kopup geldin. Tıpkı diğer gemiler gibi. Ve sonunda bütün gemilerin gideceği yer aynı limandır…
Yüreğinin sesini dinle. En doğru cevapları, en doğru yol haritalarını orda bulabilirsin. Çünkü yüreğindeki ses, okyanustan yankılanıp geliyor.
Sen en az diğerleri kadar değerlisin… Ne eksik, ne fazla. Hiç kimseyi senden daha üstün sanma, kimseyi kendinden daha aciz görme.
Seni seviyorum. Aynı limanda olsak da, olmasak da.

Eğer bizi, bulunduğun limanda göremeyecek olursan, görebildiğin en uzak yıldıza bak ve bize el salla…


276
Testler - Anketler / yıllardır cevabı aranan soru
« : Mayıs 15, 2008, 05:31:52 ÖS »
 :.8

277
Testler - Anketler / aşk herşeyi affeder mi?
« : Mayıs 15, 2008, 05:30:31 ÖS »
 :.8

278
Testler - Anketler / evlilik aşkı öldürür mü?
« : Mayıs 15, 2008, 05:28:07 ÖS »
 :.8

279
Şiir / YAZMAZSAM
« : Mayıs 15, 2008, 05:21:21 ÖS »
Söz vermiştim kendi kendime:Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım.Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yontuktan sonra tuttum öptüm.
YAZMAZSAM DELI OLACAKTIM...
Sait Faik Abasıyanık


280
Şiir / Deniz Gözlüm
« : Mayıs 15, 2008, 05:20:08 ÖS »

 Ben ne fırtınalar gördüm,
Ne tufanlar atlattım,
Kaç kere Allahımla başbaşa kaldım,bilirmisin?

Biz kaç kere oynaştık,sarıldık,
Kaç kere seviştik bilirmisin?
Denizle kaç kere dans ettik martıların çığlığıyla
Köpükleriyle yıkandık kerelerce bilirmisin?

Senin denizindemi boğulmak....güldürme beni,
Ben her gözlerine baktığımda nefessiz kalıyorum bilirmisin?
Yaşayabilirmi insan nefessiz,ölüyorum gözlerinde,
Bir kere ölür insan,iki değil bilirmisin?

Denizi neden çok severim bilirmisin?
Deniz kızdımı,kucaklar,sarar insanı
Sarhoş eder seni dalgalar boyu,
Eğer çok severse benim gibi,
Kucaklar içine alır bedenimi.

281
Hikaye ve Yazılar / aşk Bir Çeşit Deliliktir`
« : Mayıs 15, 2008, 05:18:22 ÖS »


Muhîb, bir gün kendi kendine konuşuyormuş:

-`Allah Teâla âşık kullarının günahını yazmaz, onları cehennemine de atmaz. Hesap günü onları sorguya çekmez. İşlediği amellerinden ötürü sual etmez. Onları sever, merhamet eder. Öyle ki meleklerin, âşıkların amel defterine tek bir satırcık birşey yazmasını dahi istemez. Aşıklar cennete, âşıklar cennete...`

Bunları işiten bir zâhid biraz hayret birazda alaycı bir tavır ile:

-`Ey Muhîb! Sen çocuk musun yoksa deli mi? Baksana ne günahın varmış ne de sevabın. Ne yani şimdi sen cennetlik misin?` Muhîb:

-`Ben bilmem ki cennetlik miyim yoksa cehennemlik mi? Ama işin doğrusu cennet de cehennemde umurumda değil? Çocuk muyum değil miyim bilmem ama galiba ben biraz deliyim?`

`Şuna bak` demiş zahîd hem âşık olduğunu iddia ediyor hem de deli. Muhîb bunun üzerine:

-`Tabi ya öyle. Kaç kitaba bakmış isem hep aynı şey yazıyordu:

`Aşk bir çeşit deliliktir, aşk bir çeşit deliliktir`



(Hesap günü deliler sorgudan muaf olacağı için onlara adına ne cennet tasası vardır ne de cehennem. Şayet korkunuz varsa yarına dair size bir nasihat: `Ya deli olun ya da âşık` vesselam...)

