Gönderen Konu: Dünya İmtihan Yeridir  (Okunma sayısı 1673 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Gamzeli

  • _Gamzeli_
  • Admin
  • *
  • İleti: 18871
  • Rep Gücü : 2045
  • Cinsiyet: Bayan
  • Bana Sen Lazımsınn...
    • Profili Görüntüle
    • Ahmet Maranki
Dünya İmtihan Yeridir
« : Haziran 01, 2008, 04:55:30 ÖS »

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

"Onlar her yıl bir veya iki kere kendilerinin çeşitli belalara uğratıldıklarını görmüyorlar mı? Böyle iken yine de tevbe etmiyor ve ibret almıyorlar." (Tevbe; 126)

Aşağımızda bir uçurum, bunun içinde de ateş olduğunu düşünelim. Bir kişi, bizi yukarıdan uçuruma sarkıtırsa, nasıl korkar ve ona: "Beni bu uçuruma, bu ateşin içine atma!" diye yalvarırsak; Allah'ın kudret eli altında da aynen böyleyiz. Gaflete dalmamamız lazımdır. Allah-u Zülcelal, gafletten uyanmamız için bizi ikaz etmekte, işaret vermektedir.

Bu ikazlardan, belalardan dolayı ne tevbe ediyor, ne de bunun niçin geldiğini düşünüyoruz. Allah-u Zülcelal, günahlarımızdan dolayı, bize bu işareti vermektedir. Derinlemesine düşünürsek, günahların daha fazla işlendiği yerlere, daha fazla bela ve musibet gelmektedir. Hiç Allah'a yalvarmadan, tevbe etmeden ve kendini Allah'ın affına müstahak etmeden, bağışlanmayı ummak doğru değildir. Allah-u Zülcelal, kulunu her an imtihan etmektedir.

Namaz, Allah-u Zülcelal'in bize vermiş olduğu çok büyük bir nimettir. Bir kimse, namaza başlamadan önce, yapmış olduğu bütün günahlar, başı ve omuzları üzerine konulmuş vaziyettedir. Kişi namazda, rükuya gittiği zaman, nasıl tepsinin üzerine koyduğumuz bir şey, onu ters çevirince düşerse; kişinin günahları da öylece dökülür. Allah o kişiyi affeder. Secdede de aynı şey olur. Bundan daha büyük bir nimet var mıdır?

Veya eve geldiğimizde, hanımımızın, ne yemek, ne temizlik, ne de hiç bir iş yapmadığını görürsek ve bu durum bir gün, iki gün devam ederse, kabul eder miyiz? Kim kabul ederim derse yalan söyler. İşte, dünya işlerinde, yakınlarımız görevlerini yapmadıkları zaman, onları uyarıyor, bu hareketlerinin yanlış olduğunu söylüyorsak; çocuğumuz, gelinimiz, hanımımız namaz kılmadığında, niçin onlara nasihat etmiyoruz.

Rivayet edildiğine göre, Allah-u Zülcelal, bir ümmetten yetmiş bin kişiyi helak etti. O ümmetin peygamberi: "Ya Rabbi! Onların içinde salih, sana ibadet eden kullar da vardı. Onların günahı neydi?" diye sorunca, Allah-u Zülcelal şöyle buyurdu: "Evet, onlar salihtiler ama o ibadet ve zikir yapmayan, kötülük işleyen kişilere, bir gün olsun nasihat etmediler." İşte, o günahkarlara nasihat etmemeleri sebebiyle, Allah Zülcelal o ümmetin salihlerini de helak etti. Allah Zülcelal bir kavmi helak ettikten sonra, bir haneyi, bir ev halkını niye helak etmesin!

