KIYAMET
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha birlikteyiz.
Bir gün kıyâmet mutlaka kopacaktır. Kıyâmet konusunu işleyebilmek için evvelâ yaradılıştan başlamamız lâzım.
Evvelce sadece Allah vardı. Zamandan evvel de Allah vardı. Zaman bir mahlûktur. Zaman, harekete bağlı olan bir kavramdır, görecelidir yani izafîdir.
Geçmişten geleceğe doğru uzayan zaman, tek noktadan kâinatı oluşturacak olan sistemlerin enerji partiküllerinin hareketiyle başlamıştır. bu parçacıkların oluşturduğu gezegenlerin, kendi etraflarındaki spinlerin ve güneş hareketi varolduğu sürece devam edecektir.
Allahû Tealâ zaman adı verilen faktörü durdurmamak için büyük patlamayı başlamıştır. Allahû Tealâ buyuruyor:
21/ENBİYA-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhumâ, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
O inkâr edenler (kâfirler) görmüyorlar mı ki; (başlangıçta) muhakkak ki göklerle yer birbiriyle bitişik iken, bir iken (bir tek noktayı oluştururken) Biz, onları fetkettik (mekânlarından kopardık ve dağıttık). Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?
Kâinatın yaratılması ve zaman konusunda birçok faktör Kur’ân-ı Kerim’de yerini almıştır ve bugünün ilmine kesin şekilde ışık tutmaktadır. Sonsuz hızlı bir hareketle kâinat kadar ağır bir nokta, Allahû Tealâ tarafından patlatılıyor. Bu öyle bir noktaki bütün uzayları alınmıştır. Geride sadece kütlesi kâinat kadar olan ama bir noktaya sığmış bir sistem oluşmuştur. Bu, zamanın başlamasıdır. Kıyâmet ise zamanın sona ermesidir.
Allahû Tealâ yaratma kanununu hünnes ve künnes esaslarına bağlamıştır:
81/TEKVİR-15: Fe lâ uksimu bil hunnes(hunnesi).
Bundan sonra hayır, hunnese (merkezî çekim kuvvetine) yemin ederim.
81/TEKVİR-16: El cevâril kunnes(kunnesi).
Cevâlan edene (merkezî çekim kuvvetinin etrafında, yörüngede dönene) (kasem ederim).
Merkezî çekim gücü hünnes, merkezkaç kuvvetle çevrede dönen künnestir. Bizim Güneş Sistemimiz’de Güneşimiz hünnes, Dünyamız da künnestir. Dünya’yla Ay’a baktığımız zaman Dünya hünnes, Ay künnestir.
Bir gezegenle bir sabite (merkezî çekim gücü) arasındaki ilişkide yörünge dairesel değil, mutlaka eliptiktir. çevrede dönenin merkez tarafından çekilmemesi için, eliptik yörüngenin merkeze en yakın noktasında en yüksek hız, en düşük manyetik alan vardır. künnesin boşluğa uçmaması için en uzak noktasında ise en düşük hız, en yüksek manyetik alan vardır. İkisinde de hız ve manyetik alan çarpımı sabittir.
Herşey öyle ince hesaplarla oluşturulmuştur ki (matematik değerlerini aldığınız zaman) inanılmaz sonuçlarla karşılaşırsınız ve Allahû Tealâ’ya olan hayranlığınız giderek büyür.
Bir merkezî çekim gücüyle (hünnes), (meselâ Güneş) etrafında dönen gezegenler arasındaki ilişki:
1- Merkezî kuvvetle (Güneş’le) Dünya arasındaki kütle dizaynına bağımlıdır.
2- Künnesin merkez çevresindeki hareket hızına bağımlıdır.
3- Merkezle çevrede dönen arasındaki uzaklığa bağımlıdır.
4- Hem hünnesin hem de künnesin hareket halinde olan, onun peykinin, her ikisinin kendi etraflarında da dönmeleri yani her ikisinin de bir spine sahip olması lâzımdır.
5- Hem sabite yani merkezdeki hem de çevresinde dönen, her ikisi de kendi bağlı bulundukları birliğin içinde, yılda 500 milyon kilometre hızla hareket halinde olmak mecburiyetindeler.