282
Hikaye ve Yazılar / Toprak (1)
« : Mayıs 15, 2008, 05:17:41 ÖS »


Keziban Hatun, hışımla tahta kapının kolunu açıp içeri girdi. Sinirliydi. Elleriyle şalvarının eteklerinden tutmuş Seyit ağanın sedirde oturuşuna baktı, gür sesiyle çıkıştı:

“Siyda!” dedi, eşine kısaca böyle hitap ederdi.
Siyah şalvarıyla köyün koskoca ağası pala bıyıkla Seyit ağa, sedirin en köşesine kurulmuş, nargilesini tüttürerek yeşil çerçeveli pencereden ahırın önünü seyrediyordu:

“De hele gız, nedir bu sinirin? Dellenmiş misen?” diye sordu. Başını yine pencereye çevirdi yeniden.

“Siyda! Olmuyor bah böyle... Gara Şahin bile toprağının yarısından çoğunu hanımının üstüne geçirmiştir. Sen de benim babamdan galan torpağImı bile gendi üstüne almışsın. Duymuşum... Bilirem...”

“Ne dersin gız sen? Hele derdin bu mudur? Bunun için mi gelmişsen?”

“He ya... Daha ne olsun?”

Ellerini şalvarından çekip arka tarafa hafif kaymış olan kırmızılı yazmasını düzelterek devam etti:

“Sen bağa değer vermisen. Bilirim. Verseydin hele benim torpagıma da gözünü dikmezdin Siyda!Haggımı isterem, bilesen!”

Seyit ağa başını çevirdi hanımına. Bacağının birini öne uzattı. Nargilesinden bir nefeslik daha fokurtular geldi peşi sıra. Sonra tek eliyle bıyıklarını düzeltti:

“De get Kezban... Sinirimi bozmayasan benim... Yorgunum zati… Hade...”

“Ne dersin sen Siyda! Ben torpağımı isterem. Muhtar bana her bi şeyi anlatmıştır.”

“Ne anlatmış o çoh bilmiş topal herif... Hele o gendi işine bahsın! Emmiyin oğlu da senin gibi toprah derdine düştü, gördün ne haller gelmiştir başına!”

“Sen bilirsin ağa!Ben diyeceğimi demişem...Ötesini sen düşünesen gari..”

Arkasını yine hışımla döndü. Sertçe kapattığı kapıya uzattı elini. “La havle...” diyerek çıktı odadan. Doğruca kilere gitti. Kiler gündüz vakti olmasına rağmen biraz karanlıktı. Gaz lambasını geceleri yakıyordu gerektiğinde. Ama şu anda loş olduğu için her şeyi bulabiliyordu. Sepetlerinden buğdaya, bulgurundan tavuk yemine, elmasından tavasına hepsi bu kilerdeydi.

Tavanda asılı helkelerden birini alıp ahıra doğru yol aldı. Daha koyunları sağacak, sütü kaynatacak, yoğurt mayalayacaktı. Her işe kendisi koşturuyor, yine de beyine yaranamıyordu.Üstelik üzerine iki tane kuma getirmişti.

Bu adam aslında kendisini hak etmiyordu ama ne yapsın idi.Sonradan gelen kadınlara evini barkını bırakıp da gidecek değildi ya.Hem nereye gidecekti ki?Kocası kağıtlara parmak bastırıp babasından kalan o tarlaları bile kendi zimmetine geçirmişti.Ağa idi.Varlıklıydı ama yıllardır ne kadına, ne toprağa gözü doymuştu.Bunca yıldır hep Kezban Hatun ezilmiş, hep o didinmişti.Elinde avucunda ne varsa kocası sahiplenmişti.Şimdi kapıya atsa bir karış toprağı bile yoktu.

