Gönderen Konu: KALU BELA GÜNÜNÜN SIRRI  (Okunma sayısı 3061 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı velasr

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 8
  • Rep Gücü : 9
  • Cinsiyet: Bay
    • Profili Görüntüle
KALU BELA GÜNÜNÜN SIRRI
« : Mayıs 10, 2009, 11:36:10 ÖÖ »

KALU BELA GÜNÜNÜN SIRRI

İslâm, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan için hayat dinidir. Hayat dini olan İslâm’ın, insanlara vermek istediği sadece saadet ve huzurdur. Bizi yaratan Allah’ın, biz insanlar için seçtiği İslâm dinine baktığımız zaman, sadece teslimiyeti görürüz.
İslâm; sin, lâm ve mim harflerinden müteşekkil, silm kökünden türeyen bir kelimedir.
İslâm’ın iki temel manası vardır. Birincisi teslim, ikincisi bu teslimlerin sonucunda Allah’ın insanlar için dilediği ahiret saadetine ve dünya saadetine ulaşmaktır.
Allahû Tealâ’nın eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insana baktığımız zaman, insanın Allah tarafından üç emanetle yaratıldığını görüyoruz. Hayat kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’in Hicr Suresinin 26. âyet-i kerimesinde;
"Ve lekad halaknel’insâne min salsâlin min hamein mesnûn"
Salsalin denilen kuru bir topraktan ve şekillenir bir balçıktan biz insanı (bir fizik bedenle yarattık) halkettik.
İnsan, şu zahiri aleme ait olan bir fizik bedenle yaratılmıştır.
Allahû Tealâ Şems Suresinin 7’nci âyet-i kerimesinde;
"Ve nefsin ve mâ sevvâhâ"
Biz insanı bir nefsle dizayn ettik, buyuruyor.
İnsan, berzah alemine ait olan bir de nefsin sahibidir. Zahiri aleme ait olan fizik beden, Berzah alemine ait olan nefse ilâveten, Allah Secde Suresinin 9’uncu âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor;
"Ve nefeha fiyhi min rûhihi."
Biz insana ruhumuzdan üfürdük.
İşte İslâm dininin, teslim dininin muhatabı olan ve eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan üç emanet, serbest irade ve aklın standartları içerisinde yaratılmış.
Allahû Tealâ’nın insan için seçtiği İslâm dininden muradı, İslâmla insanın ahiret saadetine ve dünya saadetine ulaşmasıdır. Allah, zamandan münezzehtir, Allah mekândan münezzehtir. Zaman ve mekâna bağlı olan insanın, Allah’a bir fayda vermesi nasıl mümkün değilse, Allah’a zarar vermesi de mümkün değildir. O halde Yüce Rabbimiz eşref-i mahlûkat olarak yarattığı ve en çok sevdiği insanın kesinlikle mutlu olmasını istiyor.
İnsan üç tane emanetle yaratılmış en şerefli varlıktır. Dünya hayatını yaşarken Allah’ın zatına ulaşma yetkisi sadece insana verilmiştir. Bu açıdan da insan en şerefli varlıktır. Ve secde olayı ki, secde sadece Allah’a yapılır. Allahû Tealâ’nın yarattığı mahlûkat içerisinde, Allah’a en yakın olan Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan varlığın insan olduğunu ispat sadedinde Allah Ademi, insanı yaratıyor ve huzurundaki meleklere ve cinlere: "Ona secde edin," emrini veriyor. Bu secde olayı meleklerin ve cinlerin insana secde etmesi emrinin Allah’tan gelmesi, insanın mahlûkat içerisinde de en şerefli olduğunun bir başka teyididir.
Allahû Tealâ Bakara Suresinin 29’uncu âyet-i kerimesinde;
"Hüvelleziy halaka leküm ma fiyl’ardı cemiy’an."
Ey insanlar! Yeryüzünde canlı ve cansız neyi yarattıysam, hepsini sizin için yarattım.
