Gönderen Konu: KELİMELERİN GÜCÜNÜ ANLAMADAN İNSANLARIN GÜCÜNÜ ANLAYAMAZSINIZ!  (Okunma sayısı 1047 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı merve35

  • _Nöbetçi Mod_7/24
  • Süper Mod
  • *
  • İleti: 3552
  • Rep Gücü : 498
  • Cinsiyet: Bayan
    • Profili Görüntüle

İyi şeyleri engelleyen sözler esasında saymakla bitmez. Bu sözlerden bazıları bir virüs gibi bulaşıcıdır. Kırıcı sözler ise ruhlarda onulmaz yaralar açabilir ve insanların özgüvenini zedeler. Zehir gibi acı sözlerin kullanımı, en coşkulu ortamlarda bile havanın buz kesmesine yol açar.


Türkçemizde keder ve hüzün kelimelerinin sayısı 100’ü aşarken, neşe, sevinç ve sevda sözlerinin sayısı 30’u geçmez. Olumsuz duygu ve düşüncelerin anlatan basmakalıp sözler de övgü sözlerinden çok fazladır. Bunlara bir de önyargılar, peşin hükümler ve bir tür yalan olan mazeretler eklenir. Aksi gibi sevgi sözlerini kullanmakta olağanüstü cimri davranırken, başarıyı engelleyen sözleri her fırsatta kullanırız. Bu tür sözler, aile mutluluğunu ve ülke huzurunu bozar.

Kötü ve olumsuz sözlerin yerli yersiz sık kullanımı işyerlerindeki verimi de düşürür. Çünkü kötü söz ne kadar ucuzsa, iyi iş o kadar pahalıdır...

İyi şeyleri engelleyen sözler esasında saymakla bitmez. Bu sözlerden bazıları bir virüs gibi bulaşıcıdır. Kırıcı sözler ise ruhlarda onulmaz yaralar açabilir ve insanların özgüvenini zedeler. Zehir gibi acı sözlerin kullanımı, en coşkulu ortamlarda bile havanın buz kesmesine yol açar. İnsanlar arası iletişimi bozan sözler ise topluma kin tohumları saçar.



Mermi gibi sözler

Bazı sözler, ailede, şirkette ve toplumda şiddetin tohumlarını eker. Kişiliği ve özgüveni mermi gibi sözlerle yaralanmış kişiler güçten düşer ve başarıyı yakalamakta zorlanır. Karşısındakine “Sen adam olmazsın!” diyen kişi önce kendisiyle yüzleşmek ve kendisinin ne ölçüde adam veya insan olduğunu sorgulamak zorundadır.

“Senin aklın ermez” ve “Sana mı kaldı?” gibi sözler, küçüklerin ve gençlerin araştırma ve iş yapma azimlerini daha işin başında yok eder. “Boyundan büyük işlere kalkışma!” azarı ile ikide bir paylanan kişilerin kırılan cesaretleri onların kabuğuna çekilmesine yol açar.

“Senden başka ne beklenir ki?” ve “Sen kim, başarmak kim” sözlerindeki küçümseme ve hor görme ise yeni filizlenen başarı girişimlerini hoyratça kırar.



Yenilik düşmanlığı
Beynini terletip yeni bir fikir veya çözüm üretenlere önce “Bu fikri de nereden buldun?” diye sitem edilir. Aşağıdaki diğer tepkiler ise biraz daha yumuşak ama aynı ölçüde moral bozucudur:

“Bunu hiç deneyen olmuş mu?” sorusu ile yenilikçi kişiden ikna edeci örnekler bulması istenir. “Düşünce iyi ama pratik değil” sözüyle dar görüşlü kişiler, önerilen yeniliği daha anlamadan hemen “hayalci” etiketini yapıştırır.

Mevcut bozuk düzeni sürdürmekten yana olanlar, “Bizim için çok erken” itirazı ile değişim önerisini gündemden düşürmeye çalışır. “Biz buna henüz hazır değiliz” sözü de aynı ölçüde frenleyicidir.

