İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Loqum_mum

Sayfa: 1 ... 16 17 [18] 19 20 ... 28
256
Şarkı Sözleri / ANADAN AYRI
« : Mayıs 15, 2008, 07:01:19 ÖS »


Geldi geçti en güzel yıllarım
Sararken kırıldı aşka doymayan kollarım
Benim gibi sevdiğine hasret kalanlar

Garip gibi köşelerde hep ayrı ayrı
Anadan ayrı babadan ayrı
Bir de yardan ayrı kaldım hepsinden acı

Çeken bilir şu gurbetin acılarını
Uykusuz geçen gecelerin sancılarını
Kim özlemez ana baba bacılarını
Bir de yardan ayrı kaldım hepsinden acı


257
Şarkı Sözleri / aşamıyorum engelleri ferdi tayfur
« : Mayıs 15, 2008, 06:59:35 ÖS »
Ne zaman gelecek o gün seni göreceğim
Ne vakit gelecek o gün sevinçten öleceğim
Uşuyorum yokluğunda yaşıyorum yaşamaksa
Düşeceğim kurtarmassan bir tarafım hep uçurumda

Ya beni al yanına
Canım feda yoluna
Bu eziyet bir bela
Yoksa cezamı aşkın bana

Aşamıyorum engelleri gözüm kara gönlüm deli
Bu aşkın sence bedeli yaşamaktan vazgeçmekmi
Sebebi sensin yalnızlığın bu dipsiz kör karanlığın
İçimdeki yangıların sönmedi yar hiç sönmedi

Doymadım doyamamki güzelliğinin tarifi yok
İçindeki sevda seli okyanuslardan dahada çok
Söyle neden bizi vurdu bu ayrıklık neyin nesi
Hadi gel geç olmadan bitmesin bu aşk hikayesi

Ya beni al yanına
Canım feda yoluna
Bu eziyet bu bir bela
Yoksa cezamı aşkın bana

Aşamıyorum engelleri gözüm kara gönlüm deli
Bu aşkın sence bedeli yaşamaktan vazgeçmekmi
Sebebi sensin yalnızlığın bu dipsiz kör karanlığın
İçimdeki yangıların sönmedi yar hiç sönmed

258
Şarkı Sözleri / HAZIR MISIN?????????
« : Mayıs 15, 2008, 06:56:04 ÖS »
Berdan Mardini-Hazır mısın?

Öyle gün oldu ki beraber yandık
Öyle gün oldu ki güldük ağladık
Kızıp darılınca uyuyamazdık
Yanyana gelip hemen biz barışırdık

Sım sımkı sarılırıp hiç kopamazdık
Gözlerime bakıp sen bir şey söyledin

Sım sımkı sarılırıp hiç kopamazdık
Gözlerime bakıp sen bir şey söyledin

Hazır mısın yarim
benle ölümlere gitmeye
Hazır mısın yarim
zincileri kırıp bükmeye
Hazır mısın yarim
benle bir ömür sürmeye
Hazır mısın yarim
sen hazırsan hazırım

Hazır mısın yarim
benle ölümlere gitmeye
Hazır mısın yarim
zincileri kırıp bükmeye
Hazır mısın yarim
benle bir ömür sürmeye
Hazır mısın yarim
sen hazırsan hazırım

my videomusic mp3 . com

Öyle gün oldu ki beraber yandık
Öyle gün oldu ki güldük ağladık
Kızıp darılınca uyuyamazdık
Yanyana gelip hemen biz barışırdık

Sım sımkı sarılırıp hiç kopamazdık
Gözlerime bakıp sen bir şey söyledin

Sım sımkı sarılırıp hiç kopamazdık
Gözlerime bakıp sen bir şey söyledin

Hazır mısın yarim
benle ölümlere gitmeye
Hazır mısın yarim
zincileri kırıp bükmeye
Hazır mısın yarim
benle bir ömür sürmeye
Hazır mısın yarim
sen hazırsan hazırım