Yeryüzünde yaratılanlar, kâinat dizaynı içerisinde belki bir toz zerresi. Acaba Allah kâinatın bütününü kim için yarattı? Rabbimiz, bu sualin cevabını da Casiye Suresinin 13’üncü âyet-i kerimesiyle bize veriyor.
"Ve sehhare leküm mâ fiyssemâvâti ve mâ fiyl’ardı cemiy’an minh,"
Göklerde ve yerlerde ve bunun arasında yarattığımız canlı ve cansız herşeyi insanın emrine musahhar kıldık.
O halde bu iki âyet-i kerimeden bir sonuca ulaşıyoruz. Allah, kâinatı insan için yaratmışsa, en çok insanı seviyor ve en sevdiği varlık olan insan için Allah’ın bir tek isteği var; insanların saadeti ve insanların huzuru... 
Allah’ın biz insanlar için dilediği mutluluksa, acaba insanlar neyin peşinden koşuyor? Evet,  bu suali kendinize sorarsanız, bu suali bütün insanlara sorarsanız, alacağınız bir tek cevap var: Bütün insanlar da huzur ve saadetin peşinden koşuyorlar. Eğer bütün insanlar huzur ve saadeti arıyorsa, eğer Allah da bütün insanlar için, şartlar ne olursa olsun, huzur ve saadeti istiyorsa neden acaba bugün insanlar huzursuz ve mutsuz? İşte bu sualin cevabını bu yazımızda size vermek istiyorum.
Müslüman demek, Allah’a teslim olan kişi demektir. Halk arasında "Ne zamandan beri müslümansınız?" dendiğinde bizim cevabımız "kalubelâ gününden beri" dir. Nedir bu "kalubelâ" günü veya bir başka adıyla "Elestübi rabbiküm günü?"
Allahû Tealâ Araf Suresinin 172. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor;
"Ve iz ehaze rabbüke min beniy âdeme min zuhûrihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim, elestü birabbiküm, kaâlû belâ, şehidnâ, en tekuûlû yevmelkıyâmeti innâ künnâ an hâzâ gaâfiliyn."
Allahû Tealâ Adem (A.S)’ın zahrında onun bütün zürriyetini yaratıyor. Kadın olsun, erkek olsun herkesi huzurunda üç ceset olarak topluyor. Ve onlara şöyle sesleniyor: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Hepimiz, kadın olsun erkek olsun "kalubelâ" diyoruz. Evet şahit olduk. Bu, kıyamet günü "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
Allahû Tealâ Maide Suresinin 7’nci âyet-i kerimesinde bizden ikinci bir şey daha istiyor. Yani kalubelâ gününün devamı Maide suresinin 7. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.
"Vezkürû ni’metallahi aleyküm ve miysâkahülleziy ve esekaküm bihî iz kültüm semi’na ve eta’nâ."
Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ve misaklerinizi de hatırlayın. "İşittik ve itaat ettik." demiştiniz.
Araf 172’yle Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesi arasında ilişki Araf 172’de üzerimize şahit olanlar, Maide suresinin 7’nci âyet-i kerimesinde nimet olarak ifade edilmiştir. Allahû Tealâ: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği zaman hepimiz "kalubelâ" diyoruz. Öyleyse "Bana yeminler verin, sözlerimi işittiniz mi?" Hepimiz "semina" işittik, diyoruz. "Öyleyse itaat edin" buyuruyor.
Üç emanetle yaratılan Adem (A.S)’ın zürriyeti kadın-erkek bütün insanlar, ruhen Allah’a misak veriyorlar. Fizik beden olarak, Allah’a ahd veriyorlar ve nefs olarak, Allah’a yemin veriyorlar.
Allah ruhumuzdan aldığı misak, fizik bedenimizden almış olduğu ahd, nefsimizden almış olduğu yeminle, bizi kendisine bağlıyor. Adem (A.S)’ın zürriyeti içerisinde irşada memur ve mezun kılınan kişileri de o gün Allah, üzerimize şahit kılıyor ve o şahitler de "şehidna" diyorlar.