Söylene söylene ahıra girdi.Koyunun bacağından tutup yakaladı.Arka bacaklarının arasına helkeyi yerleştirip çömeldi.Sağmaya başladı:

“Ömrün gesilsin Siyda! Emeklerim gözüne dizine dursun! Sen hele beni gandırıp elimdeki üç beş darlaya bile gözünü dikip aldın ya, hele ben senin yanına mı bırahırım bunu! Gözünü toprah doyursun Siyda!”


283
Hikaye ve Yazılar / Yine Yalnızlık!
« : Mayıs 15, 2008, 05:16:44 ÖS »

Kaldırdım saatimden tüm sabahları. Güneş doğmuyor artık bana ve eşlik ediyor gecelerime bir kaç paket sigara! Yağmalıyor ruhumu soğuk sessizlik. Gece yarısını 14 geçiyor her bir çığlıkta. Hep bir umarsız bakış sarkıyor penceremden. ``Ne oluyor?`` yok artık, ``ne olacak?``ların gürültüsünden... Kelimeler türüyor ve her geçen gün ölüyor, ağlarını örüyor ve sönüyor, yıllarını gömüyor ve kalıyor!! İnadına yine yalnızlık vuruyor her saat başı...

Çalkalanıyor kalabalıkların içindeki yekta gülümseme. Yanıyor şaka yollu, zaman öldürüyor kendince. Iskalıyor çığlıklar 12`yi... Sabaha karşı vuruyor, ``dank`` ediyor kafaya alkollü sevişme edaları. Tükendi bak bir kaç ömür daha, bir kaç film daha çevrildi izlemeye doyamayacağım. Çerçevesiz bir portre oldu ömrüm sonunda. Hep aynı... Yine yalnızlık...!


284
Hikaye ve Yazılar / İntihal Evi
« : Mayıs 15, 2008, 05:16:16 ÖS »


Türkiye’de yayıncılık konulu kokteylli toplantı oldukça görkemliydi. Eskiden iş adamlığı pek bilinmeyen, sadece editörlüğüyle tanınan, şimdinin ünlü iş adamı Mahmut Akdamla yıllar sonra yurt dışından dönüş yapmıştı. O gün de, yeni yatırımlar için peş peşe iş toplantıları yapmış, şirketlerle projeler görüşmüştü.

Günün yoğunluğuna rağmen, akşam saatlerindeki bu toplantıya gelirken, oldukça neşeli, hayat dolu görünüyordu. Çünkü diğerleri ne kadar iş ise, yeni girdiği yayıncılık dalı da o kadar eğlencesi, hobisiydi. İçinde yıllardır saklanan heveslerine kavuşmuş gibiydi. Artık kendi sevdiği, takdir ettiği tanınmamış ama usta, farklı, sıra dışı kalemlere de kitap yayınlama fırsatı verecekti. Tüm işleri arasında, beğendiği yazarlara da editörlük yapmaya vakit ayıracaktı. Bu onun için yıllardır kurduğu bir düş, kavuştuğu hayaldi. Onun için, henüz piyasaya çıkmamış, henüz yazardan başkasının okumamış olduğu bir esere bakmak harika bir şeydi.

Bu duygular içinde salonda çocuklar gibi dolaşıyor, yıllar sonra tekrar gördüğü dostların, tanıdıkların ellerini sıkıyor, hatırlarını soruyordu.

