Bir gün Yûsuf-i Bahirânî isminde bir zât kendi kendine;
"Bâyezîd-i Bistâmî'nin yanına gideyim. Eğer, açıktan bir kerâmet gösterirse velî olduğunu kabûl edeyim. Böylece onu imtihân etmiş olayım." diye düşündü. Bu düşünce ile, Bâyezîd-i Bistâmî'nin bulunduğu yere geldi.
Bâyezîd-i Bistâmî onu görünce buyurdu ki;
"Biz kerâmetlerimizi, talebelerimizden Ebû Saîd Râî'ye havâle ettik. Sen ona git."
Bu kimse gidip, Ebû Saîd Râî'yi sahrada buldu. Kendisi namaz kılıyor, koyunlarına da, kurtlar bekçilik ediyordu. Namaz bitince, gelen kimse kendisinden tâze üzüm istedi. Oralarda üzüm bulunmazdı ve zamânı da değildi. Ebû Saîd Râî, asâsını ikiye bölüp, bir parçasını gelen kimsenin tarafına, diğer kısmını da kendi tarafına dikti. Allahü teâlânın izni ile, hemen o parçalar asma oldu ve tâze üzüm verdi. Fakat, Ebû Saîd tarafında bulunan üzümler beyaz, gelen kimsenin tarafında bulunan üzümler siyah idi. O kimse, üzümlerin renklerinin farklı olmasının sebebini sordu.
Ebû Saîd Râî;
"Ben, Allahü teâlâdan, yakîn yolu ile istedim. Sen ise imtihan yolu ile istedin. Dolayısıyle, renkleri de niyetlerimize uygun olarak meydana geldi." buyurdu ve o kimseye bir kilim hediye edip, kaybetmemesini tenbih etti.
O kimse kilimi alıp, hacca gitti. Fakat, kilimi, Arafat'da kaybetti. Çok aradı ise de bulamadı. Hac dönüşünde, Bistâm'a, Bâyezîd hazretlerinin yanına uğradı. Baktı ki kaybettiği kilim, Bâyezîd-i Bistâmî'nin önünde duruyor. Bu hâdiselere şâhid olduktan sonra, böyle yüce bir zâttan, kerâmet istediğine çok pişmân oldu. Tövbe ve istigfâr edip, Bâyezîd-i Bistâmî'nin talebeleri arasına katıldı.
Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas Yayınları