İçinde yaşadığımız zahirî âlemle alâkalı bir misal vermek istiyorum, bu misali vermemin sebebi, bu meseleyi daha basite indirgemek, daha anlaşılır hale getirmek içindir. Diyelim ki, siz bir kişiyi bir yere davet ediyorsunuz.
- Gelir misin? diyorsunuz. O da:
- Gelirim, diyor. Ama gelmesini kesinleştirmek için siz diyorsunuz ki:
- Bana söz ver. O da:
- Söz, mutlaka geleceğim, diyor. Onunla beraber olan bir arkadaşı daha var. Ona da diyorsunuz ki:
-Bak, ben onu davet ettim ve bana söz verdi, sen de şahit ol!..
İşte "kalubelâ" günü de böyle bir dizayn içerisinde gerçekleşiyor. Allah evvel emirde hepimizi Adem (A.S)’ın zahrında yaratmış ve hepimize "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuş. Hepimizin bu suale cevabı "belâ".
Allah’ın teslim dinini yaşamamız için, bizler için aldığı ikinci tedbir "Öyleyse bana yeminler verin, sözlerimi işittiniz mi?" Hepimiz "işittik". "Öyleyse itaat edin ve yeminlerinizi verin bakalım! diyor.
Niye bir tek yemin değil de üç tane yemin? Çünkü, Allah bütün insanları üç tane vücutla yaratmış: Ruhumuzdan Allah misak almış, fizik bedenimizden Allah ahd almış ve nefsimizden Allah yemin almış. Üçünün de yemin anlamına gelmesi sebebiyle yeminler diyor. Madem ki üç vücut bize aittir ve madem ki üçü de yemindir; bir tek yemin yeter, diyebilirsiniz ama Allahû Tealâ’nın bize bahşettiği bu vücutların iç yapısına baktığımız zaman ait olduğu alemlerin farklılığı sebebiyle iç dünyaları birbirinden farklı.
Ruhumuz tamamen nurdan yaratılmış, ruhumuzun iç yapısında 19 tane haslet var; ilim, cömertlik, ketumiyet, edep, kanaat, itaat, meziyetler, sevgi, tevazu, iman, ihlas, şükür, sekinet, vefa, sabır, doğruluk, hakikat ve adalet. 19 tane hasletle mücehhez tamamen nurdan yaratılan ruhu Allah, tekamülün en üst noktasında ahsen standartlar içerisinde yaratmış. Ahsen olmak, Arapça bir kelime olup iki manaya gelir.
Birinci manası, "çok güzel". O halde Allah’ın yarattığı mahlûkatın içerisinde en güzel olan insan ruhudur. Allah insan ruhundan daha güzel bir şey yaratmadı.
İkinci manası ise Allahû Tealâ’nın "yap" dediği emirleri %100 yapabilen ve yasak ettiği hiç bir fiili de yapmayan bir yapıya sahip olmasıdır. İşte ruh ahsen standartlar içerisinde yaratıldığı için bu iki özelliğin sahibidir. Hem çok güzeldir, hem de kesinlikle başlangıç noktasında Allah’ın bütün emir ve nehiylerine uyabilen, itaat edebilen bir yapının sahibidir.
İşte Allah böylesi standart içerisinde ruhu bize üfürmüş ve ruhtan bu sebeple aldığı misakin muhtevası; dünya hayatında ruhumuzun Allah’a ulaşmasıdır. Çünkü, insan ruhunun Allah’tan başka bir talebi yok. Tekamülün en üst noktasında yaratılmış olan ruha, dünyayı versen, zaten dünyanın fevkinde yaratılmış. Tekamülün en üst noktasında yaratılan ruha, cenneti versen, zaten cennetin fevkinde yaratılmış. Herşeyin fevkinde yaratılan insan ruhunun sadece ve sadece bir tek dileği var; Allah’a ulaşmayı diliyor, tek talebi Allah’a ulaşmayı gerçekleştirmek. İşte bu sebeple insan ruhunun Allah’a verdiği misakın muhtevası, dünya hayatında Allah’a ulaşmaktır.