Ünlü iş adamı Mahmut Akdamla’nın da zaman zaman editörlük yapacağı, genç yeteneklerin de kendini gösterme fırsatı bulabileceği Yepyeni bir yayın eviydi olan AKDAMLA. Genç yazarlar kadar, ortak iş yapmak isteyen yayın evleri, kitapçılar, gazete köşe yazarları da ilgi göstermişti davete.
* * *
Davet için düzenlenmiş koca salonda ilginin çoğu Mahmut Akdamla’ya yönelse de, çeşitli köşelerde yoğun edebiyat sohbetleri, yayıncılık sorunları tartışmaları başlamıştı. Kimi kişiler de ayaküstü kitap yayını anlaşmaları yapmaya çalışıyordu. TİM yayınevi de bunlardan biriydi ve temsilcisi yüzünden gülücükler eksik olmayan TİM Yayınevi genel yayın yönetmeni Emine Erol’du.

Emine Erol, yanlarına gelen Mahmut beyi yapay bir samimiyet ve aşırı güler yüzle karşılamış ve kısa sohbette, iki yayın evinin ortak çalışmalar yapabileceğinden söz açmıştı. Mahmut Bey de bunları da düşüneceklerini, yayınevinin henüz yapılaşma, kendini piyasaya tanıtma aşamasında olduğunu söyleyip, diğer konuklara doğru uzaklaşmıştı.

Mahmut Bey uzaklaşınca, Emine hanım yanındakilere döndü. Kitap satış oranı açısından nasıl büyük başarı yakaladıklarını anlatmaya başladı;
—Evet… Erkan bey, son yıllardaki yüksek satış oranımız, başarımızın sebebini sormuştunuz değil mi?
Soruyu sorduğu şişman adam;
— Evet, TİM yayın evi yıllardır başarılı ama başarının sizin genel yayın yönetmeni olmanızla katlandığının da farkındayız. Neleri değiştirdiniz, doğrusu merak ediyoruz.
— Erkan bey, bu sorunun cevabı gayet net fakat…
— Evet…
— Size söylememi beklemiyorsunuz değil mi?
— Ooo… Emine hanım, dostlar arasındayız, inanın aramızda kalacak.
— Şaka yaptım Erkan Bey. Evet, bazı sistemlerimiz var ve genel hatlarıyla bunları size anlatmamın mahzuru yok.

Söyleyeceklerinin önemini artırmak için susup, dinleyenlere göz gezdirdi, sakince uzanıp bir bardak içecek aldı.
— Aslında hedef belirlemek, kararlılık gibi temel esaslarımız var ama esas değişik adımı bahsetmeden sormam gerek, hepiniz yayınevi temsilcisi misiniz? Mesela yazar olan var mı aranızda?

İki gazeteci ellerini kaldırdı.
— Sizleri biliyorum. Siz kazancınız köşe yazarlığından ve anlatacağım sorunlar sanırım sizden uzak. Bahsedeceğim konuların daha çok tanınmamış yazarlarla ilgisi var. Neyse, konumuza dönelim. Yayınevlerinin çeşitli adımlarındaki masraflarını biliyorsunuz ama taban ve tavan masrafları en çok değişen baskı veya dağıtım da değil, telif konusundadır. Zaten diğerlerinde fazla oynama da yapamazsınız. Fakat telif konusunda her kişi için farklı neticeler alabilirsiniz. Ben yayınevinin üzerindeki telif yükünü azalttım.
— Nasıl?
— Bunun da çeşitli açılımları vardı. Son yıllarda yayın politikalarımızda, 1.si telif sorunu ortadan kalkmış, çok eski eserleri yayınladık, 2.si yaptığımız masrafın geri dönüşünü nerdeyse garantileyen ünlü yazarlarla veya medyada ünlü olanlarla çalıştık.

Genelde konuşmaya pek katılmayan, Zarif yayınevi temsilcisi Osman bey;
— Ünlülerle çalışmak başta iyi ama sonra kalıcı zararları olabiliyor. Yazdıklarını editörlerimizin, nerdeyse baştan sona yazdığı yetmezmiş gibi, geçen bir tanesinin yaptığı gibi sıkışınca “Benim adıma başkası yazdı, ben imzaladım” diye de yayınevinin itibarını rezil edebiliyor, halkı kandıran pozisyonuna düşürebiliyor.

