Vaktiyle bir grup müslüman, tertip ettikleri bir kervanla hacca gitmek üzere yola koyulurlar. Çölleri aşıp vahaları geçerek yol alırlarken, iki dağın arasında eşkıya birden etraflarını çevirir. Gözlerine ilişen ne var ne yok hepsini alırlar. Ancak kafilede bulunan kadınlara dokunmazlar. Hacı namzetlerinden yaşlı bir zat:
“-Eyvah, bu eşkıya paralarımızı da alıp gidecek. Hacca gitmek şöyle dursun, evimize dönecek paramız bile kalmayacak” diye sızlanır. Tam o esnada eşkıya-lardan biri arkadaşlarına seslenir:
“-Hey, biz kadınların üstlerini aramayı unuttuk. Asıl altın onlardadır”
Bu söz üzerine hep birlikte dönerek, o fazilet ve iffet timsali hacı namzedi müslüman hanımların üzer-lerindeki elbiseleri yırtıp örtülerini açmaya başlarlar. Bu manzarayı gören yaşlı zat fikrini değiştirir:
-Paramızı götüremezler artık, korkmayın’der.
Nitekim onlar kadınlara hücum ettikleri anda müthiş bir gök gürültüsüyle birlikte şimşekler çakar, eşkıya reisinin başına ansızın korkunç denecek şiddetle yıldırım düşer. Paniğe kapılan soyguncular, ne yapacak-larını bilemez hale gelirler. Nihayet yakalanıp, paraları da iade etmeye mecbur kalırlar.
Ortalık sükunete erdikten sonra o yaşlı zata sorar-lar:
-Önce, paralarımızı dahi götüreceklerini söyle-diniz; sonra da sanki olacakları biliyormuşçasına, “Artık götüremezler” diye kestirip attınız. Hakikaten de dedi-ğiniz gibi oldu. Paramızı götürmediler. Bunu nasıl bildiniz?”
Yaşlı zat şöyle cevap verir:
-Onlar, paralarımızı almakla bize zulmettiler. Ama zulüm vasat derecedeydi; gayretullaha dokunacak seviyeye ulaşmamıştı. Ne zaman ki hanımlara dönüp onlara eziyet ettiler; iste o an zulüm gayretullaha dokunacak seviyeye vardı. Zulüm bu dereceye ulaşınca devam etmez. İlahi bir silleyle son bulur. Nitekim öyle de oldu, cezalarını buldular. Ele başları öldü, ötekiler de yakalandı. Biz de kurtulmuş olduk.