Fizik bedenimiz bu zahirî aleme aittir. Fizik bedenimiz, et ve kemikten yapılma, iç organlarla mücehhez, beyinle kaim, aklın kumandasında çalışan beş duyu organıyla dizayn edilen bir yapıya sahiptir. Başlangıç noktasında bütün insanlar nefs-i emmarede ve nefs-i emmarede olan bir insanın her olayda nefsin aklı ikna etmesi hasebiyle aklın fizik bedene vermiş olduğu emir, şer emirdir ve kişi şer işliyor. İşte bu özelliği sebebiyle başlangıç noktasında insan, şeytana kul durumunda. Allah’ın emrettiğini yerine getirdiği zaman, o noktada Allah’a kulluk etmektedir. Bu sebeple fizik bedenin Allah’a verdiği ahdin muhtevasında: "Yarabbim, şeytana kul olmayacağım mutlaka Sana kul olacağım" var. O halde fizik bedenin tek gayesi nedir? Tek gayesi kesinlikle Allah’a kul olmaktır.
Nefsimizin Allah’a verdiği yemin ise, nefsin iç yapısına uygundur; 7 kademede tezkiye olmaktır, temizlenmektir, arınmaktır. Acaba nefs, bu yemini neden böyle veriyor. Çünkü, nefsin manevî kalbinde 19 tane hastalık vardır. Cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, içki, kumar, fal okları, kibir, küfür, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zulüm. Yapısındaki bu 19 tane hastalık sebebiyle nefs tamamen karanlıklardan müteşekkil. Bu nedenle Allah’ın nefsten aldığı yemin "Yarabbim, 7 kademede tezkiye olacağım" şeklindedir.
İşte nefsin Allah’a verdiği  yemin bu 19 tane kapıyı kontrol altına almak, talepleri %51 azaltmak, yani nefsi 7 kademede tezkiye etmek.
 Kim misak, ahd ve yemini yerine getirirse onun ahiret hayatında yeri cennettir. Kim de bunları yerine getirmezse onun ahiret hayatında gideceği yer cehennemdir. Bunun Kur’ân-ı Kerim’deki delilleri; işte  Fecr Suresinin 27, 28 ve 29’uncu âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
"Yâ eyyetühennefsülmutmainne irci’ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh fedhuliy fiy ibâdiy vedhuliy cennetiy."
Ey mutmain olan nefs! Sen Rabbinden razı ve Rabbin senden razı olarak Rabbine dön! Ey fizik beden! Sen de bana kul ol ve cennetime gir.
Bu âyetten anlıyoruz ki kişi kesinlikle nefs-i emmareyi aşmış, nefs-i levvameyi aşmış, nefs-i mülhimeyi aşmış ve mutmain olmuş. Allah mutmain olan bu kişiye sesleniyor: "Sen mutmain oldun şimdi zikrini daha artır, Rabbinden razı ol. Rabbinden razı olan kişiye de Allah "Ey benden razı olan kulum, Ben de senden razıyım" diyor ve Allahû Tealâ "Tezkiye ol!" emrini veriyor.
Allah kulun sözüne bakmaz, Allah kulun malına bakmaz, Allah kulun şekline bakmaz; Allah daima kulun kalbine bakar. Kulun kalbî talebi neyse Allah’ın da o kul için talebi odur.
Kalbinde Allah’ın zikri varsa Allah da:
"Vezkûri niy ezkürtüm."
Beni zikret, ben de seni zikrediyorum, diyor.