—Eee… Böyle riskler her zaman olabilir, o sizin tedbirlerinize kalmış. 3. seçeneği de söyleyim mi?
— Tabi ki.
— Çoğu zaman tanınmamış kişiler saçma sapan şeyler getiriyor ama bazen de yayınevine öyle esereler getiren oluyor ki! Genç veya tanınmamış yazar, çekiniyor tabi. Yazdığının kıymetini de bilmiyor. Ona zorluklardan, masraflardan bahsediyoruz. Sonunda öyle bir kıvama geliyor ki, nerdeyse bize acıyacak kıvama geliyor. Ondan sonra da yayın haklarını almak için çok az bir ücrete imza attırmak çok kolay oluyor.
- Yani harikasınız Emine hanım, psikolojik ikna teknikleri ha !...
— Eh... Öyle de denebilir.

Emine hanım, grubun sohbet çemberine sonradan katılan yazar Ali Mert’i fark etmemişti. Ali, Emine hanımın anlattıklarının buruk bir gülümseyişle dinliyordu.
Emine hanım, dinleyenlerin takdir ve hayranlıkla bakışları altında çok mutlu olmuştu. Kısa bir kararsızlıktan sonra, sordu;
— Arkadaşlar 4. seçenek de var fakat…
— Evet, dinliyoruz.
— Fakat… Bu kesinlikle aramızda kalmalı?

Birkaç kişiden onaylayıcı ses yükselince, meraklı bakışların üzerinde olmasından memnun devam etti;
— Arkadaşlar, yayıncılık korunması gereken bir kültür hizmetidir. Bazı ufak tefek sorunları çeşitli şekillerde halletmezsek, zaten zor olan meslekte iflas bayraklarını asmamız gerekir. Neyse bu sonuncu seçeneğe de o gözle bakmanızı rica ediyorum. Çoğu yayınevine olduğu gibi bize de gelen yazar adayları bazen çok acemi oluyor, noter kaydı filan yapmadan doğrudan bize hikâyeler, romanlar getirenler oluyor. Tabi, resmi bir kaydı olmayan, başka bir dergide filan yayınlanmamış bir eserin sahibi kimdir!
— ...?
— Tabi ki ilk yayınlayandır. Bize güzel bir eser getirmiş olan kişilerden bazılarını araştırdığımız oluyor, ünlü mü, uyanık mı, yazdıklarını noterde kayıtlamış mı? Önce bunlara bir göz atıyoruz. Bakıyoruz ki saf bir Anadolu çocuğu, yayınevinden birinin ismiyle filan yayınlıyoruz ya da ne bileyim hikâye filansa, tanıdığımız birinin hikâyeleri arasına onu da ekliyoruz.
— Haberi olmuyor mu?
— Kolay kolay haberleri olmuyor. Bir iki tanesi fark etti onların da yasalardan haberi yok, intihal nedir, yasal telif hakları nedir bilmiyor ya, itiraz edene “Senin telif hakkın şu” diye 3-5 kuruş verip gönderiyoruz.
— İlginç ama böylelikle belki bir yazarın hayatını da engellemiş olmuyor musunuz?
— Anlamadım?
— Belki yazarlığı ciddiye alan, meslek kabul edecek birileri, bu yaptığınızdan sonra umudunu kaybedip, yazmaya küsüyordur.
— Bunu düşünürsek perişan olduğumuz gündür. Burası Türkiye, okurdan çok yazarı vardır. Doğru dürüst şiir yazan çok azdır ama sorsanız herkeste bir şairlik vardır.
Soruyu sorana dikkatlice baktı, tanıyamadı. Bu sohbete sonradan katılan Ali Mert’ti.
— Siz yayıncı mısınız?
— Hayır, hikâye yazarıyım. Pek meşhur değilim, “ Hikâye yazarı Ali Mert “ diye, tanınsam da, henüz ismim fazla duyulmadı.
— Aslında bu yayıncılar arasında bir sohbetti.
— Sohbetiniz ilgimi çekti de. Çok yakından tanıdığım bir yazar adayı vardı, sizin yayınevine roman dosyası göndermişti. Uzun süre cevap alamayınca teflonla ulaşmaya çalışmış ama cevap olarak beğenmediğinizi bildirmiştiniz.
— Kusura bakmayın, herkesi tek tek hatırlayamayız ki.
— İsmi, Ünal’dı. Ünal Çankırılı. Belki hatırlarsınız,
— Hatırlamam mümkün değil, bize böyle çok dosya geliyor.
— Roman dosyası göndermişti, “Yağmur Yağıyordu” isminde.

