Bu sabahta, her sabah olduğu gibi,
sensizliğe açtım gözlerimi.
Biliyorum yoksun ama,
yine de mutfağa baktım, orada mısın diye.
Bıktım artık, her gün aynı hüsranı yaşamaktan.
Ekmek almaya gittim,
yine senin sevdiğin zeytinden aldım.
İki yumurta kırıp bekledim seni, gelmeyeceğini bile bile.
Alışkanlık işte; yine iki bardak koydum masaya,
Ve, ikisinide doldurup, birine şeker atmadım hiç.
Sırf sen yoksun diye, çayın bile eski tadı yok.
Güneş, eskisi gibi vurmuyor artık pencereme.
Gariptir ama,
çalar saat bile, bir başka çalıyor sabahları.
Oysa, hiçbir eşyanın yerini değiştirmedim,
Hepsi yerli yerinde duruyor, aynı giderken bıraktığın gibi.
Duvardaki tablolar, vitrindeki bardaklar,
balkondaki saksılar.
Hatta, her sabah gelip, çiçeklere zarar veren
o inatçı kuş vardı ya;
O bile, hala aynı inatta.
Sokağın sabah telaşı,
Okula giden çocukların koşuşturmaları,
Mahallelinin sabah muhabbetleri,
Sokak arasındaki simitçi naraları,
hep eskisi gibi.
Sonra, her sabah işe giderken uğradığım
gazete ve sigara satan o küçük büfe,
Onun önündeki dolmuş bekleyen kalabalığın
uykulu gözleri,
Az ileride, yol kenarında bekleyen, küçük boyacı çocuk bile
aynı saatte ve aynı yerinde.
Değişen pek birşey yok aslında.
Herşey aynı, herşey olduğu yerde ve herşey sensizlikte.
Herşey;
Gelmeyeceğini bile bile,
Hala, seni beklemekte...!
MÜEBBET-MART2006
Zeki Yüceel