Hazır mısın yarim
benle ölümlere gitmeye
Hazır mısın yarim
zincileri kırıp bükmeye
Hazır mısın yarim
benle bir ömür sürmeye
Hazır mısın yarim
sen hazırsan hazırım

259
Hayvan Resimleri / KARA KARTALIM BENİMM
« : Mayıs 15, 2008, 06:47:33 ÖS »

260
Şiir / Aç kapıyı yanlızlığım ben geldim
« : Mayıs 15, 2008, 05:51:40 ÖS »
Aç kapıyı  yanlızlığım ben geldim.Hayır, ağlamadım , gözlerim yaşlı değil.Cephedeydim ,kurtaramadım yenilmekliği.Gece yarısı,uyumuştur sokaklar çoktan, bir sen warsın işte ,birde benim hayaletim......Bakma öyle ,al elimden walizlerimi .bir şey yok içlerinde ; balık kokusu sinmiş üç beş kazak.Kırık bi ayna ,bir kaç tel siyah saç........  Soğuk burası ,yağmur kokuyor , geceleri uyku tutmaz insanı burda .Bak , yıldızları görmem lazım benim dolunayda; çıldırırım yoksa .Yıkarım üstüne bu mahseni,kaçamazsın..Morarmış çatlamış ellerim soğuktan görmüyormusun ?!!...Warsa sıcak bi çorba getir bana ,tuzlu olsun yoksa uğraşma aç değilim !!!!...
Saat yok duwarlarda , o kadar yalın yaşamak gün ışığıda yok , karanlık ruhun gibi yakın sana.

Yalnızlık kapat kapıyı !
Şuraya, şu soğuk taşların üzerine bir yatak ser bana.
Uyumak istiyorum,
Unutmak istiyorum,
Unutulmak istiyorum. . .


261
Şiir / Daha dün mavi umutlarla bakarken hayata
« : Mayıs 15, 2008, 05:50:15 ÖS »
Daha dün mavi umutlarla  bakarken hayata

Bugün gördüğüm sadece karanlıktan ibaret

Nerden bilirdim yokluğunun içimi bu kadar yakacağını

Gözlerimi bu denli siyaha, karanlığın hükmüne boyayacağını

Oysa küçük bir kız kadar titrek ve ürkekti bedenim

Yanına bile sokulamazdım

Ellerim alev alev olunca birden

Korkardım…

Ulaşılmazımdın,

Ulaştım...

Bir düş kadar kısa sürdü heyecanım…

Şimdi bana her şey saçma sapan geliyor

Nefes alışım bile değişti sen gittiğinden beri

Yanımdan hiç ayırmadığım maviye boyalı hayallerim bile yok artık

Ben her şeyi her yeri maviye boyarken

Şimdi el oldu hayat bana...

Nereye baksam sen

Kime sorsam evimin adresini

Senin yolunu tarif ediyorlar

Her kapı sende açılıyor

Mutluluğum, umudum, hayalim sende be sevdiğim

Hadi aç kapıyı ben geldim

262
Şiir / yine sana geldim çaresizce,
« : Mayıs 15, 2008, 05:49:14 ÖS »
yine sana geldim çaresizce,
sen,son çaremdin sanki...son nefesim
kapına gelirken herşeyimle geldim...
kırık kalp,yıkılan ümitlerimle geldim yanına..

son zamanlarda yüzüme sert rüzgarların esiyor....
geriye döneyim diyorum,kaldırımın her taşı birer uçurum kenarı sanki
 soğuk nefesini hissediorum bedenimde sanki
ben çaresizliğinle dans etmekten değil,senin sevginle dans etmekten bitiyorum

sen sevdamdın benim sevemediğim,sen son sözümdün söyleyemediğim

263
Şiir / doğmamış bebeğe mektup
« : Mayıs 15, 2008, 05:48:40 ÖS »
Bugün,
bugün çok şey anlatır gibisin.
sıcaklığını hissediyorum.
konuşmadan ellerimiz herşeyi konuşuyor gibi.
bugün bir başka yaşattığın
daha çok sahiplenir,
daha çok sahiplendirir gibisin.
Bugün,
seni daha çok özlediğimi farkettirdin.
Sensiz olamayacağımı.
Kokunu duyar gibiyim şimdiden.
Tepkisiz kaldığın zaman
soluğum kesiliyor gibi.
ciğerim kopmuş gibi oluyorum.
oysa hissediyorsun yaşadığım duyguları..