Nasıl, dünya işleri için nasihat ediyor ve işlerin yolunda gitmesi için birbirimizi teşvik ediyorsak, ahiret için de aynı şekilde davranmamız lazımdır. Allah-u Zülcelal, kullarını daimi bir imtihan üzere tuttuğu için çok dikkatli olmamız gerekiyor. Rivayet edildiğine göre, Allah-u Zülcelal zamanın birinde üç kişiyi imtihan etti. Bunlardan biri âmâ, bir tanesi cüzzamlı, diğeri de uyuz idi. Allah Zülcelal onların yanına bir melek gönderdi. Melek âmâ olana: "Sen dünyada ne istiyorsun?" diye sordu. Tabi ki, göz Allah'ın büyük bir nimetidir. İnsan dünyayı onunla görüyor. Âmâ adam: "Ben Allah'tan bir göz istiyorum. Allah bana bir göz verseydi de her şeyi görseydim." dedi. Bunun üzerine, melek elini âmâ adamın gözlerine sürünce, gözleri görmeye başladı: "Dünya malı olarak da bir keçi istiyorum." dedi. Melek ona bir keçi verdi ve: "Allah bereket versin." diye, dua edip gitti. Allah-u Zülcelal'in bereketiyle, bu keçiden bir sürüsü oldu. O âmâ da keyf-ü sefa içinde yaşadı.

Melek uyuz olan adama gidip: "Ne istiyorsun?" dedi. O da: "Uyuz olduğum için herkes benden kaçıyor, uyuzluktan kurtulmak istiyorum." dedi. Melek ona dua etti ve uyuz hastalığından kurtuldu. Adam: "Dünya malı olarak da deve istiyorum." dedi. Melek ona bir deve verdi ve: "Allah bereket versin." diye dua edip gitti. Allah-u Zülcelal'in bereketiyle, bu deveden bir sürü oldu. Melek cüzzam hastalığına müptela olana gidip: "Ne istiyorsun?" diye sordu. O da: "Benim vücudum yara içinde, herkes benden kaçıyor, bu hastalıktan kurtulmak ve güzel bir yüz istiyorum." dedi. Melek ona dua edince hastalıktan kurtuldu. Sonra: "Dünya malı olarak ne istersin?" diye sordu. O da: "Bir koyun istiyorum." dedi. Melek ona bir koyun verdi ve: "Allah bereket versin." diye dua edip gitti. Allah-u Zülcelal'in bereketiyle bu koyundan bir sürü oldu.

Melek daha sonra başka bir kılıkta, her birinin yanına tekrar uğradı. Daha önce cüzzamlı olanın yanına gelip: "Ben yolcuyum, bir şeyim yoktur. Sen her halde, bir zamanlar cüzzamlı idin, Allah sana şifa verdi ve sonra da bu malı verdi. Allah için bana bir koyun ver." dedi. Adam: "Hayır ben eskiden cüzzamlı değildim, bu mal da bana dedelerimden miras kaldı." dedi. Bunun üzerine Melek: "Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski halin gibi yapsın." diye dua etti.

Daha sonra eskiden uyuz olanın yanına gidip ona da cüzzamlıya dediği gibi: "Sen herhalde eskiden uyuz hastalığına müptela idin. Allah sana şifa ve ardından bu malları verdi, şimdi ben düşkün ve fakirim, bana Allah için bir deve ver." dedi. O da aynen cüzzamlının dediği gibi: "Hayır sen başkasıyla karıştırıyorsun, ben uyuz falan değildim ve mallar da bana dedelerimden kaldı." diye cevap verince ona da: "Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski halin gibi yapsın." diye dua etti. En son eskiden âmâ olanın yanına gelip: "Ben yolcuyum, bana bir keçi ver, sen her halde bir zamanlar âmâ idin. Allah sana şifa ve bu malı verdi." deyince, âmâ adam: "Evet, hakikaten ben eskiden görmüyordum, Allah bana önce göz, sonra da bana bu malı verdi. Sürümden istediğin kadar alabilirsin. İstersen hepsini götür, Allah için hepsini sana verdim." dedi. Bu cevap üzerine melek: "Benim buna ihtiyacım yok, sizi imtihan ettim. Sen kazandın. Diğerleri ise dünya ve ahirette helak oldular." dedi.