Bu uyarılara rağmen yeniliği savunanlar “Eski köye yeni adet getirme.” diye sert bir şekilde azarlanır. “Bu proje güzel ama bize uymaz!” yorumunu yapanlar bize uyacak alternatif bir projeyi nedense hiçbir zaman üretmez.

Eskinin taraftarları, “Bakalım başarabilecek mi?” kuşkusu ile yeni fikirleri hayata geçirenleri sürekli olarak gözetler. İpin üstündeki cambaza “Ne zaman düşecek” diye bakarcasına, aksiliklerin yenilikçi kişiyi ne saman sendeleteceği ve yere sereceği kıskanç bir merakla izlenir. Getirdiği yenilik başarılı olanlar ise insafsız eleştirilerle yıpratılır. Övgü bekleyen yenilikçiye yöneltilen tepkiler onu anasından doğduğuna pişman edecek kadar serttir…



Tembellik bahaneleri

Sorunları algılayanlar ama çözüm için kendilerine yormak istemeyenler, koltuklarına gömüldüklerinde şu bahaneler ile kendilerini avutur:

Bırakmazlar: Bu sözü bir işi deneyecek enerjiyi kendinde bulamayanlar peşin olarak kullanır.

Zamanım yok: Tembelliklerine bahane arayanlar, haftanın 7 gününün, günün 24 saatinin, iki- üç saatlik bir başarı çabasına yetmeyeceğini savunur.

Nereden başlasam bilmem ki? Siz bir kere ilk adımı attığınızda, çözümler çorap söküğü gibi arka arkaya gelir. Yeter ki siz bir başlayın…

Artık çok geç! Bir işi başarmak için hiçbir zaman geç değildir. Her zaman her koşulda yapılacak bir şey muhakkak vardır.

Bana kalsa çoktan yapardım: Bu bahaneyi bırakıp bir an önce harekete geçin. Elinizi tutan mı var?

Ben tek başıma ne yapabilirim ki: Bu cümleyi bir aksaklığı gören ama düzeltmek için parmağını taşın altına sokmayanlar kullanır. Siz ataletinize böyle bir kılıf aramayı bir tarafa bırakıp bir şeyler yaptığınızda başkaları da peşinizden gelebilir.



Sosyal virüsler

Ünlü yazar Cenap Şehabettin, yaklaşık 100 yıl önce şu teşhisi yapmıştı. “Millet bitti! Memleket mahvoldu! diye haykıranlarımızı muayene ediniz. Ya yüreklerinde memuriyet hasreti vardır, ya da ceplerinde para yoktur.” Günümüzde de ağızlarda sakız olmuş bazı boş sözler adeta AIDS virüsleri gibi, toplumsal bağışıklık sistemimizi zayıflatır.

Ev ve kahvehane sohbetlerinde “Biz adam olamayız.” ve “Bizden ne köy olur ne kasaba…” diye konuşanlar, kendi yetersizliklerini tüm topluma yüklemiş olur. Bunlar “Toplum ve insanlar yetersizse benim de bir şeyler yapmama gerek yok” diye düşünür.

“Bu millet adam olmaz.” ve “Millet değil illet” gibi basmakalıp ve saçma sözler, kullananların ruhlarının aşağılık kompleksi ile sakatlandığını ortaya koyar.

Değişime ve reformlara karşı olanlar ise “Burası Türkiye!” ve “Böyle gelmiş, böyle gider!” sözlerinin arkasına saklanır.



Bacağına ateş edenler
Bazı zehirli sözlerin başkalarına ve topluma bir zararı yoktur. Bu sözler sadece kullananları yaralar. Geçmişteki tatsız olaylar nedeniyle özgüvenlerini zedelenen kişiler, kendilerini kuşatılmış gibi hisseder.