Görülüyor ki; hem merkezdeki çekim gücü (büyük kütle) hem çevredeki çekilen güç (küçük kütle), kendi etraflarında dönmek durumundadır. Yani bir spine mutlaka sahip olmak mecburiyetindedir.
Bu sistemler, bu standartlarda biraraya geldiklerinde hünnes ve künnes kanunları geçerli olur. Meselâ bizim Güneşimiz’in etrafında her gezegen, Güneşimiz’den farklı bir yörünge üzerinde döner. Herbiri kendi spinlerine, kendi kütlelerine göre ve etraflarındaki ilâve olan bir peyk mevcut olup olmadığına göre farklı yörüngelerde hareket ederler.
Bu sistemleri Allahû Tealâ vücuda getirmiştir. En az 100 milyar galaksi ve her galaksinin içinde de en az 100 milyar yıldızın varolduğu tahmin ediliyor. Bir sonsuz kâinat dizaynı, yokluğa yayılmış olan ama birbirleriyle irtibat halinde, bir kuvvetin tesiri altında daima hareket eden bir sistem...
Konunun başlangıcında bir noktadan, patlatılarak ayrılmış olan enerji partikülleri, kendi oluşturacakları gezegene, yıldıza ulaşır. Orada bir çift nötrinodan bir çift elektron oluşur, bir çift karşıt nötrinodan da bir çift karşıt elektron oluşur. Böylece enerji maddeye dönüşür. Artık enerji yoktur, madde vardır.
Allahû Tealâ’nın patlatma noktasından o gezegeni oluşturduğu noktaya kadar olan hareket, birkaç saniye içinde tamamlanır. O zaman sistemin zamanla olan ilişkisinin o gezegen vücuda geldiği anda bitmesi lâzımdır. Hayır, bitmez! Çünkü bütün gezegenlere bir kinetik enerjiyle sonsuz hareket verilir. Bu hız yılda 500 milyon kilometredir. Yıl 365 gün olduğuna göre bütün gezegenler hep birlikte hergün bir milyon kilometreden daha fazla, bir buçuk milyon kilometreden daha az mesafe kateder.
Bütün gezegenler şu anda Allahû Tealâ’nın onlara verdiği kinetik enerjiyle büyümelerini devam ettirirler. Bu hızla hareket halindeler, büyürler ve kâinat büyür. Allahû Tealâ’nın uygun gördüğü bir noktaya kadar da büyümeye devam edecektir. O noktaya ulaşıldığında kinetik enerji sona erecek. Büyüme devam etmezse, kütleler birbirinden ayrılmaya devam etmezse, o taktirde zamanın durması lâzımdır; nitekim zaman durur. Allahû Tealâ kâinatı bir insan vücudu şeklinde yaratmıştır. Rengi ise yağmurlardan sonra gelen sel sularının rengi gibidir.
Şimdi sistemlere bakıyoruz: Aralarındaki hünnes ve künnes kanunları büyüme enerjisinin (kinetik enerjinin, itiş enerjisinin) varlığıyla devam ediyordu. Kinetik enerji devam ettiği sürece büyüme de devam ediyordu. Tabiatıyla zaman da devam ediyordu. Kinetik enerji bittiği ve itiş enerjisi sona erdiği zaman bütün sistemler devredışı kalırlar. Dengeler bozulur. Her gezegenin, etrafında dönen peykin (uydunun), belli bir hızda hareket halinde olması, mesafesinin ve ağırlığının belli olması temel faktörlerdir.
Evvelâ çevrede dönen Dünya’yla, Dünya’nın çevresinde dönen Ay arasında dengesizlik baş gösterir. Çünkü Dünya’nın hızı azalmıştır, Ay’ın da azalmıştır ama kütleleri değişik olduğu için değişik yörüngelerde hıza sahip olmuşlardır. Yani kinetik enerjinin yok olması, Dünya’ya Ay’dan farklı şekilde tesir eder. Güneş’e ise Ay’dan da Dünya’dan da farklı şekilde tesir eder ve bu farklı tesir, etraflarındaki sistemi manyetik alanların dışına çıkartır. Manyetik sistemi paralize eder ve böylece çevredeki kuvvetler gravitasyon sebebiyle merkez tarafından çekilir. Çevredeki dönen Ay, Dünya tarafından çekilir.