İşte, Allah-u Zülcelal kullarını daima, her konuda imtihan etmektedir. Bu anlatılan, bize sadece bir örnektir. Namaz, oruç, hac, zekat veya herhangi bir dünya işi, insanın önüne geldiği zaman Allah-u Zülcelal, daima "Acaba kulum benim emrimi gözetecek mi?" diye kuluna bakmaktadır. Anlatıldığına göre, Habib-i Acemi tevbe etmeden önce tefecilik işiyle uğraşırdı. Tevbe ettikten sonra tamamen Allah-u Zülcelal'e yöneldi. Bir gün hanımı evlerinde nafakalarının bittiğini, ev için erzak lazım olduğunu söyledi. Habib-i Acemi bir şey demeyip sustu. Sabahleyin: "Çalışmaya gidiyorum." diyerek evden çıktı. Onun bir kulübesi vardı. Kulübesine gidip ibadetle meşgul oldu. Akşam eve gelince hanımına: "Öyle bir zatın işinde çalışıyorum ki gayet cömerttir. O zatın kereminden utandım da bir şey isteyemedim. On günde bir ücret vereceğini söylüyorlar. On gün sabret, on günlük olunca kendisi verecektir." dedi. Onuncu gün olduğunda, kulübesinde öğle namazını kıldıktan sonra: "Bu akşam hanımıma ne söyleyeyim!" diye düşünüyordu.

Tam bu sırada Habib-i Acemi'nin evine beyaz elbiseli kimseler geldi. Birisinin sırtında un çuvalı, birisinin sırtında yüzülmüş koyun, birisinin sırtında bal ve benzeri yiyeceklerin bulunduğu tulum ve birisinin elinde üç yüz gümüş bulunan bir kese vardı. Habib'in evinin kapısını çaldılar. Kadın kapıyı araladı. Gelenler ellerindekileri bıraktılar ve: "Bunları efendinizin çalıştığı yerin sahibi gönderdi. Eğer Habib işini artırırsa biz de ücretini artırırız, diye söyledi." deyip gittiler.

Habib-i Acemi akşam mahcup bir şekilde evine döndü. Daha eve girmeden içeriden taze ekmek ve yemek kokuları geldi. Hanımı kendisini karşıladı ve şöyle söyledi: "Efendi! Kime çalışıyorsan, hakikaten çok iyi bir kimseymiş. İkram ve ihsan sahibi bir zatmış. Bugün öğle vaktinde şunları göndermiş. Ayrıca, Habib'e söyle, eğer işini artırırsa biz de ücretini artırırız, diye haber göndermiş." Bunun üzerine Habib-i Acemi şöyle demiştir: "Sübhanallah! On gün çalıştım bana dünyada bu ikramlarda bulundu. Demek daha çok çalışırsam kimbilir bana ahirette neler verecektir." Evet, Allah-u Zülcelal'e ibadet eden kimseler için Allah-u Zülcelal çok güzel nimetler verecektir. Yeter ki biz O'na hakiki kul olalım. Tekrar dirileceğimiz gün için hazırlanalım. Çünkü kıyamet günü herkes tekrar diriltilecektir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

"Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi, levh-i mahfuzda yazıp saymışızdır." (Yasin; 12)

Ayet-i kerimede, Allah-u Zülcelal'in 'ölüleri diriltiriz' demesi hakkında iki rivayet vardır. Bunlardan biri, O'nun ölüleri kabirde, Münker ve Nekir'in soru sorması için diriltmesi, diğeri de kıyamet gününde diriltmesidir. Bu ayetten anlaşıldığına göre, Allah-u Zülcelal insanı diriltip huzuruna çağıracak, dünyada yaptıklarını soracaktır. Allah-u Zülcelal çok kudret ve azamet sahibi olduğundan, O'na karşı işlenen günahlar küçük de olsa, büyük sayılır. Günah küçük olsa da insan onu işlemeye devam ederse, Allah'ın yanında çok büyük olur.