"anne ben burdayım" dediğin anda
tıpkı bugünkü gibi
her kötü şey siliniyor aklımdan
sadece sen oluyorsun dönen zamanda
sadece seni hissediyorum o an.
bugün,
bugün bir başka dokunuyorsun sanki.
o küçücük ellerin, ayakların
özlüyorsun biliyorum
özlüyorum sende biliyorsun.
hemde çok.
seni çok seviyorum bebeğim

264
Şiir / BENİ VURDUN SEVGİLİ
« : Mayıs 15, 2008, 05:47:58 ÖS »


Beni vurdun sevgili
Ta yüreğimden yaraladın
Beni vurdun sevgili
Sensizlikle cezalandırdın

Yalancı ayazları attın sevgimizi
Sonunu bilmediğin uçurumlara sürdün ikimizi
Sonbaharda içimi titreten rüzgâr gibiydin estin
Defterimde ki son şiirdin bittin

“ÇAĞATAY ÖZADA”

265
Şiir / Seversiniz bazen...
« : Mayıs 15, 2008, 05:46:51 ÖS »
Seversiniz bazen...
Bir kuşu beslemek misali,
karşınızdaki insanı sevginizle beslersiniz.

Farklıdır sevmesi insanların...
Kimi kafese tıkar kuşunu öyle besler,
alır özgürlüğünü elinden, seviyorum sanır.
Öyle sandıkça sıkar karşısındakini, bunaltır.
Ufacık bir fırsat bulsa kaçmak,
kurtulmak ister artık kuş.

Aslında korkularından yapar insan bunu,
karşısındaki insana anlatamaz, anlatmasını bilmez.
Bir başka insana gitmesini istemez.

Her koca devin koca korkuları vardır, kimse bilmez.
Kimi de serbest bırakır kuşunu.
Salıverir gökyüzüne,
döner gelir elbet der, döner gelir seviyorsa.

Alır riski çekinse de birşeylerden.
Bilir ki; koysa kafese bir gün kesin kaçıp gidecek,
bir gün kesin terkedecek.
Serbest bırakır!
Döner gelir o da karnı acıktıkça,
yüreği sevgiye acıktıkça.

Ne kadar çekinse de bilir geri döneceğini adam.
Bilir başka yerlere, başka kişilere gitse de
bir gün, bir şekilde geri döneceğini...

Kuş ta bilir daha iyisinin olmadığını
ama bazen nankörlüğü tutar.
Unutur onun için yapılanları,
uğramaz olur bir zaman...

Başka kapılarda, başka pencerelerde aynını arar.
Ama bilmez başkalarda hiç aynılık bulunmaz.
Pişman olur, geri döner bir zaman sonra.

Öyle yenik, öyle mağlup döner ki hem de...
Artık kafese girmeye bile razı olmuştur.

Şanslıdır...
Eğer geri döndüğünde açık bir pencere
veya aynı evde, aynı kişileri bulabilirse...
Eğer terkettikleri taşınmamış,
Aynı yerde kalabilmişse...

266
Hikaye ve Yazılar / kirbitçi kız
« : Mayıs 15, 2008, 05:46:00 ÖS »
Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı.
Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına
bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış,
acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin
zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar,
sevinçle haykırıyorlardı.

Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi.
Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir
kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına
almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu
taş basamakta buz gibiydi.
Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına
bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile
satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine
gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi.
Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine
söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen
kısık,incecik sesiyle "Kibrit var, kibrit"diye bağırıyordu. Sokaktan
geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak
sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış,
kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir
çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından
seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa
uzaklaşmıştı.
Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış,
oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya
dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları
uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye
titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı,
yumuşacık, turuncu bir alev.
Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını
ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın
karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir
odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın
bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı… Derken kibrit sönüverdi.
Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın
parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.

Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit
sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper
etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden
açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi
bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak
yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı
gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağız’ın gözleri sofranın
ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz
kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı.
Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu.
Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası
siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.
Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi
Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece
olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten
ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözlerini yıldızlardan
ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar
bağrışıyordu.
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek
uzaklaştı, söndü. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü’ diye mırıldandı.
Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri
ölürmüş… Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı.
Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak
ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı.
Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi
oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların
arasından bir melek gibi iniyordu… Geldi, geldi…Kollarını açtı,
torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş
kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş
kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler… Bu
kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.

Yazan:Hans C. Andersen,
Andersen Masalları

267
Hikaye ve Yazılar / acının ilacı
« : Mayıs 15, 2008, 05:45:18 ÖS »
Oğlunu kaybeden çin’li bir kadınla ilgili bir öykü vardır.Üzüntü içindeki kadın bir din adamına gider ve, “hangi duaları etsem, hangi büyüleri, sihirleri yapsam oğlumu bana geri getirir?” diye sorar.Ona birkaç teselli sözü söyleyip, geri yollamak yerine; din adamı, “bana asla acıyı tatmamış bir evden, bir hardal tohumu getir. Onu, senin yaşamından acıyı yok etmek için kullanacağız” der. Kadın hemen bu büyülü tohumu aramaya başlar. Çok güzel, kocaman bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar. “Asla acıyı yaşamamış bir ev arıyorum. Burası öyle bir yer mi? Bu benim için çok önemli” diye sorar. Onu içeriye alırlar ve “sen yanlış yerdesin” diye söze başlarlar. Daha sonra son günlerde başlarından geçen tüm trajik olayları anlatmaya koyulurlar.Kadın kendi kendine düşünür. “Bunlar benden daha acılı, bunlara birinin yardımcı olması gerekir.” Ve orada kalıp onlara yardımcı olmaya karar verir.Daha sonra başka evler aramayı sürdürür, acısı olmayan. Ama nereye gitse herbirinden acı dolu binbir hikaye duyar. Ancak insanların acılarını azaltabilme işine öylesine kendini kaptırır ki neredeyse oğlunun acısını ve onu unutturacak olan hardal tohumunu aramayı unutur. Böylece yavaş yavaş acı onun yaşamından çıkar gider.