O halde bizi yaratan Allah’ın biz insanlar için dileği tamamen kalbî taleplerimizle orantılı. Taleplerimiz iki şekilde olabilir:
1- Kalbî taleplerimiz ruhanî olabilir.
2- Kalbî taleplerimiz nefsanî olabilir.
Kalbî taleplerimizin ruhanî olması halinde, Allah bizim için ruhanî talepte bulunur. Kalbî taleplerimizin nefsanî olması halinde, Allahû Tealâ yardımını çekiyor ve orada bizi nefsimizle başbaşa bırakıyor. 
O halde her daim Rabbimizle beraber olmak istiyorsak, her zaman kalbî talebimizin, ruhun talebi olması gerekiyor.
Kalubelâ günü bununla bitiyor mu? Hayır! Üçüncü tedbir: "Eşhedehüm alâ enfüsehim"
Onları sizin üzerinize şahid kıldım.
O halde bu şahidler kimlerdir?      Bu şahitler de bu dünya hayatında Allahû Tealâ’nın tâbî olmamızı istediği mürşidlerdir. Allah bu dünya hayatında mutlaka mürşidimize tâbî olmamızı istiyor.
İşte Allahû Tealâ’nın nefsten istediği tezkiye olma olayı 7 kademede gerçekleşiyor:  Nefs emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye ve marziye kademesine ulaştığı zaman tezkiye kademelerine paralel olarak ruhumuz da, 7 gök katında seyr-i sülûku gerçekleştirerek Allah’a ulaşıyor. Nefs tezkiye olup, ruh da Allah’a ulaşınca fizik beden de Allah’a kul olmuş oluyor. İşte Fecr Suresinin 27, 28 ve 29’uncu âyet-i kerimelerinde:
Cennetime gir, emri veriliyor.
"Yâ eyyetühennefsülmutmainne irci’ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh fedhuliy fiy ibâdiy vedhuliy cennetiy."
O halde görülüyor ki Allahû Tealâ kalubelâ gününde bunları boşuna bizden almamış; misaki bizden almakla, ruhumuzu Kendisine ulaştırmak istiyor. Ahdi bizden almakla, fizik bedenimizin Allah’a kul olmasını istiyor. Ve yemini bizden almakla bizi ahiret hayatında cennete almak istiyor.
O zaman misak, ahd ve yemini yerine getirenler, ruhlarını Allah’a ulaştırıp Allah’a kul oluyor ve cennete gidiyorlarsa, kim misakini yerine getirmezse ruhu Allah’a ulaşamaz. Hayatta kim ahdini yerine getirmezse, şeytana kul olmaktan kurtulamaz ve kim yeminini yerine getirmezse, asla cennete gitmez!
Al-i İmran Suresinin 77’nci âyet-i kerimesinde Allah şöyle buyuruyor:
"İnnelleziyne yeşterûne bi’ahdillahi ve eymânihim semenen kaliylen ulâike lâ halâka lehüm fiyl’âhireti ve lâ yükellimühümullahü ve lâ yanzuru ileyhim yevmelikıyâmeti ve lâ yüzekkiyhim ve lehüm azâbün eliym."
İnnelleziyne: Onlar ki,
Yeşterûne: Satın alırlar
Bi’ahdillahi ve eymânihim: Ahd ve yeminleriyle,
Semenen kaliylen: Az bir dünyalık satın alırlar.
Ulâike lâ halâka lehüm fiyl’âhireti: Bunların ahirette nasibi yok, o kişi ahirette cennete giremez.
Ve lâ yükellimühümullahü: Allah bu kişiyle konuşmaz, ruhunu (hayatta iken) Allah’a ulaştırmaz,
Ve lâ yanzuru ileyhim yevmelikıyâmeti: Kıyamet gününde de Allah bu kişiye bakmaz.
O zaman,
Ve lâ yüzekkiyhim: Allah onun nefsini tezkiye etmez,
Ve lehüm azâbün eliym:  Nefsini tezkiye etmediği için, o kişi elim bir azabın içindedir.
