Gönderen Konu: Siyanür ve Yan Etkileri  (Okunma sayısı 920 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı lazakrep61

  • Yönetici
  • *
  • İleti: 2689
  • Rep Gücü : 608
  • Cinsiyet: Bay
  • Dünyada Ölümden Başkasi Yalan...
    • Profili Görüntüle
    • Benim Mekan
Siyanür ve Yan Etkileri
« : Haziran 08, 2009, 08:32:10 ÖS »

Bu yazı, hemen herkesin hakkinda bir kac sey soyleyebilecegi kadar meshur olan siyanur ve ailesini tanitim amaciyla kaleme alinmistir. Kimi Agatha Christi romanlariyla, kimisi Bergama sakinlerinin altin isletme fabrikasini protestosuyla, kimisi de kimya dersleriyle tanismistir siyanur ile. Bu yuzden, bu konuda bir seyler karalamak kolay olmadi. Ben de insanlarin zaten bildigi veya bildigini sandigi gercekleri burada toplamaya calistim sadece.

Oncelikle, siyanur kimyada herhangi bir kimyasali degil bir kimyasal ailesini temsil eder. Siyanur bilesikleri genel olarak CN- kokunu iceren bilesiklerdir ve bir siyanur olmak icin, bunun disinda aranan bir sart da yoktur. Siyanur kelime anlami olarak yunanca ‘mavi’ anlamina gelen ‘kyanos’ kelimesinden turetilmistir. Kelime olarak ’mavi’nin secilmesinin sebebini anlatmak icin siyanurun karanlik gecmisine kisa bir goz atmamiz gerekiyor…

Siyanurun insanoglu ile tanismasi, 18. Yuzyilin basinda olmustur. Bir rivayete gore Dippel isimli hayatin anlamini bulmaya merak salmis bir simyaci, mavi renkli bir bilesik sentezler. Bunu kullananlarin omrunun yuzyil uzadigi cevre halki arasinda hizla yayilir. Dippel halktan uzak Frankenstein adli satosunda yalniz yasayan garip birisidir, ve evet simdi sizin de dusundugunuz gibi ‘Frankenstein’ adli romanin bu satodan esinlenildigi iddia edilir bazi kaynaklarca. Biz konuyu fazla uzatmadan bu mavi bilesige donelim. Yine ayni donemde, ressam Diesbach hayvan kanini potasyum karbonat ve demir sulfat ile karistirip kaynattiginda koyu mavi bir cokelek elde eder (1704). Bu bilesigin yapimi cok kolay ve ucuz oldugu icin bu bilesik uzun bir sure mavi boya eldesinde kullanilir ve bu maddeye ‘Prusya mavisi (= Prussian Blue)’ adi verilir. Bu boya Dippel’in satosunda buldugu mavi renkli maddenin ta kendisidir bir rivayete gore. Biz bu rivayeteri birakip mavi bilesigin hikayesine devam edelim. Cok kisa surede meshur olan bu boya tabi ki bir cok bilim adaminin ilgisini ceker ve yapisini arastirmaya baslarlar. Bu bilim adamlari arasinda en sanssiz olani Isvecli bir kimyaci, Scheele’dir. Scheele, bu mavi bilesigi seyreltik sulfurik asit ile reaksiyona sokarak renksiz bir gaz elde eder ve buna ‘Prussic acid’ adi verilir. Sanssizligi bu asidi sentezlemesidir. Ne yazik ki Scheele bir kac sene sonra bu gazin bulundugu sisenin kirilmasi sonrasi zehirlenir ve daha uzun arastirmalar yapma imkani bulamaz. Bu siyanur’un kayitlara gecen ilk cinayetidir. Bu olay bilim dunyasinin merakini daha da artirir ve bu bilesigin formulunu bulmak icin cesitli deneyler yapilir. Nitekim, 1811 yilinda Gay Lussac, Scheele’yi olduren gazin hidrojen siyanur oldugunu ve yapisinda bir adet hidrojen, karbon ve azot oldugunu ispatlar. Prusya mavisinin yapisinin tespit edilmesi ise o kadar kolay olmaz. Yaklasik yuz yil sonra Prusya mavisinin yapisinin Fe7(CN)18(H2O)x (x= 14-16) oldugu ispatlanir. Bu bulustan sonra bulmacanin eksik parcasi da tamamlanmistir. Prusya mavisi yapisinda kuvvetli siyanur baglariyla baglanmis demir atomlarindan olusmaktadir, ve bu da bilesigi oldukca kararli kilmaktadir. Lakin, Scheele’nin yaptigi gibi bu bilesigi asit ile reaksiyona sokarsak siyanuru bu orguden koparmak ve hidrojen siyanur gazini elde etmek mumkun;

Fe7(CN)18(H2O)x + H2SO4 → HCN + demir tuzlari + su

Prusya mavisi gayet kararli ve zararsiz –hatta bir hayli yararli- olmasina karsin, az miktarda hidrojen siyanur gazi bile kandaki hemoglobin ile girdigi tersinmez bir reaksiyon sonucu vucuda oksijen gitmesini engelleyerek bir yetiskini kisa bir surede oldurecek guce sahiptir. Bu yuzden siyanur bilesikleri ile ugrasirken alinmasi gereken en buyuk onlem budur. Asidik bilesiklerden ve asidik ortamdan uzak durmak. Bu ortam saglandiginda siyanur bilesiklerinin dusunuldugu kadar tehlikeli olmadigini goreceksiniz (yemeye calismadiginiz veya dokunmadiginiz surece!). Su anda siyanurun kullanim alanlari boya sanayiinden tip bilimine, madenciliktek balikciliga kadar genis bir yelpazeye yayilmistir. En basitinden asetonitril, CH3CN, organik kimyada kullanilan en yaygin cozuculerden birisidir.

