Rüyalara dair bugüne dek psikoloji literatüründe pek çok kuram süregelmiş.
A) Psikodinamik görüşün babası Freud rüyaların, bilinçaltımızdaki düşünce, his ve isteklerin su yüzüne çıkabildiği bir pencere olduklarını düşünüyor. Çocukluğumuza kadar uzanan ve bilinçaltımıza ittiğimiz, bastırdığımız ve kökeninde cinsel arzularla öfke barındıran bu his ve isteklerle rüyalarımız yoluyla yüzleşebiliyoruz. Freud rüyaları ikiye ayırıyor:
1.) Gizil anlamlı rüyalar: Bu rüyalar sembolik anlamlar taşıyor ki Freud'a göre psikolojik yorumların bu rüyalar üzerinden yapılması gerekiyor.
2.) Görünür içerikli rüyalar: Bu rüyalarsa günlük hayatımızda duyduğumuz, yaşadığımız olaylarla bağlantılı olarak gördüğümüz rüyaları oluşturuyor.
B) Bilişsel görüşse, rüyaların uyanıkken aklımızı kurcalayan kaygı ve düşünceleri içeren zihinsel işleyişlerin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Diğer bir deyişle, rüyaların yalnızca bir düşünce biçimi olduğunu savunuyor. Öyle ki, rüyaların bazen gün içinde çözümünü bulamadığımız kimi soru ve sorunlara çözümler üretebileceğimiz dönemler olduğunu öne sürüyor.
Kuramlar elbette ki bu ikisiyle sınırlı değil. Ancak sorunuzun yanıtına eğilen iki ana kuram psikodinamik ve bilişsel kuramlar. Haliyle, Psikodinamik yaklaşıma göre yatmadan önce düşündüklerimiz, günlük hayat sırasında aklımızı kurcalayan sorun ya da olaylar gördüğümüz rüyaların yalnızca bir kısmını açıklıyor. Kimi rüyalarımızsa daha kapalı ve sembolik anlamlar içeriyor. Bilişsel görüşe göreyse bu düşünceler rüyaların hemen hemen tümünü açıklamakta yeterli.