Nefsini tezkiye etmemesinin sebebi, yeminini saptırdığı içindir. Kıyamet gününde Allah’ın kendisine bakmamasının sebebi kendisinden almış olduğu ahdi nakzetmesinden dolayıdır.
Ve lâ yükellimühümullahü, Allahû Tealâ’nın kendisiyle konuşmaması, irci’ıy emrine icabet etmemesi sebebiyledir.
O halde görülüyor ki, insan hayatında kalubelâ gününün çok ama çok önemli bir yeri var. Halk arasında: "Ne zamandan beri müslümansınız, ne zamandan beri Allah’a teslimsiniz?" sorusuna bizim "kalubelâ" cevabını vermemiz boşuna değil. Kalubelâ gününde Allah’a teslim olmuşuz, kalubelâ gününde "Sen bizim Rabbimizsin" demişiz. Kalubelâ gününde misakle Allah’a bağlanmışız, ahd ile Allah’a bağlanmışız, yeminle Allah’a bağlanmışız ve kalubelâ gününde mürşidi üzerimizde Allah şahid tayin etmiş. Sadece ve sadece kalubelâ gününde bu olayların dünya hayatında tarafımızdan yaşanması istenmiştir.
 Kul ile Allah arasındaki ilişkiye baktığımız zaman 28 basamaktan oluşuyor. Kul ile Allah arasındaki ilişkilerden 28 basamağın ilk 21’i bizim misak, ahd ve yeminlerimizle alâkalı. O halde bu 21 basamağı gerçekleştirmemiz için acaba ne yapmalıyız? Allahû Tealâ’nın üzerimize şahit tayin ettiği ve bu dünya hayatında tâbî olmamızı istediği mürşid, âyet-i kerimelerle misakımızı bize hatırlatır.
Misakin muhtevası, Allah’a dünya hayatında ulaşmak. Çünkü ruh tekamülün en üst noktasında yaratılmış, dünyanın fevkindedir ve cennetin fevkindedir. Herşeyin fevkinde yaratılan insan ruhunun talebi, sadece Allah’ı dilemektir ve Allah’a ulaşmaktır. O halde Allahû Tealâ bu istikamette etrafımızda olayları vücuda getiriyor. Dış dünyamızda Allahû Tealâ olayları öyle yaşattırıyor ki, bizlerin bu mesajı idrak edebilmesi için. İçimizden ruh vasıtasıyla, Allah’a ulaşma talebi geliyor; dışımızdan yaşadığımız olaylarla Allah’a ulaşma talebini Allah ulaştırıyor. Sonunda aklımız bir karar veriyor; içten ruhun talebine uyan, dıştan Allah’ın mesajlarını gerçekleştiren insan aklı, üçüncü basamakta Allah’a ulaşmayı dilediği zaman Allah da; "Ben de seni kendime ulaştırmayı diliyorum" diyor. İşte Resulullah’ın hadis-i şerifi:
 "Men habbebe likaallahi habbeballahü likai: Kim dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilerse Allah da o kişiyi kendisine ulaştırmayı diler."
O halde bu daveti âyet-i kerimelerle bize ulaştıran Allah’ın şahiti mürşid. Bu talebi dileyen bizleriz ama bu dileği gerçekleştirmemiz için Allah’ın yardımı  gerekiyor:
99 tane esmanın sahibi Allah "Er Rahim" esmasıyla üzerimize tecelli ediyor. Ve bizdeki, nefsimizdeki hicaben mesture denilen perdeyi kaldırıyor. Kulaklarımızdaki vakra denilen engeli kaldırıyor. Kalbimizde ekinnet denilen perdeyi kaldırıyor. Allahû Tealâ’nın her Allah’a ulaşmayı kalben dileyen kişiden bu 3 engeli kaldırması o kişiyi amenu kılıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın hitabı amenu olanlaradır:
"Ya eyyühelleziyne amenû" yani;
Allah, siz amenu olduğunuz zaman  sizinle konuşur.
