Gönderen Konu: Anne Oluyorum  (Okunma sayısı 801 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı OLCAY

  • _ByKuS_
  • Admin
  • *
  • İleti: 8917
  • Rep Gücü : 674
  • Cinsiyet: Bay
  • O şimdi ****EVLİ****
    • Profili Görüntüle
    • boyacı
Anne Oluyorum
« : Haziran 19, 2008, 12:48:45 ÖS »

Hamile olduğunu öğrendiği anda buna inanmakta zorluk çeken, heyecan, korku, coşku, endişe, gurur gibi karışık duygulara kapılan kadın, en çok ‘peki şimdi ne olacak?’ kaygısı yaşıyor...

Anadolu Sağlık Merkezi’nden Psikiyatrist Dr. Banu Büyükkal, annelik duygusu ile ilgili bilgi verdi...

Gebe kalmak ve çocuk doğurmak her canlı için türün devamını sağlayan süreç. İnsanda çocuk sahibi olma arzusunun bir içgüdü olup olmadığı tartışmaları sürse de, gebe kalmak ve doğum yapmak bir kadının hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biri.

Bazı kadınlar kolaylıkla gebe kalabilirken bazıları için gebelik uzun ve yıpratıcı bir mücadelenin sonucu. Her durumda, gebe olduğunu öğrenen bir kadın genelde ilk anda buna inanmakta zorluk çeker. Karışık duygulara kapılabilir. Heyecan, korku, coşku, endişe, gurur veya ‘peki şimdi ne olacak?’ kaygısı gibi. O ana dek annesinin kızı olan kadın bir anda artık birinin annesi olacağını fark eder. Açık, paylaşımcı, doyumlu bir evliliği olan kadınların ilk anda yaşadıkları olumsuz duyguları eşleriyle paylaşıp geride bırakmaları, önlerindeki dokuz aya ve sonrasına odaklanmaları daha kolaydır. Sarsıntılı evliliklerde ve özellikle istenmeyen gebeliklerde olumsuz duyguların aşılması daha zordur, uzman yardımı alınmadığı takdirde gebelikle birlikte kaygılar ve korkular da büyüyebilir. Bu tür ilişkilerde çocuğun bağımsız ve mutlu bir birey olarak yetişeceğini hayal etmek yerine, belki de o evliliği kurtarma ya da annenin mutsuzluğunu onarma misyonu çocuğa yüklenebilir. Oysa bu, henüz hiçbir şeyin farkında olmayan bebek için taşınamayacak kadar ağır bir yüktür. Bu yüzden, ilişkileri sorunlu kişilerin bebek sahibi olmayı planlamadan önce, ya da sürpriz gebeliklerde, doğuma kadar geçecek dokuz ay içinde, gerekirse bir uzmana da başvurarak bu sorunları aşma yolunda çaba harcamaları en sağlıklı yaklaşımdır.

Anne baba olmayı seçenlerin hem parasal hem de duygusal kaynaklarını önceden hazırlamaları yerinde olacaktır. Kuşkusuz bebeğin anne karnında büyüdüğü kırk hafta içinde kadının bedeninde son derece sıradışı değişiklikler gerçekleşecektir. Dokuz ay ilk başta çok uzun görünse de, anne baba olma fikrine alışmak ve bebeğe hazırlanmak için ancak yeter.

ERKEKLER DE KADINLAR GİBİ KARIŞIK DUYGULARA KAPILIRLAR
Baba olmakla ilgili heyecan, kaygı, rol endişeleri yaşayabilirler. Üstelik erkeklerin birçoğu duygularını dışavurmakta kadınlar kadar rahat olmadıkları için, sessiz kalmaları streslerini daha da artırabilir. Bu yüzden eşlerine karşı yeterince destekleyici davranamayabilirler. Anne baba adaylarının gebelik sırasında yaşadıkları olumlu-olumsuz duyguları birbirleriyle paylaşmaları daha sağlıklı bir bakış açısı geliştirmelerine ve doğuma ve sonrasına daha hazırlıklı olmalarına yardımcı olacaktır. Tedaviyle gerçekleşmiş gebeliklerde veya anne yaşının 35-40’ın üzerinde olması gibi durumlarda bebeğe “değerli bebek” muamelesi yapılır; her bebek değerlidir, bu tür riskli durumlarda farkı yaratan, hekimin ve anne-baba adaylarının bazı önlemler almalarının gerekebilmesidir. Anne adayının aşırı strese kapılması bebekte olumsuz etkiler yaratabilir, bu yüzden gereken önlemler alındıktan sonra, tıpkı normal gebelikler gibi, bu değerli zamanın keyfini çıkarmaya çalışmalıdır. Stresi kendi başına aşmak olanaklı değilse bir uzmana danışmak yerinde olacaktır. Gebelik sırasında ilaç kullanmaktan kaçınılmalıdır. Ne var ki, kadının ruhsal durumu gebeliğin sağlıklı sürmesini engelleyecek kadar bozulmuşsa, çiftle birlikte, ilacın yaratabileceği olumsuz etkilerle ilaç kullanmamanın sakıncaları kefeye konur. Bu ancak bir uzmanla verilecek bir karardır, insanların kendiliklerinden kullandıkları en masum ilaçlar bile son derece zararlı sonuçlara yol açabilir.

DOĞUM ÇÖZÜM DEĞİL
Kadınlar genellikle doğumla birlikte gebeliğin yarattığı sıkıntılardan kurtulacakları için bebeklerini kucaklarına aldıkları anda büyük bir coşku yaşayacaklarını düşünürler. Oysa birçok kadın hüzün, sinirlilik, endişe, bitkinlik ve yetersizlik duygularına kapılabilir. Doğum sonrası hüznü denen bu durum genellikle doğumdan sonraki iki üç hafta içinde ortaya çıkar. Genelde buna yol açan hormon düzeylerindeki ani düşüş, göğüslerdeki şişkinlik, evdeki değişiklikler, bebeğin beraberinde getirdiği yeni sorumluluklar gibi etmenlerdir. Bu bir hastalık değildir ve eşin, ailenin, dostların desteği ve dinlenme ile kısa sürede kendiliğinden geçer.

Bununla birlikte, doğumdan sonraki altı ay içinde yaşamdan zevk almama, iştahsızlık, enerjisizlik, fazla veya az uyuma, değersizlik veya suçluluk duyguları, aşırı sinirlilik, kendine veya bebeğine zarar verme endişeleri, ağlamalar, vs. gibi çökkünlük belirtileri ortaya çıkmışsa, bu doğum sonrası (lohusalık) depresyonu denen durum olabilir ve uzman tarafından tedavisi gerekir. Bebeği nedenli nedensiz sık sık çocuk doktoruna götürülmesi de doğum sonrası depresyonuna işaret ediyor olabilir. Daha once depresyon geçirmiş, evliliği sorunlu, aile desteği olmayan, gebelik veya doğumlu stresli olaylar yaşamış kadınlarda doğum sonrası depresyonu gelişme olasılığı daha yüksektir.

HİÇBİR KADINDAN “SÜPER ANNE” OLMASI BEKLENMEMELİDİR
Her kadın yapabilecekleri ve yapamayacakları hakkında kendine ve eşine açık olmalı, gerekirse yardım istemekten çekinmemelidir. Doğum yapmak çok büyük değişiklikleri beraberinde getirir, anne-baba olmanın kolay olduğu da asla söylenemez. Ama bebeğin günden güne büyüdüğünü görmek, onun kendi kişiliği olan birine dönüşmesini izlemek bütün çekilen zorlukları unutturacaktır.

Yazar: Psikiyatrist Dr. Banu Büyükkal