Dünya ile birleşen Ay, güneş tarafından çekilir. Ay, Dünya’ya gelip çarpar, yapışır; Dünya da Güneş’e çarpar, yapışır.
Gravitasyon başlayınca büyüme durmuştur ama sistemlerin merkeze çekilmesi küçülmeyi ifade eder. Her güneş sistemi çevresindeki bütün gezegenleri kendisinde toplamak suretiyle bir merkez oluşturur ve bütün gezegenler merkezdeki güneş’e yapıştıkları zaman, gezegenlerin merkez tarafından çekilmesi sona erer. Kendisine yapışmış gezegenleri de muhtevî olan merkezler, birbirini çekerler. Böylece bir galaksideki bütün güneş sistemleri birbirini çeker ve bir tek kitle oluşturmaya doğru harekete geçer.
Merkeze doğru geri dönüş olayı boyunca, geçmişten geleceğe doğru zaman ne kadar akmışsa, gelecekten geçmişe kadar da aynı zaman parçasında akar ama bu seferki dönüş çok süratli bir dönüştür. Başlangıçta da aynı şey olmuştur. Zamanın geriye dönüşü boyunca zaman hangi evrelere geriye doğru ulaşırsa, o evrelerde hayatta olan insanlar (zaman kendi zamanlarına geri döndüğü için artık fizik vücutların sahipleridirler) ölmeden evvelki halleriyle canlanmışlardır. Herkes hangi yaşta ölmüşlerse; bebekler bebek olarak, en yaşlılar en yaşlı olarak, çocuklar çocuk olarak, hepsi tekrar canlanırlar. Ama bulundukları gezegenlerde, bulundukları zaman parçasında artık yerçekimi kuvveti mevcut değildir. Bunun için mezarlarından yükse-lerek, yerçekimi kuvveti olan tek yer olan Mahşer Meydanı’na doğru hepsi kâinatın her tarafından yola çıkarlar. Gidilecek yere uçularak varılır. Allahû Tealâ’nın kâinattaki bütün gezegenlere ve merkezî güneş sistemlerine verdiği kinetik enerji (itiş enerjisi) sona erdiği an, İsrafil (A.S) sur’a üfürecektir. Bu, birinci üfürmedir.
İnsanların en son yaşayacak olan nesli kıyâmet günü hayatta olanlar, sur’a birinci üfürmeyle bulundukları dünya adı verilen bu gezegende ölürler. önce yaşamış olanlar zaten hepsi ölmüşlerdir. İlk insandan kıyâmet günü doğan son insana kadar bütün insanlar, zaman durduğunda birinci ölümlerini böylece tamamlamış olurlar. Zaman geriye doğru gittikçe, o zaman parçasında yaşamış olanlar hayata geri dönecekler yani dirileceklerdir. Birinci ölüm ve birinci dirilme...
Sur’a ikinci defa üfürüldüğünde bütün insanlar yeniden ölürler.
Sur’a üçüncü defa üfürülür. İkinci defa ölenler tekrar canlanır: İkinci ölüm ve ikinci dirilme...
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ diyor ki:
40/MU’MİN-11: Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl(sebîlin).
(Kâfirler) dediler ki: “Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün iki kere dirilttin, böylece günahlarımızı itiraf ettik. Artık (buradan) çıkmaya bir yol var mı?”
2/BAKARA-28: Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(turceûne).
Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? (Kıyâmet günü sur’a üfürüldükten sonra) siz ölü idiniz. Sonra sizi (kıyâmet günü zaman tersine çalıştığı için) diriltti. Sonra sizi (sur’a ikinci üfürülüşünde yeniden) öldürecek, sonra (sur’a üçüncü üfürülüşünde tekrar) diriltecek. Sonra da (Mahşer Meydanı’nda) O’na döndürüleceksiniz.
22/HAC-66: Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, innel insâne le kefûr(kefûrun).
Önce size hayat veren, sonra sizi öldürecek olan, daha sonra da sizi yine diriltecek olan O’dur. İnsan hakikaten nankördür.
İki defa ölüm ve iki defa dirilmenin Kur’ân-ı Kerim’deki standartlarda cereyan ediş tarzı, Kur’ân âyetlerine göre böyledir.
