Üç aylarda camileri değil, kendimizi süsleyelim...
Alışkanlıklar ve cemiyet, insanı iradesinin dışına sürüklüyor. İnsan, seçtiği yola nefsini çekemiyor. Kendisiyle tenakuza düşen insan huzursuz oluyor. Daha çok dış dünya ile meşgul olan insan, iç dünyasına eğilemiyor. Sonra da huzursuzluğun sebebini kalkıp, onda bunda arıyor. Hırçınlaşıyor.
Gaflet denilen bir nevi uyku, insanları ibadetlerden uzaklaştırabiliyor. İşte o zamanlarda ya cuma günü gelir, ya kandiller gelir ya da üç aylar gelir; insanlara ibadette hız verir. İnsan da aldığı o hızla, belki hayatını cennete çevirir.
Üç aylarda insan sanki bir asansörle "yukarılara" çıkarılır. Çıktıkça bazı hakikatleri daha açık görür. Bakar ki, ömür su gibi akıp geçiyor. "Koparılan her takvim yaprağı yeni bir günü haber verirken, bendeki yenilik nedir? Bu hayat boşuna akıp geçmesin. Dünyada huzurlu olayım, ahirette de mükâfatımı alayım" diyerek manen hamle yapar. Birdenbire, adi bir nefer olma yerine mareşalliğe yükselir.
Bir tanıdığım vardı; bağ sahibiydi. Üzümleri şarap fabrikasına satardı. Üç aylar gelince, o manevi havayla kendine bir el arabası aldı. Üzümleri arabaya doldurdu, yol kavşağına götürüp orada sattı. Gördü ki, bu iş daha kârlı. O arkadaş, üç aylardan sonra da üzümlerini şarap fabrikasına satmaktan vazgeçti.
Üç aylar gelince camiler ışıl ışıl süslenir. Camilerin mimari yönden harika olması önemli değil, önemli olan cemaatin İslamiyet'i yaşayış yönünden harika olmasıdır. Daha kötüsü vaiz efendi, faizin haramlığını anlatırken belki cebinde banka cüzdanı var. Cemaatin bir kısmı huzursuzluk içinde, dertleri pek çok... Sahabedeki huzur, cemaatlerimize bir idealdir. Ne zaman o huzur ele geçecek, o zamanlara ne zaman ulaşılacak bilinmez amma, önemli olan üç aylarda camilerin ve evin süslü olması değil, Müslüman'ın ilimle, ibadetle süslü olmasıdır. "Arapçayı, Osmanlıcayı öğreneceğim" demesidir. Hadis külliyatını, Kur'an-ı Kerim tefsirini okumasıdır. Yoksa taşla, toprakla, mermerle, eşyayla cennete gidilmez!..
"Durumdan vazife çıkarmak" diye bir tabir vardır. Hayatın seyriyle başımıza gelen durumlarda "vazifem nedir" diye düşünmek lazım. İnsan her olay karşısında dikilecek, ben ne yapacağım diyecek.
Üç aylar geldi, ne yapacağız? Haydi, durumdan vazife çıkaralım; İslamiyet'i öğrenip yaşayacağız...
Gençlik yıllarımda üç aylar girdiğinde kendime bir liste yapmıştım; "NOKSANLARIM LİSTESİ"
Kur'an'ı iyi okuyamıyordum. Kur'an öğreniyorum seti alıp onun üzerinde çalıştım. Çok uyuyordum, uykuyu azaltacağım diye karar aldım. Kitap okumayı artıracağım dedim. Yalnız kendimi aydınlatan bir lamba aldım, yatarken de kitap okudum. Yemeği azalttım. Çünkü dikkat edin, yemeği çok yiyince hemen uykunuz gelir.
Müslüman, İslam gemisinin mürettebatıdır. Yolcular eğlenebilir, gülebilir, oynayabilir. Mürettebat, makine dairesinde her türlü sıkıntı içerisinde çalışmaktadır. Eğer mürettebat dese ki, "ben de yolcular gibi gülüp eğleneceğim", o zaman gemi karaya oturur...
Her şeye değer veren insan, kendine ne kadar değer veriyor? Terazi kendini tartmaz derler. Göz de kendini görmezmiş. Mühim olan şu veya bu olmak değildir, ne olduğumuzu bilmektir. İnsan çok şey arayabilir amma, kendini arayan kaç kişi var?
Üç ayların herkese sıhhat ve afiyetler getirmesini dilerim...