Buna şöyle bir örnek verebiliriz: Bir damla, yukarıdan aşağıya doğru devamlı damladığında, orada bir iz yapar. O küçük damla, yavaş yavaş ne kadar az aksa da devamlı aktığı için damladığı yerde bir tesir yapar. Bunun gibi bir günah küçük de olsa, devamlı işlendiği zaman, Allah'ın yanında büyük olur. Kişi onunla Allah'ın gazabına müstehak olabilir.

O küçük günah devamlı işlendiği zaman, damlanın yerde iz bıraktığı gibi kalpte bir iz bırakır ve kalpte hastalığa yol açar. İnsanın küçük gördüğü, yabancı kadına bakmak gibi günahlar, devam edildiği zaman, ufak olarak kalmaz, büyük günah olur. Salih amel de böyledir, az olsa da devamlı işlendiği zaman, Allah'ın yanında çok makbuldür. Nasıl küçük damlalar devamlı aktığı zaman damladığı yerde bir iz bırakıyorsa, salih amel de az olsa da devamlı olduğu zaman, sahibinin ruhuna, kalbine, vücuduna iyi bir iz bırakır. Fakat, amel ne kadar çok olsa da devamlı olmadığı zaman, sahibine pek bir fayda sağlamaz.

Dikkat edersek, bir kova su, bir sefer beton üzerine döküldüğünde orada bir iz, tesir yapmaz. Her ne kadar, su çok olsa da bir sefer dökülüp sürekli olarak dökülmediği için orada bir eser bırakmaz. Fakat damla küçük olmasına rağmen, devamlı olarak aktığı zaman bir iz bırakır. Onun için bize verilen görevleri elimizden geldiği kadar, ara vermeden, devamlı olarak yapmalıyız. Devamlı olmayıp ara sıra yapılırsa, o görevler kişi üzerindeki menfaatini, tesirini kaybeder. Kişi işlediği günahı, hiçbir zaman küçük görmemelidir. O günahı, kime karşı işlediğine bakmalıdır. Günahı, kudret ve azamet sahibi Allah-u Zülcelal'e karşı işlediği için ne kadar küçük olsa da yine de büyük sayılır.

Bazı insanlar günah işlerken onunla ferahlanıyor, seviniyorlar. Mesela: "Filan kimseyle rekabet ettim, mücadele ettim, nasıl da ona galip geldim." diyorlar. Halbuki, mücadele ve birbirine hasım olmak günahtır. Oysa onlar bu günahla ferahlanıyorlar, gururlanıyorlar. Böyle davranmak çok büyük bir hatadır. Biz Allah-u Zülcelal'i gerçekten tanımıyoruz. Gerçekten tanımış olsaydık, ona nasıl kulluk edecektik. Bize bu sohbeti dinlettirmesinin, evi olan bu camiide oturmayı nasip etmesinin karşılığı olarak, ne yapsak yine de azdır.Allah-u Zülcelal bize bu iyilikleri nasip ettiği için O'na karşı borcumuz çoktur. O'nun bu iyiliklerini kendimizden bilmemeliyiz.

Şimdi Allah'ın evindeyiz, fakat Allah bizi istediği yerde bulundurabilir. İyi yerlerde de kötü yerlerde de bulundurabilir. Madem ki bize böyle bir nimet vermiştir, O'na çok şükretmeliyiz. Günahlar nefse tatlı gelir. Nefsin günahlara meyli vardır. Fakat tevbeden sonra, günahların nefse acı gelmesi lazımdır. Birisi derse ki, nefis şehvani olan şeylere meyilli olarak yaratılmıştır. Günahlar ona nasıl acı gelecek? Ona şöyle deriz: "Bal tatlıdır ama onun içine zehir koyup yediğin zaman ne olur? Başındaki saçlar dökülür, titrersin, felç gibi olup ölürsün."