İkinci dirilme, farklı bir dirilmedir. İnsanların hepsi aynı yaşta enerji bedenlerle diriltileceklerdir. Bu yaşın hangi yaş olduğu konusunda Allah bir açıklamada bulunmuyor. İnsanlar tahminler yürütmüşler; kimi 19, kimi 35 yaş diyor. Enerji bedenlerden cennete gidecek olanlar cennetteki hayata uygun bir enerji bedenin, cehenneme gidecek olanlar cehennemdeki hayata ait olan bir enerji bedenin sahibi olacaklardır.
Kıyâmet günü berzah âlemi yok olacağı için, bütün nefsler Mahşer Meyda-nı’na ulaşacaklardır. enerji bedenlerin içine gireceklerdir. Tıpkı bu dünyada nefsleri-mizin fizik vücutlarımızın içinde olması gibi, kıyâmet gününde de nefsler fizik vücutlarla birleşeceklerdir, fizik vücutların içinde olacaklardır. Sebebi nefs ve fizik vücut beraberliği içinde insanlar ya cennete kavuşmuşlardır ya da cehennem ehli olmuşlardır. Bu sebeple ikisi birden mükâfatı alacaktır veya ikisi birden cezayı çekecektir.
Böyle bir işlevde ruh mevcut değildir. Ruhla nefs arasındaki en büyük farklılık budur ki ruh, Allah’ın üfürdüğü bir mahlûktur, mutlaka Allah’a geri dönecektir. İster dünya hayatını yaşarken ruhunuzu Allah’a ulaştırın, ister ölümden sonra Azrail (A.S) ruhunuzu Allah’a ulaştırsın; ruh Allah’a mutlaka geri dönmesi gerekli olan bir emanettir. Cennet veya cehennem onun yeri değildir. Onun yeri Allah’ın Zat’ıdır.
Cennet veya cehennem, fizik vücudun ve nefsin yeridir. Çünkü ikisi işbirliği halinde ya sevaplardan daha fazla günahları işleyip cehenneme ehil olmuşlardır. Meselâ Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir. Bitti; gidecekleri yer cehennemdir. Ya da dilemişlerdir, cennetin hangi katına lâyıklarsa, o katı haketmişlerdir. O gün nefsler ve fizik vücutlar bulundukları noktada bir çekim kuvvetine tâbî olacaklardır. Bu çekim kuvveti İndi İlâhi’den onlara ulaşır. Hepsi İndi İlâhi’ye vasıl olurlar ve oradaki elektromanyetik kuvvetler herkesi kendi hayat filminin, rakamlı kitabının önüne ulaştırır.
Hiç kimsenin bir yanlış yapmasına müsaade edilmez. Çünkü oradaki elektro-nik sistemler sadece o hayat filmini, onun sahibi için dizayn etmişlerdir. Başka hiç kimse oraya çekilmez. Herkes sadece kendi hayat filmine çekilir. Hayat filmi dediğimiz şey, bir ekran veya bir perde gerektirmez. Boşlukta, üç boyutlu olarak kendinizi göreceksiniz. Sağ tarafta yeşil rakamlarla kazandığınız dereceler, sol tarafta kırmızı rakamlarla kaybettiğiniz dereceler yer alacaktır. Doğuşunuzdan itibaren kendinizi ve kaybettiğiniz, kazandığınız bütün dereceleri göreceksiniz. Çok daha önemli bir şey daha; düşüncelerinizin de filmini göreceksiniz. Yani siz hayalinizde, düşünce platformunuzda neyi tahayyül ettiniz, neyi gerçekleştirmek istediniz ama hangi olayı vücuda getirdiniz?
Burada son derece önemli bir, sebep-sonuç ilişkisi söz konusudur: Taammüdİşlenen suçların, bilerek, istenerek ve tasarlanarak mı gerçekleştiği, yoksa bir kaza eseri mi olduğu, düşüncelerinizden anlaşılır. Düşüncelerinizi de üç boyutlu olarak göreceksiniz. Bir tarafta düşünceleriniz, öbür tarafta size ait olan üç boyutlu bir hayat filmi… Doğuşunuzdan ölümünüze kadar geçen süreyi orada göreceksiniz. Oradaki zaman parçasına dikkat edin.