Emine hanım bir an durakladı, gözünde geçmiş yıllardan bir şeyler canlanmaya başlamıştı. Niyetini anlamak için, Ali beyin yüzüne dikkatlice baktı. Ali Mert’in alaycı bakışları, içinde huzursuz bir rüzgâr estirdi. Yüzünde beliren memnuniyetsiz ifadeyi gizlemeye çalıştı.
— Lütfen bu samimi sohbeti, sıkıcı konularla bozmayalım, güzel şeylerden konuşalım... Bakın Mahmut Bey de bu tarafa geliyor. Şey… Ali bey, yayınevi temsilcisi olmadığınıza göre sizi niçin davet etti?
— Beni arayan sekreterlerinden biri, ‘Ümit veren genç yazarlar’ listesinde çağrıldığımı iletmişti. Benim kendime ümit verecek durumum yokken, ümit veren” listesinde olmam da garip ya.
— Şey, son zamanlarda kendi yayınevimizdeki yoğunluktan takip edemiyorum. İsminizi daha önce duymamış olabilirim. Ali Mert gerçek isminiz mi?
— Hayır, müstear ismim.
Emine hanım, bir yerden tanıyor muyum, diye tekrar süzdü.
— Gerçek ismimizi merak ettim?
— Tanıyamamakta haklısınız, hem ismim farklıydı, hem de mahkemelere gelmeye utanıyordum. Gerçek ismim Ünal Çankırılı. Yani romanına el koyduğunuz ve yıllarca yazıya küstürdüğünüz, bir zamanların genç yazar adayı.

Emine hanımın yudumladığı içeçecek genzine kaçtı, öksürerek, utanarak oradan uzaklaştı, çıkışa doğru yöneldi.

Salon çıkışında endişeyle arkasına dönüp baktı. Az önce hayranlıkla bakan gözlerde küçük görme ve alaycı gülüşler yerleşmişti. Fakat asıl kızmasını beklediği Ünal, hiçbir şey olmamış gibi, oldukça sakin bir tavır içindeydi.

Telif sorunları yaşandığında, bağırmaya veya bağırılmaya alışmış Emine hanım şaşkınlık içindeydi. Bakışlarını salondan çevirip, yürümeye başladığında kendi kendine mırıldanıyordu;
— Niye böylesi sakin? Bu sakinlik niye daha çok etkiledi, daha bir yıktı beni. Bağırsa, çağırsa sanki daha sıradan, daha unutulur olacaktı.

Ünal’ın yüzündeki ifade gözünden gitmiyordu;
- Bu davranışı “ Gözümde pul kadar değeriniz yok!” ifadesi mi ? Yoksa daha da kötüsü, “ intikam soğuk yenen bir yemektir “ gibi bir geleceğin mi göstergesi?

Birden aklına son zamanlarda telif konularında başarılı olan sanatçı dernekleri geldi.
-Yoksa bunlardan birine üye oldu da, hakkını onlarla mı arayacak. Güvendiği bir yer olduğu için mi böylesine rahat, böylesine sakin.

Yüzü asıldı, düşünceli düşünceli başını öne eğdi. İçinde biriken huzursuzluklarla, artan endişelerle yürüdü gitti.