Siyanur, ayrica koordinasyon kimyasinda da oldukca meshur bir liganddir. Metal iyonlarina kuvvetli bir sekilde baglandigi icin soy metallerle (altin, gumus, nikel vs) bile reaksiyon girebilen nadir bilesiklerdendir. Bu ozellik ise herkesin bildigi gibi siyanurun madencilikte kullanilmasina yol acmistir. Ozellikle altin ve gumus madenlerinde bu metallerin saf olarak eldesi icin kullanilan siyanur cevrecilerle madencilerin arasini bir hayli acmistir. Bunu Bergamadaki koylulerin protestolari sayesinde biz de ogrenmis olduk. Bunun sebeplerini ogrenmek icin isterseniz once siyanurun nasil kullanildigini anlatalim. Bir altin madeninde oncelikle toprak parcalara ayrilir ve bir miktar baz cozeltisi (kalsiyum hidroksit) eklenerek pH hidrojen siyanur olusmamasi icin belli bir seviyenin uzerine cikarilir. Bundan sonra siyanur eklenir ve altinin siyanur ile reaksiyona girmesi saglanir;

Au + KCN + O2 + H2O → K[Au(CN)2] + KOH

Bu reaksiyon sonucu kati haldeki altin sivi faza gecer ve topraktan ayristirilmasi saglanir. Tabi bu haliyle altin metal halinden +1 degerligine yukseltgenmistir. Altinin bilinen en yaygin haliyle kullanilmasi icin altinin elektroliz yontemi ile sifir degerligine geri indirgenir ve saf haldeki altin elde edilmis olur. Geriye kalan ise bir yigin siyanurlu topraktir. Topraktaki siyanur SO2/hava ile bozulup ayristirilana kadar depolarda saklanir ve ayristirma sonrasi toprak tekrar dogaya geri doner. Tabi ki bu surec sirasinda gerceklesebilecek bir aksaklik ve sizma cevre tabiati uzun sure olumsuz etkileyebilecek felakete yol acabilir. Bunu gecmiste bir cok kere yasadik. Bunlardan en buyugu 2000 yilinda Romanya’nin Baia Mare sehrindeki madenlerde olusan sizma sonucu su kaynaklarina siyanur karismasi ile su kaynaklarinda yasayan canlilarin olmesi ekosistemin altust olmasi. Bu yuzden cevreciler bu yontemi protesto etmekte son derece hakli. Ancak diger tarafindan bakildiginda da tam bir cikmazin icinde oldugumuz gorulecektir. Altin cikarmak icin siyanur yontemi disinda bilinen daha uygun, daha ucuz ve daha az tehlikeli bir yontem mevcut degil. Madencilerin bu yontem de israr etmesinin sebebi de bu; bunun alternatifi yok. O yuzden bu yontem riskine ragmen dunya genelinde –Turkiye de dahil olmak uzere- bir cok ulkede (yaklasik doksan madende) kullanilmaktadir. Ozellikle Romanya’daki felaket sonrasi bu yontemi denetlemek amaciyla yasalar tekrar duzenlendi fakat bu cevreciler icin yeterli degil elbette. Bu yaziyi hazirlamadan once Bergama’daki altin madenini isleten Koza altin isletmelerinin web sayfasina goz attim. Gordugum kadariyla Bergama’daki madenleri devraldiktan beri (2005) kendilerini ve isletmelerinin ne kadar guvenilir oldugunu ispatlamak ugras veriyorlar. Web sayfasinda verdikleri raporlar ve bilgiler dogrultusunda hakli bir ugras icinde olduklarini soyleyebiliriz. Tabi ki buna asil verecek yetkili denetim kuruludur. Sonuc olarak altina olan buyuk talep var oldukca bu madenler de calismaya devam edecektir. Bu yuzden buyuk miktari aksesuar ve estetik amacli kullanilan altin icin bu riski almaya deger mi? sorusunu herkes kendisine sormali. Bu riski almak istemeyenlerin yapacaklari en iyi protesto oncelikle kullandigi veya satin aldigi altinin gercekten ne kadar onemli oldugunu dusunmektir kanimca. Bilgim cercevesinde benim soyleyebileceklerim bu kadar ile kisitli. Bu konuda daha detayli bilgi edinmek isteyenler icin sanirim bu yazi iyi bir baslangic olacaktir, ve internette kisa bir arastirma ile bir cok bilginin edinilebilmesi bu konunun ne kadar meshur ve hala tartismali oldugunu gostermeye yeterli. Size simdiden kolay gelsin..