Brian Cavanaugh

268
Hikaye ve Yazılar / hayatın anlamı
« : Mayıs 15, 2008, 05:44:36 ÖS »
Öyle gerekiyor, diye değil, içinden geldiği gibi yaşa!..
Sevdiğim:
Bazen insanlar düşünürler. Hayatın anlamı nedir diye.. Bunu zaman zaman ben de düşünüyorum. Hayatın anlamı nedir diye.. En azından seni tanıyıncaya kadar düşünüyordum..
Gerçeklerin acı olduğunu ve bu yüzden biberin gerçek olduğunu anlatan bir espriyi hatırladım. Halbuki biliyor musun, bütün biberler tatlıdır. Zira hayat sanıldığı kadar acımasız ve acı değil.
Sadece hayattaki tadı alabilmeli, kendi istediğin gibi yaşayabilmelisin.
Çevrenin ne diyeceğini umursamadan.. Zira sen yaşayamadıklarınla ölüp gittiğinde çevrenin sana bir yardımı olmayacak. Kendini özgür bırak, ne hissediyorsan onu yap. Çoğu insan, mesela benim gibi ne yapman gerekiyorsa onu yapma, bırak duygularını perdelemeyi, bırak nehirler gibi coşsun onlar.
Bir sevdiğinin elini tutarken yaşadıklarının yanlış olduğunu düşünüp hayıflanma, bırak o sevgi tüm benliğini sarsın. Eğer onun gerçekten aradığın olduğuna inanıyorsan, ona sımsıkı sarıl, onu yaşa, onu bırakma.
Günün birinde belki anlarsın ne kadar sevdiğini, ne kadar sevebileceğini, ne kadar sevildiğini, ne kadar sevilebileceğini ama iş işten geçmiş, sevgilin, seni seven gitmiş, yitmiş olabilir.
İşte o zaman üzülme vaktidir. Yerli yersiz ağlama vaktidir. İşte o zaman çevrene dönüp, şimdi ne yapacağım diye sorma vaktidir.
Alacağın cevabı sana söyleyeyim güzelim. Bilmiyorum diyecekler, senin dediğin gibi. Ben biliyorum oysa, sen de biliyordun. Hep bildin zaten, ama öyle olmadın. Ama artık sen de biliyorsun, biliyorsun ki, en azından bir kez gerçekten sevildin.Ve yine biliyorsun ki bu sevgi bitmeyecek. En azından ben bitene kadar.
Yaşa... Doğru bildiğin insanı bul ve onunla yaşa, ama bu dostunu sakın unutma... Bil ki unutulmayı hiç sevmem. Ve bil ki kurallarım vardır, herkes buna uymak zorundadır.
Dostlarım benden önce ölemezler. Dostlarım benden çok üzülemezler. Dostlarım benden çok sevemezler. Ve dostlarımı benden çok kimse sevemez.
Artık Wiestmich'in dostusun.
Yaşa bu hayatı sevdiğim, limon gibi sömürerek, tüm ekşiliğine rağmen tadını alarak yaşa!.

Yorgo Wiestmich

269
Hikaye ve Yazılar / DOSTLUK
« : Mayıs 15, 2008, 05:44:01 ÖS »
 

... Dostluk konusunda düşündüğüm zaman, hep şu noktayı gözönünde tutmalı diye düşünürüm: Acaba dostluğu arattıran sebep güçsüzlük veya ihtiyaç mıdır? Acaba karşılıklı yardımlaşmaya girişirken insanların amacı tek başlarına pek başaramayacakları şeyi bir başkasının yardımıyla elde etmek, sırası gelince karşılığını yapmak mıdır? Yoksa bu yardımlaşma dostluğun özelliğidir de, dostluğun daha derin, daha asil, sırf doğanın (tabiatın) yarattığı başka bir neden mi vardır? Dostluğa adını veren sevgi, insanların yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmasında başlıca nedendir. Çünkü çıkarlar çok kez kendine dost süsü veren ve durum gerektirdiği için saygı, ilgi gösteren insanlardan bile elde edilebilir, oysaki dostlukta hiçbir şey yalan ve yapmacık değildir, her şey gerçektir ve içten gelir. Bu yüzden, sanırım, dostluğu gereksinme (ihtiyaç) değil, doğa yaratır. Dostluğun doğuşunda, ondan ne çıkarlar elde edileceği düşüncesinden çok, ruhların sevgi ve bağlanması var...