285
Hikaye ve Yazılar / Elini Ver Öğretmenim 6
« : Mayıs 15, 2008, 05:15:33 ÖS »



Silvan’a Endişeli Gidiş... Ağlayarak Dönüş…

Artık Diyarbakır yolu görünmüştü. Yeni tayin yerimiz Diyarbakır ili, Silvan ilçesi, Otluk köyü idi. Diyeceksiniz ki hocam ne oluyor? İki yıl, üç yıl dedi mi tayin. Evet, o zamanlar rotasyon uygulaması ile bölgelere göre, görev yılları belirleniyor, bu süre bitince de gerekli hazırlıkları yaparak yola düşmek gerekiyordu.

Belki o zamanlar bu zorumuza gidiyordu. Fakat bunun iyi taraflarının daha çok olduğunu yıllar sonra anladım. Değişik bölgeleri, değişik kültürleri ve değişik insanları tanıma fırsatı buluyor, hayat tecrübesi kazanmış oluyordum. Yaşamıma ve düşüncelerime çok olumlu katkılarının olduğunu söyleyebilirim.

Atandığım yeri görmek için Silvan’a gittim. Değişik bir bölge, değişik insanlar. Ne yalan söyleyeyim, içimde endişe ile karışık bir heyecan var. Fakat bu endişemin yersiz olduğunu çok geçmeden anladım. İnsanların sıcakkanlı, cesur, samimi, mert, dürüst, misafirperver oluşları düşüncemin yanlış olduğunu ispatladı. İlçede tanıştığım köylülerle bir akşamüzeri köye gittik. Köye gidinceye kadar hava kararmıştı. Hiçbir yeri göremedim desem yalan olmaz. Sabah kalkınca ilk işim okulu görmekti. İlk şoku ilçede yaşadığım için, okulu görünce fazla bir tepkim olmadı. İlçede köylülerle konuşurken, okulun durumunu, öğrenci sayısını sorduğumda köylüler:
— Hocam, okulumuz yeni yapılıyor. Henüz inşaatı devam ediyor demezler mi?
— Ne yani, şu anda ders yapacağımız bir sınıf yok mu? Dedim.

Neyse bunları geçelim. Okulun yanına varınca gördüm ki, henüz duvarlar yeni örülüyor. Yani bir iki aydan sınıfta derse başlayamayacağımız anlaşılıyordu. Şoku artık atlatmıştım. Kader, nasip dedim. Kısmetimizde bu da varmış. İçimdeki eğitim aşkı ve çocuk sevgisi, mesleğe duyduğum saygıdan dolayı katlanmamız gerektiğine inanıyordum.

On beş günlük kanuni süremi tamamlayıp yeni görev yerime gelip başladım. Annem ve eşimle birlikte köye gelişimiz biraz maceralı oldu. Nasıl annemle birlikte Ordu’ya vardığımızda çamurdan zor bela eve geldiğimiz gibi, bu seferde köy yolunun bazı bölümleri bozuk olduğundan, yağmurlu havalarda taksiler çamura saplanıp kalıyorlar. Bizde akşamüzeri çamura saplandık. Rahmetli anam ikinci kez çamurla karşılaşıyordu. Çevreden gelen köylülerin yardımıyla güç bela çıkarak köye ulaştık Bu çamura saplandığımız yerler için sonraları çevre köylerle de işbirliği yaparak, çakıl taşları dökerek yolu normal bir hale getirmek için uğraştık.

Öğretmenim! Bu Günde mi Çalışacağız?