  Eğer Al–i İmran Suresinin 77’nci âyet-i kerimesinde:
"Allah onlarla konuşmaz." diyorsa bu kişiler amenu olmamışlardır. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de amenu olan insanla konuşuyor.
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de kâfirlerle konuşmuyor. Kâfirlerle konuşmadığını nereden biliyoruz?
Allahû Tealâ Kâfirûn Suresinde doğrudan doğruya "Yâ eyyühel kafirûn" demiyor;
"Kul yâ eyyühelkafirûn" bir vasıtayla onlara hitap ediyor. Bu vasıta resuldür 
İşte bu açıdan amenu olmak gerçekten bir dönüm noktası... Amenu olmanız ve ilk 7 basamağı geçebilmeniz için ruhun talebine uymanız lâzım.
İkinci 7’li basamağı geçmeniz için kesinlikle Allahû Tealâ’nın sizden almış olduğu ahdi yerine getirmeniz lâzım. Ahdin muhtevası şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmanız ama bu, Allah’ın tayin ettiği mürşid olmadan gerçekleşemez! İşte o zaman Allah’a ulaşmanın bir vesilesi olan mürşide ulaşmayı dilediğimiz an mutlaka Allahû Tealâ bu basamakları sizin için gerçekleştiriyor. Evvela Allahû Tealâ’nın mürşidi âyet-i kerimeleri size okumak suretiyle bu talebi yapmanızı gerçekleştiriyor. Yani talep bizden, talebin oluşmasını gerçekleştiren himmet mürşidden, sonuçları tahakkuk ettiren yardım Allah’tan.
Bizim mürşidi talep etmemiz için, evvela bu konuda, bizi ikna etmeye çalışıyor, ilgili âyetleri tilavet ediyor. Maide 35’de:
"Vebteguû ileyhilvesiylete.."
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o vesileyi istesin, arasın!
Cin 14’de:
"Femen esleme feülâike teharrev reşedâ"
Kim teslim olmayı dilerse mürşidini arasın ve,
Nahl 9:
"Ve alallahi kasdüssebiyli ve minhâ cair, ve lev şâe lehedâküm ecma’ıyn"
Allah’a giden yolun tayini Allah’a aittir.
O halde kesinlikle Allah’a ulaşmak, Allah’a teslim olmak, Allah’a yaklaşmak ve Allahû Tealâ’nın yolunda olmak mutlaka bir mürşidle tahakkuk ediyor. İşte bu sebeple kişi:
"Rabbim, ben sana ulaşmayı diliyorum ama sana ulaşabilmem için herşeyden evvel sana ulaşmış olan mürşide tâbî olmam lâzım. Beni sana ulaştıracak mürşidi hacet namazıyla ben senden istiyorum." dilediğinde bulunuyor.
Görülüyor ki, evvela mürşid devreye giriyor, bizde bu talebi oluşturuyor. Mürşidin himmeti, bizim talebimiz, gayretimiz ve sonuçta Allah’ın nusreti...  Allahû Tealâ’nın nusreti nasıl geliyor?
Allah mürşid talebinde bulunan kişinin kalbine hidayeti koyuyor. (Tegabün 11); Allah o kalbi kendisine çeviriyor (Kaf 33), Allah o kalbe giden rahmetin yolunu açıyor (En’am 125), Allah o kalbe açılan yoldan nurunu gönderiyor (Zümer 22), ve Allahû Tealâ ulaşan nurla o kalbi huşuya ulaştırıyor. (Hadid 16).
Huşu sahibi olan kişi Bakara 45’e göre hacet namazı kılarsa Allah ona mürşid gösteriyor. (Bakara 45) ve kişi gidip o mürşide intisap ediyor. (Furkan 70) Onun önünde tövbe ediyor.