Birçokları kendilerinin yapamayacakları şeyleri dostlarında aramaktan -haydi sıkılmıyorlar demeyeyim de- hataya düşüyorlar diyeyim. Dostlarına vermedikleri şeyleri onlardan istiyorlar. Halbuki önce iyi insan olmak, sonra kendine benzeyeni aramak doğru olur. Deminden beri söylediğim sürekli bir dostluk ancak şu kimseler arasında sağlamca kurulur: Yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmış insanlar önce başkalarının esiri olduğu ihtirasları yenecekler, sonra doğruluk ve adaleti sevecekler, birbirleri için her şeyi yapacaklar, ama birbirlerinden şerefli ve doğru olmayan hiçbir şeyi istemeyecekler, aralarında yalnız sevgi ve beğenme değil, saygı da bulunacak. Çünkü dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış olur. Bunu sananlar, tehlikeli şekilde yanılırlar. Doğa, dostluğu erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil, onun amacı şudur: erdem tek başına en yüksek katına erişemediğine göre, ortaya başkasıyla birleşip ortak olarak erişsin. Bu türlü bir birlik bazı insanlar arasında, var olmuş veya olacak ise, bu, onları katıksız iyiliğe götürecek en iyi ve en mutlu birlik sayılmalı. İşte, bence, insanların peşinde koşmaya değer sandıkları her şeyi, şerefi, ünü, ruhun sükunet ve sevincini içine alan birlik, bu birliktir. Bütün bunlar var olunca, hayat mutluluk doludur.

Cicero

270
Hikaye ve Yazılar / OKUMA ÜSTÜNE
« : Mayıs 15, 2008, 05:43:31 ÖS »


Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin, konuşurken, yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken, o işi başarırken faydası dokunur. Tecrübeyle yetişmiş kimseler, tek tek bazı işler yapar, onlar hakkında birer hüküm verebilirse de, meseleyi her bakımdan göz önünde tutan öğütler vermek, planlar yapmak, nizamlar kurmak, bilhassa bilgi sahibi kimselerin elinden gelir. Okumaya fazla vakit harcamak, uyuşukluktur. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak gösteriş, bir hüküm verirken sade kitaptaki kaidelere uymak da ukalalıktır.

Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan bitkilere benzer; okumakla budanmaları lazımdır. Okumak, tecrübeyle sınırlanmaz da başına buyruk bırakılırsa dağınık yönlere yayılmış bir bilgi verir. Tecrübe ile yetişen kimseler, okumayı hor görürler. Basit kimseler ona hayrandırlar. Bilginler ondan faydalanırlar, çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Bu, insanın, göre göre, tahsile ihtiyaç duymadan onun ötesine varan bir kuvvetle elde ettiği, bir bilgeliktir. Kitapları, ne cerhetmek, ne yanlış bulmak için ne de zaten ispat edilmiş diye, olduğu gibi kabullenip, konuşmalarında sana konu olsun diye oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır; bazılarını olduğu gibi yutar. Bazılarını geveler ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik edilmeden, bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasiyle yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu ancak kitabın değeri ve konunun önemi az olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş, kitaplar, imbikten süzülmüş adi su gibi yavan olur.

Okumak, insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir. Bu sebeple, az yazanın, hafızasının kuvvetli, az konuşanın hazırcevap, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi göstermesi için, kurnaz olması lazımdır. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar; felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağırbaşlı yapar.

"İnsanın okuduğu şey benliğine işler." Hatta insan zekasına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir. Tıpkı vücudun tutulduğu hastalıkların münasip idmanlarla iyi edilebildiği gibi. Mesela top oyunu, vücutta hasıl olan taşlarla böbrek hastalarına; ok atmak, akciğerle göğüse, ağır yürüyüşler mideye, ata binmek baş ağrılarına iyi gelir, v.s. Bu sebeple bir kimsenin zihni dağınıksa matematikle meşgul olsun; çünkü bir davayı ispat ederken biraz dalıverse davaya ta baştan başlaması lazım gelir. Eğer zekası farkları görüp ayırmaktan acizse iskolastikleri tetkik etsin. Çünkü onlar; "kılı kırk yararlar."

Bir konuyla bir diğeri arasında münasebet kurmakta ve bir meseleyi ispat edip aydınlatmaya yarayacak delilleri hatırlatmakta güçlük çekiyorsa hukuk davalarını tetkik etsin. Böylece her zeka hastalığına ilaç olacak birer reçete bulunabilir.

Bacon

Sayfa: 1 ... 16 17 [18] 19 20 ... 28