Okulun bahçesini de öyle bir temiz hale getirdik ki köylüler okula gelince memnuniyetlerini ifade ediyorlar:
— Hocam elinize sağlık, okul bahçesi çok güzel olmuş diyorlardı. Bahçede irili ufaklı taş bırakmadık. Her yer yemyeşil çimenle kaplanmıştı. Öğrencilerimi herhalde çok çalıştırıyordum ki;
— Çocuklar! Bugün çevre temizliği, tertip, düzen ve çalışması yapacağız deyince çocuklar beni kırmamak, incitmemek için bir şey söylemiyorlardı ama.
— Öğretmenim! Bugün de mi çalışacağız? Diye gözümün içine bakıyorlar, adeta gözleriyle çalışmak istemediklerini söylüyorlardı. Çocukları teneffüslerde ve derslerin bitiminde, hafta sonunda her yakaladığım yerde çalıştırıyordum. Çalıştırıyordum ama onların gönüllerini alıyor, yaptığımız işin önemini de anlatmayı ihmal etmiyordum. Öğretmen olarak gerek köy halkına, gerek öğrencilerime örnek olmak zorunda olduğumun bilincindeydim. Temiz, tertipli ve düzenli olmanın insanın başta gelen görevlerinden olduğunu anlatıyor ve de uyguluyordum. İnşallah öğrencilerim haklarını helâl ederler.

Okulun bahçesi yetmiyor, bazen de köyün içinde çevre temizliği yapıyorduk. Köyde zamanımız boldu. Öğrencileri ne zaman çağırsam işleri olmadığında hemen geliyorlardı. Yani elimizin altında bir öğrenci ordusu vardı. Göreve başladım diyorum, biraz öncede söylediğim gibi okul bahçesinde ders yapacağız. Köyde okul çağı geçmiş sekiz, dokuz, on yaşlarındaki çocukları toplayıp geçici bir kayıtla ders başı yapmıştım. Çocuklar çimene uzanıyor, defterlerine çizgi çalışmalarını yapıyorlardı.

Buraya kadar işler kolay. Hocam! Nasıl kolay diyorsun diyenler olacaktır. Köyde elektrik yok, su köyün içindeki çeşmeden sağlanıyor. Okul inşaat halinde. İşin zor tarafını şimdi söylüyorum. Sıkı durun. Maalesef erkeklerin dışında Türkçeyi bilen yok. Yani kadınlar ve çocuklarla anlaşmak epeyce zor. Gel şimdi sen, konuştuğunu anlamayan çocuklara okuma yazma öğret!

Evet değerli meslektaşlarım! Mesleğe yeni başlayan genç öğretmenler! Anlattıklarım size masal gibi gelebilir. Fakat bunları yaşadım ve anlatıyorum. Doğruyu söylemek gerekirse bu durum beni telaşlandırmadı değil. Fakat kısa sürede kendimi toparladım ve işe sabır, kararlılık ve azimle, tabii en başta da sevgi ile başladım.
Öğrencilerle iyi bir iletişim kurabilmem için daha önce ilçede bir süre eğitim görmüş sevgili Hayati ÜÇENAK adındaki genci dil konusunda yanıma yardımcı aldım. Kısa süre içinde çocuklarla anlaşmaya başlamıştım. Söylediklerimi anlıyorlar ve yapıyorlardı. Okulun tek öğretmeni olduğum için müdürü de, öğretmeni de, hizmetlisi de bendim. Görünüşte bütün bunlar dağ gibi karşınıza çıkan zorluklar olarak görülebilir. İçinizde meslek aşkı ve çocuk sevgisi varsa, bu gibi zorlukları kolayca atlatırsınız.

Aylar sonra nihayet inşaat bitmişti. Okulu boş bir şekilde teslim aldım. Sıra, masa, yazı tahtası, kısaca hiçbir şey yok. Öğrenciler ve eşimle birlikte okulu temizledik. Haftalar sonra Milli Eğitim Müdürlüğünden 10 takım sıra ve yazı tahtasını teslim alıp sınıfa yerleştirdik. Köyde okul yeni açıldığı için çok ilginç olaylara da şahit oluyordum. Bunlardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.


Sayfa: 1 ... 17 18 [19] 20 21 ... 28