Bu kişiler “Herkes bana karşı!” ve “Kimse beni sevmiyor.” diye söze başlar ve bacağına ateş edercesine aşağıdaki sözlerle kendi kişiliklerini yaralarlar:

Beni anlamıyorlar: Kendinizi daha iyi anlatmayı deneyenlerin halinden anlayanlar muhakkak olacaktır.

Bana imkân vermiyorlar: Kimse imkânları altın bir tepside sunmaz. Başarı, imkansızlıklarla boğuşanların yüzüne güler.

Aksilikler hep beni bulur zaten: İşler bir dönem kötü gidebilir ama her şeyin rayına oturacağı günler için mücadele etmek gerekir.



Çaresizliğin batağında
Geçmiş yıllardaki başarısız girişimler, bazen insanı çaresizliğe sürükler. Çaresizliğin getirdiği atalet nedeniyle, zamanla kişi daha da derinlere batar.

“Ne yapsam boş! veya “Neye yarar ki?” deyip kendinizi mücadeleden uzak tuttuğunuzda, sorunlar daha da büyüyerek üstünüze gelir. Yapılan her işin çözüme az veya çok bir katkısı vardır. Hiçbir şey boşa gitmez.

“Bu işte bir bit yeniği var” düşüncesi ile uzak durduğunuz bir konuyu yakından incelediğinizde riskler ve fırsatlar somutlaşır ve daha akılcı kararlar alabilirsiniz.

Size “Bu işin sonu yok.” dedirtecek kadar kötü giden işler, bir yol ayrımından sonra birden düzelebilir.

Bazen olayların akışı ve dünyanın gidişi karşısında “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete…” diyecek ölçüde çaresiz kalabilirsiniz. Ancak düşündükçe, tartıştıkça ve okudukça çaresizlikten ve hayata seyirci kalmaktan kurtulursunuz.

Kariyer katilleri
Bazı ön yargılar ve düşünceler, kişinin girdiği işte başarılı olmasını ve yükselmesini zorlaştırır. İlk bakışta haklı ve gerçek görünse de bu kariyer katili sözlerden uzak durmak gerekir. Çeşitli gerekçelerle iş ritmini düşüren ve kendini işe vermeyenler, yıllarını boşa harcamış olur. Oysa bir atasözümüzün vurguladığı gibi “Sen işi bırakmazsan, iş seni bırakmaz.”

Kariyer katili şu sözlerden uzak duranlar, başarıyı daha kolay yakalar:

Ben yetkili değilim: Bürokratik ve hiyerarşik şirketlerde bu söz doğru olabilir ama günümüzde yükselmek için yetki talebinde bulunmak gerekiyor. Şirketin sorunlarına kafa yorduğunuzda siz de iyi çözümler bulabilirsiniz.

Zaten kimse iyi çalışmıyor! İşine kendini vermeyenleri değil, iyi çalışanları örnek aldığınız takdirde daha hızlı yükselirsiniz.

Bu paraya bu kadar çalışma çok bile! Ücretiniz gerçekten düşük olabilir ama siz işinizin vitesini bilerek düşürdüğünüz takdirde işyerinin zararı çok sınırlı olur, esas zararı siz görürsünüz!

Bu işyerinde motivasyon yok! Siz kendinizi başarıya odaklayamazsınız, hiç kimse bunu başaramaz. Başkalarından bir güdüleme beklemeden siz elinizden gelen her şeyi yapmak zorundasınız.

Sistem bozuk! İşyerinde çalışma ve üretim sisteminin düşündüğünüz kadar iyi olmaması durumunda siz yine de kendi görevinizi en iyi şekilde yapmaya bakın. Sistem ileride düzelir ama sizin kaybettiğiniz yıllar bir daha geri gelmez.

Müdürüm ne dediyse yaptım: Yalnız verilen işi yaptığınız takdirde yeni beceriler edinmeniz zorlaşır. Müdürün istediklerini yine yapın ama sizin de kendinize göre bir kariyer planınız ve yol haritanız olsun.