22/HAC-47: Ve yesta’cilûneke bil azâbi ve len yuhlifallâhu va’deh(va’dehu), ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Azabı çabuklaştırmayı isterler. Ve Allah vaadinden dönmez. Muhakkak ki; Rab’lerinin indinde bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
Dünyada bir gün 24 saattir ve İndi İlâhi’deki bir gün dünyada bin yılı ifade etmektedir. Yani 100 sene yaşamış olan birisinin oradaki bir günün 2.4 saatinde (yaklaşık olarak 2.5 saatte) 100 senelik hayat filmi gözden geçirilir.
Hayatınızın her saniyesinde hayat filminizde derecat kazandığınızı veya kaybettiğinizi göreceksiniz. Hiçbir noktada boşluk oluşmaz. Bir insan eğer “Ben şu anda bir ibadet yapmıyorum. Tamam, derecat kazanmıyorum ama çok şükür bir kim-seye de zararım dokunmuyor. Öyleyse derecat kaybetmiyorum.” diye düşünüyorsa, bu yanlıştır. O kişi zikir yapmıyorsa, her saniye derecat kaybeder, çünkü daimî zikri Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır. Zikir yapmayan bir kişi daimî zikrin dışında kalan bütün zamanlarında her saniye derecat kaybeder. O halde kaybettiği dereceler daima; 1 derece kaybetmişse, 1 derece olarak yazılır.
Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilememişse, Allah onun üzerinde Rahîm esması ile tecelli etmemişse, kalbine ulaşmamışsa, göğsünden kalbine yol açmamışsa, 12 tane ihsanla mürşidine tâbî olmamışsa, böyle bir insanın kazandığı dereceler 1’e 10 olarak devam eder. Bir mürşide tâbî olsa da 1’e 10 alarak devam eder, hiçbir zaman 1’e 100’e ulaşmaz. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilemişse, o Allah’tan mürşidini sorduğu zaman Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Kişi mürşidine ulaştığı andan itibaren tâbiiyetiyle beraber kazandığı dereceler 1’e 10’dan 1’e 100’e çıkar.
Bu kişinin ruhu tâbiiyetten sonra vücudundan ayrılacaktır, Allah’a doğru yola çıkacaktır. Nefsinin kalbinde %2 rahmet birikiminden sonraki ilk %7 fazl birikiminde, ruh birinci gök katına çıkar. Buraya kadar kişi hep 1’e 100 kazanır. Ruh ikinci %7 fazl birikimiyle ne zaman ikinci gök katına çıkarsa, kazandığı dereceler her saniye için 1’e 200 olur. Üçüncü gök katına çıkarsa 1’e 300 olur. Dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci gök katlarında 1’e 400, 500, 600, 700 olur. O kişi devamlı olarak her saniye 1’e 700 kazanır.
İşte sur’a üçüncü üfürülüş ve herkesin Mahkeme-i Kübra’ya çıkması…
Mahkeme-i Kübra’da hakim yoktur.
Mahkeme-i Kübra’da davacı yoktur.
Mahkeme-i Kübra’da davalı yoktur.
Mahkeme-i Kübra’da avukat yoktur.
Herkes kendi hayat filminde, hiçbir şek ve şüpheye düşmesi mümkün olmayacak kadar net bir şekilde, yaptığı her hareketin ne kadar taammüdle oluştuğunu görür. Kendisine orada teslim edilen mizanla da derecelerini otomatik olarak görür. Mizan hata yapması mümkün olmayan bir mekanizmadır. Mizandaki rakamla hayat filmindeki rakamın birbirinin tıpatıp aynı olduğunu görür. Emin olur ki kişi, Allah hiçbir şekilde ona zulmetmemiştir.
Şahitler birer birer oluşur. Her peygamber, eğer peygamber yoksa gene devrin imamlığını yapan resûllerden velî resûl, bütün mürşidlerin şahitliğini yapar. Her mürşid, kendisine tâbî olanlardan birilerine tâbî olunmuşsa onların şahitliğini yapar. O şahitlerin herbiri de kendilerine tâbî olanların şahitliğini yaparlar. Böylece her devirde peygamberler şahitlerin şahididir, en üst seviyede şahit onlardır. Peygamberlerin olmadığı devirde, o devrin imamları en büyük şahitlerdir ve böylece bütün şahitler görevlerini yaparlar.