Bundan sonra kesinlikle sizin, nefsinizi tezkiye etmeniz lâzım, hep vasıta emirleri yerine getirmeniz lâzım. Vasıta emirleri yerine getirdiğiniz zaman, mürşide tâbî olduğunuz zaman Allah’tan 7 hediye alırsınız.
Birinci hediye; mürşidin ruhu başınızın üzerine gelir yerleşir. (Mümin 15)
İkinci hediye; o güne kadar işlemiş olduğunuz bütün seyyiatleri Allah hasenata tebdil eder. (Furkan 70) 
Üçüncü hediye; Allah kalbinize imanı yazar. (Mücadele 22)
Dördüncü hediye; mürşidin ruhu başınızın üzerine koruyucu bir fanus olarak gelip yerleşir. Allahû Tealâ Mücadele 22’de belirtiyor. Ve,
Beşinci hediye; Mümin 40’a göre ıslah edici amellere başlarsınız.
Islah edici amellere Allah’ın yardımı 1’e 700 (Bakara 261), ve altıncı hediye; o günden itibaren Allah’ın ismi kalbinizde tekrar eder. Çünkü yedi tane kalp şartının sahibi olduğunuzdan artık zikretmeye başlarsınız. Zikirle birlikte kalbinize rahmet, zikirle birlikte kalbinize fazl ve zikirle birlikte kalbinize salavat gelir, yerleşir. Ve nefs tezkiyesine başlarsınız ve,
Yedinci hediye; ruhunuz sizden ayrılır, Sırat-ı Müstakiym’e ulaşır.
İşte bu 7 hediyeyi Allah’tan alan siz, kesinlikle nefs tezkiyesine başlıyorsunuz. Yegâne anahtar zikirdir ama vasıta emirler: Namaz, oruç, zekât, hac... Bütün bunların hepsi gereklidir.
Bu zikri yaptığınız zaman, emmareyi geçersiniz kalbinizdeki nur oranı %7 artar; levvameyi geçersiniz kalbinizdeki nur oranı %7 artar; mülhimede %7, mutmainnede %7, raziyede %7, marziyede %7 ve tezkiyede %7. Kalbinize, tezkiyeye ulaştığınız zaman %49 nur ulaşır, %2 nur da huşudan vardı, %51. Karanlıklar %49. Karanlıklar şeytanın askerlerini, nurlar Allah’ın askerlerini oluştursun. Kalpte iki ordu çarpışma halinde. Allah’ın askerleri şeytanın askerlerini mağlup ettiği zaman, (artık bu noktadan itibaren) siz galip durumdasınız. Ve siz nefsinizi 7 kademede kontrol altına aldınız. Yemini yerine getirdiniz. Yemini yerine getirmeniz hasebiyle siz Allah’a kul oldunuz. Kul olmanız hasebiyle siz ruhunuzu Allah’a ulaştırdınız ve misak, ahd ve yemininizi yerine getirmenin bir sonucu olarak Allah sizi cennetle mükâfatlandırır. "Vedhuliy cennetiy" Fecr Suresinin 30’uncu âyet-i kerimesi.
O halde bu, sizin ahiret saadetine ulaşmanız demektir.
Allah sizden sadece bütün zaman, mekân parçalarında mutlu olmanızı istiyor. Ahiret hayatında cennete gitmenizi isteyen Allah, dünyada da cenneti yaşamanızı istiyor. Dünyada cenneti yaşayabilmeniz için bundan öteye nefsinizi tasfiye etmeniz lâzım. Dünyada cenneti yaşayabilmek ahirette cennete gitmekle kaimdir. Ahirette cennete gidemeyen bir insanın dünyada cenneti yaşayabilmesi mümkün değil! İşte, kalubelâ gününün gerçek manası budur.
Dileyen herkesin Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın âyet-i kerimelerle en önde bize açıkladığı kalubelâ gününün sırrına ulaşması ve onu yaşaması dileğiyle.
Allah hepinizden razı olsun.