Nedense hiçbir işimi beğenmiyorlar: Aile yuvasından kanatlanıp bir işe giren herkes ilk yıllarda buna benzer duygularla boğuşur. Siz çevredeki insanlar yerine işinize yoğunlaşın. Ayrıca bu kadar kırılgan olmanıza da hiç gerek yok.



Girişimcinin söz tuzakları
“Ah biraz sermayem olsa!” görüşüne kapılanlar, iş fikri geliştirmeyi ihmal eder ve erteler. İş fikrinin ve proje üretme becerisinin eksikliği ise sermaye bulmayı zorlaştırır. İş kurduktan sonra “Küçük olsun benim olsun.” düşüncesine tuzağına düşenler, stratejik işbirliği ve ortaklıklara soğuk bakar ve kurduğu iş hep güdük kalır. “Denetim hep bende olmalı” endişesi ise profesyonel yöneticilere yetki devrini önler. Girişimci her işe yetişemeyeceği için işler karışır.

İşinde “Ayağını yorganına göre uzat” atasözünü şiar edinenler, işini hiçbir zaman büyütemez. Çünkü küreselleşme döneminde ancak mevcut imkânları sonuna kadar zorlayanlar ve imkânları yoktan var eden girişimciler ayakta kalabilir.

Sürekli olarak “Çinliler bizi mahvediyor.” diyerek dış rekabetten yakınanlar ise, işine yeniden yapılandıracak moral ve cesareti kendinde bulamaz. “Bu kafa ile AB zor!” zihniyeti ise, müktesebata uyumu başarılamayacak bir iş gibi görür ve havluyu atar.

Girişimcinin şirketinde çalışanların bir zamanların “Bizde size göre mal yok” veya “Alacaksınız indireyim” türü müşteriyi küçümseyen sözlerin benzerlerini kullanmaları da satışları bıçak gibi keser.



İletişim ve diyalogdaki parazitler
Konuşma sırasında karşısındakine “Anladın mı?” demek onun kavrayışını küçümseme anlamına gelir. Bunun yerine “Anlatabildim mi” sorusunu sormak daha iyidir. Diyalog sürerken “Sen zaten hep böylesin” çıkışı ise, geçmişteki bir kuyruk acısının belirtisidir ve sağlıklı iletişimi anında koparır.

Kişiliği ve fikirleri zayıf olanlar en ufak bir tartışma sırasında “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? sorusuyla makamını, karşısındakini ezmek için kullanır. Tartışmalarda “Sen kim oluyorsun ki…” sözünden medet umanlar da aynı hatalı davranış içindedir.

“Paran kadar konuş” sözünde zenginliğin, “Sen gelirken, ben gidiyordum.” sözünde nüfus cüzdanının eski olmasının sahte gururu ön plana çıkar.

“Ben sana gösteririm!” tehdidinde intikam ama aynı zamanda çaresizlik duyguları gizlidir.

Karamsar kehanetler yapmayı huy edinenler ise işlerin kötüye gitmesini çözüm çabalarına katkıda bulunmadan, sinsice bekler. Onların en büyük zevkleri felaket anında “Ben demiştim” diye öğünmektir.



Bencillik ve gaflet döngüsü

“Bize bir şey olmaz” ve “Biz farklıyız” sözü ile yaklaşan riskleri göz ardı edenler, mutsuz son kapıyı çaldığında “Ben nereden bilebilirdim ki?” sözüne sığınmaktan başka bir iş yapamaz.

“Bana ne” veya “Bana göre hava hoş” diyerek bencilliğin ataletini seçenler, zor günlerde etraflarında kimseyi bulamaz. “Bu bizim sorunumuz değil” ve “Boş ver abi ya!” nihilizmi ile kendi küçük ve boş dünyalarında pinekleyenlerin sonu da yalnızlıktır.

