''Allâh onları sever; onlar da Allâh'ı severler. (Mâide, 54)
Balıkçılar büyük balığı birdenbire çekmezler. Olta balığın boğazına saplandığında kanı akıp gevşesin ve zayıf olsun diye bir parça çekerler, yine bırakırlar. Büsbütün zayıf düşünceye kadar bu böyle devam eder. Aşk oltası dahî insanın damağına saplanınca, ondaki bâtıl olan kuvvetlerin ve kanların yavaş yavaş yok olması için Hak Teâlâ onu tedrîcen çeker. (Fîhi mâ fîh, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî; terc: Avni Konuk.)
Hiçbir şey yoktu, yalnız Sen vardın. Hiçbir şey yoktu, aşkın vardı. Aşkını izhâr ettin, yarattın bizi. Muhabbet ettin, yarattın beni.
Vahdaniyetinin tecellîsiyle bütün kalplere bir katre aşk iksiri serptin. Ehadiyetinin tecellisiyle bütün kalpler Sana âşık.
Bildim, seven sendin beni!.. Bütün varlıklarda yansıyan güneş gibi, sevgisiyle saran Sendin beni Annemin merhamet yüklü sesi, yüreğini yüreğimin üstüne koyan dostun merhabası, başımı okşayan Peygamber eli, hâtırasıyla hüznümü alan sevgilinin sohbeti bildim hep Sendendi.
Sevdin, sonra kopmaz bir zincirle kendine çektin. Zincirin her bir halkası, Senden tecellîlerdi.
Aşkına âşık olduğum Mecnûn Sen'din. Aynalarda seyrettiğim Yûsuf, Sen!..
Sonsuz siyah güller, lâcivert akşamların iğde kokusu, hüzün yüklü sonbahar, yağmurun toprağa dokunuşu, bir gül renginde eriyen akşamlar, Dost'un yüzü, sevdiğim ne varsa, hep Sen'dendi.
Tecellî, tecellî edeni gösterir.(a.g.e., Hazret-i Mevlânâ)
Sûretlerde nihân olan Sevgili, ey Sevgili!..
Yetimler Yetîmi'ne «vedduhâ» sırrıyla tecellî ederken, O'nu tek olana, bir olan'a çekiyordun. Başka bütün kapıları kapatırken, hep açık olan kapına çağırıyordun.
Bildim, kalbimdeki her bir muhabbet tecellisiyle beni de kendine çekiyorsun. Çekiyorsun ve bırakıyorsun. Bırakıyorsun ki, kanayayım; zayıf yanlarımı tanıyayım. Seni bulayım.
Sonra yine çekiyorsun. Bu, hüzünlü bir şehrâyîn. Bu, bitimsiz bir med-cezir. Bu, içimdeki Mûsâ'yla Firavun savaşı; sulhü yok!..
Sevgili, en Sevgili!..
Sûretlerden geçerek, Sana erdir beni!.. Merhametinle arındır, kalbimi!.