Kimin kazandığı yeşil dereceler kırmızı derecelerden fazlaysa, rakamlar otomatik olarak tahakkuk eder. Hayat filminin sonunda, hayat filmlerinin bir kopyası kendilerine teslim edilir. Bir kısmına sağlarından, bir kısmına sollarından teslim edilir. Sağlarından teslim edilenler de sollarından teslim edilenler de cehenneme ulaşırlar. Girdikleri zaman da orada dizüstü çöküp kalırlar. Ta ki cennete gidecek olan diğerleri, cehenneme gelip de cehennemin katlarını gezip görsünler ve çıksınlar...
Bizim dünyamızdaki mika gibi şeffaf, geçirgen kapılar, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenleri, kitaplarını sağdan alanları oradan geçirir. elektronik sistemler buna göre dizayn edilmişlerdir. Cehenneme girecek olanlar, o şeffaf kapılardan uçarak içeriye giremezler ve normal standartlardaki kapı da, yerinden biraz yükseltilerek burunları üzeri sürtünerek girerler. Onlar ebediyyen cehennemde kalacak olanlardır. Diğerleri ise cehennemi gördükten sonra sonsuz hamd ve şükürlerle cehennemi terkederler, cennete ulaşırlar.
Kim cennete ulaşmışsa, onun kazandığı dereceler kaybettiği derecelerden mutlaka fazladır. Kim cehennemde kalmışsa, onun kaybettiği dereceler mutlaka kazandığı derecelerden fazladır.
Kıyâmet günü mutlaka iki grup insan oluşur: Cehenneme herkes girer ama bir kısmı cehennemden çıkar. Bu sebeple onların cehennemden çıkışına Allahû Tealâ tarafından izin verildiği için kıyâmet gününe “izin günü” de denilmektedir. Birçok insan peygamberlerin kıyâmet günü şefaatte bulunacağını zannederler. Bu büyük bir yanlıştır. Kıyâmet günü şefaat olayı asla gerçekleşmeyecektir. Allahû Tealâ kıyâmet günü şefaatin hiç kimseye fayda vermeyeceğini, hiç kimseden kimseye bir faydanın oluşmayacağını, bir âyet-i kerimede değil, birçok âyet-i kerimede anlatmıştır:
2/BAKARA-48: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Ve hiç kimseden kimseye bir şey ödenmeyeceği ve hiç kimseden bir şefaat kabul olunmayacağı ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım da edilmeyeceği bir günden sakının.
Şefaat bu dünya üzerinde 12 ihsanla mürşidine tâbî olanlara devrin imamının ulaşması ve onların günahlarının böylece sevaba çevrilmesiyle gerçekleşir. Allahû Tealâ tövbe merasimi sırasında kişinin günahlarını (seyyiatini) sevaba (hasenata) çevirir:
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan bir) mü’min olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.
İşte günahları sevaplarından fazla olan insanlar, nefsleri de fizik vücutlarının içlerinde olmak üzere cehennemde ebediyyen kalacaklardır. Cehenneme girip diz -üstü çökmüş vaziyette beklerler, cennete gidecekler oradan ayrıldıktan sonra cehenneme sevkedilirler.
Cennete gidecek olanlar cehenneme uçarak girmişlerdir. Bütün cehennemleri dolaşmışlardır ve geriye dönmüşlerdir. Gene şeffaf kapılardan uçarak çıkıp kendi cennetlerine ulaşmışlardır.
Bir husus da şudur ki; cennetle cehennem arasında sırat köprüsü diye bir köprü mevcut değildir. Sıratı Mustakîm ile sırat köprüsünü sakın birbirine karıştırmayın! Sıratı Mustakîm; Kur’ân-ı Kerim’de yedi tanedir. Bunlardan bir tanesi insan ruhunu Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’dir ki iki yatay, iki dikey dört sebîlden oluşur. En uzun olan birinci dikey sebîldir. Adı Tarîki Mustakîm’dir. Kıyâmet hakkında kalın çizgilerle söylenmesi lâzımgelen Kur’ân hakikatleri bunlardır.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem de dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözle-rimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
Dualarımızla...