Vasatlığı standart olarak kabul edip “Beşten şaşma, altıyı aşma” ilkesini uygulayanların kendi hayatı da başkalarının sıradan davranışları ile çirkinleşir.

Çevresindekilere “ Her ortamda ortalarda dolaş ki sana bir sorumluluk verilmesin” öğüdünü verenlerin işlerin sahipsiz kalmasından yakınmaya hakları yoktur.



Zirvede falsolu sesler
Yönetim kademelerinde edilen bazı sözler, işyerindeki üretim heyecanını ve mükemmellik tutkusunu zayıflatır. Bazen de beden dilinin dudak bükmek, burun kıvırmak ve elinin tersiyle itmek gibi ifadeleri, kötü sözlerden daha kırıcı olabilir. Yöneticilerin şu sözleri, çalışanların işyerine bağlılığın azaltır:

Konuyu komisyona havale edelim: : Alınacak önemli kararları komisyona havale etmek işleri sürüncemede bırakır. İngilizler, bu yöntemi "analiz yolu ile felç etme" (paralysis by analysis) diye nitelendirir.

Sorumluları cezalandıracağım: İyi bir yönetici, işyerindeki bir aksaklığın en büyük sorumluluğunun kendisinde olduğunu bilir.

İşler kötüleşince küçülmek gerek: Rüzgâr tersten esince önlem almak gerekli tabii. Ancak böylesi dönemlerin atılım yapmak için en iyi dönem olduğunu unutmadan. Konjonktüre direnen ve tanıtımına, yeni ürünlere ara vermeyen şirket, işler düzelince iki adım önde olur.

Bu elemanı gözüm tutmadı: Kişileri sempatik olup olmadıklarına göre değil de performansı ile değerlendirmeyen yöneticilerin etrafını evet efendimciler sarar.

Aynı gemideyiz: Yönetici bu sözü bilanço zarar yazmaya başladığında ve yumurta tam kapıya geldiğinde söylerse, kimse özveri göstermeye gönüllü olmaz. Çalışanların değerini iyi günde de takdir etmek gerekir.



Mazeretler ülkesi
Yukarıdaki sözlerin yarattığı başarısızlık ve verimsizlik ortamında en iyi yapılan iş mazeret üretimidir. Ödevini yapmayan çocuğun “Elektrikler kesikti” ve ”Öğretmen bana taktı!” mazeretleri ile başlayan bu üretim beşikten mezara kadar sürer. Sporda her yenilginin bahanesi olarak çamur sahalar, sakatlıklar, hakemler ve şanssızlık gösterilir. Mazeretler ülkesinin politikacıları, ya “Enkaz devraldık” diyerek geçmiş dönemin yöneticilerini suçlar, ya da “Benden sonra tufan” zihniyeti ile sıkıntıları geleceğe devreder.

Enflasyon yükseldiğinde suç ya domateste ya da yeşilbiberdedir! Bu ortamda toplum zararına işler yapanlar ise kendilerini “Ben yalnız emirleri uyguladım” mazereti ile savunur…

Güzel, umutlu ve duygulu sözleri kullanmayı hep “Yarın“a bıraktığımız takdirde kaderimiz, insanların yaralayan sözlerimiz nedeniyle pişman olup “Keşke!“ demek olur. Ancak kötü sözler etrafta fütursuzca dolaşsa da bunların kara büyüsünü bozmak kolaydır. Çünkü yüz bin kötü sözün düğümünü bir iyi söz çözebilir...


Kahrolacaksın!
Ve bir gün gelip, beni anlayacaksın.
Oysa; vakit çoktan geçmiş olacak
Ama sen yine de sözlerime aldırma.
...Gözlerin zamansız ıslanmasın.
Çünkü, artık çocuk değilsin
Güneşin nereden doğduğunu bilirsin
Başka bir İstanbul olmadığını bilirsin
Ve seni nasıl sevdiğimi bilirsin
Ama gitmek istiyorsan, yine de sen bilirsin