Dur zaman! Yolun yol değil
Geride bıraktığın olur iş değil
Dördü de hem telaşlı hem de ellerinden geldiği kadar dikkatliydiler. Hâlâ baygındı Kevser. Bir üst kata çıktıklarında revire ulaşmış olacaklardı, ama büyük bir engel vardı önlerinde: İdarî bölüm! Şimdilik kimseler yoktu görünürde. Mesainin bittiğine güvenip orda olmadıklarını ummaktan başka da çareleri… Soluklarını da kontrol etmeye çalışarak yürümeye devam ettiler. İdarî bölümün önünden geçmişlerdi ki kapı açıldı ve dışarı biri çıktı. Arkasına bakmaya cesareti olan yoktu içlerinde. Dua ediyorlardı birbirlerinden habersiz, müdür yardımcılarından biri olmasın diye. Birkaç saniye geçmiş, durmaları için uyarıda bulunan olmamıştı hâlâ. Dualar daha bir hızlanmıştı artık, en az adımlar kadar… Bir anda gelen sesle irkildiler.
“Nereye gidiyorsunuz?”
Durmak zorundaydılar. Korkuları gerçekleşmişti işte, Müdür Yardımcısı Zekeriya Bey’di bu! Yanlarına gitti vakit kaybetmeden. Kevser’i o halde görünce bir an için neye uğradığını şaşırsa da hemen toparlandı.
“Ne oldu Kevser’e? Yine birileriyle kavga mı ettiniz yoksa?”
“Hayır öğretmenim, merdivenlerden düştü.”
“Neyse, oyalanmayın; çıkarın hadi!”
O da peşlerinden gitti revire kadar. Kevser’i bir odaya yatırdılar ve muayene için hazırlamaya başladılar. Formasının üzerindeki hırkayı çıkarmalarıyla çığlığı basmaları bir oldu. Kevser’in karın bölgesi kanlar içindeydi. Çığlıkları duyan Zekeriya Bey, o panikle içeri daldı ve manzarayı görür görmez telefona sarıldı.
........................
Akşam yemeği öncesi bahçede gezen öğrenciler, siren sesleri okula yaklaştıkça kapıya doğru yürümeye başladılar. Biraz sonra ambulansın içeri girmesiyle herkes etrafına toplaştı. İlk kez okula bir ambulans gelmişti. En ağır hastalıklarda bile okulun aracıyla gidilirdi hastaneye.
Okulun içindeki lojmanlarda kalan Ayşe Hanım ve Müdür, haberi alır almaz ana binaya gitmişlerdi. İçeri kimse alınmıyor, bu da öğrencileri iyice meraklandırıyordu. Hatice ve arkadaşları en önde bekliyorlar, bir yandan da çıkacak kişinin Kevser olmaması için dua ediyorlardı. Özellikle Aysel, Zeynep ve Hatice yerlerinde duramıyor; sürekli volta atıyorlardı kalabalığın önünde.
Kapı açıldı ve ambulans görevlileriyle birlikte dışarı çıktı Kevser. Arkasından arkadaşları, Ayşe Hanım, Müdür Bey, Zekeriya Bey ve hemşire de çıktılar. Hatice’nin kaynar sular başından aşağı döküldü sanki. Beş dakika öncesine kadar hissettiği huzursuzluğun ne kadar yetersiz olduğunu düşündü. Pişmanlık her yanını sarmış ve içinde bulunduğu çıkmazda daha da dibe batıyordu her saniye. Ambulansın yürek daraltan sireni yeniden çalmaya başladığında, gözlerinde daha fazla kalamayan yaşlar hızla döküldü yanaklarından aşağı. Bir saat önce, üzülmemesini söylediği ve destek olmaya çalıştığı arkadaşı Aysel’le rolleri değişmişlerdi şimdi.
“Kendine yüklenme bu kadar. Böyle olmasını istemediğini hepimiz biliyoruz. Seni mecbur bırakmasaydı ona zarar vermeyi düşünmezdin bile.”
Hiçbir sözün ve desteğin anlamı ya da faydası yoktu Hatice’nin gözünde. En kötüsünü düşünmemeye çalışsa da, olasılıklar arasında olduğunu çok iyi biliyordu. Koşabildiği kadar koşmak, uzaklaşmak, kaçmak… Ne oradakilerden, ne de olanlardan; yalnızca düşüncelerinden…
“Kim üzmüş benim kardeşimi bakayım? Ne oldu ablacığım, neden ağlıyorsun?”
Ayten’in kendinden emin ve huzur veren sesini duymak bile iyi gelmedi Hatice’ye. Herhangi bir şeyin ona iyi gelmesine izin verirse suçu daha da artacak diye düşünüyor ve ona iyi gelebilecek ne varsa bir kenara itmek istiyordu. Kimsesi kalmasın, haklılığı olmasın, sevilmesin... Yeter ki bu vicdan hesabı görülsün!
“Sakın bana Kevser’e üzüldüğünü söyleme! İnan ki çok gülerim buna.”
“Ama…”
“Bak ufaklık, bazı insanlar vardır ki onlar adına üzülmek insanların işi değildir. Hiçbir insan, o kadar büyük merhameti yok diye kınanmaz. Ayrıca unutma; acıma, acınacak hale düşersin derler bizim buralarda.”
“Ayten Abla…”
Hatice’nin suçluluk dolu bakışlarını fark eden Ayten, ihtimal vermese de onun bu işle ilgisi olabileceğini düşündü bir an. Şaşkın ve soran gözlerle baktı Hatice’ye. Bir süre kalakaldı, Hatice başını öne eğince.
“Nasıl yani? Sen mi onu… Hadi canım sen de!”