Bakınız, bal her ne kadar tatlı ise de içine zehir konduğu zaman acılaşır. Nefis de günaha ve şehvani şeylere meyilli olarak yaratılmışsa da o bal gibi olan günahların içinde zehir vardır. Niçin zehir vardır? Çünkü o günahla, Allah-u Zülcelal sana gazap edip seni cehenneme atacaktır. İnsan bunu bu şekilde bilmelidir. İsrailoğullarından bir abid senelerce Allah'a tevbe ve ibadet etti. Daha sonra o zamanın peygamberine: "Ben bu kadar tevbe ve ibadet ettim, acaba Allah beni affetti mi?" diye sordu. O peygamber Allah'a münacat ettiğinde ona şöyle vahiy geldi: "Hayır, ben onu affetmedim. O senelerce ibadet etse de kabul etmem. Çünkü işlemiş olduğu günahların muhabbeti, daha onun kalbinden çıkmamıştır. O günahların muhabbeti kalbinden çıkarsa, ancak o zaman onun ibadetini kabul ederim."

İşte günahların muhabbeti insana acı gelmelidir. Malik bin Dinar şöyle anlatmıştır: "Soğuk bir kış gününde Utbetü'l-Gulam'ı gördüm. Karlı, fırtınalı bir gün olduğu halde, terden elbisesinin ıslanmış olduğunu gördüm ve: "Bu ne hikmettir?" diye sordum. O da, şöyle cevap verdi: "Ben burada, Allah-u Zülcelal'e karşı bir günah işledim. Buraya geldiğim zaman, günahımı hatırlıyorum. Allah-u Zülcelal'e karşı haya ediyorum ve o hayadan dolayı terliyorum."

Keşke herkes onun gibi olsa! Herkes Utbetü'l-Gulam gibi olmalıdır. O, Allah'ın kulu idi, biz Allah'ın kulu değil miyiz? Hepimiz öyle olmalıyız. Hz. Ebubekir Sıddık (S.A)'ın bir sözüne göre, Allah-u Zülcelal'in karşısında günah işlememek, salih amel işlemekten daha efdaldir. Allah'ın huzurunda, insan günah işlemezse, onun ibadetleri daha kıymetlidir. İnsan, hatalarından dolayı Allah-u Zülcelal'den böyle haya edip korkmalıdır. Günahları aklına geldiğinde, kalbi titreyip gözlerinden yaş akmalıdır.

İslam dininde liderlik yapan kimseler, kendilerine diğer insanlardan daha fazla dikkat etmelidirler. Çünkü diğer insanlar onlara tabi olacaklardır. İster iyi yapsın ister kötü, diğer insanlar onlara uyacaklardır. İsrailoğullarından bid'at ehli, insanları dalalete sürükleyen bir alim vardı. Sonradan hatasından döndü, tevbe etti, bağışlanması için Allah'a yalvardı. Allah-u Zülcelal zamanın peygamberine şöyle vahyetti: "Onun günahı, sadece onunla benim aramda olsaydı, onu affederdim ama o, bu kadar insanın cehenneme girmesine sebep oldu. Onların günahı ne olacak?"

Demek ki, âlim iyi olduğunda, diğer insanların iyi olmasına sebep olur. Kötü olduğunda ise diğer insanların da kötü olmasına sebep olur. Eğer o âlimin günahı, sadece kendisiyle Allah arasında olsaydı, Allah onu affederdi. Arkamızda bir kişi de olsa buna çok dikkat etmek lazımdır. Cennete girmekle cehenneme girmenin arasındayız. Onun için özellikle lider ve alim olan kimseler, ellerinden geldiği kadar dikkatli olsunlar. Çünkü diğer insanlar onlara bakmaktadırlar. Baktıkları zaman da örnek aldıkları o insanlar gibi davranmaktadırlar.

Lider ve alim olan kimseler, daima hayırlı işlerde bulunsunlar ki, bu sayede onları örnek alanlar da hayır işlesinler ve onların sevabına ortak olsunlar.

Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...


Seni sevdim gönülden, kalbimin sahibi oldun bilmeden, bu yürekte varolacaksın ebediyen, bunu bil çok seviyorum gerçekten.
Seninle doğdu bu yürek, sensin gönlüme eş, dudaklarım dudaklarındayken sanki can verdi bu yürek, senin kollarında ölmek dünyada en güzel şey olsa gerek..